Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 39 - 5

Chapter 39 - 5

Zhain, gözlerini kısarak onu izledi. "Bu nedir?" diye sordu, hem şaşkın hem de ihtiyatlı bir şekilde.

Nairu, yeniden konuştu. "Bu benim," dedi, sesi yine her yerde yankılanarak. "Ben bu şekilde bir varlığım. Her şey olabilirim. Sadece ruhum esastır. Geri kalan her şey benim seçimlerimle şekillenir."

Zhain, bu açıklamayı duyunca bir an duraksadı. Nairu'nun sadece fiziksel bir varlık olmadığını, onun tanımlanması zor bir bilinç ya da güç olduğunu anlamıştı. "Her şey olabilir…" diye kendi kendine düşündü. Bu, onun karşısında durduğu varlığın sınırlarının olmadığını gösteriyordu. Ama Zhain için hâlâ cevaplanması gereken çok fazla soru vardı.

Zhain, Nairu'nun karşısında durup bir süre düşündü. Onun bu soyut ve fiziksel form arasında gidip gelmesi, her sözü ve hareketiyle Zhain'i daha da şaşırtıyordu. "Peki," dedi, sakin bir tonla. "Sen soyut bir varlıksın, değil mi?"

Nairu, hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. "İstediğimde," dedi, sesi bir yankı gibi havada dolandı. Bu sırada vücudu yavaşça çözülüyormuş gibi göründü; şekli, etrafındaki havayla birleşen bir enerji akımına dönüştü. Şeffaf bir doku haline geldi ve Zhain'e doğru hareket etti. Daha soyut bir formda, Zhain'in etrafında döner gibi hareket ederek, adeta içinden geçti. Zhain, vücudunda herhangi bir fiziksel darbe hissetmedi ama bir soğukluk dalgası, tenine bir titreşim gibi yayıldı. Nairu tekrar başlangıç pozisyonuna döndüğünde, yeniden insansı bir form aldı ve gözlerini Zhain'e dikti. "İşte böyle," dedi, sanki bu hareketi yapmak onun için sıradan bir şeymiş gibi.

Zhain, gördükleri karşısında şaşkınlıkla başını iki yana salladı. "Vay be," dedi. "Bunu bu kadar kolay yapabilen birini daha önce görmedim."

Nairu, bu sözlere hafif bir tebessümle karşılık verdi. Ancak Zhain, içindeki merakı bastıramadı ve ekledi: "Peki, bunu annen biliyor mu?"

Bu soru, Nairu'nun ifadesini bir anda değiştirdi. Vücudu yeniden şekillenmeye başladı, bu kez uzun boylu, kızıl saçlı ve oldukça farklı bir görünüme büründü. Saçları ateşi andıran bir şekilde dalgalanıyordu ve gözlerindeki parıltı, Zhain'in dikkatini çekti. Ses tonunu biraz daha keskinleştirerek, "Onlar benim gerçek ailem değil," dedi. Sözleri, Zhain'in kafasında bir yankı gibi çınladı. Bu varlığın, aile kavramını kendisine tamamen yabancı bir şekilde yorumladığını hissetti.

Zhain, Nairu'nun yüzüne baktı ve onun bu konudaki duygusal yükünü daha fazla kurcalamaması gerektiğine karar verdi. "Peki," dedi, konuyu değiştirerek. "Şu mavi taşı denememe izin verir misin? Ne dersin?"

Nairu, bu söz üzerine duraksadı ve vücudu yeniden dönüşerek tanıdık prenses formuna büründü. Dişi varlık, zarif bir duruşla Zhain'e yaklaştı. Gözlerindeki ifade, bu kez daha yumuşak bir merak taşıyordu. "Arkadaşım olursan deneyebilirsin," dedi, sesinde beklenmedik bir sıcaklıkla.

Zhain, bir an duraksadı. Normalde yalnız bir hayat sürüyordu ve çevresindeki insanlarla derin bağlar kurmaktan kaçınıyordu. Ancak Nairu'ya baktığında, onun yalnızlığını ve bu soyut dünyadaki tek başınalığını hissetti. "Sadece bir taş denemek için arkadaş olmak mı? Garip," diye düşündü. Ama bu düşünceler bir yana, Nairu'nun içinde bulunduğu durumun gerçekliğini de anlayabiliyordu. Bu ilişki, yalnızca bir dostluk değil, aynı zamanda onun dünyasını anlamaya yönelik bir adımdı. "Tamam," dedi, hafif bir gülümsemeyle. "Arkadaş olalım."

