" Santian'dan evin eski sahibini öğrendim. Daha doğrusu, artık senin olduğunu bilmiyordu. Hala ona ait sanıyordu."
" Kime ait sanıyordu?"
" Adeneal Mikealson'a." Anlamamı bekler gibi bakınca dayanamadım.
" Başkentte yeniyim, unuttun mu? Kimseyi tanımıyorum."
" Mikealson ailesi ülkenin köklü zenginlerindendir. Adeneal Mikealson aynı zamanda kraliyet danışmanı, babamın güvendiği dostlarından biridir. Yaklaşık yirmi beş yıllık evli, iki oğlu var, aile bağları kuvvetli, karısıyla mutlu bir evliliği var. Dış görünüşü, kumral, beyaz tenli, gözleri ela, enerji rengi yeşilden çok turuncuya çalan bir tonda." Ona bakarken istemsizce yutkundum. " Adeneal senin baban olmalı, Alya."
" Annemin babamı aldattığına inanmıyorum."
" Belki sen, onunla tanışmadan önce vardın. Belki aldatmadı, bir adamla bir gece geçirdi, hamile kaldı, sonrasında adamın evli olduğunu öğrendi, bebeğiyle kötü bir pozisyonda kalmamak için bir adamla evlendi, aşık oldu, birlikte kızını büyüttüler. Sonra onlar ölünce, biyolojik baban bir şekilde gerçeği öğrendi ve iyi olmanı istedi. Yada belkide, zaten biliyordu. Ama mutlu bir hayatı olan ve inandığı herşeyin bir yalan olduğunu öğrenirse kötü hissedecek olan kızına gerçeği söylememeyi seçti."
" Belki kendi mutlu hayatını bozmamak için bana para verip vicdanını rahatlatmayı seçti."
" Öyleyse bile, ki bunu bilemeyiz, senin işine yaradı. Baba eksikliğiyle büyümedin, ona hiç ihtiyacın olmadı. Şuanda bile ona ihtiyacın yok. Herşeyi gayet iyi idare ediyorsun. Eminim bunun farkındadır."
" Tüm bunlar gerçekse bile, ki hala bunu kabul etmiş değilim, annem bunu bana neden söylemesin?"
" Kusursuz bir aileyle büyüdün, Alya. İstediğin herşeyi yaptın. Dilediğin ülkeyi gezdin, dilediğin büyüyü ne kadar tehlikeli olması umurumda olmadan öğrendin, ailen sana ihtiyacın olan tüm sevgiyi ve desteği verdi. Biranda sana başka bir yerde, evli ve çocuğu olan bir adamın kızı olduğunun söylenmesi demek, tüm bu mutluluğun bozulmasına sebep olabilirdi. Kaldı ki, Adeneal kuralları olan bir adam. Onunla babanla anlaşabildiğin gibi anlaşamayacağına eminim, babamla tanışmanız pekte kusursuz olmadı. Adeneal'da babam gibidir, emirlerinin uygulanmasından ve herşeyin istediği gibi gitmesinden hoşlanır."
" Herşey istediği gibi gidecek, merak etme. Mutlu hayatına çomak sokmayacağım."
" Ne yapacaksın öyleyse?"
" Evi bırakamam, orayı sevdim. Parasını toplarım, birgün onun yaptığı gibi sessizce öderim."
" Mikealson ailesi orium zenginidir, ülkenin en büyük orium madenlerinden biri uzun zamandır onun elinde. Sana verdiği birkaç sandık oriumun eksikliğini bile hissettiğini sanmıyorum. Geri ödemekle uğraşmanın anlamı yok."
" O zaman ne yapacağım?"
" Sadece ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. Bir baba olarak yapması gereken neyse onu yaptı, ona karşılığını vermek zorunda değilsin. Paranı kendine harca." Sıkıntıyla bir soluk alıp ağrıyan başımı ovaladım. Sakinleşmek gerçekten çok zordu.
" Bu sürekli oluyor mu? Soylu zenginler eğlencenin dibine vurup doğan çocuklara para verip susturuluyor mu?"
" Birkaç defa duydum, genelde bebek büyürken anneye ödeme yapılır ve bebeğin mali ihtiyaçları karşılanır."
" Annemin para kabul etmesi imkansız."
" Belki bu yüzden onun ölümünden sonra miras adı altında yardım etmeye karar verdi."
" Bende hemen atlayıp başkente geldim."
