Elini uzattı. Parmağı, kadının soluk porselen cildine dokunmak üzereyken, Nytheria ansızın konuştu. Sesi, bir fısıltı kadar yumuşak, ama bir hançer kadar keskin ve baştan çıkarıcıydı.
"Vladis…" dedi, adını sanki bir şarkı gibi dile getirerek. Dudaklarının kıvrımı, hem meydan okuyucu hem de kışkırtıcıydı. "Bu lanetten nasıl kurtulacağını öğrenmek ister misin?"
Vladis'in eli havada duraksadı. Kadının gözlerindeki parıltı, onun içindeki öfke ve arzuyu aynı anda uyandırıyordu. Kısa bir süre için sessizlik hüküm sürdü. Vladis, kaşlarını çatarak geri çekilmeyi düşündü, ama kadının sözleri zihnine bir çengel gibi takılmıştı. "Bu lanetten kurtulmak mı?" diye mırıldandı kendi kendine, sesi artık eskisi kadar sert değildi.
Nytheria, Vladis'in bu tereddüdünden faydalanarak bir adım ileri çıktı. Sunağın loş ışığında elbisesinin kumaşı, parlayan siyah bir dantel gibi hareket ediyordu. Sesindeki tını, Vladis'in zihnindeki tüm düşünceleri bulanıklaştırıyordu. "Evet, Vladis. Bu laneti çözebilirsin. Ama yalnızca benimle…"
Vladis, kaşlarını çatarak kadına baktı. "Nasıl?" diye sordu, sesi temkinliydi, ama altında yükselen bir açlık ve arzu gizliydi. Nytheria'nın dudakları bir kez daha kışkırtıcı bir şekilde kıvrıldı.
"Burada…" dedi, ellerini sunağa doğru hafifçe kaldırarak. "Bu sunağın başında. Kanlarımız birbirine karışacak. Ve karışan kanlarımız sunağa akacak. Ritüel, ruhlarımız arasındaki bağı çözecek ve seni özgür bırakacak."
Bu sözlerle Vladis'in zihni bir anda çalkalanmaya başladı. Kadın, kanlarının karışmasından ve ritüel sunağından bahsederken, onun aklı hala gördüğü, duyduğu ve öğrendiği her şeyin ağırlığıyla doluydu. Nytheria'ya güvenmek istemiyordu, ama eğer bu söyledikleri doğruysa, onun özgürlüğü için tek yol bu olabilirdi.
Nytheria, Vladis'in yüzündeki ifadeyi dikkatle izliyordu. Gözlerinde öfke, şüphe ve arzunun çalkantısını görebiliyordu. Kadın, hafifçe başını eğerek tekrar konuştu. "Ne diyorsun, Vladis? Ruhunun yükünden kurtulmak ister misin? Özgürlüğüne kavuşmak… Sonsuza kadar benim gölgemden uzaklaşmak… Bunun için tek yapman gereken, bana güvenmek."
Bu sözlerle Vladis, gözlerini Nytheria'nın boynundaki kolyeye çevirdi. Bu kolyenin yayılan enerjisi, onun içinde yankılanan lanetiyle aynıydı. Bu bağın gerçek olduğunu hissediyordu, ama aynı zamanda bu bağın onu güçsüzleştirdiğini de biliyordu. Eğer özgürlüğüne kavuşmak istiyorsa, bu bağ koparılmalıydı. Ama bunu Nytheria ile birlikte yapmak… Bu, aklını bulandıran bir düşünceydi.
Tam bu sırada, Vladis'in bedeninde başka bir his de yükselmeye başladı. Açlık. Derin ve yakıcı bir açlık… Çölün ortasında, bariyeri geçerken harcadığı enerjiden sonra hiçbir şekilde beslenmemişti. Şimdi bu açlık, onun vampir içgüdülerini delip geçiyordu. Gözleri istemsizce Nytheria'nın boynuna kaydı. Kadının cildi, bir vampir için çekici bir av gibi parlıyordu. Damarlarının içinde akan kanın ritmini, bir melodi gibi hissedebiliyordu.
Nytheria, Vladis'in bakışlarını fark etti. Gözleri altın gözlerle kesiştiğinde, dudaklarının kenarı bir kez daha kıvrıldı. "Açlığın seni ele geçiriyor, değil mi?" diye sordu, sesi tatlı bir tahrik edicilikle doluydu. "Bana ihtiyacın var, Vladis. Bunu sen de biliyorsun."