Bu sözler, Nairu'da beklenmedik bir etki yarattı. Yüzü, bir anda sevincin en saf halini yansıttı. Gözlerindeki ışıklar büyüdü, vücudundan bir enerji dalgası yayılmaya başladı. Etraflarındaki beyaz zemin, bu dalganın etkisiyle sanki bir toz fırtınasına dönüşmüş gibiydi. Gri gökyüzü, daha parlak bir griye evrilerek hareketlenmeye başladı. Zemin ve gökyüzü arasındaki sınır bulanıklaştı. Toz gibi görünen bu enerji dalgaları, Nairu'nun kontrolsüz sevincinden kaynaklanıyordu. Ancak bu durum, Zhain'i de etkiliyordu.

"Hey, hey! Yavaş ol!" diye bağırdı Zhain, dengesini korumaya çalışırken. Ancak enerji dalgaları o kadar güçlüydü ki bir anda Zhain'i yerden kaldırarak savurdu. Hızla birkaç metre uzağa uçtu, ama zemine sert bir şekilde düşmeden önce kendini çevik bir hareketle toparladı. "Nairu! Az kalsın beni havaya uçuruyordun!" dedi, sesinde bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık karışımıyla.

Nairu, dalgaları fark ederek aniden kontrolü yeniden kazandı. Etrafı sakinleştirerek, zemin ve gökyüzü arasındaki bulanıklığı eski haline döndürdü. Yüzünde, yaptığının farkına varan bir utanç belirmişti. "Özür dilerim," dedi, gözlerini kaçırarak. "Biraz… fazla heyecanlandım."

Zhain, üzerindeki tozları silkeleyerek ayağa kalktı. Hafif bir kahkaha atarak, "Evet, fark ettim," dedi. "Sanırım arkadaşlığımız, oldukça etkileyici bir başlangıç yaptı."

Nairu, Zhain'in sözleri üzerine biraz rahatladı. Mavi taşı tekrar eline aldı ve Zhain'e doğru uzattı. "Tamam," dedi. "Eğer arkadaşsak, denemek için sana verebilirim. Ama dikkatli ol. Taş düşündüğünden çok daha güçlü."

Zhain, mavi taşa uzandı ve onu dikkatlice eline aldı. Taş, avucunda hafif bir ısı yayıyordu ve bu ısı, büyü gücünü çağrıştıran bir enerjiyle birleşiyordu. Zhain, taşın içindeki gücü hissedebiliyordu ve bu güç onu bir yandan büyülerken bir yandan da ürpertiyordu. Taşı sıkıca kavrayarak, Nairu'nun gözlerine baktı. "Peki, bunu nasıl kullanacağımı söyleyecek misin?"

Nairu, hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. "O senin hayal gücüne bağlı," dedi. "Bu taş, yalnızca onu nasıl yönlendirdiğini önemser. Ne yapacağını görmek istiyorum."

Zhain, derin bir nefes alarak, taşın gücünü nasıl kontrol edeceğini düşünmeye başladı. Bu yerin, bu taşların ve Nairu'nun gizemlerini anlamaya bir adım daha yaklaştığını hissetti. Ama aynı zamanda, bu gücün ne kadar tehlikeli olabileceğinin de farkındaydı.

Zhain, taşı elinde tutarken derin bir nefes aldı ve havaya kaldırdı. Taş, avucunun içinde hafif bir titreşim yayıyor ve büyü gücünü çağrıştıran bir enerji salıyordu. Gözlerini kapatıp bir an düşündü, ardından taşın gücünü yönlendirmeye çalışarak yukarı doğru bir hareket yaptı. Havada büyük bir dikdörtgen çizmeye başladı, taşın yaydığı enerjiyle birlikte etrafında bir gürültü yankılandı. Nairu, bu hareketleri dikkatle izliyordu, ama sabit durmak yerine Zhain'in etrafında dolaşıyor, sağından ve solundan geçip hareketlerini inceliyordu.

