Erken giderek büyülerimi verme heveslisi görünmek istemediğimden, sabah erken kalksamda kütüphaneye girdiğimde saat tam dokuzdu. Seth'in odasına ulaştığımızdaysa söylediği ilk şey şu oldu. " Günaydın, prenses."
" Kaçta geleceğimi söylemedin, bende ne erken nede geç saat olmaması için geliş saati olarak dokuzu seçtim." Manalı bir bakışın ardından, oturduğu yerden kalktı. " Eşyalarını odana koyalım. Karargaha geçeceğiz."
" Karargaha mı? " Yan odanın kapısını açıp anlaşılan hiç oturamayacağım sade döşenmiş çalışma odamı gösterdikten sonra çantamla ceketimi elimden alıp askıya astı. " Evet, büyülerini Prenste görmek istiyor."
Kütüphaneden çıkarken, kafamda hangi büyüleri anlatmamın daha az suç teşkil edeceğini düşünüyordum. Aralarında kara büyülerinde olduğu küçük bilgi kütüphanemi sıkıca kapatmam kendim adına en iyisiydi. Nede olsa çoğu ben kraliyete çalışmıyorken, hemde reşit bile değilken öğrendiğim kurban sunulan türde büyüydü. Bu kurban bir insan, bir hayvan yada kendi kanın bile olabilirdi. Bu tip büyüler Mavia dahil birçok ülkede yasaklıydı. Öğrenmek bile suçken, durduk yere zindanlarda çürümek istemiyordum. " Beni dinlemiyorsun." Gözlerimi kapısından girdiğimiz karargahın salonundan ayırarak yanıma baktığımda, Seth'i bana bakarken buldum." Pardon, ne söyledin?"
" İlk söylediğimde duyman gereken şeyi." dedi manalı bir şekilde. " Bazen düşüncelerimin sesinden dış sesleri duymam. İsteyerek yaptığım bir şey değil."
" Annenlerden sonra olan bir şey mi?" diye sordu yürümeye devam ederken daha sakin bir şekilde. " Hayır, daha öncede vardı. Ama o zamanlar bu kadar düşünecek şey olmadığını söyleyebilirim. Hayat onlar varken daha kolaydı."
" Annem öldüğünde saatlerce boşluğa bakar ve onunla geçen zamanlarımı düşünürdüm, çok fazla keşkem oldu."
" Tek bir keşkem var, oda saldırının olduğu gün yanlarında olmamam." dedim sessizce. " Eğer orada olsaydın sende ölmüş olurdun."
" Belki." Açıkçası, onlarla birlikte ölmek umurumda olmazdı. Ama belkide, birlikte olsaydık şuanda hayatta olabilirlerdi. " Yaşananları değiştiremeyiz, keşkelerle kendine işkence etmeni istemeyeceklerine eminim."
" Devam etmemi isteyeceklerini bildiğim için devam ediyorum, yoksa burada olmazdım." Sadece başını salladı.
" Mavia asker adayları on dört yaşındayken yapılan bir sınavla belirlenip dört yıllık sıkı bir büyü akademisi eğitiminin ardından mezun olur ve karargaha getirilirler." diye başladı camlarla kaplı bir salonda birbirlerine saldıran elliden fazla yeni reşit öğrenciyi göstererek. " Askeri akademi temel eğitimi verir, asıl eğitimse karargahta başlar. Burada askerler hangi alanlarda eksik olduğunu anlamaya çalışır, bunları geliştirirler. Savaş stratejileri edindikçe belli özelliklere yatkınlık besleyip beslemedikleri çözümlenir. Bazıları elementlere, bazıları zihin büyülerine, bazıları yakın dövüşe, bazıları iz sürücülüğe, bazıları keskin görüşe yatkındır. Savaşta kimin nerede olması gerektiği tamamen bunlara bağlıdır. Kral, profesyonel bir okçuyu savaşın ön cephesine koymaz. Herkes için yeri vardır ve zaten olması gerekende budur."
" Çok havalı." dedim yumruğumu havaya savurarak. " Kesinlikle yakın dövüşe yatkın değilsin, uğraşma bile."
