Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 33 - 10

Chapter 33 - 10

Tapınağın merkezine, sunağa bir kez daha geldiğinde, çevredeki havanın değiştiğini hissetti. Vampir içgüdüleri, bir şeylerin farklı olduğunu ona söylüyordu. Nefesi yavaşladı, etrafındaki karanlığı taradı. Tam o sırada, sunağın diğer tarafında bir hareketlilik fark etti.

Vladis'in gözleri genişledi. Sunağın diğer tarafında, Kraliçe Nytheria'ya benzeyen bir figür duruyordu. Kadın, tapınağın kasvetli havasını bir anda daha ağır ve daha tehditkar hale getirmişti. Altın rengi gözleri, Vladis'e sabitlenmişti. Bu figür, zarafetiyle ve karanlık aurayla birleşmiş bir korkunun simgesiydi.

Kadının yüz hatları olgundu, ama yaşlılıktan eser yoktu. Yıllar onun güzelliğine dokunmuş, ama onu zayıflatmak yerine güçlendirmiş gibiydi. Soluk porselen gibi bir cilde sahipti, ama bu solgunluk, ölümün değil, bir ölümsüzün ihtişamını yansıtıyordu. Saçları, siyah geceyle yarışan koyuluğuyla pürüzsüz bir şekilde omuzlarına dökülüyordu. Ancak saçlarının arasında, onu bir kraliçe gibi yücelten zarif bir taç vardı.

Tacın detayı, Vladis'in dikkatini çekti. Siyah taşlarla işlenmiş olan bu taç, karanlığın kendisini temsil ediyordu. Her bir taş, sanki Nytheria'nın gücünü taşıyan bir mühür gibiydi. Taç, yalnızca bir süs eşyası değil, aynı zamanda bir güç sembolüydü.

Kadının üzerindeki elbise, mükemmel bir zarafetle bedenini sarmıştı. Siyah ve koyu kırmızının birleşimiyle işlenmiş kumaş, yer yer altın ipliklerle işlenmiş desenler taşıyordu. Bu desenler, vampirlerin eski ritüellerinde kullanılan sembolleri andırıyordu. Omuzlarını açıkta bırakan elbisenin etekleri yere kadar uzanıyor ve her adımında hafifçe hareket ediyordu. Ancak elbise, yalnızca güzelliği değil, aynı zamanda bir tehdit hissini de yayıyordu.

Kadının boynunda, Vladis'in dikkatini çeken başka bir detay vardı. Siyah bir kolye, boynunun etrafında zarif bir şekilde duruyordu. Kolyenin ortasında bir taş parlıyordu; bu taş, Vladis'in boynundaki lanet izine çok benzer bir enerji yayıyordu. Kadın ve Vladis arasındaki bağ, sanki bu taşla mühürlenmiş gibiydi.

Ellerinde hiçbir silah taşımıyordu, ama duruşu, onun bir savaşa bile gerek duymayacak kadar güçlü olduğunu hissettiriyordu. Gözlerindeki ifade, hem tahrik edici hem de tehditkardı. Vladis'e doğru sabitlenmiş altın gözleri, onun zihnine dokunuyormuş gibi hissettiriyordu.

Kadın, hafifçe başını eğerek gülümsedi. Bu gülümseme, aynı anda hem zarif hem de ürkütücüydü. Dudakları hafifçe kıvrıldığında, sesini duyurdu. Sesi, tapınağın taş duvarlarında yankılanırken, melodi gibi tınılı ve ölümcül bir tatlılığa sahipti.

"Merak ediyordum," dedi kadın, sesi tıpkı bir davetkar şarkı gibi. "Bana gerçekten gelmeye cesaret edecek misin, Vladis Drakovan?"

Vladis, bir anlığına hareketsiz kaldı. Kadının varlığı, etrafındaki havayı ağırlaştırmıştı, ama içinde yükselen öfke ve merak onun dengesini korumasını sağlıyordu. Kılıcını sıkıca kavradı, ama kadının hareket etmediğini görünce sözlerini dikkatle seçerek cevap vermeye karar verdi.

"Kim olduğun ya da ne istediğin umurunda değil," dedi Vladis, sesi soğuk ama tehditkardı. "Ama bana engel olacağını sanıyorsan, çok büyük bir hata yapıyorsun."