Zhain, çizimine odaklanmışken toprak ve taş sesleri yoğunlaşmaya başladı. Çizdiği dikdörtgenin hatları, havada yavaşça görünmeye başladı; taşın gücüyle birleştikçe hatlar daha belirgin hale geldi. Dikdörtgenin içine cam şekiller çizmeye başladı, elleri dikkatlice hareket ederken taşın enerjisi sanki her adımını destekliyordu. Şangırtılar ve gürültüler, yapının şekillenmeye başladığını haber veriyordu. Ancak Zhain, çizimini tamamlayıp taşı indirerek etrafına baktığında, karşısında sadece bir duvar olduğunu fark etti. Dikdörtgenin tamamını inşa ettiğini sanıyordu, ama ortaya çıkan şey yalnızca tek bir duvardı.

Başını yana eğerek bir an düşündü, ardından Nairu'ya döndü. "Bu neden olmadı?" diye sordu, gözlerinde hem hayal kırıklığı hem de merak vardı.

Nairu, bu kez beklenmedik bir şekilde geniş bir gülümsemeyle karşılık verdi. Yüzündeki ifade, Zhain'in onu ilk gördüğü andan beri hiç bu kadar belirgin bir mutluluk taşımamıştı. "Tabii ki olmaz," dedi, hafif bir alayla. "Ver şunu!" Eliyle taşı işaret etti ve Zhain, taşı ona doğru atarak bir adım geriye çekildi.

Taşı tutan Nairu, hızlıca harekete geçti. Taş, onun elinde çok daha kontrollü bir şekilde parladı. Nairu, taşı etrafında döndürerek, bir sanatçı gibi hareketlerle havaya şekiller çizmeye başladı. Her hareketi, taşın gücünü büyük bir ustalıkla yönlendiriyordu. Enerji, havada üç boyutlu bir yapı oluşturarak şekillenmeye başladı. Toprak ve taş sesleri yeniden yükseldi, ama bu kez sesler bir uyum içinde, adeta bir melodi gibi duyuluyordu. Nairu'nun elindeki taş, bir maestro'nun çubuğu gibiydi; her hareketiyle havada belirgin bir şekil oluşuyor ve büyüyordu.

Zhain, nefesini tutmuş izlerken, sonunda ortaya tamamen şekillenmiş bir yapı çıktı. Üç boyutlu bir ev gibiydi; sadece duvarlardan değil, detaylı bir çatısından, pencerelerinden ve hatta kapısından oluşan kusursuz bir yapıydı. Nairu, taşı indirip yapıya son bir kez baktıktan sonra yavaşça Zhain'e doğru yürüdü.

Zhain, başını iki yana sallayarak güldü. "Bunu yaparken bir usta gibiydin tabii," dedi, hayranlıkla. "Ama benim yaptığım neden olmadı? Aynı şeyi yapmaya çalıştım."

Nairu, karşısına geçerek gözlerini Zhain'e dikti. Yüzünde yine hafif bir gülümseme belirdi. "Tek seferde istediğini yapamazsın," dedi. "Bir şeyi inşa etmek istiyorsan, onu parça parça düşünmelisin. Her bir kısmını ayrı ayrı hayal etmeli ve üzerinde çalışmalısın. Bir yapıyı inşa etmek, sadece çizeceğin şekillerden ibaret değil. Onun gerçekliğini anlamalı, ona hakim olmalısın."

Zhain, söylediklerini dikkatle dinledi. Başını hafifçe eğerek, "Anladım," dedi. "Sadece bir bütün olarak görmek yerine, her bir kısmına odaklanmam gerekiyor."

Nairu, başını sallayarak onayladı. "Evet. Ve bu sadece fiziksel bir çaba değil. Hayal gücün, bu taşın gücünü yönlendirmek için bir rehber olmalı. Bir şeyi yaratırken, o şeyin nasıl hissettiğini, nasıl bir parçası olduğunu anlamalısın. Burası benim dünyam ve ben onu böyle inşa ettim."