" Kalbimi kırmadanda söyleyebilirdin." Kesinlikle çekici gelen ukala bir gülüşle karşılık verdi, piç. " Yeteneğini keşfedemeyenler ne olurlar?"
" Bir seçim yaparlar, iyi oldukları şeyler arasında." Arkama baktığımda, hatırladığım kadar kusursuz görünümüyle Prens Kaos bize doğru geliyordu. " Neye yatkınlığın olduğunu öğrenmek istersen eğitmenlerle görüşebilirsin."
" Neye yatkın olduğumu zaten biliyorum." dedim gayet kendimden emin bir şekilde. " Açıkla."
" Ben zihinim. Büyü dilini öğrenmekte ve büyüyü kullanmakta zorlanmamamın sebebi bu. Fiziksel savaşa hiç ilgim olmadı, çünkü buna gerek duymadım. Birine hiç dokunmadan hükmetmek, ona vurmaktan daha kolay görünsede daha fazla güç gerektirir. Kolay olan asıl fiziksel olandır, onu herkes yapabilir. Ama herkes zihniyle birini yok edemez."
" Zihin büyülerine başka birgün daha uzun odaklanalım. Bugün herkesin yapabileceği türde büyüleri konuşacağız." Prens omzuma dokunduğunda, gözlerimi askerlerden ayırarak onunla koridora doğru yürümeye başladım. Seth bir askere rahatsız edilmek istemediğimizi söyledi, zemini kumdan bir arenaya adım attığımızdaysa içerideki öğrenciler kısa selamlamalarla dışarı çıktılar. Kapılar kapandığında, yaklaşık üç yüz metre genişliğinde, bir tarafı meşaleler, bir tarafı havuzdan oluşan toprak bir alana çıktık. Dört elementte rahatça kullanılabilirdi, hava, su, ateş, toprak. Büyü elementiyse daima kullanılabilir olandı, büyü ırkına mensup tüm elementallerin bedeninde üretilen doğanın en büyük gücü. " Bilmediğimi düşündüğün basit bir büyüyle başlayalım." Onu şöyle bir inceledim, ne bildiğini bilmiyordum ama bildiğim az bilinen büyüler arasında basit bir tane seçmek zor değildi.
Kolumu kaldırarak minyatür bir su kaynağını andıran havuza doğrulttum. " Saldır bana." Suyu kendime çektiğimde, aramızda bir kalkana dönüştü. Savurduğu hançer kalkanı aşmaya çalıştı fakat duvara çarpmış gibi yere düştü. Seth'le birlikte birkaç saldırı büyüsüyle yıkmaya çalışmalarını izledim. " Açıkla." dedi basit bir su kalkanı olmadığını anlayarak.
" Bu bana göre bir büyüden çok, aynı anda iki elementin kullanımını içeren bir savunma kalkanı. Suyu kalkan olarak kullanırken aynı zamanda ona yardım etmesi için havayıda kullanırsın. Savaş alanında su aramak tabiki saçma olurdu, ama bence tüm askerler bir matara dolusu suyla iki saatten uzun süre etkisini sürdürecek bir kalkan yapmayı bilmeliler. Çünkü normalde suyu buz haline getirerek oluşturulan kalkan hem çok güç gerektirir, hem kırılması bundan daha kolaydır." O başını sallarken, Seth çıkardığı not defterine birşeyler yazıp çiziyordu. Prens kusursuz zekada bir öğrenci olarak ilk anlatımımda hemen öğrendi, Seth denemek yerine not almaya devam etmeyi seçti.
Sonrasında açıkladığım büyüler arasında sadece savaş ve savunma yoktu, kaybedilen enerji seviyesini minimum tutacak rünlerimdende bahsettim. Prens iyileştirmeyle ilgili olanı bileğine çizerken Seth bu kez not almak yerine kendiside istedi. Ona yaparken tenini yarmıyormuşum gibi umarsızca konuşuyordu." Babam büyü rünlerini etkili bulmaz, işe yaramadıklarını düşünüyor."
" Maviada bazı aileler bedene kazınan büyülerin karanlık büyüye hizmet ettiğini düşündüğü için bunun üzerine çok fazla araştırma yapılmadı." dedi Prensse.