Kadın, hafifçe güldü. Bu kahkaha, hem hafife alır hem de Vladis'in meydan okumasını memnuniyetle karşılar gibiydi. "Engel olmak mı?" dedi, adım atmamış olmasına rağmen varlığı daha yakın hissediliyordu. "Hayır, Vladis. Sana engel olmak istemem. Ben, yalnızca sana doğru yolu göstermeye geldim."

Vladis, altın gözlerini kadına sabitledi. Bu figürün her hareketi, her sözü, onun daha büyük bir oyunun parçası olduğunu hissettiriyordu. Kadın, yalnızca bir düşman mıydı, yoksa onu manipüle eden bir rehber mi? Vladis, cevabı bulmak için bir an bile tereddüt etmeyecekti.

Vladis Drakovan, gözlerini kadının boynundaki kolyeye kilitlemişti. Kolyenin ortasındaki taş, onun boynundaki lanet izine çok benzer bir enerji yayıyordu. Gözleri, farkında olmadan bu objeye odaklanmış, taşın içinde adeta dönüp duran bir karanlık büyü hissediliyordu. Kadın, bu dikkatini fark etmiş gibi, imalı bir gülümsemeyle konuştu.

"Vücuduma mı bakıyorsun, Vladis?" dedi. Sesi hem alaycı hem de baştan çıkarıcıydı. Gözlerinde zararsız gibi görünen bir oyunbazlık vardı, ama Vladis onun her kelimesinin altında daha derin bir tehdit seziyordu.

Kadın, sunağın etrafından yavaşça dolaşmaya başladı. Uzun elbisesi, zeminde zarifçe sürüklenirken topuklu ayakkabılarının ince ama tok sesi tapınağın taş duvarlarında yankılanıyordu. Bu ses, tapınağın sessizliğini bir tür ritim gibi dolduruyor, gerilimi ve Vladis'in dikkatini artırıyordu. Her adımında zemine vuran o ritmik ses, Vladis'in sinirlerini geriyor, ama aynı zamanda merakını daha da körüklüyordu.

Kadın, Vladis'ten belli bir mesafede durarak başını hafifçe yana eğdi. Altın gözleri, onun yüzündeki her ayrıntıyı dikkatlice tarıyormuş gibi parlıyordu. Hafif bir gülümsemeyle sordu: "Peki… benim kim olduğum konusunda bir fikrin var mı?"

Vladis, bir an duraksadı. Kadının etrafındaki aura, bir kraliçeye yaraşır bir şekilde otoriter ve eziciydi. Zihni, onun kim olabileceğiyle ilgili birçok ihtimal arasında hızla dolaşırken, sonunda ağzından bir isim döküldü. Şaşkın bir sesle sordu: "Nytheria mı? Olabilir misin?"

Kadının yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Bu, hem bir doğrulama hem de Vladis'in içinde yükselen duyguları alaya alan bir ifadeydi. Hafifçe başını sallayarak cevap verdi: "Evet… Nytheria. Vampirlerin Kraliçesi. Korkunun ve büyünün dokunduğu her karanlık köşenin sahibi."

Bu doğrulama, Vladis'in içinde bir an için şok dalgası yarattı. Ancak bu şok, onun zihnindeki öfke ve hesap sorma arzusunu daha da ateşledi. Nytheria… Kara Elmas Kovanı'nın başındaki kadın, vampir dünyasının en karanlık hikayelerinin yazarı… Zincir Kıranlar'ın yok oluşunda ve onun lanetlenmesinde parmağı olan kişi.

Vladis, dişlerini sıkarak kadının gözlerine daha sert bir ifadeyle baktı. Sesi, soğuk ama içinde yükselen öfkeyle doluydu: "Eğer gerçekten Nytheria isen, o zaman neden buradasın? Ve neden bana göründün?!"

Nytheria, Vladis'in sert çıkışına aldırmadan, hala zarif bir şekilde sunağın çevresinde dolaşmaya devam etti. Sanki Vladis'in sorularını duymazdan geliyor, onun öfkesini daha da kızıştırmak ister gibiydi. Nihayet, durmuş gibi yaparak tekrar konuştu.