Zhain, bu sözlerin derinliğini hissederek, Nairu'nun dünyasının ve taşların ne kadar karmaşık bir sistemle çalıştığını anlamaya başladı. Bu, sadece bir taşın gücünü kullanmaktan ibaret değildi. Her şey, zihinsel bir odaklanma, detaylı bir kontrol ve yaratıcılık gerektiriyordu. "Demek bu yüzden…" diye düşündü. "Bu yer tamamen onunla bir bütün. Onun zihninin ve ruhunun bir yansıması."

Nairu, Zhain'in düşünceli halini fark ederek bir adım daha yaklaştı. "Daha fazla denemek istersen, sana rehberlik edebilirim," dedi. "Ama şunu bil: Bu, sadece bir güç değil. Yaratıcılık ve kontrol bir arada olmalı."

Zhain, gülümsedi ve Nairu'nun söylediklerini ciddiye aldığını belli etti. "Bunu öğrenmek için sabırsızlanıyorum," dedi. Nairu, hafif bir tebessümle başını salladı ve Zhain'in yanında durmuş, bu dünyayı ve onun kurallarını nasıl inşa ettiğini ona açıklamaya devam etti. Zhain, bu süreçte sadece Nairu'nun dünyasını değil, onun içinde sakladığı gizemleri de yavaş yavaş anlamaya başlayacaktı. Bu, sadece bir taşla başlayan bir hikâyeden çok daha fazlasına dönüşmek üzereydi.

Zhain, Nairu'nun sözlerini dikkatle dinlerken bir yandan da etrafını inceliyordu. Beyaz zeminden başka bir şey görünmüyordu; yer, sanki dokusuz bir sonsuzluktu. Gökyüzü hâlâ gri bir perde gibi dümdüzdü. Zhain, kolunu hafifçe hareket ettirip sırtını dikleştirdi. Buz mavisi gözleri, merak ve hayranlıkla Nairu'ya odaklanmıştı. Nairu, ellerinde tuttuğu taşlarla narin ama otoriter bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. Taşlardan biri mavi, diğeri ise karanlığı emen bir siyah renkteydi. Zhain, kendi ellerini yanına bırakmış, soluk bronz teninde büyü dövmelerinin hafifçe parıldadığını fark etmeden dikkatle Nairu'yu izliyordu.

"Bu taş ve diğer taş," dedi Nairu, elindeki siyah taşı hafifçe havaya kaldırarak, "evimin çekirdeğine bağlıdır." Bu sözlerle birlikte Zhain, Nairu'nun bedenindeki zarif hareketleri fark etti. Sanki bir dans gibi, her kelimesiyle birlikte taşı tutuşu ve duruşu değişiyordu. Kızıl saçları, sanki hafif bir rüzgâr esiyormuş gibi dalgalanıyordu, ama etraflarında herhangi bir hava akımı yoktu.

"Çekirdek," diye devam etti Nairu, sesi biraz daha alçalarak, "buraya ışığı, maddeyi ve geri kalan tüm desteği sağlayan, çok maddeli büyülü bir oluşumdur. Bu taşlar çekirdeğe bağlıdır ve onun gücünü kullanır."

Zhain, bir adım öne çıkarak ellerini göğsünde bağladı. Buz mavisi gözleri dikkatle Nairu'ya dikilmişti. "Nasıl çalışıyorlar?" diye sordu. Zihni, bu taşların ve çekirdeğin nasıl bir sistem oluşturduğunu anlamaya çalışıyordu.

Nairu, mavi taşı yavaşça aşağı indirip bir adım attı ve konuşmaya devam etti. "Çalışma prensipleri şu esaslara dayanır: tetikleme, ısı ve kaynaşma." Taşlar, onun narin ellerinde parıldarken Nairu, bu sistemin her aşamasını açıklıyordu. "Taşta yapılan her hareketlilik çekirdeğe bir sinyal gönderir. Bu sinyal, yüzeydeki kanallar aracılığıyla çekirdeği tetikler. Çekirdek, hızla madde aktarımı sağlar." Sözleri yavaş ve netti, sanki Zhain'in her kelimeyi anlamasını sağlamak istiyormuş gibiydi.

Zhain, biraz daha yaklaşarak kaşlarını hafifçe çattı. "Bu sinyal… yüzeye kanallarla mı iletiliyor? Ama burada gördüğüm sadece beyaz bir zemin. Kanallar nerede?"

