Ayağı, sıvının üzerinde durduğunda bir an tereddüt etti. Yüzey taşıyordu, ama sanki altındaki madde her an ağırlığını ölçüyormuş gibi bir his yayıyordu. Bu his, onun kalbini sıkıştırsa da adımını sağlamlaştırdı ve bir sonraki adımı atmaya hazırlandı.
Her adımda, sıvının yüzeyi sanki bir nefes alıp veriyor gibiydi. Arthur'un hareketlerini hisseden bu garip madde, onun dengesiyle uyum içinde gibiydi. Kendi ağırlığını taşıyor gibi görünse de, bir hata yaptığında dibe çekileceğini biliyordu. Ayakları yavaş ve temkinli hareket ediyordu; her adımı, piramide doğru bir zaferin küçük bir parçası gibiydi.
Piramit, her adımda biraz daha büyüyordu. Uzakta küçük bir altın nokta gibi görünen bu yapı, şimdi detaylarını yavaşça belli etmeye başlamıştı. Gözlerini odaklayarak adımlarını atmaya devam etti. Etrafında sessizliğin hakim olduğu bu garip dünyada, sadece zayıf bir tını sesi duyuluyordu. Bu ses, belirli aralıklarla yankılanıyor ve Arthur'un dikkatini hafifçe dağıtıyordu.
Tını sesi, sanki bir çan ya da yankı gibi etrafta dolaşıyordu. Ama ses o kadar zayıftı ki, neredeyse hayal ediliyormuş gibi hissediliyordu. Arthur, dikkatini bu tınıdan çekip yürüyüşüne odaklanmaya çalıştı. Ancak her adımda, tını biraz daha belirginleşiyor, sanki piramide yaklaştıkça bir uyarı ya da davet gibi onu çağırıyordu.
Ellerini dengesini korumak için yanlarda tutarken, nefes alışı düzenliydi. Kalbinin heyecanla çarptığını hissediyor, her adımda biraz daha yaklaşmanın gerginliğini yaşıyordu. Piramidin altın duvarları artık daha net görünüyordu. Yüzeyi, tıpkı daha önce gördüğü duvarlar gibi karmaşık desenlerle doluydu. Ama bu desenler daha ihtişamlıydı; sanki yaşayan bir varlık gibi ışıldıyor, Arthur'a yaklaştıkça parıldıyordu.
Sıvının üzerindeki yürüyüşü devam ederken, etrafında belirsiz bir rüzgarın varlığını hissetti. Bu rüzgar, ne soğuk ne de sıcak bir etki yapıyordu; sadece hafif bir esinti gibi hissediliyordu. Ancak Arthur, bu rüzgarın varlığının tesadüfi olmadığını anladı. Sanki Lavinya'nın sınavının bir parçasıydı; belki onun iradesini ya da dikkatini test etmek için bir araçtı.
Tını sesi, ara sıra havada vurup yankılanmaya devam ediyordu. Arthur, bu sesin kaynağını göremese de bir anlamı olduğunu hissediyordu. Ama şu an için bu sorunun cevabını bulmaya çalışmanın zamanı değildi. Onun tek hedefi, piramidin bulunduğu kara parçasına ulaşmaktı.
Adımları yavaş ama kararlıydı. Sıvının yüzeyi her zamanki gibi sessizdi, ama Arthur her an dengesini kaybedip batacakmış gibi bir gerilim hissediyordu. Bunu düşünmemeye çalışarak sadece bir sonraki adımına odaklandı.
Piramit giderek yaklaşıyordu. Altın duvarlarının ışıldayan yüzeyi artık büyüleyici detaylarla doluydu. Yüksekliği göz kamaştırıcıydı ve Arthur, bu yapının yalnızca bir piramit değil, aynı zamanda büyük bir gizemin kapısı olduğunu anlamıştı.