"Peki…" dedi, sesi tatlı bir alaycılıkla doluydu. "Gerçekten benim kim olduğumu biliyor musun, Vladis? Sadece bir isim mi, yoksa o ismin taşıdığı her şeyi anlayabilecek kadar mı tanıyorsun beni?"

Bu soru, Vladis'in aklında yeni şüpheler uyandırdı. Nytheria'nın varlığı, yalnızca bir isimden ibaret değildi. Onun adı, tarih boyunca kanlı hikayelerle, yıkımlarla ve büyülerle anılmıştı. Ama kadının ima ettiği şey, sadece tarihsel bir figür olmaktan öte bir derinlik taşıyordu. Vladis, gözlerini kadına dikerek sertçe cevap verdi: "Bana oyun oynamayı bırak. Zincir Kıranlar'ın yok edilmesi, lanetim ve bu toprakların kanla yazılmış geçmişi… Hepsinin arkasında sen varsın. Ama bu senin hikayen değil mi? Anlat bana… Gerçekte kim olduğunu ve ne istediğini!"

Nytheria, Vladis'in meydan okumasını memnuniyetle karşılayan bir gülümsemeyle durdu. Elleriyle elbisesinin eteklerini hafifçe düzelterek sunağın diğer tarafında durdu. Boynundaki kolye, tam ortadaki taş ışığı yansıtarak parladı. Gözlerini Vladis'e dikti ve hafifçe konuşmaya başladı:

"Zincir Kıranlar… Ah, evet. Cesaret ve bağımsızlık vaat eden bir kovan. Ama güçlü oldukları kadar, ne kadar da zayıftılar, değil mi?" dedi, sesi alaycılıkla doluydu. "Ben, yalnızca onların sonunu getirmedim, Vladis. Onlar, kaderlerini kendi elleriyle hazırladılar. Zincir Kıranlar, özgürlük vaat ederken, kendi güçlerinin onları nasıl zayıflattığını fark edemediler. Ve lanetin mi?" Nytheria, boynundaki kolyeye işaret ederek devam etti. "O yalnızca bir ceza değil, Vladis. O, senin için bir hediye. Bir bağlantı. Bana ve benim dünyama bağlılığının işareti."

Vladis, dişlerini sıkarak kadının sözlerini dinliyordu. "Bağlılık mı? Bana ne yaptığını bilmiyorsun, değil mi? Bu lanet, benim özgürlüğümü aldı. Ve bunun için seni sorumlu tutuyorum."

Nytheria, bu sözlere yalnızca bir kahkaha atarak karşılık verdi. Kahkahası, tapınağın taş duvarlarında yankılanıyor, Vladis'in içindeki öfkeyi daha da alevlendiriyordu. "Özgürlük… Ah, Vladis. Özgürlük senin hiçbir zaman tam olarak anlayamadığın bir şey. Ve şimdi, buradasın. Bu tapınakta, benim alanımda, benim kurallarıma göre oynuyorsun. Peki söyle bakalım… Gerçekten kaçabileceğini mi sanıyorsun?"

Vladis, gözlerini kısarak kadına doğru bir adım attı. "Oyunların beni durduramaz. Eğer burada olduğum sürece, bu tapınağı senin yalanlarınla birlikte yıkmak zorunda kalırsam, bunu yaparım. Ama önce, gerçeği anlatacaksın."

Nytheria'nın yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Elleri yavaşça önünde birleşti. "Ah, Vladis… Gerçek mi? Gerçeği duymak istiyorsun, öyle mi? O zaman, bunu hak ettiğini bana kanıtla…" dedi ve bu sözlerle, tapınakta yankılanan bir titreşim hissettirdi.

Nytheria, Vladis'in sözlerini alaycı bir tebessümle dinledikten sonra gözlerini onun altın sarısı gözlerine sabitledi. Adımları zarif ve ritmikti; sunağın çevresinde yavaşça dolanırken topuklu ayakkabılarının her vuruşu, tapınağın taş duvarlarında yankılanıyor ve gerilimi bir tık daha yükseltiyordu. "Çok mu duymak istiyorsun, Vladis?" dedi, sesi hem meydan okuyan hem de şehvetli bir alaycılık taşıyordu.

