Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 36 - 2

Chapter 36 - 2

Ekipmanlarını hazırladıktan sonra tekrar kristal ormana döndü. Diskin bulunduğu alana geldiğinde, Illionlar hâlâ sessizce bekliyor, hareketleriyle bir tür koruma alanı oluşturuyorlardı. Zhain, kapsülü dikkatlice yere koydu ve odaklanarak büyü gücünü diske yönlendirdi. Parmak uçlarındaki semboller, mor bir ışıkla yanıp sönerken, diskin çevresinde bir kalkan oluşturmaya başladı. Disk, bu büyü kalkanı altında hafifçe titreşerek Zhain'in kontrolüne girdi. Ellerini yavaşça hareket ettirerek diski kapsüle yönlendirdi. Hareketleri sabır ve dikkatle yapması gerekiyordu; en ufak bir hata, diskin dengesizleşmesine ve patlamasına neden olabilirdi.

Disk sonunda kapsülün içine tamamen yerleştiğinde, Zhain derin bir nefes aldı ve kapsülün kilit mekanizmasını aktif etti. Kapsül, diskin yaydığı enerjiyi emerek tamamen güvenli hale getirdi. Zhain, kapsülü yerden kaldırarak Illion liderine döndü. "Tehlike artık geçti," dedi, elleriyle sakin bir hareket yaparak. Lider, bu mesajı anlayarak nazikçe başını eğdi ve gözlerindeki ışık kısa bir süre parladı; bu, Illionların teşekkür işaretiydi.

Lider, Zhain'e yaklaşarak ellerinde kristalimsi, nadir bir element taşı tuttu. Bu taş, gezegenin derinliklerinde bulunabilecek türden bir mineraldı; parlaklığı ve çevresindeki ince ışık halkaları, onun değerini hemen belli ediyordu. Illion lideri, taşı Zhain'e uzatarak bir kez daha teşekkür anlamında ritmik bir hareket yaptı. Tercüme cihazı, bu hareketi çevirdi: "Gezegenimize yeniden denge getirdiğin için bu ödül. Bizim için değerlisin."

Zhain, taşı nazikçe aldı ve kısa bir teşekkür hareketiyle başını eğdi. "Bu, benim için bir onur," diye mırıldandı. Illionlara son bir kez selam verdikten sonra kapsülü taşıyarak Black Thos'a doğru yola koyuldu.

Gemisine döndüğünde, kapsülü Black Thos'un özel bir bölmesine yerleştirdi. Diskin yaydığı enerjiyi güvenli bir şekilde uzayın derinliklerine fırlatabilmek için sistemlerini hazırlamaya başladı. Gemi motorları harekete geçerken, Shard'ın büyüleyici manzarası bir kez daha geminin pencerelerinden görünüyordu. Zhain, kısa bir süre gezegenin ışıldayan yüzeyine bakarak derin bir nefes aldı. Illionlara yardım etmiş olmanın verdiği iç huzur, onun bu yolculuktaki en büyük motivasyon kaynaklarından biriydi.

Diski güvenli bir şekilde uzayın derinliklerine fırlatıp geri döndükten sonra Zhain, geminin koleksiyon bölümüne geçti. Bu alan, daha önce ödül olarak topladığı nadir taşlar ve kristallerle doluydu. Cam bölmelerin arkasında parlayan bu değerli taşlar, Zhain'in sayısız macerasını ve yaptığı iyiliklerin sessiz tanıklarıydı. Elindeki yeni taşı dikkatlice inceleyerek koleksiyonuna uygun bir yer buldu. Taşı yerleştirirken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bu taş, yalnızca nadir bir element değil, aynı zamanda Illionların ona olan minnettarlığının bir sembolüydü.

Zhain, koleksiyon odasından çıkmadan önce bir an durup cam bölmelerdeki taşlara baktı. Her biri, hayatının farklı bir anını temsil ediyordu. "Evren," diye düşündü, "ne kadar kaotik olursa olsun, içinde düzen ve anlam arayanlar için hep bir denge sunuyor." Bu düşünceyle koleksiyon odasından çıkıp kontrol odasına döndü. Haritada yeni sinyalleri kontrol etmek için holografik ekranı açarken, bir sonraki macerasının ne olacağını merak etmeye başladı.