Vladis, dişlerini sıkarak bir adım geri çekildi. Açlığıyla mantığı arasında bir savaş veriyordu. Nytheria, bu savaşı hissediyormuş gibi sakin adımlarla ona doğru yaklaştı. Vladis'in gözlerini boynuna sabitlediğini görünce başını hafifçe yana eğdi ve boynunu açıkça sergiledi.
"Kanımı istiyorsan, alabilirsin," dedi, sesi hem meydan okuyucu hem de şehvet doluydu. "Ama unutma… Bu yalnızca açlığını değil, özgürlüğünü de giderecek. Kanımız birleştiğinde, lanetin çözülmesi başlayacak."
Vladis, ellerini yumruk yaparak gözlerini kadının boynundan kaçırmaya çalıştı. Ama açlık, zihninin arkasında bir hayalet gibi dolanıyordu. Nytheria'nın her kelimesi, onu bir tuzağa çekiyor gibiydi.
"Ne yapacaksın, Vladis?" diye sordu Nytheria, altın gözlerini onun üzerine dikerek. "Sonsuza kadar benim gölgemde yaşamaya devam mı edeceksin? Yoksa özgürlüğünü alacak cesaretin var mı?"
Vladis, derin bir nefes aldı. Gözleri bir kez daha Nytheria'nın boynundaki kolyeye ve ardından boynuna kaydı. Açlık ve özgürlük arzusu, içinde birbirine karışmıştı. Ancak bu ritüelin sonuçlarının ne olacağı hala bir muammaydı. Nytheria'nın planları ve sözleri, onun içindeki öfkeyi körüklerken, aynı zamanda cazibesiyle Vladis'i çekiyordu.
Karar anı gelmişti.
Tapınağın ağır sessizliği, iki ölümsüzün birbirine sabitlenmiş bakışları arasında bir savaş alanına dönüşmüştü. Nytheria, dudaklarında hafif bir alay ve davetkar bir kıvrımla konuşmaya hazırlanıyordu. "Vladis, eğer bu laneti çözmek istiyorsan—" dediği anda, Vladis'in açlığı ve içgüdüleri nihayet patladı.
Öfke, arzular ve açlık, Vladis'in tüm mantığını gölgede bırakmıştı. Kadının kelimeleri daha havada yankılanırken, Vladis karanlık bir fırtına gibi ona doğru atıldı. Altın sarısı gözleri, bir avcının avına kilitlenmişti. Dişleri hafifçe açılmış, açlık onun damarlarında yankılanan tek gerçeklik olmuştu. Nytheria, bir an için onun hamlesine hazırlıksız yakalanmış gibi göründü. Ama bu, yalnızca kısa süren bir yanılsamaydı.
Vladis'in elleri, kadının sırtına sertçe bastı. Uzun elbisesinin ince kumaşı, parmaklarının gücüyle gerildi. Nytheria'nın zarif ve güçlü vücudu, bu anın kaotik ritminde sunağa doğru çevrildi. Kadın, ilk başta bir anlık bir direnç gösterir gibi göründü. Ama gözleri, o altın parlaklığıyla Vladis'e dikilmiş haldeydi. Onun hamlesine karşılık vermek için gözlerinde bir kıvılcım yanmıştı.
Vladis, Nytheria'nın boynuna hırsla ve mükemmel bir arzuyla atıldı. Dişleri, kadının soğuk porselen gibi cildine delip geçerken, ağzını onun kanıyla dolduran o tanrısal his bedenine yayıldı. Kadının kanı, ölümsüzlüğün en saf hali gibiydi: kadim, güçlü ve büyüyle dolu. Her yudumda, açlığı daha derinleşiyor, ama aynı zamanda bir tür haz ile doluyordu.
Nytheria, Vladis'in hamlesiyle hafifçe geriye çekilmişti, ama bu onun kontrolü kaybetmesine neden olmadı. Tam tersine, onun içindeki başka bir ölümsüz güdüyü uyandırdı. Kadim vampir kraliçesi, bu kez av olmaktan çıkmış, avcı kimliğine bürünmüştü. Gözleri, karanlık bir tutkuyla parlayarak Vladis'e yaklaştı.
Nytheria, ellerini Vladis'in omuzlarına koyarak pelerinini sert bir hareketle çekip yırttı. Kumaş, taş zemine düşerken, Nytheria dişlerini onun boynuna geçirdi. Vladis'in boynu, vampir dişlerinin baskısıyla hafifçe eğilmiş, derisinden fışkıran koyu kırmızı kan, Nytheria'nın dudaklarını boyamıştı. Kanının tadı, Nytheria'nın içindeki karanlık arzuları körüklüyordu.