Vladis, dişlerini sıkarak onun gözlerinin içine baktı. "Şüphen olmasın. Her şeyi öğrenmek istiyorum," diye tısladı. Nytheria, bu yanıtın onun beklediği bir kararlılığı taşıdığını fark etmişti. Alaycı gülümsemesi daha da genişledi ve bir adım ona doğru atıp duraksadı. Ancak, doğrudan yaklaşmak yerine tekrar geri çekilip sunağın çevresinde dönmeye devam etti.

"Sen ve ben…" dedi, sesi şimdi daha alçak ama taş gibi ağırdı. "Birbirimize boyunlarımızdaki bu lanetle bağlıyız. Bir bağ... Ama yalnızca bir lanet değil, aynı zamanda bir zincir. Beni ayakta tutan, seni ise kontrol eden bir zincir."

Bu sözlerle Vladis'in boynundaki lanet izi hafifçe yanmaya başladı. Lanet, sanki bu sözlere tepki veriyordu. Vladis, bir an için istemsizce kolyeye dokunarak bakışlarını kadının üzerinde tuttu. Nytheria'nın altın gözlerindeki oyunbaz kıvılcım hala sönmemişti. "Çocukluğunu hatırlıyor musun, Vladis?" diye sordu, dudaklarında kışkırtıcı bir gülüşle.

Bu soru, Vladis'in zihnini adeta bir girdabın içine çekti. Çocukluğu... O bulanık anılar, Nytheria'nın sorusuyla birlikte zihninde belirmeye başladı. Hafifçe başı döndü ve aniden kendini o eski çağlarda, belirsiz bir sıcaklığın ve kaosun içinde buldu.

Zihnindeki sahne, çığlıklar ve kargaşanın yankılandığı bir odaya götürdü onu. Yüzler… tanıdık ama silik yüzler. Bir kadının ona bakışı, bir adamın onu tutuşu... Vladis, bu iki kişinin anne ve babası olduğunu sezebiliyordu. Ama bu sahne, bir aile sıcaklığını değil, korku ve endişeyi taşıyordu. Gözleri kapanmış gibi hissediyordu, ancak zihnindeki bu hatıra daha da güçleniyordu.

Nytheria'nın sesi, onu bu geçmiş anının içinden çekip aldı. "O zamanlar…" dedi kadın, hafif bir üzgünlük taklidi yaparak. Ancak sesindeki duygusuz alaycılık hala mevcuttu. "Seni o çaresizliğe bırakmak istemezdim, Vladis. Ama o zamanlar her şey farklıydı. Büyükbabam Akhira'nın hüküm sürdüğü o eski çağlarda, kanla yapılan feda büyüleri vampirler için bir gelenekti. Güç, kanla kazanılırdı. Ve biliyor musun?"

Nytheria sunağın etrafındaki dolaşmasını bırakarak Vladis'e doğru eğildi, dudaklarının kenarındaki alaycı gülümseme daha da büyümüştü. "Seni ailen feda için Akhira'ya teslim etti."

Bu sözler, Vladis'in kalbine bir bıçak gibi saplandı. Altın gözleri, hem öfkeyle hem de şaşkınlıkla kadının üzerine dikildi. "Ne diyorsun sen?" diye hırladı, yumruklarını sıkarak.

Nytheria bir adım daha attı, ama hala bir mesafede duruyordu. Başını yana eğerek, sanki içten bir acı duyuyormuş gibi konuşmaya devam etti. "Evet, Vladis. Ailen, Akhira'nın büyüleriyle kurduğu zalim düzenin bir parçası oldu. Seni kurtarmak için değil, kendilerini kurtarmak için. Ve büyükbabam…" dedi, sesine bir anda sert bir soğukluk ekleyerek, "İçindeki hırsla aileni hiç düşünmeden feda etti. İlk ihanet, o gün yaşandı."

Vladis'in yüzü daha da sertleşti. Yumrukları istemsizce daha da sıkıldı. Ancak Nytheria'nın hikayesi henüz bitmemişti.