Zhain, Shard'dan ayrıldıktan sonra Black Thos'un kontrol odasında oturmuş, bir yandan geminin sessiz mırıltılarını dinlerken bir yandan da holografik haritayı inceliyordu. Diskin tehlikesizce uzayın derinliklerine fırlatılmış olması içini rahatlatmıştı, ancak bu kadar kısa sürede işini halletmiş olması, beklenmedik bir boşluk yaratmıştı. "Bazı işler fazla kolay oluyor," diye kendi kendine mırıldandı. Yine de Illionlara yardım etmek, ona bir tatmin duygusu vermişti. Holografik haritada yanıp sönen yeni bir uyarı dikkati çektiğinde, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Ve işte sıradaki."

Sinyal, galaksinin uzak bir noktasından, Taurel isimli bir gezegenden geliyordu. Mesaj, Taurel krallığından gönderilmişti. Kraliçe, acil bir çağrı yapıyordu. Mesajın kısa ve öz içeriği, kızının kaybolduğunu ve onu bulabilecek birine ihtiyaç duyduğunu anlatıyordu. Zhain, mesajdaki aciliyeti hemen hissetti. Kaybolan bir kraliyet üyesi, genellikle sıradan bir mesele olmaktan çok uzaktı. Üstelik Taurel gibi uzak bir gezegenin kraliçesi, bir yabancıdan yardım istemek durumunda kalıyorsa, işlerin ciddiyeti açıktı.

"Peki, kraliçe. Bakalım senin problemin neymiş," dedi Zhain, haritayı büyüterek Taurel'in bulunduğu noktayı detaylıca inceledi. Gezegene ulaşmak için birden fazla hiper hız atlaması yapması gerekecekti. Sistemleri hız moduna ayarladı ve Black Thos, uzayın derinliklerinde bir gölge gibi hızlanmaya başladı. Gemi, yıldızların arasında saniyeler içinde ilerliyor, ışıkların ve renklerin göz alıcı bir şekilde birbirine karıştığı bir koridorun içinden geçiyordu. Ancak, hız noktası kapandığında Zhain hâlâ bir miktar yolunun olduğunu fark etti. Taurel, uzak bir sistemde, zor ulaşılan bir noktadaydı. Bu da demek oluyordu ki bir süre daha beklemek zorundaydı.

Zhain, kontrol koltuğundan kalktı ve koleksiyon bölümüne doğru yürümeye başladı. Geminin dar ama işlevsel koridorları, loş mavi ışıklarla aydınlatılmıştı. Gemi, içinde sakladığı anılar ve ödüllerle adeta Zhain'in kendi zihninin bir yansıması gibiydi. Koleksiyon odasına girdiğinde, cam bölmelerin ardında duran parlak taşlar, metaller ve kristaller birer yıldız gibi parlıyordu. Her biri, onun bir yolculuğunun, bir başarısının sessiz tanığıydı.

Illionların verdiği nadir taş, odadaki en yeni ekleme olarak bir köşede parlıyordu. Zarif ışık oyunlarıyla diğer taşlardan farklı bir huzur yayıyordu. Zhain, taşın bulunduğu bölmenin önünde durdu, ellerini ceplerine soktu ve bir süre sessizce baktı. Bu odadayken genellikle yalnız kalmayı tercih ederdi. Burada, yaptığı seçimler, gittiği yollar ve aldığı riskler üzerine düşünme fırsatı bulurdu. Şimdi de bu taşlara bakarken, zihninde Taurel ve kraliçenin yardım çağrısıyla ilgili düşünceler dolaşıyordu.

"Bir kraliçe, kızını bulmak için neden bu kadar uzak birine başvurur ki?" diye düşündü. Eğer krallık içinde yeterince güçlü bir koruma ya da istihbarat ağı olsaydı, böyle bir çağrıya ihtiyaç duymazlardı. Belki de bu durum, Taurel'in içinde bir tür karmaşa olduğuna işaret ediyordu. Kraliçenin kızı gerçekten kaybolmuş olabilir ya da bu, bir şeyleri gizlemek için kullanılan bir örtüydü. "Ne olursa olsun," diye mırıldandı Zhain, "bunu öğrenmenin tek yolu gitmek."

