Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 7 - 6

Chapter 7 - 6

Kapının ardında geniş bir alan açılmıştı. İlk dikkat çeken şey, karşısında uzanan bir göl oldu. Ancak bu göl, sıradan bir su birikintisi gibi değildi. Gökyüzünün sarı rengini yansıtan yüzeyi, ilk bakışta durgun ve pürüzsüzdü. Su renksiz görünüyordu, ama altında bir şeylerin saklı olduğu hissini veriyordu. Gölün derinliklerine doğru baktığında, dibi siyaha çalan mor bir renk alıyordu. Bu renk, gölün dibinde bir uçurum gibi karanlık ve tehditkar bir his uyandırıyordu.

Arthur, manzarayı dikkatle inceledi. Gölün yüzeyine yakın bir yere odaklandığında, karşıdaki uzaklarda küçük ama parıldayan bir altın nokta fark etti. Daha dikkatli baktığında bunun bir piramit olduğunu anladı. Küçük ama etkileyici bir şekilde ışıldayan bu piramit, gölün ötesinde, hedefinin işaretiymiş gibi duruyordu. Ancak buraya ulaşmak, Arthur'un daha önce gördüğü her şeyden daha karmaşık bir meydan okumayı temsil ediyor gibiydi.

Dikkatle gölün kenarına doğru yürüdü. Ayaklarının altında, taş zemin yerini gölün hemen kenarında garip bir şekilde pürüzsüz bir yüzeye bıraktı. Arthur, eğilerek gölün yüzeyine baktı. İlk bakışta suya benziyordu, ama içinde bir gariplik vardı. Görünüşte, normal bir sıvı gibi duruyordu, ama hareket etmiyordu; dalgalanma ya da hafif bir rüzgarla bile kıpırdamıyordu.

Arthur, biraz daha yaklaşıp eğildi. Eliyle dikkatlice uzandı ve parmaklarını sıvıya dokundurdu. İlk temasında yüzeyin ıslak olduğunu fark etti. Bu bir sıvıydı, bundan emindi. Ama elini çektiğinde parmaklarının tamamen kuru olduğunu gördü.

"Bu da neyin nesi?" diye mırıldandı. Eliyle sıvıyı tekrar yokladı, ama yine aynı sonucu aldı. Islaklık hissi vardı, ama elini çektiğinde parmaklarında hiç ıslaklık kalmıyordu. Kendi kendine bir süre düşündü, sonra biraz daha cesur davranarak elini sıvıya biraz daha bastırdı.

Bu kez elini yüzeye vurdu. Yüzeyden hafif bir yankı sesi geldi. Ancak şaşırtıcı olan, sıvının hiç sıçramamış olmasıydı. "Ses var ama sıçrama yok..." Arthur, gözlerini şaşkınlıkla sıvıya dikti. Birkaç kez daha denedi. Eliyle sıvıyı vurduğunda her seferinde ses duyuluyor, ama sıvı hareket etmiyordu.

Arthur, şaşkınlığını gizleyemedi. "Bu nasıl bir madde? Su gibi görünüyor ama... dokusu bambaşka." Eliyle sıvıyı tekrar tekrar yokladı, ama sıvının doğasını çözmekte başarısız oldu. Gözleri bir an, sıvının üzerindeki sarı gökyüzünün yansımasına takıldı. "Bu şey, suyun bildiğimiz tüm özelliklerini tamamen reddediyor," diye düşündü.

Bir süre sıvıyı inceledikten sonra, ayağa kalktı ve tekrar piramidin bulunduğu uzak noktaya baktı. İçinden bir ses, bu gölün ya da sıvının üzerinde bir çözüm aramasını söylüyordu. Ancak bu çözümün ne olabileceğini henüz kestiremiyordu. Gölün kenarındaki taş zemine döndü, gözleri kararlıydı. Bu sıvının doğasını anlamak ve karşıya ulaşmak için bir yol bulması gerekiyordu. "Lavinya, sen ve bu tuhaf tasarımların... Gerçekten işimi zorlaştırıyorsun," diye mırıldandı ve bir kez daha sıvının üzerinde gözlerini gezdirdi.

Lavi, kendi dünyasının içinde derin bir heyecanla bekliyordu. Arthur'un son engellere kadar ilerleyebilmesi onun için inanılmaz bir keyifti. Kalbi hızla atıyor, bir yandan onun başarısını izlerken bir yandan da bu zorluğun Arthur'un azmini nasıl şekillendirdiğini görmekten büyük bir tatmin duyuyordu. Ancak bu tatminin ardında başka bir şey daha yatıyordu: Sevgi. Arthur'un yalnızca gücüne ve zekasına değil, aynı zamanda kararlılığına hayran kalmıştı. Eğer Arthur bu son engeli de aşarsa, onun her şeyi olmaya hazırdı.

