Elini binanın yan yatmış yüzeyine koyduğunda, taşların soğukluğu bedenine bir ürperti olarak yayıldı. Ancak o an, bir şeyler değişti. Vladis'in çevresi, yavaşça bulanıklaşmaya başladı. Etrafındaki harabe topraklar, sanki bir sis perdesiyle silinip yerini farklı bir zamana bırakıyordu. Gözlerinin önünde yavaş yavaş şekillenmeye başlayan görüntü, onu zamanın derinliklerine çekiyordu.
Aniden, bina bir hayalet gibi canlanmaya başladı. Görüntü bulanık bir rüya gibi ortaya çıktı. Vladis artık harabelerin ortasında değildi. Karşısında, o yan yatmış devasa yapı, hala ayakta duruyor ve etrafı kan ve kaosa bulanmış bir savaş alanına dönüyordu.
Hava, çığlıklarla, kılıçların çarpışma sesleriyle ve kanın yere dökülüşünün yankısıyla doluydu. Vladis'in çevresinde, Fısıltı Kanat Kovanı'nın üyeleri bir savaşın ortasındaydı. Onlar, bir yandan hayatta kalmaya çalışırken, diğer yandan binaya doğru koşuyorlardı. Üzerlerindeki koyu siyah zırhlar, kan ve yanık izleriyle kaplanmıştı. Her birinin gözlerindeki korku, çaresizlikle birleşmişti.
Vladis'in altın sarısı gözleri, sahneyi dikkatle izliyordu. Ancak bu, onun kontrolünde değildi. Görüntüler, istemsizce gözlerinin önüne seriliyordu. Fısıltı Kanat üyelerinden oluşan bir grup, binanın girişine doğru koşuyordu. Arkalarından gelen düşmanlar ise, vahşi bir açlıkla onları takip ediyordu.
Düşmanlar, tamamen farklı bir karanlığı temsil ediyordu. Bunlar, sıradan vampirler değildi. Her biri, sanki bir lanetin etkisi altındaymış gibi saldırıyordu. Gözleri, delirmiş bir kırmızıyla parlıyordu. Karanlık büyülerle çevrili vücutları, insanlıklarını çoktan yitirmiş birer canavara dönüşmüş gibiydi. Çığlık atmıyor, sadece öldürüyordu. Ellerindeki silahlar, yalnızca öldürmek için değil, acı çektirmek için kullanılıyordu.
Vladis'in gözleri, Fısıltı Kanat üyelerinden bir kadına takıldı. Kadın, elindeki hançeriyle düşmanlarına karşı koymaya çalışırken diğer yoldaşlarına binaya girmeleri için zaman kazandırıyordu. Ancak kısa süre sonra, düşmanlar kadını yere savurdu. Diğerleri binaya sığınmayı başardığında, kadın çığlıklar arasında vahşice öldürüldü. Vladis, bu sahneyi izlerken içindeki öfke yükseliyordu, ama bedenini hareket ettiremiyordu.
Gözlerinin önünde, Fısıltı Kanat üyeleri binanın içine sıkışmış halde kalmıştı. Dışarıdaki düşmanlar, binanın çevresini sardı. Ellerinde yalnızca silahlar değil, alevler ve karanlık büyüler vardı. Gözleri delirmiş olan bu yaratıklar, binayı sanki bir canlı gibi işkenceyle yok etmek istiyordu.
Alevler binanın yan duvarlarını sardığında, içeriden çığlıklar yükselmeye başladı. Vladis, içerideki vampirlerin çaresizlikle bağırdığını, binanın yıkılan taşları arasında ezildiğini duyabiliyordu. Dışarıdaki saldırganlar, bir insanın çığlıkları duyarak duraksayacağı yerde, yalnızca daha vahşileşiyordu.
Biri, devasa bir zincirle binanın yan duvarına vurdu. Zincirin darbeleri, taşları parçalıyor, binayı zayıflatıyordu. Diğerleri, büyüyle taşları yerinden oynatıyor, binayı yan yatırmak için ellerinden geleni yapıyordu. Bu süreç, yalnızca bir saldırı değil, aynı zamanda sadist bir gösteri gibiydi.
Binanın temeli sarsıldığında, Vladis bir anlığına içerideki vampirlerin yüzlerini görebildi. Yüzlerindeki korku ve çaresizlik, o anın ağırlığını Vladis'in üzerine bir darbe gibi vurdu. Binanın yan yatışıyla birlikte, içerideki çığlıklar kesildi. Saldırganlar, zafer çığlıkları atarak bu yapıyı harabeye çevirmişti.
Görüntü bir anda kayboldu. Vladis, kendine geldiğinde, kendini binanın önünde yerde yatarken buldu. Nefesi düzensizdi, vücudu hala o vahşetin içinde gibiydi. Çevresine baktığında, etrafındaki harabeler aynı sessizlikle duruyordu. Ancak bu kez, bu sessizlik daha boğucuydu.