Son birkaç adım… Kara parçasına her yaklaştığında, tını sesi biraz daha güçleniyor gibiydi. Arthur'un zihni tamamen bu geçişe odaklanmıştı. Tek bir yanlış hareket, şimdiye kadar yaptığı tüm çabayı boşa çıkarabilirdi. Ancak artık geri dönüş yoktu. Son birkaç adımını atarken, yüzünde hem bir gerginlik hem de yaklaşan zaferin hafif bir tebessümü belirdi.
Piramidin bulunduğu kara parçasına vardığında, ayaklarını sıvıdan çıkarıp sağlam zemine bastı. Derin bir nefes aldı ve kendini toparladı. Dizlerinin hafifçe titrediğini hissetti, ama bir adım daha atıp sağlam zemine tamamen çıktı. Aradığı cevaplar ve Lavinya'nın bu tuhaf sınavlarının nihai hedefi şimdi gözlerinin önündeydi: Altın piramit.
Arthur, kara parçasının sağlam zeminine ayak bastığında derin bir nefes aldı. Dizlerinin titremesini yatıştırmak için birkaç saniye duraksadı, zihnini toparladı ve etrafını incelemeye koyuldu. Şimdi önünde uzanan altın piramit, hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir ihtişamla parlıyordu. Gözlerini yukarıya dikti; piramidin en üst noktasına doğru bakmaya çalıştı. Orada belli belirsiz bir parıltı fark etti. Parıltı, sanki onu bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Arthur'un dikkatini bir anlığına başka hiçbir şey dağıtamazdı.
Piramidin yüzeyi, sarımsı altın bir kum taşı gibi görünüyordu. Ancak bu taş, sıradan bir taş değildi. Üzerindeki ince detaylar ve parlayan zerreler, bu yapının sıradan ellerle değil, büyüyle ya da olağanüstü bir sanatla inşa edildiğini hissettiriyordu. Taşın dokusu, gökyüzünün altın sarısına uyumlu bir şekilde parlıyordu. Gözlerini taşların detaylarına indirdiğinde, her bir taşın üzerine işlenmiş spiral desenleri ve karmaşık oymaları fark etti. Bu desenler, Lavinya'nın dünyasının birer yansıması gibi görünüyordu.
Piramidin kenarlarından, ince bir peri tozu dökülüyor gibiydi. Bu toz, taşların arasında usulca süzülerek yere kadar iniyor ve yere düştüğünde havada kayboluyordu. Toz, hafif bir altın ışık yayarak çevreye büyülü bir atmosfer katıyordu. Her rüzgar esintisiyle peri tozu taşların arasında dans ediyor, piramidin her yüzeyine hareketli bir hayat veriyordu.
Arthur, piramidi dikkatlice inceledi. Bu büyüleyici yapı, hem fiziksel hem de zihinsel bir güç gerektiren bir yolculuğun son noktasıydı. Bir süre piramidin sağlamlığını ve tırmanış için uygunluğunu değerlendirdi. Sarımsı taşların düzgün ama hafif eğimli yüzeyi, ellerini ve ayaklarını rahatça yerleştirebileceği bir yapıya sahipti. Ancak peri tozunun dokunduğu bazı taşlar daha kaygan görünüyor, dikkatli olmasını gerektiriyordu.
Bir kez daha piramidin en üstüne baktı. O parıltı, onun için bir çağrı gibiydi. "Artık buraya kadar geldim," diye mırıldandı ve kendini hazırladı.
Arthur, piramidin kenarına yaklaştı ve ilk adımını attı. Ellerini taşlara yerleştirdi, ayaklarını sıkıca basarak yavaşça yukarı doğru tırmanmaya başladı. Taşlar pürüzsüz görünse de yüzeydeki desenler ve oymalar, tırmanış için gereken kavramayı sağlıyordu. Her adımında, peri tozu parıltıları çevresinde uçuşuyor, sanki hareketlerini kutsuyor gibiydi.
