Zemin aniden altından kaybolmuş gibi hissetti. Ancak bir anda, sanki ayaklarının altından bir gayzer fışkırıyormuş gibi güçlü bir enerji dalgası onu yukarı fırlattı. Zhain, kontrolsüz bir şekilde havada yükselirken çevresindeki her şey bulanıklaştı. Işığın ve hareketin içinde, Nairu'nun hemen yanında olduğunu fark etti. Onun narin ama kesin hareketlerle kendisini kontrol ettiğini gördü.
Bir süre sonra ışık, etrafında dağıldı ve bir darbe gibi hissettiren bir sertlik hissiyle yere düştü. Zhain, bir an irkilerek etrafına baktı. Beyaz ve gri yerini, tanıdık bir metalik atmosfere bırakmıştı. "Gemim!" diye mırıldandı. Black Thos'un depo alanındaydı. Göz, tam olarak bıraktığı yerde duruyordu. Nairu ise yanında, yeniden zarif prenses formunda belirerek etrafı inceliyordu.
Zhain, ayağa kalkarken hafifçe sırtını ovuşturdu. "Bir daha bunu yapmayalım," dedi, alaycı bir tonda. "Fena bir iniş olmadı, ama hâlâ çok rahatsız edici."
Nairu, hafifçe gülümsedi, ama dikkati tamamen gözün üzerindeydi. Birkaç adım ileriye atarak gözün çevresinde dolandı, parmaklarını kırmızı halkaya doğru uzattı. "Bunu serbest bırakmalıyız," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı.
Zhain, ona doğru yürüdü ve gözlerini bir kez daha bu garip varlığa dikti. "Tamam, ama bu o kadar kolay değil," dedi. "Fırlatma odasına götürmemiz gerekecek. Depoda bu kadar ağır bir şeyi hareket ettirmek için doğru ekipmana ihtiyacımız var."
Nairu, başını çevirip Zhain'e baktı. Gözlerindeki ifade, bu işin düşündüğünden çok daha kolay olacağını ima ediyordu. "Benim için kolay," dedi basit bir şekilde. "Senin yapman gereken, sadece beni izlemek."
Zhain, kaşlarını kaldırarak hafifçe geriye yaslandı. "Tabii ki," dedi kendi kendine. "Bu iş çok kolay olacakmış gibi hissediyorum." Ama içinde, bu işin Nairu'nun kontrolüyle daha hızlı ilerleyeceğinden emindi. Black Thos'un metalik atmosferinde, bir kez daha bir maceranın daha içine çekilmiş gibi hissediyordu. Şimdi sıra, Nairu'nun planını görmekteydi.
Zhain, Nairu'nun "biraz büyü gücü takviyesine ihtiyacım olacak" dediğinde şaşkın bir ifadeyle ona baktı. "Şaka yapıyorsun, değil mi?" dedi, kaşlarını kaldırarak. "Bu gözü yapmış, içine koca bir dünya sığdırmışsın, ama hala büyü gücümü mü istiyorsun?"
Nairu, Zhain'in tepkisini göz ardı ederek hafifçe başını yana eğdi. "Bunu kendi büyü gücümle yapmadım," dedi sakin bir şekilde. "Bunun için kraliçenin krallığındaki büyü gücü stoklarını kullandım."
Bu açıklama, Zhain'in kafasında bir an duraksama yarattı. "Yani sen büyü yapamıyor musun?" diye sordu, sesi hem şaşkın hem de sorgulayıcıydı. Nairu, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Yapabiliyorum," dedi, sakin bir sesle. "Ama evimi hareket ettirecek kadar değil."
Zhain, duydukları karşısında şaşkınlıkla ellerini beline koydu. "Yani," dedi, bir yandan konuşup bir yandan Nairu'nun yüzüne dikkatle bakarak, "bu göz ve içindeki o devasa dünya… hepsi başka bir kaynaktan beslenerek mi yapıldı?"
Nairu, kısa bir süre sustuktan sonra hafifçe başını salladı. "Evet," dedi, konuyu fazla uzatmak istemiyormuş gibi. "Ama şimdi elimdeki asayla bunu yapmak için biraz desteğe ihtiyacım var. O yüzden bana büyü tozlarından bir miktar vereceksin."
Zhain, kemerine bağlı olan mor kristale göz attı. Kristal, hafifçe titreşen bir enerji yayıyordu. Dikkatle onu çıkarıp avucuna aldı. "Bu olur mu?" dedi, kristali havada tutarak.
Tam o sırada Nairu'nun elinde ince, zarif bir asa belirdi. Asa, uzun ve gümüş renginde bir yapıya sahipti; uç kısmında ise karmaşık desenler yer alıyordu. Nairu, asayı taşın yönüne doğru uzattı. "Evet, bu işimi görür," dedi, gözlerini kristale dikerek.