Nairu, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. Siyah taşı parmakları arasında döndürerek, "Kanallar burada," dedi ve bir eliyle yere işaret etti. "Yüzeyin altında. Sinir uçlarına benzeyen damarlar, çekirdeğe kadar uzanır. Bu yüzden senin göremediğin bir sistemdir."

Zhain, gözlerini yere dikerek bir an düşündü. Bu yerin yüzeyinin altında karmaşık bir ağ yapısı olduğunu hayal etmeye çalıştı, ama bu onun bildiği hiçbir şeye benzemiyordu. Soluk bronz teninde parlayan mor halkalar hafifçe belirginleşti, büyü gücünün heyecanla titreştiğini hissediyordu. "Anladım," dedi sonunda. "Ama bu taşları kullanmanın bir sınırı olmalı."

Nairu, bu kez biraz daha ciddi bir ifadeyle başını salladı. "Evet. Taşlar, evimin içinde istediğin kadar kullanılmaz. Eğer bir yapı ya da karmaşık bir obje inşa ediyorsan, bu işlem çekirdeğin ısınmasına neden olur. Isınma, taşların gücünü sınırlayan bir faktördür."

Bu açıklama, Zhain'i daha da meraklandırdı. Nairu'nun anlattıkları, bu sistemin onun yıllarını almış bir çalışmanın sonucu olduğunu gösteriyordu. "Peki, taş çekirdekten maddeyi nasıl alıyor? Bu, gerçekten inanılmaz bir sistem," dedi Zhain, bir yandan buz mavisi gözlerini Nairu'nun ellerindeki taşlara dikerek.

Nairu, hafifçe gülümsedi. "Taş, onu tutan kişiyi fark etmez. Ancak evimin içindeyken taş, düşüncelerine bağlanır. Onu kullanan kişi, düşüncelerini taşın gücüne aktarır ve çekirdek bu sinyalleri işler." Gözlerini Zhain'e çevirdi ve bir adım daha attı. "Bu kısmı çözebilmek için kaç yılımı harcadım, bilemezsin."

Zhain, bu sözlerin ağırlığını hissetti. Nairu'nun bu yer ve taşlar üzerindeki kontrolü inanılmaz bir zekâ ve sabır gerektiriyordu. Kafasında hayranlık ve hafif bir ürperti karışımı bir düşünce belirdi. "Bu varlık gerçekten de sıradan biri değil," diye düşündü. Ama yüzüne, bu karmaşık duygular yerine hafif bir gülümseme yerleştirerek, "Gerçekten inanılmaz bir iş başarmışsın," dedi.

Nairu, siyah taşı havaya kaldırarak biraz daha detay verdi. "Siyah taş, mavi taşla aynı prensiplere bağlı. Ancak onun görevi, üretilmiş olan her şeyi parçalamak ve çekirdeğe geri göndermek. Çekirdek, yüzeydeki kanallar aracılığıyla bu maddeleri yeniden işler."

Zhain, tekrar yere bakarak kafasını salladı. "Demek ki bu taşları sonsuz bir güç kaynağı olarak kullanmak mümkün değil. Her şey bir döngüye bağlı."

Nairu, bu kez biraz daha yumuşak bir sesle konuştu. "Evet. Bu döngü olmadan evim var olamaz. Ama bu taşlar, her şeye hükmedebilecek kadar güçlü. Onları dikkatli kullanmak zorundasın."

Zhain, Nairu'nun bu açıklamalarını dinlerken, onun yalnızca bir yaratıcı değil, aynı zamanda bu dünyanın koruyucusu olduğunu anlamıştı. Nairu'nun gözlerinde bir anlığına, gücünü kontrol etmek için harcadığı çaba ve yalnızlığına dair bir ipucu yakaladı. Bu durum, Zhain'i hem etkilemiş hem de ürkütmüştü. Ancak Nairu'nun şu anki formunda, zarif ve etkileyici görünümünde, Zhain bu hislerini bastırıp sadece gülümsedi.

"Peki," dedi Zhain, hafifçe eğilerek. "Bu taşları nasıl kullandığını anlamaya başladım. Ama hâlâ bu yerin nasıl çalıştığını ve neden bu kadar eşsiz olduğunu tamamen çözebilmiş değilim."