Birbirlerini bastırarak sunağa doğru sürüklenirlerken, Vladis ellerini Nytheria'nın sırtına daha da sıkı bastırdı. Tırnakları, kadının elbisesinin ince kumaşını parçalarken, Nytheria da kendi içgüdülerine tamamen teslim olmuştu. Vampir doğalarının yırtıcı tarafı, onları tapınağın merkezindeki sunağa hapsederken, etraftaki taş duvarlar sanki bu anı mühürlemek için nefesini tutmuştu.
Nytheria, Vladis'in kanını her yudumladığında, onun içindeki karanlık laneti de daha derinlemesine hissediyordu. Vladis, aynı şekilde kadının kanını emerken, bedenine yayılan büyüyle karışık gücü hissedebiliyordu. Bu sadece bir açlığı gidermekten çok daha fazlasıydı; bu, iki kadim ruhun, bir ritüel ile birbirine kenetlenmesiydi.
Kanları, bir süre sonra sunağın taş yüzeyine damlamaya başladı. Her damla kan, taşın üzerindeki kadim sembollerin arasına doluyor, onları yeniden aydınlatıyordu. Sembol taşları, kırmızı bir ışıkla parlamaya başlamıştı. Sunağın çevresindeki enerji, sanki iki vampirin birleşimiyle tetiklenmişti.
Nytheria, bir an için başını Vladis'in boynundan çekti. Dudakları, onun kanıyla ıslanmış, altın gözleri daha önce hiç olmadığı kadar parlak bir şekilde yanıyordu. Vladis, aynı şekilde kan damlayan dişleriyle kadına baktı. Göz göze geldiklerinde, aralarında bir enerji bağı daha da güçlenmiş gibiydi.
Nytheria, dudaklarının kenarındaki kanı bir parmağıyla silerek, sesi hafifçe titreyen ama hala otoriter bir tonda fısıldadı: "Kanlarımız birleşiyor, Vladis… Lanetin çözülmesi başladı. Ama… bu bağ, yalnızca daha derinleşecek."
Vladis, dişlerini sıkarak nefes aldı. Gözleri hala kadının üzerinde, ama aynı zamanda sunağın yüzeyinde parlayan sembollere takılmıştı. "Bu, bir oyun değil," diye hırladı, sesi açlık ve öfkenin garip bir karışımıydı. "Bu ritüelin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsun. Beni bir kez daha kandırmayı düşünüyorsan, Nytheria…"
Nytheria, Vladis'in sözünü kesti. "Kandırmak mı?" dedi, hafifçe gülerek. "Vladis, bu noktaya geldiğimize göre artık kaderinden kaçamayacağını anlamış olmalısın. Bu yalnızca bir başlangıç…"
Sunağın çevresindeki enerji daha da yoğunlaşırken, ikisinin kanları birleşerek sunağın merkezindeki hazneye akmaya devam ediyordu. Vladis ve Nytheria, birbirlerinin kanından beslenirken, hem ruhsal hem de fiziksel olarak birbirlerine daha da bağlandıklarını hissediyorlardı.
Bu ritüelin ne sonuçlar doğuracağını henüz kimse bilmiyordu. Ama bir şey kesindi: Vladis ve Nytheria arasındaki bu bağ, artık bir lanetten çok daha fazlasını temsil ediyordu. İki ölümsüz, bu ritüelin ortasında birbirlerinin hem en büyük düşmanı hem de en güçlü müttefiki olmuştu.
Tapınağın içinde yankılanan sessizlik, artık bir çığlık gibi yükselen arzular ve açlıkla tamamen bozulmuştu. Vladis Drakovan, Nytheria'nın boynundan kanını emerken, damarlarından akan kadim gücün tadı bedenine sarsıcı bir dalga gibi yayılıyordu. Bu, yalnızca açlığını gidermek değil, aynı zamanda vampir doğasının karanlık bir ritüeline boyun eğmekti. Her damla kan, bedenine girerken onu daha güçlü ve daha tehlikeli bir hale getiriyordu.
Ancak Nytheria da geri durmuyordu. Kendi arzuları ve açlığı, içgüdülerini tamamen kontrol altına almıştı. Vladis'in boynundaki kanın tadı, kendi içindeki karanlık tutkuları daha da ateşliyordu. Her yudum, aralarındaki bağı daha da derinleştiriyor, onları birbirine zincirliyordu.