Lavinya, bu düşüncelerle kendini hazırlamaya başladı. Saçlarını dikkatle taradı, altın sarısı bukleleri omuzlarının üzerinden yumuşakça dökülüyordu. Saçlarının uçlarında hafifçe kıvrılmış dalgalar, her adımında zarifçe sallanıyordu. Yüzü, pürüzsüz porselen gibi duruyordu; büyük, parlak yeşil gözleri, tuhaf bir şekilde hem masum hem de alaycı bir derinlik taşıyordu. Burnu küçük ve hafif kalkıktı, dudakları ise tatlı bir pembelikteydi. Hafifçe gülümsediğinde, o büyüleyici yüzünde muzip bir ifade beliriyordu.

Lavinya'nın kıyafeti de tıpkı dünyasının zarif karmaşıklığına uygun bir şekilde seçilmişti. Diz hizasında, uçları yumuşak bir şekilde dalgalanan mini bir elbise giymişti. Elbisenin rengi, gökyüzünün altın sarısına uyumlu şekilde pastel bir altın tonu taşıyordu. İnce kumaş, hafif bir parlaklıkla parlıyor, sanki her hareketinde ışığı yansıtıyormuş gibi görünüyor ve adeta bir peri masalının zarafetini temsil ediyordu. Elbisenin omuzları açık bırakılmış, ince askıları omuzlarının hemen altında zarif bir biçimde duruyordu. Göğüs kısmındaki hafif pileler, ince bir işçilikle hazırlanmış ve vücudunun doğal hatlarını zarifçe vurguluyordu.

Bel kısmı dar bir şekilde oturan elbise, dizlerine doğru hafifçe genişliyor, etek ucundaki altın iplik işlemeler küçük spiral desenler oluşturuyordu. Kanatları ise her zamanki gibi ihtişamlıydı; şeffaf pembe zarımsı yapıları altın damarlar gibi ince detaylarla süslenmişti. Kanatlarının her çırpışı, etrafa neredeyse görünmez küçük parıltılar saçıyordu.

Lavi, elbisesinin eteklerini hafifçe düzeltti ve bileklerine takılı küçük altın bileziklerin hafif tınılarını duydu. Minik ayaklarına giydiği ince bantlı altın sandaletleri, zarif ayak bileklerini açıkta bırakıyordu. Her şey, Arthur'un başarısını kutlamak ve kendini ona sunmaya hazırlanmak içindi. Derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı, ama içindeki heyecan dalgasını bastıramıyordu.

---

Arthur ise gölün kenarında, bu tuhaf maddeyi çözmeye çalışıyordu. Sıvı gibi görünen ama suyun hiçbir özelliğini taşımayan bu şey, onun için çözülmesi gereken bir muamma gibiydi. Yüzeydeki sıvının tepkisizliği, dokunduğunda kuruluk hissi, hatta ses verip sıçramaması… Bütün bu özellikler, onun zihnini bir yandan büyülerken bir yandan da hırslı bir şekilde çözüm aramasına neden oluyordu.

Bir süre daha gölün kenarında eğildi, elleriyle sıvıyı yokladı. Ama ne kadar denese de bu maddeyi anlamak zorlaşıyordu. Aklına bir şeyler geldi. "Belki içine girersem… belki suyun altına bakarsam bir çözüm bulabilirim," diye mırıldandı. Kendi kararlılığını test edercesine, üzerindeki deri tunik ve gömleğini çıkararak kenara bıraktı. Zaten kılıcı ve zırhı çok geride kalmıştı. Şimdi olabildiğince hafif olması gerekiyordu.

Sıvının kenarına tutunarak yavaşça içine doğru girmeye başladı. Ayakları ilk temas ettiğinde, yüzeyin verdiği o alışılmadık tepkiyi bir kez daha hissetti. Islak ama bir o kadar da garip bir şekilde kuru. Ayakları derinlere indikçe, sıvı yavaş yavaş onu içine çekiyormuş gibi hissettirmeye başladı.

Arthur tamamen içine girer girmez, maddenin yoğunluğu bir anda değişti. Adeta bataklık gibi bir formasyona büründü ve Arthur'un hareketlerini engellemeye başladı. Aşağı doğru çekiliyordu. Paniklemeden, kendini yukarı çekmek için tüm gücünü topladı ve yüzeye ulaşmayı başardı. Göle tutunarak kendini dışarı çıkardı.

Dışarı çıktığında, kıyıya oturdu ve nefesini toparladı. Şaşırtıcı bir şekilde, sıvıdan çıktığı anda bedeninin tamamen kuru olduğunu fark etti. Ne üstünde bir damla su vardı, ne de herhangi bir ıslaklık hissi. Sanki o sıvıya hiç girmemiş gibiydi. Kaşlarını çattı ve kendini toparladı.

"Bu şey… beni dibe çekiyor ama üstümde bir iz bile bırakmıyor. Burada neyin peşindeyim?" diye düşündü kendi kendine. Gözleri bir kez daha karşıdaki altın piramide kaydı. Ona ulaşmak için bu gölü geçmesi gerekiyordu, ama nasıl?