Zhain, taşı Nairu'ya uzatmadan önce uyarıda bulundu. "Ancak aşırı büyü gücüne ihtiyacın varsa bu taş yeterli olmayabilir. İçinde büyük miktarda enerji var ama…"
Nairu, Zhain'in sözlerini dinlemek yerine hafif bir el hareketiyle sabırsız bir şekilde taşı işaret etti. "Uzat şunu," dedi, sesi emrediciydi. Zhain, hafifçe iç çekerek taşı ona doğru uzattı.
Nairu, asasını taşa doğru uzattığında, taş ve asanın ucunda bir enerji dalgası oluştu. Bir an için taş Zhain'in ellerinden kayarak asanın ucuna yerleşti. Şimdi, asa sanki bu kristal için özel olarak tasarlanmış bir başlığa sahipmiş gibi görünüyordu. Taş, asanın bir parçasıymış gibi uyum sağladı. Nairu, hafifçe asayı havada döndürerek kontrol etti. "Güzel," dedi, hafifçe gülümseyerek. "Şimdi bana şu fırlatma odasını göster."
Zhain, biraz tereddüt ederek başını salladı. "Beni takip et," dedi ve depo kapısından dışarı çıktı. Dar metalik koridorlarda ilerlerken, Nairu asasıyla arkasında yürüyordu.
Bu sırada Nairu, asayı gözün bulunduğu yöne çevirdi. Asa, sarı bir akım yayarak gözün kırmızı halkasına ulaştı. Sarı enerji, sanki bir bağ kuruyormuş gibi gözün halkasına dolandı. Göz, bu enerjiye tepki vererek yavaşça hareket etmeye başladı. Kırmızı halkası, geminin zeminine paralel olacak şekilde hizalandı. Nairu, ilerlerken sarı enerji akımı asadan çıkmaya devam ediyordu ve göz, bu bağa bağlı bir şekilde arkasından geliyordu.
Zhain, ilerlerken bir ara arkasına döndü. Gözün, Nairu'nun arkasından kırmızı halkasının döne döne yuvarlandığını gördüğünde istemsizce güldü. "Bir anlığına yuvarlanan kocaman bir top gibi görünüyor," dedi kendi kendine. Göz, dönerken kırmızı halkasından yayılan hafif bir ışıltı, geminin metalik koridorlarını aydınlatıyordu.
"Top değil," dedi Nairu, alaycı bir tonla. "Ev." Sesi, koridor boyunca yankılandı. Zhain, gözlerini devirmeden edemedi ve yoluna devam etti.
Fırlatma odasına geldiklerinde Zhain, kapıyı açarak içeri adım attı. Oda geniş, yuvarlak bir yapıya sahipti. Zeminin ortasında büyük bir enerji fırlatma platformu yer alıyordu. Platformun kenarları, parlayan mavi ışıklarla doluydu ve odanın tavanına kadar uzanan enerji tüpleri görülüyordu. "Burası," dedi Zhain, Nairu'ya dönerek. "Fırlatma odası. Gözünü buraya koyacağız."
Nairu, bir an için odayı inceledi, sonra asasıyla bir hareket yaptı. Göz, sarı enerji bağıyla birlikte yavaşça hareket ederek odanın ortasına geldi. Kırmızı halkası, platformun merkezine tam olarak oturdu. Zhain, birkaç adım geri çekilerek bu hareketi izledi.
"Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu Zhain, bir yandan Nairu'nun hareketlerini takip ederek.
Nairu, asasıyla gözün üzerine bir daire çizmeye başladı. "Evimi serbest bırakacağım," dedi, sesi sakin ve odaklıydı. "Ama bunu doğru bir şekilde yapmazsak, hem senin gemine hem de evime zarar verebiliriz."
Zhain, derin bir nefes alarak başını salladı. "Tamam, ne gerekiyorsa yap. Ama bunu hızlıca bitirelim. Göz, burada çok uzun süre durmamalı." İçinde bir gerginlik vardı, ama Nairu'nun kontrolü karşısında rahatlamaya çalışıyordu. Nairu, sarı akımı yavaşça geri çekerken göz, sanki bir komut bekliyormuş gibi hafifçe titremeye başladı. Şimdi her şey, Nairu'nun ellerindeydi.
Nairu, büyüsünü odanın tamamını etkileyen bir şekilde yaymaya devam ediyordu.
Zhain, kontrol panelinin başında durmuş, Nairu'nun hareketlerini dikkatle izliyordu. Gözün çevresinde oluşan enerji dalgaları ve odanın titreşen atmosferi onu huzursuz etmeye başlamıştı. Nairu'nun ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlamıyordu, ama işin büyü boyutunda olduğunu görmek, kontrolü kaybetme hissini beraberinde getirmişti.
