Vladis Drakovan, görünmez bariyerin varlığını anlamaya çalışırken, vampir içgüdülerini daha da keskinleştirdi. Derin bir nefes aldı ve tüm dikkatini önündeki boşluğa odakladı. Normal bir gözle görünmeyen bu güç, her ne kadar berrak gibi görünse de, varlığını hissettiren bir enerji yayıyordu. Altın sarısı gözleri odaklandıkça, bu bariyerin yapısını çözmeye çalıştı.
Tam bir şeyler görmeye başlayacak gibi hissettiği anda, kum fırtınası vahşileşti. Kumlar, sert bir darbe gibi yüzüne ve zırhına çarptı, görüşünü neredeyse tamamen kapatıyordu. Fırtına, onu sanki kasıtlı olarak engelliyor, bu bariyerin gerçeğini görmesine izin vermiyordu. Rüzgar, acımasız bir çığlık gibi etrafını sararken, Vladis kendini hapsedilmiş gibi hissetti. Kumlar, sadece fiziksel bir engel değil, zihinsel bir boğucu perde gibi üzerindeydi.
Diğer vampirlerden farklı olarak Vladis, içindeki avcı gücüyle bu tür kısıtlamaları aşmaya kararlıydı. Kumun ve rüzgarın saldırılarına rağmen, ellerini önündeki görünmez bariyere doğru uzattı. Parmakları, ilk başta yalnızca boşluğu kavradığını hissetti, ancak birkaç saniye sonra bir direnişle karşılaştı.
Ellerinin dokunduğu şey, taş gibi sert ya da düz bir yüzey değildi. Aksine, sıvımsı ve hareketliydi, ama bu bir su akıntısı gibi doğal değildi. Parmaklarının altında hareket eden bu yüzey, sanki bir canlının derisiymiş gibi dalgalanıyordu. Her dokunduğunda yüzey titreşiyor, parmaklarının etrafında bir tür enerji akımı yayılıyordu. Bu, herhangi bir fiziksel bariyerden çok, bilinçli bir güç gibiydi.
Vladis, bu garip yüzeyi kavrayarak daha fazla bastırmaya çalıştı. İki elini de bariyere yasladı, parmakları bu akışkan yapının içinde gezinirken, ellerinin çevresinde bir soğukluk hissediyordu. Fakat bu soğuk, çölün doğal gecesinden gelen bir soğukluk değildi. Bu, yaşamı çekip alan bir karanlığın soğuğuydu.
Rüzgarın şiddeti daha da arttı. Kum, adeta kollarını, bacaklarını ve yüzünü kamçılıyor gibiydi. Görüşü tamamen kapanmıştı, yalnızca önündeki tuhaf yüzeye odaklanabilirdi. Vladis, o anda bir karar verdi. Pelerinini savurarak yarasa kanatlarına benzer bir hareketle genişletti. Bu hareket, hem kumun saldırısını engellemek hem de vücudunu korumak içindi. Pelerininin kanat gibi açılmasıyla birlikte rüzgarın bir kısmı yön değiştirdi ve Vladis, önündeki görünmez engelle daha iyi bir şekilde mücadele etmeye odaklandı.
Ellerini bariyere daha güçlü bir şekilde bastırdı, bu akışkan yüzeyin sırlarını çözmeye çalışıyordu. "Ne olduğun ya da ne yapmaya çalıştığın önemli değil," diye tısladı, sesi rüzgarın çığlıklarına karışıyordu. "Ama beni durduramazsın."
Bariyer, Vladis'in gücüne karşı koyuyormuş gibi daha da hareketlendi. Ellerinin altındaki yüzey, bir sıvı gibi akarken, içinden gelen bir enerji dalgası Vladis'i geri itmeye çalıştı. Ancak Vladis, ellerini sıkıca bariyerin üzerinde tutarak direnmeye devam etti.
Bu sırada, kum fırtınasının uğultusu arasında, kulaklarında yankılanan fısıltılar yeniden belirdi. "Dur... Geri dön… Bu yol sana göre değil… Burada sona ereceksin…" Bu sözler, Vladis'in zihninde yankılanırken, fırtına ve bariyerin yarattığı baskıya daha fazla direndi.
Pelerininin altındaki vücudu, vampir doğasının gücüyle titremeye başlamıştı. Parmaklarının altındaki enerji, adeta bir tür bilinç taşıyor gibiydi. Bu güç, yalnızca bir bariyer değil, aynı zamanda onun iradesini test eden bir varlık gibi hissediliyordu.