Düşünceler, zihninde akıp giderken gözleri başka bir taşın üzerinde durdu. Bu taş, ona eski bir görevi hatırlatıyordu; bir zamanlar terk edilmiş bir kolonide, radyasyonla boğuşan bir grup insanı kurtardığı günü. Taşın sert, mat yüzeyi, o zorlu görevin anısını yaşatıyordu. Zhain, taşın yanındaki başka bir bölmeye baktı; orada ise bir önceki krallıklardan birinde kazandığı değerli bir kristal duruyordu. Bu taş, Zhain'e kazananın değil, dengeyi koruyanın hatırlandığı bir çatışmayı anımsatıyordu. Her bir taş, onun geçmişteki seçimlerinin, çabalarının ve mücadelelerinin sessiz bir yankısıydı.

Ellerini cebinden çıkarıp cam bölmelerden birine hafifçe dokundu. "Evren kaos dolu," dedi kendi kendine, "ama bu kaosun içinde denge aramak, beni burada tutuyor." Zhain, derin bir nefes aldı ve zihnindeki düşünceleri bir kenara bırakarak kendini rahatlatmaya çalıştı. Taurel'e varması biraz daha sürecekti ve bu zamanı dinlenerek ya da kendini bir sonraki görev için zihinsel olarak hazırlayarak değerlendirmesi gerekiyordu. Ancak, koleksiyon odasında durup taşlara bakmak bile ona yeterince huzur veriyordu.

Gemi, kendi ritminde yoluna devam ederken Zhain, odadan çıkarak tekrar kontrol odasına geçti. Taurel haritasını bir kez daha kontrol etti ve iniş yapacağı bölgeyi işaretledi. "Kraliçe, umarım beni bekleyecek sabrın vardır," diye sessizce mırıldandı. Black Thos, bir kez daha yıldızların arasında ilerlerken, Zhain'in içinde yeni bir macera için duyduğu heyecan giderek artıyordu. Taurel'in ona neler sunacağını merak ediyor, kraliçenin kaybolan kızının sırrını çözmek için sabırsızlanıyordu.

Black Thos, Taurel gezegeninin yörüngesine girdiğinde, Zhain geminin konsolundan dışarıdaki manzarayı izliyordu. Taurel, uzaktan bakıldığında bile muazzam bir ihtişama sahipti. Gezegenin yüzeyi, devasa ormanlar ve parıldayan mavi nehirlerle doluydu. Atmosferi, altın ve gümüş rengi ışıkların dans ettiği bir aurora ile çevrelenmişti; bu doğal gösteri, gezegeni diğerlerinden ayıran bir güzellik katıyordu. Holografik harita, iniş yapacağı alanın büyük bir kraliyet sarayının yakınlarında olduğunu işaret ediyordu. Zhain, sistemleri inişe ayarladı ve Black Thos'un stabil bir şekilde yüzeye yaklaşmasını izledi.

Black Thos, Taurel'in kraliyet bölgesine ait büyük bir iniş alanına yavaşça dokunduğunda, Zhain geminin dış dünyayla bağlantısını kesti. Geminin rampası açıldığında, dışarıdan gelen sıcak ve nemli hava içeri doldu. Taurel'in atmosferi, hafif tatlı bir çiçek kokusuyla doluydu; bu koku, gezegenin ne kadar zengin ve canlı bir ekosisteme sahip olduğunu hemen hissettiriyordu. Zhain, rampadan aşağı adım attığında gözleri onu karşılayan muhafızlara odaklandı.