Nairu, bir kez daha hafifçe gülümsedi. "O zaman öğrenmek için daha çok çalışman gerekecek," dedi. "Ama dikkatli ol. Bu yer, sıradan bir dünya değil. Ve bu sıradan olmayan dünya, herkesi olduğu gibi seni de etkileyebilir."

Zhain, bu sözlerin altında yatan anlamı düşündü. Bu yerin karmaşıklığı, onu içine çeken bir labirent gibiydi. Ama bu labirentin içinde ilerlemek, Zhain'in hiç tereddüt etmeden kabul edeceği bir meydan okumaydı.

Zhain, Nairu'nun sözlerini duyduğunda kısa bir süre durakladı. İçinde bulunduğu bu garip dünyanın kuralları ve Nairu'nun soyut hali, hala zihnini kurcalıyordu. Ancak Nairu'nun, "Evimi serbest bırakır mısın?" dediğinde yüzündeki ciddiyet ve bekleyiş, Zhain'i daha da şaşırttı. Gözlerini hafifçe kısmış, buz mavisi bakışlarını Nairu'nun koyu parlayan gözlerine dikmişti.

"Evini mi? Bahsettiğin şey, şu gemimdeki göz mü?" diye sordu Zhain. Sesinde hafif bir tereddüt vardı. Nairu, sadece başını hafifçe sallayarak onayladı. Zhain, anında gözün gemisinde bulunduğu yeri hatırladı. Depo alanında hareketsiz bir şekilde duruyordu, sanki bir sabitlik büyüsüyle oraya çivilenmiş gibi. "Onu hareket ettirmeyi denedim," dedi Zhain, hafif bir alayla. "Ama ne yaptıysam yerinden kıpırdamadı. Sanki oraya kök salmış gibi."

Nairu, bir adım daha yaklaştı. Ellerindeki taşlar artık görünmüyordu, ama enerjisi hissediliyordu. "Aynı yerden çıkartamaz mısın?" diye sordu, sesi hâlâ sakin ama biraz da meydan okuyucuydu.

Zhain, kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı. "Hayır, şu an depo kısmında. Onu hareket ettirebilmek için fırlatma odasına götürmem gerekecek. Bu iş, sandığından daha zor olacak."

Nairu, bu cevap karşısında hafif bir şekilde başını eğdi ve Zhain'e baktı. Bakışları, sessiz bir memnuniyetsizlikle doluydu. Zhain, onun kendisini içten içe lanetlediğini hissetti, ama dışa vurduğu hiçbir şey yoktu. Nairu, derin bir nefes alarak başını kaldırdı ve kararlı bir şekilde konuştu. "O halde gemine çıkmamız gerekecek."

Zhain, bu sözler karşısında bir an afalladı. "Nasıl yani?" dedi, şaşkınlıkla. Bu dünyanın soyut yapısını ve Nairu'nun kontrolünü gördükten sonra bile, onun Black Thos'a çıkmak için ne yapacağını tahmin edemiyordu.

Tam bu sırada, gökyüzünde bir ses yankılandı. Zemin hafifçe titreşti ve gri gökyüzünde, sanki dev bir bıçakla yarılmış gibi bir çizik belirdi. Çizik, bembeyaz bir ışıkla parlıyordu ve Zhain, bu sahnenin tuhaf bir şekilde hem korkutucu hem de büyüleyici olduğunu düşündü. Çizik, ufak bir yarıktan büyük bir portala dönüşüyormuş gibi genişlemeye başladı.

"Zıpla," dedi Nairu, sesi şimdi daha net ve emredici bir tondaydı.

Zhain, şaşkınlıkla ona döndü. "Zıplamak mı? Şaka yapıyorsun, değil mi?" dedi. Nairu, cevap vermek yerine gözlerini Zhain'e dikti. Hafifçe başını eğerek tekrar konuştu. "Hadi. Zıpla."

Zhain, bir an daha tereddüt etti, ama Nairu'nun bakışları ve gökyüzündeki o garip çizik, ona başka bir seçenek bırakmıyordu. "Peki," dedi kendi kendine. "Bunun nereye varacağını görelim." Ardından, dizlerini hafifçe büküp bütün gücüyle zıpladı.