"Daha sonra taht savaşı başladı," dedi Nytheria, zarif bir adımla Vladis'in çevresinde dolanarak. "Büyükbabam Akhira, kendi ihtirası yüzünden düşmanlarının hedefi oldu. Onu öldürdüler, tahtı boş bıraktılar. Ve beni, büyükbabamın mirasını taşıyan kişi olarak tahta çıkardılar." Nytheria, bir an duraksayıp Vladis'e bakarak sinsice gülümsedi. "Ama o kaosun içinde sen... sen ortada kalmıştın."

Nytheria, ellerini hafifçe açarak başını geriye attı. Gülümsemesi yavaşça daha tehlikeli bir hale geldi. "Seni alıp yetiştirdim, Vladis. Seni bir evlat gibi büyüttüm. Bir nevi annen sayılırım, öyle değil mi?"

Bu sözler, Vladis'in kanını daha da kaynattı. Gözlerindeki öfke artık kontrol edilemez bir hal almıştı. Ama Nytheria durmadan devam etti.

"Fakat..." dedi, sesi şimdi daha ciddi bir tonda. "Seni yalnızca büyütmekle kalmadım. Seni lanetledim. Tahtımda varisliğin olmasın diye Zincir Kıranlar'ın arasına bıraktım. Seni o aileye teslim ettiğimde, yalnızca bir çocuk değildin, Vladis. Sen, benim kontrolümü güçlendirecek bir araçtın."

Vladis, bu sözlerle yerinde duramayarak bir adım ileri atıldı. "Beni bir araç olarak mı kullandın?!" diye gürledi. Ancak Nytheria, bu öfkeye aldırış etmiyordu.

"Evet," dedi Nytheria sakin bir sesle. "Boynundaki lanet, benimle olan bağını temsil ediyor. Senin ruhunu kendi ruhuma bağladım. Ve bu sayede yalnızca seni değil, aynı zamanda tüm kovanımı kontrol ettim. Senin varlığın, benim zirveye ulaşmamı sağladı, Vladis. Ama..."

Nytheria'nın yüzündeki ifade bir an değişti. Gözleri hafifçe kısılmış, yüzündeki gülümseme daha ciddi bir hal almıştı. "Bu lanet, yalnızca benim gücümü artırmadı. Aynı zamanda bir zincirleme olayı tetikledi. Seninle olan bağım, beni bazı ritüellere yöneltti. Ancak…" dedi, gözlerini kısa bir süre kapatıp tekrar açarak. "Bu ritüeller, beklediğim gibi gitmedi. Kendi kovanımı bile yerle bir eden bir felaketi başlattı."

Nytheria, derin bir nefes aldı ve sunağın etrafında tekrar yürümeye başladı. "Senin varlığın, Vladis. Hem en büyük kazancım hem de en büyük hatam oldu."

Vladis, dişlerini sıkarak onun sözlerini sindirmeye çalışıyordu. Nytheria'nın anlattıkları, onun geçmişini ve kaderini paramparça ederken, aynı zamanda içindeki intikam ateşini daha da körüklüyordu. "Ve şimdi..." diye ekledi Nytheria, Vladis'in yüzüne doğrudan bakarak. "Buradasın. Beni yargılamaya mı geldin, Vladis? Yoksa kendi kaderini anlamaya mı?"

Vladis Drakovan, Nytheria'nın anlattıklarıyla öfkeden köpürmüş bir haldeydi. Dişlerini sıkarak kadına doğru ilerledi, her adımı sunağın taş zemininde yankılanıyordu. Gözleri, altın bir alev gibi öfkeyle parlıyordu. Kadının söyledikleri, geçmişine dair her şeyin paramparça olmasına neden olmuştu. Ailesinin ihaneti, çocukluğunun kurban edilmesi, Zincir Kıranlar'a bırakılması ve boynundaki lanetin onu nasıl bir kuklaya çevirdiği... Ama en çok da onun ruhunun, bu kadının ruhuna bağlanmış olması onu deliye döndürüyordu.

"Ama böylece kendi ruhunu da bağlamış oldun!" diye hırladı Vladis, sesi tapınağın taş duvarlarında yankılanarak sanki tapınağın ruhunu bile sarsıyordu. Nytheria'nın altın gözleri bir anlığına parladı, ama yüzündeki o kışkırtıcı gülümseme hiç kaybolmadı. Vladis, birkaç adım daha atarak sunağın etrafından geçti ve sonunda kadının tam karşısına geldi.