" Buraya gelmeyi zaten istediğini söylemiştin, onunla bir alakası yok."
" Annemlerse hiç istemedi. Yüzden fazla ülkede gezdik, ama buraya gelmememem için herşeyi yaptılar." Sessizce boşluğa dalıp giderken, aklıma başkentteki büyü akademisine gitmek istediğimi söylediğimde annemin hemen babamdan güç alarak bana uzakta olmamı istemedikleri bahanesiyle vazgeçirdikleri günü hatırladım. " Bense hiç farketmedim, neden bu kadar buraya gelmemi istemediklerinin üzerinde durmadım. Haritaya dart atıyordum ve oraya gidiyorduk, dünyanın öbür ucuna, ama ülkenin başkenti olmazdı."
" Öğrendiğinde bunları düşüneceğini biliyorlardı, onları suçlama."
Rahatsızlıkla oturduğum yerden kalktım. Ama ona ulaşıp yanağımı göğsüne yasladığımda kendimi birkaç saniye önce olduğu kadar kötü hissetmiyordum. Kollarını bana sarıp başımın üzerinden öptüğündeyse çok daha iyiydim. " Teşekkür ederim, yanımda olduğun için."
" Her zaman." Babasının emri aklıma gelince bizi beklediğini tahmin ederek geri çekildim. " Birşeyler ye, karargâha gideceğimiz emredilmişti. Babanın büyü kitabımla işi ne kadar hızlı biterse o kadar erken alırım." Ukala bir bakışla başını salladı. " Rün defterini isteyecektir, odanda bırakmıştım."
" Ben alırım, zaten Seth almıştı." O yemekhaneye giderken ben Seth'in odasına gidip defteri aldım. Ceketimle çantamı alıp oradan eve döneceğimi planlayarak yemekhaneye gittiğimde Kaos yemek yerken Seth ve Atlas sorular sorarak onu rahatsız ediyordu. Sonra ben gelince sustular.
" Benim hakkımda konuştuğunuzu daha net söyleyemezdiniz."
" Sadece Prensi kullanarak ne işler çevirdiğini anlamaya çalışıyoruz." dedi Seth beni göstererek. " Söyleyeyim."
Masaya eğildiğimde ikiside merakla fısıldamamı bekledi. " Sizi sessizce ortadan kaldırmanın yolunu bulduk."
Seth baygın bir bakışla geri çekilirken Atlas fısıltıyla yanıtladı. " Uğraşmanıza gerek yoktu, hergün sınırdayım."
" Sahi, sen neden sürekli savaşa gidiyorsun?"
" Seviyorum. Benim için endişelendin mi yoksa?"
" Çok. Ölürsen parfümlerini çalamam."
" Doğru, bundan sonra daha dikkatli olurum." Elini kalbine götürerek söz verdi, gülüştük.
" Doydum, gidelim." Kaos kalktığında, bizde ayaklandık. Seth'in hiç kütüphanede kalası yoktu ama kralın verdiği işi yapmak zorunda olduğundan gelemedi. Atlas ve Sethle birlikte karargâha girdiğimizde, bir askeri bizi bekliyor gibi yönlendirdi. Kralı bulduğumuzda, yerle bir edilmiş bir arenanın lobisinde oturmuş büyü kitabımı okuyordu.
" Buraya meteor mu çarptı?" diye sordum, gayri ihtiyari bir merakla.
" Dünden daha iyi durumda." dedi Kralsa. Hahah. Anlaşılan dün akşam biz gittikten sonraki arbedeyi görmüştü.
" Sabah konuştuğumuz kitabı araştırdım, kara büyü kitabını." Büyü kitabımı kapayıp ceketinin cebine koyuşunda onunla işinin bitmediğinin kanıtı vardı. " Bahsettiğin küçük savaşta yaklaşık iki yüz büyü elementi ölmüş. Jaenia'da önde gelen safkan ailelerin beş tanesinden yirmi dört kişi ve paralı askerleri. Kitap tamamen yanmış, geride hiçbir şey kalmamış. Görevini başarıyla tamamlamışsın."
" Sevindim." Kral gerçekten araştırıp bulmuştu, söylediğim herşeyi böyle irdeleyecek miydi?
" Kitaptan kendine aktardığını tahmin ettiğim yedi büyü var, yazmadığın ama bildiğin var mı?" Pekâlâ, gözümün içine bakarken yalan söyleyemedim. " İlk sayfadakini hiçbir yere yazmadım."