Bir an geldi, Vladis başını geriye çekti. Altın gözleri, hala Nytheria'nın yüzüne sabitlenmişti. Kan damlayan dudakları, bir ölümsüzün en tehlikeli haliyle hafifçe kıvrılmıştı. Gözlerindeki öfke, arzularla iç içe geçmişti. Ancak Nytheria, bu duraksamayı bir zayıflık olarak görmedi. Tam aksine, bu onun için bir davet gibiydi.
Kadın, gözlerini Vladis'in gözlerine dikerek içgüdülerinin kontrolüne tamamen teslim oldu. Hafifçe eğildi ve bir anda Vladis'in dudaklarına yapıştı. Dudaklarının temas ettiği an, aralarındaki gerginlik yerini şiddetli bir kenetlenmeye bıraktı. Bu, yalnızca bir öpücük değil, birbirlerine meydan okuyan iki gücün çarpışması gibiydi.
Vladis, kadının bu ani hamlesine karşılık verirken ellerini Nytheria'nın saçlarına dolaştırdı. Uzun, gece kadar siyah saçlarını kavradı ve kadını daha da kendine çekti. Nytheria'nın bedeni, tamamen Vladis'in güçlü kollarına yapışmıştı. Bu temas, yalnızca fiziksel bir yakınlık değil, aynı zamanda iki kadim ruhun birbiriyle savaş ve tutku içinde birleşmesiydi.
İkisi de durmaksızın hareket ediyordu. Kafalarını bir yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola eğerek dudaklarını birbirinden ayırmaksızın bu şiddetli kenetlenmeyi sürdürdüler. Öpücükleri, yalnızca bir şehvetin değil, aynı zamanda vampir içgüdülerinin tetiklediği sınırsız bir açlığın yansımasıydı.
Vladis, bir elini hala Nytheria'nın saçlarında dolaştırırken, diğer elini kadının sırtına bastırdı. Kadının ince elbisesi, onun sert dokunuşlarına karşılık verircesine gerilmişti. Bedeni, tamamen Vladis'e yapışmış haldeydi. Nytheria ise aynı şekilde, parmaklarını Vladis'in omuzlarına ve boynuna bastırmış, onu tamamen kontrol altına almak istercesine sıkıyordu.
Bu hareketlilik sırasında, Nytheria'nın başındaki taç gevşedi. Kadının ani ve sert hareketleri, tacın dengesini bozmuştu. Ve bir anda, taç Vladis'in saçlarına çarpıp yere düştü. Siyah taşlarla işlenmiş kraliçelik tacı, sunağın taş zeminine sert bir sesle vurdu. Bu ses, tapınağın duvarlarında yankılandı, ama ne Vladis ne de Nytheria buna aldırış etti.
Tacın düşüşü, sunağın çevresindeki kan akışını durdurmadı. İkisinin damarlarından çıkan kan, hala sunağın merkezindeki hazneye akıyordu. Sunağın yüzeyindeki semboller, kırmızı bir ışıkla titreyerek parlamaya devam ediyordu. Kan, hem ritüelin gücünü besliyor hem de tapınağın enerjisini daha yoğun bir hale getiriyordu.
Nytheria ve Vladis, bu ritüelin etkisine tamamen kapılmış haldeydi. Dudakları birbirine kilitlenmiş, kanlarının tadını birbirlerinden alırken hareketleri daha da hızlanmıştı. Vladis, kadının saçlarından tutarak başını hafifçe geriye çekti ve dudaklarını tekrar Nytheria'nınkine bastırdı. Bu kez öpücükleri daha da şiddetli ve kontrolsüzdü.
Kadının ince elbisesi, Vladis'in sert dokunuşları arasında onun vücuduna daha fazla yapışıyor, aralarındaki fiziksel bağın sınırlarını zorluyordu. Kıyafetleri birbirine karışmış, dokunuşları ve öpücükleri arasındaki enerji tapınağı sarsar gibi bir yoğunluk yaratıyordu.
Sunağın çevresindeki kan havuzu büyüdükçe, tapınağın içindeki atmosfer de değişiyordu. Hava daha yoğun, daha boğucu bir hal almıştı. Kanın kokusu, vampir içgüdülerini daha da derinleştiriyor, açlık ve arzularını daha kontrolsüz hale getiriyordu.
Nytheria, bir an için başını hafifçe geriye çekti. Gözleri hala Vladis'in gözlerine dikiliydi. Dudaklarında kanla ıslanmış bir gülümseme vardı. "Ritüel ilerliyor, Vladis..." dedi, sesi hala tahrik edici bir tonla. "Ama bu, yalnızca başlangıç."