"Beni bu kadar kolay durduracağınızı mı sandınız?" Vladis'in sesi, bu kaosun ortasında bir meydan okuma gibi yankılandı. Parmaklarını daha derine bastırarak, bu yüzeyi parçalamak için tüm iradesini topladı. Enerjiyi hissettikçe, içindeki vampir gücü daha da alevlendi.
Kum fırtınası ve bariyerin enerjisi arasındaki savaş, Vladis'in kararlılığına karşı koyamıyordu. Bir anda, bariyerin yüzeyi titreşmeye başladı. Parmaklarının altında bir çatlama hissi belirdi. Görünmez duvar, sanki bir enerji patlamasıyla çatırdamaya başlamıştı. Vladis, son bir güçle ellerini ileri itti ve tüm iradesini bu görünmez bariyeri parçalamaya odakladı.
Bariyer bir anda sarsılarak dağıldı. Akışkan enerji, bir patlama gibi Vladis'in etrafına yayıldı. Kum fırtınası, bu patlamayla birlikte aniden duraksadı. Rüzgar, bir anda kesilmiş, kumlar yere çökerek sessiz bir şekilde çölün üzerine dağılmıştı.
Vladis, derin bir nefes alarak ellerini yavaşça geri çekti. Önündeki yol, artık tamamen açık görünüyordu. Gözlerini ileriye dikti. "Bu kadar basit değil," diye fısıldadı. "Daha güçlü şeyler denemek zorundasınız."
Pelerinini savurup üzerine çekerek yeniden yola koyuldu. Kumlar sessizleşmiş, gökyüzü ise hâlâ kızıl bir tehdit gibi onun üzerinde asılı duruyordu. Ancak Vladis'in gözlerindeki kararlılık, bu yolculuğun kolay bir şekilde sona ermeyeceğini bildiğini gösteriyordu. Önündeki sırlar, onu daha büyük yüzleşmelere çağırıyordu.
Vladis Drakovan, tüm gücünü tüketmiş haldeydi. Bariyerle olan savaşı, hem bedenini hem de zihnini zorlamıştı. Göğsünde yanıp sönen bir enerji dalgası hissediyor, boynundaki lanetin ağırlığını her zamankinden daha yoğun bir şekilde taşıyordu. Lanet izini sembolize eden kolye, soğuk bir metal gibi tenine yapışmıştı. Bu lanet yalnızca bir işaret değil, aynı zamanda onun enerjisini tüketen ve açlığını kontrol edilemez bir noktaya taşıyan bir bağlayıcıydı.
Durdurulamayan bir açlık hissi, damarlarında dolaşıyordu. Vampir doğasının açlıkla yankılandığını hissetti. Ancak etrafında ne bir yaşam belirtisi ne de kanın cazip kokusunu taşıyan herhangi bir varlık vardı. Çölün sessizliği, kan susamışlığını daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Vladis, pelerininin kenarını sıkarak adımlarını hızlandırdı. Gündüzün yaklaştığını biliyordu; güneşin ilk ışıkları onun için bir ölüm çanı olabilirdi. Bu yüzden gecenin her saniyesini değerlendirerek ilerlemesi gerekiyordu.
Ancak bir şeyler değişmeye başlamıştı. Bariyeri geçtikten sonra, hava farklı bir hal almıştı. Çevresinde görünmez bir büyünün varlığını hissetti. Derin bir huzursuzluk, etrafını saran görünmez auranın içinde bir tür bilinç olduğunu söylüyordu. Bu aura, ona sanki her adımında izleniyormuş gibi hissettiriyordu. Derisinin altındaki vampir içgüdüleri titriyordu, bu bölge sıradan bir yer değildi.
Tam o sırada, gözlerinin önünde bir şey belirdi. Yoktan var olmuş gibi, çölün uçsuz bucaksız boşluğunda bir merkez ortaya çıkmıştı. Vladis, duraksayarak dikkatle baktı. Gözlerinin gördüğü şey, büyülü bir aura tarafından korunan bir ritüel alanıydı.
Bu merkez, çölün ortasında harabeye dönmüş bir bölgeydi. Ancak ritüelin yapıldığı kısmı farklıydı. Çevresindeki taş yapılar, zamanın sert darbeleriyle neredeyse tamamen yok olmuş, yere serilmişti. Ancak ritüel yapılan nokta, bu yıkımdan etkilenmemiş gibiydi. Zaman bu yeri terk etmiş gibi görünüyordu. Göz alabildiğince her şey harabeydi; ama tam merkezdeki o taş daire, kusursuz bir şekilde sağlam duruyordu.