Muhafızlar, Taurel'in yerlileriydi ve ilk bakışta bile fiziksel özellikleriyle diğer ırklardan tamamen ayrılıyorlardı. Göz alıcı bir güzelliğe sahip olan bu ırk, Elvraen olarak biliniyordu. Tenleri, ay ışığı gibi hafifçe parlayan inci beyazıydı ve sanki pürüzsüz kristallerle kaplanmış gibiydi. Gözleri, devasa ve tamamen siyah bir derinlik taşırken, içinde küçük yıldızlar gibi parlayan altın noktalar vardı. İnce ama güçlü vücut yapıları, zarafeti ve dayanıklılığı bir araya getiriyordu. Saçları genellikle bel hizasına kadar uzanıyor ve renkleri, mor ile mavi arasında değişen metalik bir parıltı taşıyordu. Zhain'in dikkatini çeken en önemli özellikleri ise boyunlarındaki ince çizgiler halinde sıralanmış biyolüminesan sembollerdi; bu semboller, onların ruh halleri ve iletişim şekillerine dair ipuçları veriyordu.

Grubun lideri olduğu anlaşılan muhafız, öne çıkarak nazik ama otoriter bir sesle konuştu. "Gezegenimize hoş geldiniz, Zhain. Kraliçe sizi bekliyor." Muhafızların beden dilleri, herhangi bir tehdit olmadığını, ama gelen her yabancıya karşı kontrollü bir temkinle yaklaştıklarını gösteriyordu. Zhain, başını hafifçe eğerek selam verdi. "Beni hemen götürün," dedi, kısa ve net bir ifadeyle.

Muhafızlar eşliğinde saraya doğru ilerlerken, Zhain etrafındaki manzarayı dikkatle inceliyordu. Sarayın yolları, altından yapılmış ince taşlarla döşenmişti ve iki tarafında devasa ağaçlar yükseliyordu. Bu ağaçların gövdeleri, sanki gökyüzünden süzülen ışıkla yıkanıyormuş gibi sürekli bir şekilde parlıyordu. Ağaçların dallarından aşağıya sarkan kristal benzeri meyveler, rüzgârda ince bir melodiyi çağrıştırıyordu. Taurel, yalnızca bir gezegen değil, yaşayan bir sanat eseriydi.

Kraliyet sarayına ulaştıklarında, Zhain kendini bir kez daha büyülenmiş hissetti. Sarayın dış cephesi, pürüzsüz bir mermerden yapılmış gibi duruyordu, ancak yüzeyde ince ince hareket eden altın damarlar vardı. Bu damarlar, bina boyunca akıyormuş gibi görünüyordu; sanki saray, yaşayan bir organizma gibiydi. Muhafızlar, büyük bir kapıyı açarak Zhain'i içeri davet etti.

Sarayın içinde, görkem ve zarafet her köşede hissediliyordu. Tavandan aşağı sarkan kristal avizeler, altın ve mor ışık huzmeleri yayıyordu. Zemindeki desenler, Taurel gezegeninin tarihini anlatan bir hikâye gibi sıralanmıştı. Zhain, gözlerini detaylardan ayıramasa da, asıl odaklanması gereken şeyin kraliçe olduğunu biliyordu. Muhafızlar onu büyük bir taht odasına götürdü.

Taurel Kraliçesi, tahtında oturuyordu. Kendisi, Elvraen halkının en zarif örneğiydi. Boynundaki biyolüminesan semboller, hafifçe titreşerek sakin bir şekilde parlıyordu. Uzun, gümüş rengi bir elbise giymişti ve elbisesinin üzerindeki ışık oyunları, onu bir yıldız gibi gösteriyordu. Yüz hatları zarif ve keskin, bakışları ise sakin ama derin bir kederi yansıtıyordu. Zhain, kraliçeye doğru hafifçe eğildi. "Majesteleri," dedi, "mesajınızı aldım ve geldim. Bana kızınızdan ve olaydan bahsedin."

Kraliçe, sesindeki hüzünle konuşmaya başladı. "Gönderdiğim çağrılardan yalnızca sen yanıt verdin, Zhain. Bu gezegenin dışına yardım çağrısı göndermek bizim için kolay bir karar değildi, ama artık başka çaremiz yoktu." Zhain, kraliçenin kelimelerindeki çaresizliği hissedebiliyordu. Onu dikkatle dinlerken, kraliçenin ince elleriyle tutunduğu tahtın kenarlarını sıkıca kavradığını fark etti. "Kızım, Prenses Nairu, birkaç gün önce ortadan kayboldu. Onu en son, sarayın kuzeydeki bahçelerinde bir... göze girerken gördüm. Ve sonra o göz, gökyüzüne doğru fırladı."