" Bu rünü öğrenmeden önce her fiziksel darbe aldığımda kendimi revirde buluyordum, basit bir telekinetiyle sırt üstü düşme sonrası bile. Biraz nazlı olduğum yaşlarım olduğu doğru, canım biraz tatlıydı. Ama ründen sonra, kemiklerim metalden, derim topraktanmış gibi hissizleştim. Acı hissimi azalttı, iyileşme süremi uzattı."
" Yada sadece öyle olmasını istedin." dedi Seth. Aniden kolumu savurarak bıçağımı karnına sapladığımda, bileğindeki rünün enerji rengiyle parlamasını izledik. Seth homurdanırken, bıçağımı karnından çektim. Gömleğinde bir kesik ve bir damla kan dışında hiçbirşey kalmadan, enerji verme gereği bile duymadan yarası kapanmıştı. Seth gömleğini kaldırıp baktığında, artık homurdanmıyordu. " Belki Alya haklıdır, rünleri ciddiye almamız iyi olur."
" Az önce sadece olmasını istediğim için olduğunu iddia ediyordun." dedim alay ederek. " O böbreğimden bıçaklayıp enerji vermeden iyileştirmenden önceydi."
" Ben iyileştirmedim, derin yapması gerekeni olması gerekenden hızlı yapmaya şartlandırıldı, rün tarafından." Bileğindeki rünü incelerken artık daha ciddiydi. " Rünlerin önemini, Saadun şehrindeki bir falcıdan öğrendim. Benden iyileştirme rünü karşılığında saçımdan bir tutam istedi. Muhtemelen bakire saçı gerektiren büyülerine benimkini katmak için."
" Umarım bu hataya düşmemişsindir, bir saç teliyle, yapılacak tüm karanlık büyülerin sana zarar vermesine sebep olabilir." dedi Prens Kaos soğuk bir ciddiyetle." Tabi ki o hatayı yapmadım, saçlarım çok dikkat çektiği için ülkeden çıktığımda genelde taktığım sarı peruğumla geziyordum. Kafayı o kadar iyi sarıyor ki peruk olduğu asla anlaşılmıyor. Kahkülü sayesinde kaşlarımda göze çarpmıyordu."
Elimi kızıl tonundaki karanlıkta bile kendini belli eden kaşıma götürdüm. " Muhtemelen gerçek saç olmadığını anladığında büyü kazanı çoktan suratında patlamıştır."
" Senden sarışın olamayacağını anlamamış olması kendi aptallığı." dedi Prens küstah bir bakışla.
" Aslında saçım tek başına oluyor, ama gözlerimi değiştiremediğim için ikisi uyumsuz pek güzel görünmüyor. "
" Herkes sarışın olamaz, denemen bile hataydı." Seth'e bakıp güldüğüm sırada, simsiyah saçlı bir esmer olan Prens ona bayık bakış atmakla meşguldü. " Alınmayın, prensim. Ben utanmadan sarışın olmayı deneyen kızılı kastettim."
" Tabi ki utanmadım, sarı denediklerim arasında en normal olan renkti." dedim alayla.
" Sana uygun başka bir renk yok, boşuna uğraşmışsın."
" Siyah dışında hiçbir renk gözlerime uymadı zaten. Saçlarımın rengini bu kadar sevmeseydim siyaha boyardım."
Elimi saçıma götürdüğümde sıkılığından dolayı kafamı ağrıtan at kuyruğumu çözdüm. " Yakın zamanda mola verir miyiz? Lavoya gitmem gerek." Yaklaşık yarım saattir çişim vardı ama erteliyordum. Erkek olmaları işemedikleri anlamına gelmiyordu sonuçta. Prens saatine şöyle bir baktı.
" Öğle yemeği vakti gelmek üzere, yemekhaneye gelirsin." Bir askere sorarak lavaboları buldum. Kadınlara tuvalet yapılma zahmetine girilmemiş askeri karargahta bir düzine erkek öğrencinin olduğu tuvalete girmem kız olarak gerekti. Ellerimi yıkarken selam veren bir tanesi, başka bir tanesi tarafından çekiştirilip özür dilendi.