Ritüel alanının tam ortasında, yere işlenmiş garip semboller vardı. Bunlar, vampirlerin kadim dillerinden birine aitti. Vladis, bu sembollerin anlamını çıkarabilecek kadar bilgiliydi: Bağlantı, feda ve güç… Bu semboller, bir tür yasaklı büyüyü işaret ediyordu.
Etrafı incelemeye başladı. Ritüel alanının çevresini saran taş sütunların her biri devrilmişti. Ancak bu sütunların yüzeylerinde, aşınmış olsa da hala görülebilen işlemeler vardı. İşlemelerde, bir figürün diz çöktüğü, bir başka figürün ise elinde bir hançer tuttuğu tasvir ediliyordu. Figürlerin yüz ifadeleri silinmiş, ama üzerlerindeki enerji, sanki bir hikayeyi anlatıyormuş gibi duruyordu. Vladis, bu hikayenin kandan, ihanetten ve lanetten oluştuğunu hissedebiliyordu.
Merkezdeki dairenin kenarlarında ise, belli belirsiz bir ışık titreşiyordu. Bu ışık, bu bölgenin hala aktif bir büyüyle korunduğunu işaret ediyordu. Vladis, bu alanın herhangi bir sıradan ritüel yeri olmadığını anlamıştı. Bu, vampirlerin asırlardır yasakladığı kutsal bölgelerden biriydi. Ve şimdi, onun önünde duruyordu.
Vladis, derin bir nefes alarak ritüel alanına doğru birkaç adım attı. Ancak yaklaştıkça, bu bölgenin yalnızca fiziksel bir alan değil, aynı zamanda ruhani bir ağırlık taşıdığını hissetti. Her adımında, vücudunu saran görünmez bir baskı artıyordu. Gözleri, taş dairenin merkezine kilitlenmişti. Orada, ritüelin tam kalbinde, taş bir sunak duruyordu. Bu sunağın yüzeyi, kanla kararmış gibiydi. Kurumuş kan izleri, yüzeydeki sembollerle birleşerek sanki bir hikaye anlatıyordu.
"Feda…" diye mırıldandı Vladis, gözlerini sunaktan ayırmadan. Bu alanın bir ritüel için değil, aynı zamanda bir tür fedanın gerçekleştirilmesi için kullanıldığını anlamıştı. Boynundaki lanet izi ve bağlı olduğu kolye, sanki bu yerin enerjisine cevap veriyor gibi hafifçe titriyordu. Vladis, sunağa doğru bir adım daha attı.
Ancak tam bu anda, çevredeki hava değişti. Ritüel alanının büyüsü, Vladis'in yaklaşımına tepki vermiş gibi, bir uğultu sesi çıkarmaya başladı. Taş dairenin çevresinde, gözle görülür bir titreşim belirdi. Gözleriyle görebileceği bir şey değildi, ama bu titreşimleri hissedebiliyordu.
Hava, kurşun gibi ağırlaşmıştı. Vladis'in içinde bir huzursuzluk yükseldi. Bu alan, yalnızca bir hatıra ya da terk edilmiş bir yer değildi. Burada bir şeyler hala yaşıyor, hala gözlüyordu. Vladis, parmaklarını sıkarak kılıcını yavaşça sırtından çekti.
"Eğer beni durdurmak istiyorsanız, yapmanız gereken daha fazlası olacak," diye mırıldandı karanlığa karşı. Sesindeki soğuk öfke, ritüel alanının taşıdığı eski ve kasvetli enerjiyi kesip atmak istercesine yankılandı.
Ancak hiçbir cevap gelmedi. Yalnızca ritüel alanının etrafındaki titreşimler daha da güçlendi. Vladis, sunağa birkaç adım daha yaklaştı ve dikkatlice ellerini sembollere doğru uzattı. Ancak bu hareketi yaparken, kolyesindeki lanet izi daha da yanmaya başladı. Sanki bu alan, onun içindeki laneti harekete geçiriyordu.
"Nytheria…" Vladis, kadim vampir kraliçesinin adını fısıldadı. Bu alanın onunla bir bağlantısı olduğunu hissetmek, neredeyse kaçınılmazdı. Burası, ya onun bir gücünün doğduğu ya da lanetlerinin bir kısmını bıraktığı bir yer olabilirdi. Vladis, bu yerin sırlarını çözmek için kararlıydı, ama etrafındaki büyünün gitgide tehditkar bir hal aldığını da hissediyordu.