Zhain, duyduğu şey karşısında kısa bir süre düşündü. Bir göz... Gökyüzüne fırlayan bir anomali. "Bu, oldukça alışılmadık bir durum," dedi Zhain, gözlerini kraliçeye dikerek. "Bana daha fazla detay verebilir misiniz? O göz tam olarak neye benziyordu? Eğer iz bırakmışsa, orayı incelemem gerek."

Kraliçe, bir an duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Göz, yuvarlak ve parlayan bir ışık halkasıydı. Çevresinde siyah bir sis gibi hareket eden bir enerji vardı. Ortasında ise mavi bir göz bebeği ya da vizör benzeri bir yapı vardı. Bu yapı, sanki bizi izliyormuş gibi hissettirdi. Gözün etrafında ise kırmızı bir halka vardı ve boyutu, orta ölçekli bir oda kadardı." Zhain, detayları dikkatle dinledikten sonra holografik cihazını etkinleştirdi. Kraliçenin tarif ettiği şekli büyü kullanarak çizmeye başladı. Ellerini cihazın üzerindeki ışıkların arasında gezdirirken holografik bir göz formu belirdi. Kraliçe, bu şekli dikkatle inceledi ve birkaç düzeltme yaptı. Gözün çevresindeki siyah sisin hareketlerini, ortasındaki mavi göz bebeği yapısını ve kırmızı halkayı eklemek için birkaç kez yeniden düzenlemeler yapıldı. Sonunda, Zhain, tam olarak tarif edilen şekli ortaya çıkardı.

"Bu," dedi kraliçe, gözlerinde karışık bir korku ve umutla. "Evet, tam olarak böyleydi." Zhain, hologramı inceledi ve kısa bir süre sessizce düşündü. "Bunun ne olabileceği hakkında bir fikrim var," dedi sonunda. "Ama emin olmadan bir şey söyleyemem. Bu göz, büyüsel ya da boyutlar arası bir varlıkla bağlantılı olabilir. Prenses'in bu şekilde kaybolmuş olması, basit bir kaçırılma vakası olmadığını gösteriyor."

Kraliçe, Zhain'in gözlerine bakarak hafifçe titredi. "Onu geri getirebilir misin?" Zhain, bir an sessiz kaldı. "Elimden geleni yapacağım," dedi. Daha fazlasını söylemek istemiyordu; sonuçta böyle durumlarda her zaman bir belirsizlik vardı.

Kraliçe, hafifçe doğruldu ve nazik bir şekilde sordu. "Peki, ödemeyi nasıl istersiniz, Zhain?" Bu soruyu duyan Zhain, yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek başını eğdi. "Eğer gezegeninizde nadir bulunan bir taş, koleksiyonuma katabileceğim bir parça varsa, bu yeterli olur. Yoksa zaten bu işi sizin yardım çağrınıza yanıt vermek için yapıyorum." Kraliçe, bu cevap karşısında hafif bir şaşkınlıkla gülümsedi. "Size uygun bir ödül ayarlayacağım," dedi ve ardından muhafızlarına bir işaret verdi.

Zhain, kraliçeye son bir selam vererek odadan ayrıldı. Black Thos'a geri dönerken zihni, prenses Nairu'nun kaybolduğu gözle ve bu olayın arkasındaki gizemle doluydu. Gemisine bindi ve sistemleri hızla çalıştırdı. Gözün bıraktığı enerji izlerini takip etmek için rota belirlerken, "Bu gözde kesinlikle bir şey var," diye düşündü. "Ve ne olduğunu öğrenmem gerekiyor."

Black Thos, bir kez daha yıldızların arasında kaybolmak üzere motorlarını harekete geçirirken Zhain, bir sonraki macerasına doğru ilerliyordu. Gözün ve prensesin sırrını çözmek, düşündüğünden daha zorlu bir görev olabilirdi. Ama Zhain, Taurel gezegeninin parlak yıldızlarından uzaklaşırken, bu zorluğun onu hiç durduramayacağından emindi.