Tırmanış ilerledikçe nefes alışverişi daha da derinleşti. Yukarıya yaklaştıkça, piramidin her bir taşının üzerindeki ince işçilik daha da belirgin hale geliyordu. Bazı taşlarda altın kabartmalarla yapılmış ejderha desenleri vardı; diğerlerinde ise sarmal şekiller, yıldız motifleri ve dalgalı hatlar görülüyordu. Bu desenlerin bir anlam taşıyıp taşımadığını bilmiyordu, ama kesinlikle etkileyiciydi.
Piramidin orta kısmına ulaştığında duraksadı ve aşağıya baktı. Şimdi bulunduğu yerden göl çok daha küçük görünüyordu. Sıvının garip yansıması, karanlık morun ve gökyüzünün sarısının karışımı gibi görünüyordu. Hafif bir rüzgar esmeye başlamıştı ve bu rüzgar, peri tozlarını daha hızlı bir şekilde taşların arasından uçuruyordu. Arthur, bir an başını yukarı kaldırdı ve parıltıya odaklandı. Piramidin tepesine çok yaklaşmıştı.
Son bir hamleyle, ellerini yukarı uzatıp kendini en üst noktaya çekti. Piramidin zirvesi, düşündüğünden daha geniş bir alandı. Burada düz ve altın işlemelerle kaplı bir platform vardı. Platformun ortasında, bir ışık kaynağı gibi parlayan yuvarlak bir daire yer alıyordu. Dairenin içinden, tıpkı kapının üzerindeki mor sıvıya benzeyen bir madde hafifçe hareket ediyordu. Ancak bu madde daha çok bir enerji kaynağı gibi parlıyordu; yoğun bir ışık yayıyor ve çevresine bir tür sıcaklık hissi katıyordu.
Arthur, platformun ortasında onu bekleyen bir figürü fark etti: Lavinya.
Lavinya, piramidin zirvesinde zarif bir şekilde süzülüyordu. Kanatları, piramidin ışıklarıyla birleşiyor, sanki altınla kaplanmış gibi parıldıyordu. Üzerindeki diz hizasında, pastel altın renginde mini elbisesi, taşların yansıttığı ışıkla uyum içinde dans ediyordu. Omuzları açıkta bırakan bu elbise, onun zarif figürünü daha da ön plana çıkarıyordu. Büyük, parlak yeşil gözleri, Arthur'a doğru bakıyor, yüzünde tatlı ama muzip bir gülümseme taşıyordu.
Arthur, bir an duraksadı. Lavinya'nın büyüleyici varlığı, piramidin atmosferiyle birleşerek onu şaşkına çevirmişti. Zorlu bir yolculuğun sonunda nihayet buraya ulaşmıştı. Ama bu, yalnızca bir başlangıç gibi hissettiriyordu. Lavinya, Arthur'a doğru yavaşça süzüldü ve gülümseyerek konuşmaya başladı.
"Başardın, Arthur," dedi tatlı ama çocuksu bir neşeyle. "Bütün sınavları geçtin. Şimdi seni nelerin beklediğini öğrenmeye hazırsın."
Arthur, gözlerini Lavinya'dan ve çevresindeki parıltıdan ayırmadan durdu. "Sınavların zordu... Ama buradayım," dedi, sesi kararlıydı. "Şimdi sorularımın cevaplarını almak istiyorum."
Lavinya'nın gülümsemesi derinleşti. "Elbette," dedi, gözlerinde hem bir sevgi hem de hafif bir hilekarlık parıltısıyla. "Ama her şeyin bir sırası var, Arthur. Önce, bu anın tadını çıkaralım."
Lavinya, piramidin altın işlemelerle süslü tepesinde hafifçe süzülerek Arthur'a baktı. Parlayan yeşil gözleri, ona olan derin hayranlık ve sevgiyle doluydu. Kanatları hafifçe çırpıyor, etrafa neredeyse görünmez minik altın tozları saçıyordu. Arthur'un uzun ve zorlu yolculuğunu izlemiş, her sınavda onun azmini ve kararlılığını hayranlıkla seyretmişti. Şimdi karşısında duran adam, yalnızca bir savaşçı değil, aynı zamanda onun hayran olduğu biri olmuştu.