"Hey, bekle bir dakika!" dedi Zhain, sonunda dayanamayıp sesini yükseltti. "Ne yapıyorsun? Dur şunu! Bırak, bu işi ben hallederim."
Nairu, asasını indirerek Zhain'e doğru döndü. Gözlerinde hafif bir alay vardı. "Sen halledersin, öyle mi?" dedi, sakin ama hafif meydan okur bir tonla. "Bu işi nasıl yapacaksın?"
Zhain, platforma doğru yürüyerek, etrafındaki kontrol panellerini işaret etti. "Bu gemi benim," dedi. "Ve bu fırlatma prosedürlerini başka birine bırakmam. Özellikle de büyüyle oynayıp bir şeyleri daha karmaşık hale getirebilecek birine."
Nairu, hafifçe gülümsedi ve asasını tamamen indirerek birkaç adım geri çekildi. "Pekala, göster bakalım," dedi, hala Zhain'in bu konuda nasıl bir plan yapacağını görmek için bekliyormuş gibi bir ifadeyle.
Zhain, platformun kontrol paneline geçti ve düğmelere hızlıca basarak prosedürü başlattı. Paneldeki ışıklar yanıp sönerken Zhain, gözün pozisyonunu hizalamak için gerekli ayarlamaları yaptı. "Bu göz, herhangi bir kapsüle sığacak gibi değil," dedi, sesi ciddiydi. "Bu yüzden doğrudan fırlatma kabininden uzaya serbest bırakacağız. Ama önce rotayı gözün etrafına göre ayarlamalıyım."
Bu sırada, Nairu gözlerini devasa göze çevirdi ve konuşmaya başladı. "Evim…" dedi, sanki bir düşünceyi yüksek sesle dile getiriyormuş gibi. Sonra Zhain'e döndü. "Evim, fırlatıldığında burada kalmayacağız, değil mi? Sen de gözün içinde olacaksın."
Zhain, kontrol panelinden kafasını kaldırarak ona baktı. "Ben mi?" dedi, kaşlarını kaldırarak. "Ama gemim… Gemim burada kalamaz. Bu benim evim ve onu bırakmam mümkün değil."
Nairu, alaycı bir şekilde hafifçe güldü ve asasını tekrar kaldırarak gözün mavi kapağını işaret etti. "Gemin mi?" dedi, gözlerini Zhain'e dikerek. "Bu göz benim evim. Ve işte bu…" dedi, fırlatma odasını ve gemiyi işaret ederek. "Bu da senin evin. Ama merak etme, gemin bizimle gelir."
Zhain, şaşkın bir ifadeyle gözlerini kısarak ona baktı. "Ne demek bizimle gelir? Bu gemi bu gözün içine nasıl sığacak? Sığmaz ki!"
Nairu, ona doğru birkaç adım atarak kendinden emin bir şekilde konuştu. "Gerçekten mi? Bu gözün içine sığmayacağını mı düşünüyorsun? Evimi hafife alıyorsun, Zhain. Bu göz, evrenin belki de en son teknoloji ürünü. Görünenin çok ötesinde bir kapasiteye sahip."
Zhain, bu açıklama karşısında kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı ve hafifçe güldü. "Peki, diyelim ki doğru söylüyorsun. Ama gemiyi moleküler zincirleme ile küçültmekten bahsediyorsan, bu yapısal bozulmaya neden olmaz mı?"
Nairu, sakin bir ifadeyle başını salladı. "Hayır," dedi. "Bu tamamen kontrollü bir işlem. Göz, gemiyi küçülterek moleküler bir zincirleme oluşturacak. Gözün içine girdikten sonra bu zincirleme bozulacak ve gemi eski boyutuna dönecek. Sana söz veriyorum, gemine hiçbir şey olmayacak."
Zhain, bir süre düşündü, ama Nairu'nun kendinden emin tavrı ve planın detaylı açıklamaları, onu biraz da olsa ikna etmişti. "Tamam," dedi sonunda, derin bir nefes alarak. "Gemin rotasını göze hizalayacağım. Ama bu iş düşündüğünden daha karmaşık olabilir."
Nairu, hafifçe gülümseyerek gözünü platformdaki göze çevirdi. "Merak etme," dedi. "Her şey kontrolümde."
Zhain, paneldeki ayarlamaları tamamladı ve rotayı gözün etrafına hizaladı. Sistemler çalışmaya başladığında Zhain, bir kez daha kontrolü elinde tuttuğunu hissetti, ama bu planın çılgınlığı hâlâ aklını kurcalıyordu. Nairu, asasını kaldırarak gözün çevresindeki enerji akımını güçlendirdi. Şimdi her şey harekete geçmek üzereydi ve Zhain, Black Thos ve göz arasında başlayacak olan bu süreç için hazırdı.