Zihni hızla çalışmaya başladı. "Denge… güven… belki de bunu kullanmam gerekiyor." Bu sıvının mantığını anlamasa da, belki bir çözüm bulabilirdi. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı, gözleri kararlı bir şekilde sıvının yüzeyinde geziniyordu. Bu, onun için yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir sınavdı. Lavinya'nın sınavı. Ve bu sınavı geçmek zorundaydı.

Arthur, kenarda oturup nefesini toparladıktan sonra bu garip sıvının doğasını anlamaya yönelik denemelerine devam etti. Her şey, bu sıvının kurallarını çözmekle ilgiliydi; sıvı gibi görünüyordu ama suyun hiçbir özelliğini taşımıyordu. "Bu şey nedir?" diye kendi kendine mırıldandı.

Gölün kenarında yürümeye başladı, sağa sola hareket ederek farklı noktalardan yüzeyi kontrol etti. Her defasında aynı sonuçla karşılaşıyordu: sıvı ne sıçrıyordu ne de ıslaklık bırakıyordu. Sanki onu içine çekmek için bir bilinçle hareket ediyordu. Etrafına bakınırken, aklına ani bir fikir geldi. Halatı vardı. Daha önce boşlukları aşmak için kullandığı bu halatı burada da deneyebilirdi.

Arthur, halatı dikkatlice çözerek sıvıya doğru uzattı. Halatın ucunu sıvının yüzeyine bıraktı ve dikkatle izlemeye başladı. Halatın yüzeyde serili bir şekilde durduğunu görünce şaşkınlıkla başını eğdi. Halat batmamıştı, sanki yüzeyde süzülüyordu. Eliyle halatın diğer ucunu çekti, bir kez daha dikkatlice yüzeye koydu ve izledi. Halat tekrar sıvının üstünde kaldı.

Arthur, kaşlarını çattı. "Bu sıvı... ağırlığı çok daha farklı bir şekilde taşıyor," diye düşündü. Halatı geri çekti ve birkaç kez daha denedi. Her seferinde halat sıvının üstünde sabit kalıyordu. Bu, sıvının bir ağırlığı taşımakta sorun yaşamadığını ama hareket veya dengesizlik karşısında dibe çektiğini ima ediyordu.

Arthur'un zihninde bir fikir belirdi: "Belki de sıvı, dengeyi test ediyor. Dengeli ve hafif adımlarla hareket etmem gerekebilir." Halatı sıvının üzerinde çekiştirirken, bu garip sıvının sanki dengeli bir yükle uyum sağladığını fark etti. Halatı tekrar geri aldı ve parmak uçlarıyla sıvının üzerine dokundu.

Bu kez yavaşça elini koyup ağırlığını verdi. Yüzey, elini taşıyor gibi görünüyordu ama elini sertçe bastırdığında, hemen dibe çekildi. "Dengeli ve dikkatli..." diye mırıldandı. Kendi ağırlığını kontrol ederek bu gölün yüzeyinde yürüyüp yürüyemeyeceğini test etmek istiyordu.

Arthur, sıvının kenarında durdu, gözlerini karşıdaki altın piramide dikti. Bu piramit, sınavının nihai hedefiydi, ama ona ulaşmak için sıvının doğasına güvenmek zorundaydı. Halatı dikkatlice bir kez daha kenara bıraktı, derin bir nefes aldı ve kendini zihinsel olarak hazırlamaya başladı.

"Eğer bu şey ağırlığı dengeli bir şekilde taşıyorsa, adımlarımı dikkatlice atmalıyım. Fazla güç ya da hız kullanmadan... sakin ve dengeli."

Ayağa kalktı, omuzlarını ve kollarını gevşetti, zihnini boşaltmaya çalıştı. Burada acele etmek, onun sonunu getirebilirdi. Her hareketin bir amacı olmalıydı. Lavinya'nın sınavının amacı buydu: fiziksel gücün yanı sıra zihinsel dengeyi ve kontrolü test etmek.

Arthur, halatın sıvıyla nasıl etkileşimde bulunduğunu tekrar hatırlayarak, adımlarını atmaya hazırlanıyordu. Bu sınav, yalnızca bedeninin değil, iradesinin de sınandığı bir meydan okumaydı. Gözlerini sıvının üzerinde gezdirerek, ne yapması gerektiğini adım adım düşünmeye başladı. "Dengede kalmalıyım... Hataları affetmez."

Sıvının üzerinde yürümek... Bu sınavın anahtarı dengede ve sabırda gizliydi. Arthur'un aklında plan netleşiyordu.

Arthur, derin bir nefes aldı ve bu tuhaf sıvının üzerine adımını atmaya hazırladı. Ellerini iki yana hafifçe açtı, dengesini korumak için vücudunu gevşetti. Zihni tamamen odaklanmıştı; hata yapmamak için her kasını kontrol ediyordu. "Yavaşça… sadece yavaşça," diye kendine mırıldandı ve ilk adımını attı.