Ayağa kalktı, eliyle zırhını ve pelerinini düzeltti. Ancak zihnindeki görüntüler hâlâ silinmemişti. O binanın yok oluşu, yalnızca bir savaşın değil, bir vahşetin hikayesiydi. Fısıltı Kanat Kovanı burada son nefesini vermiş, bu topraklar da onların mezarı olmuştu.
Derin bir nefes alarak binanın harabelerine son bir kez baktı. "Kara Elmas mıydı?" diye fısıldadı. O yaratıkların karanlık enerjisi ve vahşeti, Nytheria'nın gücüyle bağlantılı gibi görünüyordu. Eğer bu doğruysa, Vladis'in bu yolculuğu, yalnızca bir laneti çözmekle değil, geçmişteki bu vahşeti adaletle sonuçlandırmakla da ilgili olacaktı.
Pelerinini savurarak arkasına döndü ve yoluna devam etti. Ancak zihnindeki o çığlıklar ve görüntüler, onunla birlikte ilerliyordu. Kara Elmas Kovanı'na ulaştığında, bu vahşetin hesabını sormaya kararlıydı.
Vladis Drakovan, adımlarını dikkatle atarken zihni, henüz şahit olduğu dehşet verici görüntülerin etkisinden kurtulamıyordu. Kendi içindeki ölümsüz irade, her zaman gerçek ile yanılsamayı ayırt edebilecek kadar keskin olmuştu, ama bu sefer işler farklıydı. Görüntüler o kadar canlı, o kadar çarpıcıydı ki gerçeklik ile bir ilüzyon arasındaki çizgi tamamen bulanıklaşmıştı.
"Gerçek miydi? Yoksa bana oynanan başka bir oyun mu?" diye düşündü Vladis, altın sarısı gözleri ileriye, harabeyi ardında bırakırken sert bir ifadeyle bakıyordu. Eğer gördükleri gerçekse, bu Fısıltı Kanat Kovanı'nın yok edilişindeki vahşeti ve düşmanlarının zalimliğini gözler önüne seriyordu. Ancak eğer bu bir oyun ya da bir illüzyonsa, birileri onu manipüle etmeye çalışıyor demekti.
Bir yandan Kara Elmas Kovanı'nın adını taşıyan gölgelerin, her şeyi kontrol eden ince bir ip gibi onun yolculuğunu yönlendirdiğinden şüpheleniyordu. "Nytheria..." diye sessizce fısıldadı kendi kendine, bu ismin etrafındaki karanlık ağı çözmeye çalışarak. "Eğer bunlar senin işinse, amacın ne? Kendi suçunu örtmek mi, yoksa beni yolumdan döndürmek mi?"
Vladis bu düşüncelerle ilerlerken, Fısıltı Kanat Kovanı'nın harap topraklarını geride bırakmaya başlamıştı. Artık etrafındaki taşlaşmış binalar ve yarı yıkılmış sütunların yerini, genişleyen çorak bir arazi alıyordu. Toprak, kuru ve çatlamıştı. Ufukta, yavaş yavaş karanlığa bürünmekte olan gökyüzü, kızılın yerini siyaha bırakıyordu. Çöl topraklarına adım atar gibi hissetti. Rüzgar, kurumuş yaprakların yerine küçük kum tanelerini taşıyordu.
Bu geçiş alanı, çorak toprakların başlangıcıydı. Vladis, burada herhangi bir yaşam belirtisinin olmadığını hissetti. Hava, eskisine göre daha ağırdı, rüzgar bile keskin ve kuru bir şekilde yüzünü yalayıp geçiyordu. Her adımında, toprağın çatlakları arasından yankılanan ince bir uğultu, onun yalnızlığını daha da belirgin hale getiriyordu.
Zihninde hâlâ gördüğü vahşet sahneleri yankılanıyordu. Binaya sıkışan Fısıltı Kanat üyeleri, etrafı sarıp onları katleden yaratıklar ve yan yana devrilen taş duvarlar… Gördüklerinin gerçek olup olmadığını sorgulamaktan kendini alıkoyamıyordu.
"Ya bir ilüzyonsa?" diye düşündü. "Eğer birileri bunu kasıtlı olarak zihnime soktuysa, beni zayıflatmaya çalışıyorlar. Belki de bu yolculukta gördüklerimin hiçbirine güvenemem. Ama..." Sözlerini kendi zihninde durdurdu. Bir şeyler mantıklı geliyordu. Görüntülerdeki vahşet, bir rastlantı gibi değildi. Kara Elmas Kovanı'nın büyüleri, geçmişte vampir dünyasında bir düzen oluşturmak için sıkça kullanılmıştı. Nytheria'nın bu düzene karşı çıkanları sindirme yöntemlerini herkes duymuştu. Bu yüzden, görüntüler kasıtlı bir şekilde gösterilmiş olsa bile, gerçek bir temele dayanıyor olabilirdi.