" Arkadaşımı aldırmayın, sizin başkatip olduğunuzu bilmiyor, efendim." Arkadaki çocukta hemen ciddileşmişti.
Pekâlâ, efendim denilip saygıyla özür dilenecek kadar havalıydım demek. Eh, sonuçta üç yüksek rütbeli adamla eşit sayılabilir bir pozisyondaydım. Hatta az önce ikisine eğitim veriyordum.
" Sorun değil. Size iyi dersler." Saçımı açık bırakmaya karar verip hızlıca taradıktan sonra yemekhaneyi sormak için en yakın askere yöneldim. Öğrencilerin girdiği iki kapılı bölümü gösterdiğinde teşekkür edip o tarafa gittim. Ama yalnız olduğumu sandığım beş saniyenin sonunda yanıma baktığımda, Atlas yanımdaydı. " Selam."
" Selam." dedi küçük bir baş selamıyla. " Sabahtan yetişemedim, ama öğleden sonra size katılacağım."
" Çok şey kaçırmış sayılmazsın, zaten Seth genelde not aldı."
" Güzel öyleyse, birazdan sabahı telafi etmiş olurum." Yemekhaneden içeri girdiğimizde pencere tarafında oturan Kaos ve Seth'in yemeklerini aldıklarını gördüm. Atlasla bir tepsi alıp yiyecekleri seçerek ilerlerken bolca salata ve eti karıştırarak yaptığım tabağımı baya bir inceledi. " Sandığın kadar kötü bir tadı yok."
" Tek başlarına kötü olmadıklarını zaten biliyorum, Alya. Ama aynı tabakta hiç denemedim."
" Deneyince birlikte de güzel olduklarını anlarsın." Biraz yoğurt ve meyve suyu aldıktan sonra tepsiyi kucaklayıp vişne suyumu içe içe köşedeki masaya yürüdüm. " Limonata alacak değildin ya, tabi ki kırmızı bir içecek olmalıydı." Seth'in yorumu hepimizi güldürdü, hahah. Yemeğin başında herkes sessizken, Atlas Seth'in not defterini aldıktan sonra sorduğu sorularla herkesin konuşmasını sağladı. Ama büyülerin mantığını anladıklarından dolayı benim çok fazla açıklama yapmam gerekmedi, onlar zaten söylüyordu.
" Bu bir rün mü?" diye sordu Atlas, son sayfadaki iyileştirme rününü incelerken. Sadece onun altında not yoktu.
" İyileştirme hızlandırmada etkili bir rün, artık bizimde var." Seth bileğini gösterdi.
" Yarından itibaren tüm askerlere yapılacak." dedi Kaos tabağındaki eti bölerken.
" O kadar etkili demek." dedi Atlas ciddi bir şekilde. " Kralın bu türde işaretlerden hoşlanmadığını duymuştum."
" Hoşlanmaması etkisini inkâr etmemizi sağlayamaz. Hem karargahta eğitim alan öğrenciler, hem sınırda savaşan askerler için işler daha kolay olacak. Bu zamana dek basit inançlar yüzünden araştırılma gereği bile duyulmaması saçmaydı. Daha önce üzerine gitmiş olsaydık belki savaşta daha az asker kaybı yaşamış olurduk. On askerden beşi kan kaybından ölüyor, rün ağır bir kanamanın yarısını bile önlese hayatta kalma oranı iki katına çıkar." Haklıydı, annemler ilbisler tarafından kalpleri yerinden sökülerek öldürülmüş olmasaydı rünleri sayesinde hayatta kalmış olabilirlerdi. Ama bi ilbis liderini öfkelendirmişlerdi. Karşı koydukları ordunun lideri öldürmek için bizzat onların yanına gitmişti. Verdikleri savaşta başarılı olmasalardı ilbis lideri işlerini bitirmeye gelmezdi.
" Alya." Gözlerimi önümdeki tabaktan ayırarak karşımda oturan Kaos'a baktım. " Sorun ne?"
" Hiçbir şey."
" Öyle görünmüyor."