Vladis, bu ritüel alanının onu burada bir sınava çektiğini ya da belki de daha büyük bir şeyin başlangıcını işaret ettiğini biliyordu. Ama her ne olursa olsun, güneşin ilk ışıkları gelmeden buradan çıkması gerektiğini de unutmuyordu.
Vladis Drakovan, ritüel alanının merkezine doğru adımını atarken derisinin altında bir titreme hissetti. Ayak tabanı taş daireye değdiği anda, çevresi bir anda değişti. Çölün serin, kuru havası yerini boğuk ve eski bir kokuya bıraktı. Etrafındaki karanlık, taş duvarların yankılarıyla dolu bir boşluğa dönüştü. Vladis'in gözleri hızla etrafı taradı; o anda, kendini tamamen farklı bir yerde buldu.
Şimdi içinde bulunduğu alan, neredeyse bir tapınağı andırıyordu. Yüksek taş sütunlar, tapınağın çatısını taşıyormuş gibi yukarı doğru uzanıyordu. Sütunların yüzeylerine işlenmiş figürler, vampir tarihinden sahneler tasvir ediyordu: bir tahta oturmuş bir figür, önünde diz çökenler, ve etrafa yayılan bir büyü dalgasını temsil eden spiral desenler… Bunlar, Vladis'in gördüğü diğer hiçbir yapıya benzemiyordu. Bu figürlerin anlatmak istediği şey, yalnızca tarih değil, aynı zamanda güç ve kontrol hissini uyandırıyordu.
Tapınağın tam ortasında, geniş bir adak alanı duruyordu. Adak alanının yüzeyi, kararmış kan lekeleriyle kaplıydı ve ortasında bir çukur vardı. Bu çukur, belli ki kanın toplanması için kullanılmış bir tür ritüel haznesiydi. Vladis, bu alanın çok eski ve güçlü bir büyüyle bağlantılı olduğunu hissediyordu. Burası bir tapınaktan öte, kanlı tarihlerin yazıldığı bir sahneydi.
Ancak Vladis, refleksle adımını geri çekti. Yüksek vampir içgüdüleri, bu geçişin doğasına dair bir tehlike seziyordu. Çekildiği anda, bir kez daha kendini çölün ortasındaki ritüel alanında buldu. Gözlerini etrafına dikerek hızlı bir nefes aldı. Çöl, aynı şekilde sessiz ve tehlikeli bir halde duruyordu. Ayaklarının altında çatlamış taş daire, hala geçmişin izlerini taşıyordu.
"Bu bir sınav mı?" diye mırıldandı kendi kendine. Gözlerini tekrar ritüel dairesine dikerek derin bir nefes aldı. Bir anlık tereddüdün ardından, cesurca adımını bir kez daha taş daireye attı. Ve o anda, çevresi tekrar değişti.
Yeniden tapınağın içindeydi. Bu kez daha hazırlıklıydı ve adımlarını dikkatle attı. Çevredeki havanın ağırlığını hissediyordu; burası, sıradan bir tapınak değildi. Bu yerin havasında, kadim bir enerjinin titreşimini sezebiliyordu. Etrafı daha dikkatlice incelemeye karar verdi.
Yavaş adımlarla sütunların arasından yürüdü. Her bir sütun, başka bir hikaye anlatıyordu. Biri, bir savaş sahnesini; diğeri, vampirlerin bir ritüelde diz çöküşünü; bir başkası ise, bir figürün elinde bir kalp tutmasını tasvir ediyordu. Bu figürler, yalnızca gücü değil, aynı zamanda bir fedanın temsiliydi. Vladis'in gözleri, tapınağın daha derinlerine ilerledikçe bir şey fark etti. Tapınağın merkezine yaklaştıkça, ortamın enerjisi yoğunlaşıyordu.
Ve işte o an, Vladis gözlerini merkeze dikti. Tapınağın bir köşesinde, büyüleyici ve ürkütücü bir figürün heykeli duruyordu. Heykel, zarif ama aynı zamanda korkutucu bir şekilde işlenmişti. Vampir Kraliçesi Nytheria'nın figürüydü. Uzun elbisesi, neredeyse canlıymış gibi taşın üzerinden dökülüyordu. Elindeki bir hançer, heykelin ihtişamını daha da artırıyordu. Yüzü, kusursuz detaylarla oyulmuştu; altın gözleri gerçekmiş gibi parlıyordu. Heykelin yüzündeki gülümseme, hem bir davet hem de bir tehdit gibi görünüyordu.