Vladis, nefes nefese bir şekilde ona baktı. "Ne yapmaya çalışıyorsun, Nytheria?" diye sordu, sesi öfke ve arzunun garip bir karışımıydı.
Nytheria, Vladis'in sorusuna cevap vermedi. Bunun yerine tekrar ona yaklaştı ve bir kez daha dudaklarına yapıştı. Vladis, bu kez ellerini kadının sırtından aşağı kaydırarak onu tamamen kendine çekti. İkisi de bu ritüelin nereye varacağını bilmeden, kanlarını ve arzularını sunağa sunmaya devam ediyorlardı.
Tapınak, bu birleşimin etkisiyle daha da canlı bir hale gelmişti. Kan, sunağın sembollerini tamamen doldurmuş, ışıklar tapınağın duvarlarında dans eder hale gelmişti. Vladis ve Nytheria, hem bir ritüelin kurbanları hem de o ritüelin ustaları olmuştu. Bu birleşimin sonuçları ne olursa olsun, artık geri dönüşü olmayan bir noktadaydılar.
Vladis'in zihni karanlığa gömülmüş, nefret, açlık ve karmaşık bir arzuyla sarmalanmıştı. Bu duyguların arasında, gözünün önünde bir an için bir çocuk figürü belirdi. Masum, kadife bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Fakat Vladis, bu yanılsamayı bir kenara iterek, tüm dikkatini karşısındaki Nytheria'ya verdi. Şimdi, yalnızca geçmişin hayaletlerinden değil, bu kadından da özgürlüğünü alması gerektiğini biliyordu.
Gözleri, Nytheria'nın koyu kırmızı ve yer yer altın işlemeli elbisesine kilitlendi. Kumaş, o kadar zarif bir şekilde tasarlanmıştı ki, her kıvrımı vampir kraliçesinin hem gücünü hem de baştan çıkarıcılığını yansıtıyordu. Ancak Vladis için o an, bu görkemin bir önemi yoktu. İçindeki vahşi açlık, kendini tamamen ortaya çıkarmıştı. Bir anda Nytheria'nın göğüs hizasındaki kıyafete dişlerini geçirerek, bu bastırılmış içgüdüsünü serbest bıraktı. Kumaş, Vladis'in dişlerinin baskısıyla gevşedi ve yavaş yavaş yırtılmaya başladı.
Nytheria, bu hamleye karşı sessiz kalmadı. Ellerini Vladis'in omuzlarına bastırarak başını eğdi ve boynuna dişlerini geçirdi. Vampir doğasının vahşetiyle, boynundan akan kanın tadına vardı. Ancak bu yalnızca bir saldırı değil, aynı zamanda bir şehvetin ve açlığın birleşimiydi. Dişlerinin ardından dilini kullanarak Vladis'in omzundan boynuna doğru izler bıraktı, her hareketinde daha fazla tutku ve güçle ilerliyordu.
Boyunlarında taşıdıkları lanet kolyeler, bu temasla birlikte bir değişim geçiriyormuş gibi hissettirdi. Her iki kolye de, sanki yıllarca taşıdıkları bağın gevşemeye başladığını hissettiren bir enerji yayıyordu. Zincirler, dokunulamayacak kadar hafif titreşimlerle yankılanıyor, aralarındaki bağı çözüyormuş gibi görünüyorlardı. Bu, yalnızca fiziksel bir ritüel değil, aynı zamanda ruhsal bir çözülüşün de başlangıcıydı.
Vladis, dişlerini Nytheria'nın kıyafetinin göğüs kısmına daha da derinleştirerek, kumaşı tamamen yırttı. Elbisenin o zarif kırmızı ve altın işlemeli dokusu, artık parça parça dökülüyor ve Nytheria'nın zarif siluetini açığa çıkarıyordu. Kumaşın altındaki soğuk porselen ten, Vladis'in dikkatini tamamen çekmişti. Nytheria, duraksamadan geri adım atmak yerine, Vladis'in bu vahşi arzusuna eşit bir karşılık verdi.
Bir anda Nytheria, güçlü bir hareketle Vladis'i geriye doğru itti. Bir süreliğine üstünlüğü ele almış gibi görünüyordu. Göğsünde hala kalmış olan pelerin parçasını kavrayarak, sert bir hareketle çekip attı. Kumaş, yere savrulurken Nytheria, gözlerinde bir karanlık kıvılcımla Vladis'in açığa çıkmış göğsüne doğru eğildi. Dişlerini hafifçe geçirerek, ardından dilini gezdirdi. Kanın tadını almak istermişçesine, her hareketi giderek daha içgüdüsel hale geliyordu.