Ama başka bir ihtimal daha vardı. "Ya benimle oynayan Nytheria değilse?" diye düşündü. Kara Elmas'tan başka güçler de bu yolculuğunda onu izliyor olabilir miydi? Yoksa kendi laneti, zihnine bu görüntüleri yerleştirerek onu yavaş yavaş kendisinden mi uzaklaştırıyordu?
Çorak toprakların ilk bölgesine iyice girdiğinde, Vladis adımlarını biraz yavaşlattı. Etrafındaki ortam tamamen sessizdi. Uzun boylu otların, ağaçların ve herhangi bir hayat belirtisinin olmadığı bu geniş arazide, yalnızca çatlamış toprak ve taş yığınları vardı. Hava, gecenin yaklaşmasıyla birlikte daha soğuk ama daha tehditkar bir his taşımaya başlamıştı. Vladis, çevresindeki her detayı dikkatle inceliyordu. Eğer bu sessizlik bir tuzaksa, bunun için hazır olmalıydı.
Duraksayarak başını arkaya çevirdi, son bir kez Fısıltı Kanat Kovanı'nın harabelerinin ufukta kaybolmaya başlayan siluetine baktı. Görüntüler zihninde bir kez daha canlandı. Kendi kendine fısıldadı, "Gerçek olsun ya da olmasın, o bina ve o kovanın sonu, Kara Elmas'ın dokunuşuyla mühürlenmiş gibi. Eğer bu doğruysa, Nytheria ile olan bağımı çözmek için yalnızca lanetimle değil, onun yıktığı her şeyin gölgesiyle de yüzleşmem gerekecek."
Vladis, bu düşüncelerle çorak toprakların derinliklerine doğru ilerlemeye devam etti. Gecenin karanlığı onun üzerine çöküyor, yıldızsız gökyüzü, karanlık bir örtü gibi her şeyi sarıyordu. Ama bu karanlık, Vladis için bir tehdit değil, bir yoldaştı. Kendi içindeki ölümsüz avcı, bu boş arazide neyin beklediğini bilmese de, bu yolculuğun yalnızca başlangıç olduğunu hissediyordu.
Ancak bir şeyden emindi: Gerçek ya da illüzyon… Kendisine gösterilen o vahşet, bu yolculuğun her adımında onu gölgeler gibi takip edecekti.
Vladis Drakovan, çöle adım attığında, ay ışığı çatlamış toprakları gümüş bir örtü gibi aydınlatıyordu. Fısıltı Kanat Kovanı'nın harabelerini ve geçmişe dair düşüncelerini ardında bırakmıştı, ama zihni bu yükleri hala taşıyordu. Kan Melekleri, Zincir Kıranlar ve Nytheria'nın gölgesi, aklında sürekli yankılanıyordu. Vampir kraliçenin adı, tüm bu karanlık olayların bir düğüm noktası gibiydi. Her adımında, bu soruların cevaplarını bulmaya daha da yaklaşıyor ama aynı zamanda daha tehlikeli bir karanlığın içine sürüklendiğini hissediyordu.
Çöl, gece vakti bir vampir için mükemmel bir örtü gibiydi. Ancak bu bölge, onun bildiği hiçbir yere benzemiyordu. Hava, soğuk bir bıçak gibi tenini kesiyor, çıplak ayaklarına çarpan çatlamış kum, çölün düşmanca doğasını açıkça belli ediyordu. Vladis, bu arazinin ölü olduğunu, ama aynı zamanda içinde bir tür huzursuzluk barındırdığını hissediyordu. Her nefes, bu toprakların yutulmuş sırlarla dolu olduğunu fısıldar gibiydi.
Adımları hızlanırken, kulaklarında yankılanan bir ses beliriverdi. İlk başta bu sesi rüzgarın uğultusu sandı. Ancak birkaç adım sonra, bu sesin bir fısıltıdan fazlası olduğunu fark etti. "Geri dön…"
Vladis, sesin yankılandığı karanlığa altın gözleriyle bakarak duraksadı. Çevresinde hiçbir şey yoktu. Rüzgar hızlanmaya başlamıştı, ama ses rüzgarın içinde kaybolmuş bir yankı değil, sanki bilinçli bir varlığın fısıltısıydı. "Korkutmaya çalışıyorsanız, başaramayacaksınız," diye mırıldandı kendi kendine, sesi keskin ve sakin bir öfkeyle doluydu.