" Annemlerinde rünü vardı, ama kalbin bedeninden ayrılınca kanaman az olsa bile iyileşemiyorsun."
" Kuzeyde olanlar çok büyük bir dikkatsizlikti. Koruma kalkanı düştüğünde her sanise önemlidir. O günün birdaha yaşanmaması için elimden geleni yaptığımdan şüphen olmasın. Ailenle birlikte beş yüzden fazla Mavia vatandaşı gömüldü. Bu son beş yılda sınırda verdiğimiz asker kaybından bile fazla."
" Kalkanın yıkılmasına sebep olan şey bulunabildi mi?"
" Hayır, sadece kalkan taşlarının son zamanlarda güçsüzleştiği öğrenildi. Artık gerekenden fazla kullanılıp daima bu gibi durumlara karşı saat başı kontrol ediliyor."
" Bazen düşünüyorum, ilbislerin sanki bekliyormuş gibi sınırdan geçmesini. Beş dakika içinde fark edip sınıra koşmalarıyla beş binden fazla ilbis toplanır mıydı? Ama ilbisler bunu nasıl bilecek? Kalkanın güçsüzleşmesini sağlayacak güçleri yok. Ama karanlık büyüye mensup bir türün neler yapabileceğini de bilmiyoruz."
" Koruma kalkanı tekrar güçsüzleştirilmedi, aynı olay yeniden yaşanmadı. İlbislerle ilgili teori üretmemize sebep olacak birşey yok. Bunun planlı olmasının düşünülmesine bir kanıt yok."
" Olmaması normal, böyle birşey varsa bile liderleri öldüğü için yeniden deneyemediler."
" Liderlerinin kalkan yeniden kurulmadan ormana kaçtığını sanıyordum." Pekâlâ, yakalanmıştım. " Karşısına tek başna çıkmadığını söyle, Alya." dedi gözümün içine baka baka.
" Bir ilbis lideri öldürmek bahsedildiği kadarda zor değilmiş."
" Sınırın karşı tarafına geçtin, değil mi?" diye sordu Atlas yanımdan. Vişne suyumu yudumlarken üç adamın birden soğuk bakışlarına maruz kaldım. " Ölebilirdin, böyle hir sorumsuzluk yapmamalıydın."
" Anne babanı kalbi sökülmüş yerde yatarken görseydin sende cinnet geçirmeyecekmiş gibi konuşuyorsun." Atlas cevap vermedi, ama Prensin bakışları yüzünden gurur bakışı atamıyordum. " Bana öyle bakma, yapmam gereken neyse onu yaptım. Bu sizinde işinize yaradı, son beş haftadır başıboş ilbisler dışında sınıra yaklaşan ilbis bile yok. Liderleri öldüğü için cesaretleri kalmadı, kuzey belkide hiç olmadığı kadar güvende."
" Birdaha iznim olmadan değil bir ilbis liderine, Mavia sınırına bile yaklaşmayacaksın, Alya."
" Yaşayan bir akrabam yok, yani yeniden kriz geçirip sınırı geçmeme sebep olacak kimsem yok, rahatlayabilirsin."
" Beni hiç rahatlatmadın." Gözlerimi devirip oturduğum yerde geriye yaslandım. Konuyu değiştirsem iyi olurdu.
" Okçuluk ilgimi çekiyor, burada eğitim almak istersem izin verir misiniz?"
" Karargahın başlangıç seviyede okçuluk eğitimi alacak öğrencisi kalmadı, dönem başlayalı iki ay oldu." dedi Seth.
" Eğitmen tutsam? Parasını öderim."
" Gereği yok, Eğitmen Yuri'den bir saat ders vermesini rica et." dedi Kaos kalkarken.
" Bir saat yetecek mi?" diye sordum tepsimi alarak.
" Sınırı geçip ilbis kovalayacak cesaretin var ama basit okçuluk eğitiminde kendini yetersiz mi buluyorsun?"
" Bu yetersizlikle değil, tecrübesiz olduğum bir konuda bir saatte öğrenirim diyerek atıp tutmaya çekindiğim için."
" Öğrenirsin." dedi sadece. Peki, sen ne diyorsan, tatlım.