Ancak Vladis, bu anı Nytheria'nın kontrolüne bırakacak biri değildi. Gözleri öfke ve arzu arasında yanıp sönerken, ellerini kadının saçlarına dolaştırdı. Uzun, siyah saçlarını sıkıca kavradı ve onu kendi bedenine daha yakın çekti. Saçlarını köklerinden tutarak başını hafifçe geriye doğru zorladı. Nytheria'nın boynu ve omuzları açıkta kalmıştı. Vladis, dişlerini sıkıca sıkarak kadının saçlarının arasına gömüldü. Onun bu ani ve kararlı hamlesi, Nytheria'nın bile nefesini kesmişti.
Bir anda ikisi de dengelerini kaybederek taş zemine düştü. Vladis, Nytheria'nın bedenini hala kendine bastırırken, kadın da onun göğsüne parmaklarını geçirerek kendini bir tür üstünlük için zorluyordu. Yerde yuvarlanırken, sunağın merkezinden çıkan enerji daha da yoğunlaştı. İkisinin kanı, taş yüzeyin sembollerine akmaya devam ediyor, her damla kan sembolleri daha parlak bir kırmızı ışıkla dolduruyordu.
Bu sırada, boyunlarındaki kolyeler artık tamamen farklı bir hal almıştı. Kolyelerin titreşimleri gitgide daha az hissediliyor, zincirler gevşiyor, adeta onları serbest bırakacakmış gibi bir ışık yayılıyordu. Ancak bu serbest bırakma, yalnızca fiziksel değil, ruhlarının da bir çözülüşünü işaret ediyordu.
Vladis, nefes alırken Nytheria'nın altın gözlerine baktı. Gözleri, hala arzunun ve öfkenin derinliğinde yanıyordu. Nytheria ise hafifçe gülümsedi. "Bu bağ çözülüyor, Vladis," dedi, sesi hala tahrik edici ama içinde bir meydan okuma barındırıyordu. "Ama bu yalnızca başlangıç…"
Tapınağın zemini, ikisinin birleşimiyle parlayan kan gölüyle dolarken, lanetin zincirleri bir kırılma noktasına ulaşmış gibi hissettiriyordu. Ancak bu çözülüşün gerçekte ne anlama geldiği hala belirsizdi. Vladis, Nytheria'ya bir kez daha baktığında, kararlarının sonuçlarını düşünmek için artık çok geç olduğunu biliyordu.
Tapınağın içindeki ağır ve tehditkar hava, iki ölümsüzün tutku ve öfke dolu karşılaşmasıyla daha da yoğunlaşmıştı. Vladis ve Nytheria, taş zeminde birbirine kenetlenmiş haldeydiler. Zihinlerindeki karmaşa, bedenlerinin içgüdüleriyle tamamen örtüşmüştü. Öfke, açlık, tutku ve nefret; hepsi bu anın içine hapsolmuş gibiydi.
Vladis, bir kez daha Nytheria'ya doğru atıldı. Gözleri, altın bir alev gibi parlıyordu. Elleri, kadının zarif ama aynı zamanda güçlü porselen bedenine sıkıca sarılmıştı. Nytheria'nın elbisesi artık tamamen parçalanmış, koyu kırmızı ve altın işlemeleri, yalnızca kadının bedeniyle uyumlu bir gölge gibi kalmıştı. Vladis, kadının göğüslerine yöneldi. Sağ ve sol göğse sert ve aç bir şekilde dişlerini geçirdi, her hareketi sanki içindeki tüm öfke ve arzuyu dışa vuruyordu. İki ölümsüz arasındaki bu kaos, tapınağın içindeki havayı daha da ağırlaştırdı.
Nytheria ise bu saldırıyı hem kabul ediyor hem de karşılık veriyordu. Gözleri bir avcının parıltısıyla yanarken, Vladis'in sırtına tırnaklarını geçirdi. Parmakları, onun omuzlarına ve boynuna doğru ilerledi. Ardından dilini kullanarak Vladis'in sırtına ve kafasına izler bıraktı. Her hareketi, kontrolsüz bir tutkunun ve bastırılmış arzuların yankısıydı.
Bu sırada, boyunlarında taşıdıkları lanet kolyeler titreşmeye başladı. Her iki kolye de, sanki bu birleşimin ve ritüelin etkisiyle son sınırına ulaşmış gibiydi. Kolyelerin uçlarındaki taşlar, hafifçe ışıldamaya başladı. Taşlardan yayılan ışık, sunağın yüzeyine düşerken daha da büyüyordu. Bu, yalnızca bir fiziksel bağın değil, aynı zamanda ruhsal bir bağın da çözülüşünün başlangıcıydı.