" Baş aşağı duran insan çiziminin olduğu kurban gerektiren büyü?" Kafamı salladım. " Ezberinde, değil mi?"
" Okuduğum şeyleri pek unutmam."
" İyi, onu daha uygun bir zamanda konuşuruz." Sadece kafamı salladım. " Rünleri yazdın mı?" Ceketimin cebinden çıkarıp ona verdiğimde not defterime yazılı on iki rünün notlarını okudu. " Bunların hepsini kendine yaptın mı?"
" Evet, ama şuanda hepsi aktif değil." Bakışlarını defterden üzerime çevirdi. " Rünleri çizdikten sonra büyüyle aktif hale getirdiğinde görevini yapar. Ama onları aynı zamanda pasif halede getirebilirsin. Bunun çok dillendirilmesini önermiyorum, dış dünyada bu bilinmeyen birşey. Karanlıkta olduğu söylenen öcüler gibi, imkanı olmayan bir özellik, rün pasifleştirilmez. Bir rünün pasif hale getirilebilmesi demek, bir düşmanın seni alıkoyduğunda rünü kapatarak rahatça kesip biçmesi anlamına gelir. O zaman, iyileştirme rünü taşımak önemini yitirir, kan kaybından ya da hayati bir organına aldığın derin bir yaradan normalde olması gerektiği gibi ölürsün."
" Ama pasif hale getirilebildiğini bilmeyenler, iyileştirme rününe sahip birinin ağır yara almasını beklemez."
" Doğru. Bu yüzden sadece gerekli görülenler yapılmalı ve onlarda aktif tutulmalı. Ben görünen bölgelerimdekileri daima aktif tutuyorum, ama mesela görüş arttırıcı rün her zaman işime yaramayacağı ve omzumda olduğu için kapalı tutuyorum." Gömleğimin kolunu kaldırıp omzumdaki göze benzeyen dairesel rünü gösterdim. Anlayarak başını salladı. " Okçuluk öğrenmeye fırsatım olduğunda kullanacağım, rünü son kullandığımda hoşlanmıştım."
" Demek okçulukla ilgilenmeye karar verdin."
" Günde bir defa aklıma geliyor, ama evet."
" Eğitmen Yuri'ye uygun bir zamanında çağırmasını söylerim. Benide çağır, rün pasif ve aktifken farka bakacağım."
Kafamı sallarken, oturduğu koltuktan kalkmasını izledim. " Askerlere öğretmek için iki büyü belirledim, Kaos ve Atlasa öğrettikten sonra üçünüzün bu büyüleri beş yüz kişilik asker bölüğüne öğretmenizi istiyorum. Hızlı ama ayrıntılı bir eğitim olsun, yarın sınırda kullanılacak. Savaşa yararına ve belli sayıda ilbis ordusuna ne kadar sürede etki ettiğine bakacağım." Kral Axelian ilk büyüyü benim isimlendirdiğim şekilde söyledi, ejderha büyüsü şeklinde. Bende Kaos ve Atlasa öğrettim. İkiside çok başarılı öğrenciler olduklarından, öğrenmekte zorlanmadılar. Ama aynı anda beş yüz askere tehlikeli büyü anlatmak çok daha zordu. Üç saat boyunca çabaladıktan sonra kesin olmamakla birlikte herkesin öğrendiğine kanaat getirdik. Askerler büyü enerjileriyle yaptıkları hayvanlarla gayet iyi anlaşmıştı, ama uçanlar fazla hırpalandı, yırtıcı olanlar sürekli diğer askerlerinkiyle birbirine girdi. Ama sonuçta saldırıları başarılıydı, yapmaları istenen herşeyi yapıyorlardı. İkinci büyüyse, taşlaştırma büyüsüydü. Onda hiç kimse problem yaşamamıştı zaten. Herkes hevesle önüne konulan hedef tahtalarını taşlaştırmıştı.
Sonraki gün ülkenin sınırında verilen savaşta ejderha ve taşlaştırma büyülerim sayesinde askerler kendilerinden o kadar emindi ki, binlerce ilbisi bir saat bile sürmeden öldürüp ormanın içinde kalmaya karar geren ilbislerin üzerine güldüler. Enerjiyle yaratılmış hayvanlar ilbisleri öylesine kolay öldürüyordu ki, hangi tarafa baksam daha fazla ilbis parçası buluyordum. Kralda gözünü kırpmadan izlemişti, yüzünde memnuniyetle.