Vladis, heykelin önünde bir süre duraksadı. Bu figür, yalnızca bir hatırlatma değil, aynı zamanda bu tapınağın ruhunu taşıyan bir gölge gibiydi. Gözlerini heykelin yüzüne diktiğinde, içinde bir ürperti hissetti. "Burası, onun gücünün izlerini taşıyor," diye düşündü.
Tam o anda, tapınağın sessizliği bozuldu. Bir gülme sesi yankılandı. Bu ses, tapınağın taş duvarlarında yankılanırken, Vladis'in zihninde de bir iz bıraktı. Kadınsı, ama aynı zamanda karanlık bir tınıya sahipti. Ses, sanki her köşeden aynı anda geliyordu.
"Hoş geldin, Vladis Drakovan," diye fısıldadı ses, yankılar içinde karanlık bir melodi gibi süzülerek. Vladis, refleksle kılıcına elini götürdü. Sesin kaynağını arayarak hızla etrafına bakındı, ancak tapınağın hiçbir yerinde bir hareket ya da varlık yoktu.
Adımları geri çekilirken, gözleri bir anlığına heykelin altın parlayan gözleriyle kesişti. Sanki heykelin yüzündeki ifade değişmiş gibi geldi. Ancak Vladis, buna izin vermedi. Ayaklarını hızlıca geri çekerek, tekrar ritüel alanındaki taş daireden dışarı adım attı.
Bir anda, yine çölün sessizliğine geri dönmüştü. Ritüel alanı hala ayaklarının altında, çatlamış taşlarıyla aynı şekilde duruyordu. Ancak Vladis'in içinde bir şeyler değişmişti. O tapınağın enerjisi, onun zihnine işlenmişti. Nytheria'nın figürü ve o yankılanan ses…
Derin bir nefes alarak ritüel alanının çevresine baktı. "Beni bu kadar kolay korkutamazsınız," diye fısıldadı kendi kendine. Ancak zihninde yankılanan gülme sesi, bunun yalnızca bir başlangıç olduğunu hissettiriyordu. Vladis, tekrar ilerlemek için kararlı bir şekilde adım attı. Ancak biliyordu ki bu tapınak ve onun içinde gördükleri, bu yolculuğun daha derin ve karanlık bir sırrını işaret ediyordu.
Vladis Drakovan, tapınağa adımını attığında kulaklarında yankılanan o baştan çıkarıcı, ama aynı zamanda tehditkar sesin etkisi hala sürüyordu. "Bana gel…" Fısıltı, sanki doğrudan zihninde yankılanıyor, her köşeden duyuluyor gibiydi. Bu sesin kaynağını anlamak için tapınağın içindeki adımlarını hızlandırdı.
Tapınak, hala aynı kasvetli ve büyüleyici atmosferini koruyordu. Taş sütunlar, geçmişin görkemli hikayelerini taşırken, her bir detay adeta kanla yazılmış bir tarihin fısıltısını sunuyordu. Vladis, sunağın çevresinde dolanırken gözleri dikkatle her noktayı tarıyordu. Sunak, ortasında hala kurumuş kan izlerini taşıyordu ve bu, buranın yalnızca geçmişte değil, belki de hala aktif bir ritüel alanı olduğuna dair güçlü bir his veriyordu.
Sunağın çevresinden geçerken, karşısında duran kraliçenin heykeline bir kez daha baktı. Heykel, hala soğuk ve hareketizdi, ama yüzündeki gülümseme, sanki canlıymış gibi dikkatini çekiyordu. Vladis, heykelin altın gözlerine kısa bir süre baksa da, zihnindeki soru işaretlerini gidermek için başka bir alana yöneldi.
Tapınağın arka tarafında dikkatini çeken bir kapı gördü. Kapıya doğru ilerlerken, taş duvarlara dokundu. Her adımında büyünün titreşimlerini hissedebiliyordu. Kapıyı açtığında, içerisi sessiz bir odadan ibaretti. Taş duvarlarla çevrili bu küçük oda, yalnızca birkaç sembol ve zemininde ince bir toz tabakası barındırıyordu. Vladis, odanın hiçbir hareketlilik göstermediğini fark edince, daha fazla zaman kaybetmemek için geri döndü.