Bir anda, kolyeler minik bir patlama sesiyle gevşedi. Çatırdayan bir enerji dalgası yayıldı ve iki kolye de aynı anda Vladis ve Nytheria'nın boyunlarından serbest kaldı. Kolyelerin taşları, birer yıldız gibi yere düştü. Taşlar zemine vurduğunda, sanki tapınağın içindeki enerjiyi bir anlığına çekip serbest bırakmış gibiydiler. O an, tapınak tamamen sessizleşti.
Vladis ve Nytheria, birbirine dolanmış halde taş zeminde kaldılar. İkisi de kolyelerin serbest kalışıyla bir anda durmuştu. Gözleri birbirine kilitlenmişti; altın sarısı gözler, sonsuz bir öfkeyle parlayan altın gözlere bakıyordu. Bu an, ne bir zafer ne de bir yenilgiyi temsil ediyordu. Bu, yalnızca iki ölümsüzün arasındaki bağın çözülüşünün sessiz bir tanıklığıydı.
Vladis, derin bir nefes aldı. Boynundaki yükün hafiflediğini hissedebiliyordu. Lanetin enerjisi, bir hayalet gibi yok olmuştu. Ama içinde bir boşluk da vardı. Gözlerini hala Nytheria'ya dikmiş haldeydi. Kadın, Vladis'in üzerinde sakin ama kışkırtıcı bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Ancak gözlerindeki derinlik, bu anın basit bir oyun olmadığını açıkça gösteriyordu.
Kanlarının sunağa aktığı noktadan yayılan kırmızı ışık, giderek sönmeye başlamıştı. Kolyelerin taşları, artık sönmüş birer yıldız gibi zeminde hareketsiz yatıyordu. Vladis ve Nytheria, bu ritüelin sonuçlarını tam olarak anlayamadan, birbirlerine dolanmış halde hareketsiz kaldılar. Bu sessizlik, onların arasında hala çözülmemiş sırların olduğunu fısıldıyor gibiydi.
Sonunda, Vladis'in zihninde tek bir düşünce yankılandı: "Özgürüm… ama bu gerçekten bir özgürlük mü?" Nytheria ise aynı anda hafif bir kahkaha attı, sesi hala karanlık bir melodiyi andırıyordu. Ancak ikisi de biliyordu ki, bu anın gerçek sonuçları henüz tam anlamıyla ortaya çıkmamıştı.
Tapınaktaki ağır sessizlik, Vladis ve Nytheria'nın birbirlerinden yavaşça ayrılmasıyla tekrar hüküm sürdü. İkisi de derin bir nefes aldı, kan kokusu ve ritüelin geride bıraktığı enerji hâlâ havada asılıydı. Vladis, yarı çıplak halde, paramparça olmuş pelerin ve gömleğinin son kalıntılarını üzerinde hissediyordu. Gözleri, kısa bir süre yerdeki kırmızı kan havuzuna, ardından sunağa kaydı. Lanet kolyesinin bıraktığı izler, boynunda solgun bir yara gibi görünüyordu. Elini boynuna götürdü, dokundu, ama o baskıyı artık hissetmiyordu.
Nytheria, Vladis'ten bir adım uzaklaşmıştı. Kadının kıyafeti de Vladis'in ellerinde ve dişlerinde parçalanmıştı; koyu kırmızı kumaşı artık zarafetinden çok uzaktaydı, bedenini zar zor örtüyordu. Ancak Nytheria, bu dağınıklığın içinde bile soğukkanlı ve ihtişamlıydı. Ayakkabıları hâlâ ayağındaydı, ama o kadar yıpranmıştı ki, tapınağın taş zemininde kırık gibi bir ses çıkartıyordu. Hafifçe doğrulup Vladis'e bakarken gözleri, bir meydan okumayı andırıyordu, ama yüz ifadesinde bir tür yorgunluk vardı.
"Gerçekten de çözüldü," dedi Nytheria, sesi soğuk bir melodi gibi yankılandı. Elleri yavaşça saçlarını düzeltti, ama hareketlerinde bir tür durgunluk hissediliyordu. Vladis'e bir an daha dikkatlice baktı, ardından sunağa ve boynundaki izlere kaydırdı gözlerini. Hafifçe gülümsedi, ama bu gülümseme içinde bir pişmanlık taşıyor gibiydi. "Hepsi bu kadar işte. Lanet gitti… Ama geride kalanlar için üzgünüm," diye devam etti, sesi biraz daha derinleşmişti. "Hepimiz bir şeylerin kurbanı oluruz, Vladis. Hırslar, güç, nüfuz… Hepsi bizi birer oyuncuya çevirir. Ben bile bunun dışında değilim."