Lavinya, Arthur'a yaklaşarak yavaşça konuşmaya başladı. "Arthur," dedi, sesi bir çan gibi zarif ve berraktı. "Uzun zamandır seni izliyorum. İlk kez Frosthaven'dan aldığın ilk görevinle dikkatimi çektin. Senin gücünü, zekanı, ama daha da önemlisi yüreğini gördüm."
Arthur, Lavinya'nın sözlerini dinlerken büyülenmiş gibi hissetti. Gözlerini onun yüzünden, narin hatlarından ve kanatlarının parıltısından bir an olsun ayıramıyordu. Lavinya'nın pastel altın tonlarındaki mini elbisesi, ince omuzlarından aşağıya yumuşakça dökülüyor, belinin zarif hatlarını vurguluyordu. Elbisenin etek uçlarındaki spiral altın işlemeler, piramidin ışıklarıyla dans ediyor gibiydi. Arthur, bir an için bile olsa Lavinya'nın varlığını gerçeklikten uzak bir hayal gibi hissetti, ama kokusu… o hafif çiçeksi ama baş döndürücü koku, gerçekliğini inkar edilemez bir hale getiriyordu.
Lavinya, ellerini zarif bir hareketle saçlarının altın sarısı buklelerine götürdü. Kanatlarını hafifçe kapatarak yere daha yakın bir şekilde süzüldü ve Arthur'un tam önünde durdu. Konuşmaya devam ederken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Senin kararlılığın… beni hep etkiledi. Ama daha fazlası, senin içinde sakladığın o büyük merhamet duygusu. Sen yalnızca savaşan bir adam değilsin, Arthur. Senin içindeki ışık, en karanlık yerlere bile ulaşabiliyor."
Arthur, Lavinya'nın bu sözlerini büyülenmiş gibi dinliyordu. Gözleri onun her hareketini takip ediyor, dudaklarından dökülen kelimelere tamamen teslim oluyordu. Ne yaparsa yapsın, ona karşı koyamıyordu. Sanki Lavinya'nın yanında algıları susturulmuş, dünyadan kopmuştu. İçinde tanımlayamadığı bir huzur ve heyecan karışımı vardı.
Lavinya bir adım daha yaklaştı, kanatlarından çıkan peri tozları Arthur'un yüzüne hafifçe dökülüyordu. "Sana yardım etmek için buradayım, Arthur," dedi, gözlerinde yumuşak ama kararlı bir ifade vardı. "Ejderhayı arıyorsun. Ve şimdi, o uzun yolculuğunun son parçasını öğrenme zamanı geldi."
Arthur bir an nefesini tuttu, Lavinya'ya odaklanmış gözleri bir an olsun kırpılmadı. Lavinya, altın piramidin kenarına yaklaşıp elini havaya kaldırdı. Uzaktaki gökyüzüne baktı ve hafifçe döndü. "Ejderha," dedi, sesi şimdi daha ciddi bir tona bürünmüştü, "tam doğuda, Oruk Kulesi'nin dibinde bulunan bir mağarada saklanıyor. Gidip onu bulacaksın, Arthur. Ve ne yapman gerektiğine sen karar vereceksin."
Arthur, bir an için sessiz kaldı. Gözleri Lavinya'nın yüzündeki ciddiyete kilitlendi. Sonra, bir adım atarak ona yaklaştı. "Teşekkür ederim," dedi, sesi derin ve içten bir ton taşıyordu. "Bu yolculukta bana rehberlik ettiğin için teşekkür ederim." Elini yavaşça uzattı.
Lavinya, Arthur'un uzattığı eline bakarak hafifçe gülümsedi. Zarif bir hareketle havalanarak süzüldü ve elini tuttu. Arthur'un elinin sıcaklığını hissederken, kanatları hafifçe titreşti. İkisi bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Lavinya'nın yüzü, saf bir hayranlık ve sevgiyle parlıyordu. Arthur ise onun gözlerine bakarken bu anın büyüsüne tamamen kapılmıştı.