Zhain, gözün gemiden serbest bırakılmasını izlerken bir an duraksadı. Fırlatma platformunun ekranlarında gözün yavaşça uzayın boşluğuna doğru süzüldüğünü görüyordu. Kırmızı halkası, kendi ekseni etrafında hafifçe dönüyor, mavi göz bebeği ise neredeyse canlıymış gibi hafifçe parlıyordu. Zhain, kontrol panelinde son komutları tamamladıktan sonra derin bir nefes aldı ve gemisinin rotasını ayarlamaya başladı. Şimdi gemiyi gözle çarpışma rotasına sokması gerekiyordu, ancak bu basit bir işlem değildi. Göz, kendi içinde devasa bir sistemdi ve ona yaklaşmak, moleküllerine ayrılma riski taşımadan mümkün değildi.
Ekranlarda rota hesaplamaları belirdi. Zhain, çarpışma rotasını, geminin süreli hızlanmasını ve gerekli hizalamayı dikkatle ayarladı. Gözle buluşma noktası saniyelerle hesaplanıyordu. Ancak bu sırada bir şey daha fark etti: Kendisi ve Nairu, geminin içinde kalırlarsa, gözün onları moleküler olarak parçalama ihtimali vardı. Bu yüzden, fırlatma kapsülleriyle göze önceden gitmeleri gerekiyordu.
"Tamam," dedi kendi kendine. Sesinde hafif bir stres ve kararlılık vardı. Kontrol panelinden hızla fırlatma kapsüllerini etkinleştirdi ve Nairu'nun yanına, fırlatma odasına doğru yürümeye başladı. Adımları hızlı ve kararlıydı; metalik koridorlarda yankılanan ayak sesleri, geminin sessiz atmosferini dolduruyordu.
Fırlatma odasına vardığında, Nairu onu bekliyordu. Kızıl saçları, odadaki ışıkların etkisiyle hafifçe parlıyordu. Gözlerinde her zamanki gibi sakin bir ifade vardı, ama Zhain onun sabırsızlandığını hissedebiliyordu. Zhain, içeri adım atar atmaz konuştu. "Tamam, her şey ayarlandı. Ama bir şey daha var."
Nairu, başını hafifçe eğerek ona baktı. "Ne var?" diye sordu, sanki Zhain'in açıklayacağı şeyi zaten biliyormuş gibi bir edayla.
Zhain, ona doğru yaklaştı. "Biz, geminin içinde kalırsak, göz bizi moleküllerimize ayırabilir. Bu yüzden fırlatma kapsüllerine binip göze önceden gitmeliyiz."
Nairu, hafifçe gülümsedi. "Bunu biliyordum," dedi. "Ama söylemeyi tercih etmedim. Senin anlamanı bekliyordum."
Zhain, gözlerini devirdi ve iç çekerek başını salladı. "Tabii ki. Neyse, kapsüller hazır. Şimdi seninle birlikte göze gideceğiz."
Nairu, başını onaylarcasına salladı ve Zhain'in arkasından yürüdü. Zhain, odanın köşesindeki fırlatma kapsüllerine doğru ilerledi. Metalik kapsüller, parlak bir yüzeye sahipti ve kompakt tasarımlarıyla göz dolduruyordu. Zhain, bir kapsülün kapağını açtı ve Nairu'ya dönerek eliyle işaret etti. "Önden buyur," dedi, sesi biraz alaycıydı.
Nairu, hafif bir tebessümle kapsüle girdi ve içeri yerleşti. Zhain, diğer kapsülün kapağını açtı ve içine girdi. Kapsüllerin içi, minimum gerekliliklere göre tasarlanmıştı; dar ama oldukça rahattı. Zhain, içeri yerleşip kemerlerini bağlarken kontrol panelindeki ekranları inceledi. "Tamam, koordinatlar hazır," dedi kendi kendine. "Şimdi sıra fırlatmada."
Fırlatma kapsülleri, platforma bağlanmış durumdaydı. Zhain, kapsül içindeki kontrol paneline birkaç komut girdi. "Nairu, hazır mısın?" diye sordu.
"Her zaman," diye yanıtladı Nairu, sesi sakin ama hafif bir meydan okuma taşıyordu.
Zhain, son kontrolleri yaptıktan sonra derin bir nefes aldı ve fırlatma komutunu onayladı. Platformun altındaki mekanizma harekete geçti, kapsüller hafif bir sarsıntıyla titreşti. Ardından, güçlü bir itiş gücüyle kapsüller aynı anda fırlatıldı.