Nytheria, bu sözlerle birlikte yavaşça ayağa kalktı. Elbisesinin alt kısmı tamamen yırtılmış, zarif kumaşı etrafında artık bir gölge gibi sallanıyordu. Ayakkabıları çatlamış ve topukları zedelenmişti, ama bunu önemsememiş gibi başını dik tutarak Vladis'e yukarıdan baktı.
Vladis, Nytheria'nın sözlerini zihninde yankılandırırken, hâlâ taş zeminde dizlerinin üstündeydi. Gözleri sunağın merkezindeki kan havuzuna kaydı. Yerde yatan, enerjisini kaybetmiş kolye taşları dikkatini çekti. Kısa bir süre için boynundaki eski lanet izine baktı, parmaklarını hafifçe izlerin üzerinde gezdirdi. Bu lanet, onun yaşamını kontrol eden zincir olmuştu. Şimdi serbestti… ama bu özgürlük ona beklediği tatmini getirmemiş gibiydi.
Başını kaldırarak Nytheria'ya baktı. Gözlerinde öfke, pişmanlık ve bir tür kabul vardı. "Bunu senin için yaptım," dedi, sesi ağır ve derinden geliyordu. "Ama hiçbir şey değişmedi, değil mi? Hırsların, yalanların, kandan inşa ettiğin bu lanet… Hepsi hâlâ burada."
Nytheria, Vladis'in sözlerini dinlerken gülümsedi. Bu kez gülümsemesinde bir alay değil, bir tür kabullenme vardı. "Hiçbir şey sonsuza kadar değişmez, Vladis," dedi, elini hafifçe sunağa doğru uzatarak. "Ama bazen, kendi özgürlüğümüz için bile bu oyunun bir parçası olmamız gerekir." Gözleri, Vladis'in gözlerinde bir an daha kilitlendi. "Ve unutma… Oyun devam ediyor, Vladis. Her zaman edecek."
Vladis, derin bir nefes aldı. Sonunda yavaşça ayağa kalktı. Üzerinde paramparça olmuş kıyafetlerin kalıntılarını fark etti ama bunu önemsemedi. Sırtında hissettiği hafif serinlik, ona artık yükünün azaldığını hatırlatıyordu. Nytheria'ya bir kez daha baktı. Kadın, elbisesinin yırtık haliyle bile sanki her şeyin kontrolü hâlâ onun elindeymiş gibi görünüyordu.
Bir süre ikisi de konuşmadı. Sunaktan yavaşça birkaç adım uzaklaştılar. Vladis, bir kez daha sunağa ve yerdeki kan havuzuna baktı. Ardında bırakılan bir geçmişin sembolü gibiydi bu manzara. Nytheria, taş zemindeki minik kan izlerine basarak ilerledi. Ayakkabılarından çıkan ince ses, tapınağın duvarlarında yankılandı.
Sonunda Vladis, Nytheria'nın ardından birkaç adım daha attı. Durdu ve soğuk bir ifadeyle sordu: "Şimdi ne olacak, Nytheria? Her şey bitti mi, yoksa bu yalnızca bir başlangıç mı?"
Nytheria, bir an duraksadı ve başını hafifçe çevirdi. Altın gözleri hâlâ karanlık bir bilgelikle parlıyordu. "Hiçbir şey bitmez, Vladis," dedi, sesi bu kez daha sakin ama kesin bir tondaydı. "Her şey, yalnızca daha büyük bir oyunun başlangıcıdır."
Bu sözlerle birlikte Nytheria, hafifçe başını eğip tapınağın dışına doğru ilerlemeye başladı. Vladis, olduğu yerde durdu ve bir süre daha taş zemine, sunağa ve yere düşmüş kolye taşlarına baktı. Derin bir nefes aldı, ama içinde bir tür boşluk hissi yankılanıyordu.
Görüntü yavaşça yükselirken, tapınağın sessiz atmosferi tamamen hakim oldu. Kan havuzunun içinde parlayan zayıf kırmızı ışık, yavaş yavaş sönmeye başladı. İki ölümsüzün, yarı çıplak ve yıpranmış halde sunağın çevresinde uzaklaşması, bu sahnenin son izlerini yansıtıyordu. Gökyüzü ve tapınağın yüksek sütunları, bu sessiz finali izlerken, her şey karanlığa gömüldü.