Ancak sesler bitmedi. Her adımında, bu yankı daha da güçlendi. Bir değil, birçok ses… Erkek, kadın, yaşlı, genç… Hepsi aynı şeyi tekrarlıyordu: "Geri dön… Burada senin yerin yok… Geri dön…"
Vladis, bu seslere aldırmamaya çalışarak ilerledi. Ancak bu fısıltılar, bir uyarıdan ziyade birer tehdit gibi geliyordu. Kendi kendine soğuk bir gülümsemeyle fısıldadı: "Geri dönmemi istiyorsanız, demek ki doğru yoldayım."
Rüzgar hızlandı. Kum, çatlamış topraklardan yükselerek havada daireler çizmeye başladı. Gökyüzü, yavaş yavaş kararmaktan öteye giderek, kızıl bir renge bürünüyordu. Bu renk, kanı anımsatan bir şekilde çölün üzerine yayıldı. Vladis, doğanın bu huzursuz değişimini hissetti, içgüdüleri devreye girmişti. Bu sıradan bir kum fırtınası değildi. Bu, sanki bilinçli bir güç tarafından çağrılmış gibiydi.
Hızını artırdı. Pelerini, rüzgarda savruluyor, altındaki zırh, karanlıkta parlayan soluk bir ışık gibi titriyordu. Gözlerini kısmış, önündeki yolu dikkatle tarıyordu. Ancak çölün bu kısmında hiçbir şey yoktu. Ne bir sığınak, ne bir iz… Etraf yalnızca uçsuz bucaksız kumdan ibaretti.
Tam bu sırada, Vladis'in ilerleyişi bir anda kesildi. Hızla koşarken, sanki bir duvara çarpmış gibi büyük bir güçle geriye doğru savruldu. Kumlar, Vladis'in yere çarpmasıyla havaya savrulurken, etrafta uğuldayan bir yankı duyuldu. Ayağa kalkmak için bir anlık duraksadı, çevresini taradı. Ancak etrafında hiçbir şey yoktu. Önünde ne bir duvar, ne de bir engel vardı. Ama ilerlemeye çalıştığında, görünmez bir güç tarafından engellendiğini açıkça hissetti.
Vladis, birkaç adım geri çekildi. Altın gözleri, önündeki boşluğa dikilmişti. Kumların arasında hiçbir şey yoktu, ama bedenine çarpan o görünmez güç, bir bariyer gibiydi. Yumruklarını sıktı. "Bu ne saçmalık?" diye tısladı, sesi rüzgarın arasında boğulsa da, karanlığa meydan okurcasına yankılandı.
Elini uzatarak bariyeri hissetmeye çalıştı. Hiçbir şey görmüyordu, ama avuç içi, önündeki boşluğu delmeye çalışıyormuş gibi bir dirençle karşılaştı. Bariyer, düz bir yüzey gibi değildi. Hareket ediyordu; adeta canlıymış gibi kıpırdıyor, enerjiyi hissedilir bir şekilde yayıyordu.
Vladis bir adım geri çekildi. Kılıcını sırtından çekerek önündeki görünmez bariyere doğrulttu. "Eğer kim ya da neysen, yolumu kapatmanın bedelini ödeyeceksin." Kılıcını hızla savurdu. Metalin havayı yarmasıyla birlikte, keskin bir enerji dalgası bariyere çarptı. Ancak hiçbir şey olmadı. Kılıç, adeta hiçbir yere çarpmamış gibi bariyerin içinde kayboldu.
Tam o anda, kulaklarında yankılanan fısıltılar bir kez daha güçlendi. "Geri dön, Vladis… Burada durman gerekiyor… Geri dön…" Bu sefer sesler daha netti ve sanki doğrudan zihninde yankılanıyordu. Gözlerini kapatıp bir anlığına sessizce dinledi. Sesler, yalnızca bir uyarı değildi. Onun üzerine bir tür baskı kurmaya çalışıyordu.
"Bu kadarı yetti," dedi Vladis, sesi karanlık bir meydan okuma gibiydi. Kılıcını kaldırarak bir kez daha bariyere doğru savurdu. Bu sefer kılıcın ucundan yayılan vampir enerjisi, bariyerin görünmez yüzeyine çarparak bir patlama yarattı. Kumlar havaya savrulurken, bariyer hafifçe titredi.
Ancak Vladis bu hareketi yaparken, kum fırtınası bir anda hızlandı. Rüzgar, çığlık atan bir canavar gibi uluyarak etrafını sarmaya başladı. Kum, yüzüne ve zırhına çarpıyor, görüşünü kısıtlıyordu. Gökyüzü tamamen kızıl bir perdeye dönmüş, etrafındaki dünya sanki karanlık bir hapishaneye dönüşmüştü.
Vladis, kararlı bir ifadeyle kılıcını tekrar kavradı. Önündeki görünmez engeli geçmek zorundaydı. Bu güç, onu yavaşlatabilir, ama asla durduramazdı.