" Yemek hazır, güzelim." Birlikte aşağı inerken koridordan Axelian'a, 'Baba? Yemeğe iniyoruz.' diye seslendim.
Daha merdivenlerin başındayken bir yerlerden çıkarak yanımıza geldi. " Bu saate kadar öğle yemeği yemedin mi, Alya? Oğlumu besleyecek sütü nasıl yapacaksın?" Aslında oğlum derken Khai'den bahsediyordu, ama şaka yaptım.
" Oğlun sütle beslenmiyor, kendi karnını doyuruversin." Kaos kucağında Khai'yle kıkırdarken, Axelian yandan bir bakış attı. Ama yemek masasına otururken odayı terk ettiği o sinir krizi anında olduğu gibi gergin değildi. Önüme bir servis açıp yediğim şeyleri sıraladıktan sonra kendininkine geçti. Bense biraz karnımı doyurup biraz Khai'min karnını doyurdum. Kumaşın içinde rahat rahat sütünü içerken çıkardığı sesler iki adamında iştahını kabartmıştı. Nede olsa Khäi de benim gibi hapur hupur beslendiğinden, asla aç kalmıyordu, hahah.
" Yavaşla, bebeğim. Boğulacaksın." Yüzünü öpüp ona güldüğüm sırada sözümü dinlercesine yavaşladı.
" İyi öğlenler, majesteleri. Afiyetler olsun." Kapıları iterek açıp havalı şekilde içeri giren Atlas, arkasında Sethle yemek salonuna adım attı. " Yeğenim, Prens hazretleri bugün nasıllar?" Atlasın bu yeni 'amca' olayına bayılmıştım. Khäi doğduğu günden beri – yani bir haftadır – hergün gelip görüyor, uyurken büzülen dudaklarıyla dalga geçiyor ve gidiyordu. Seth onun aksine her zamanki gibi daha olgundu, ama Atlas alay ederken gülmeyide ihmal etmiyordu.
" Çok iyiler, sabahtan beri amcalarını ne kadar özlediğinden bahsediyordu. Ağlarken amca! amca! diye ağlıyordu."
" Hissettik ve geldik." dedi Atlas alaylı bir gülüşün ardından bana doğru gelerek.
" Khäi karnını doyuruyor, yemekten sonra alırsın." dedi Axelian ona. Atlas utanıp fazla yaklaşmadan geri çekildi.
" Pekâlâ, zaten amca hazretlerininde karnı acıkmıştı." İkiside masaya servis açtırırken ben yanımızda kendi evleri rahatlığıyla yiyeceklere gömülmelerine güldüm. İkiside kraliyetin yasal olmayan prensleri gibiydi. Bazen kendi ailelerinden daha fazla bizi gördüklerini söylüyorlardı, ki bu doğruydu. Kütüphanede, karargâhta, sarayda sürekli birlikteydik. Onları tanıdığım günden beri aramızda bir bağ vardı. Kaos bile, her zaman yakın arkadaş olduklarını ama ben gelene dek bu kadar yakın olmadıklarını söylemişti. Veliaht prens olarak duydukları saygı arkadaşlıktan daha fazlaymış, ama birlikte tapınağa gittiğimiz günden sonra aralarındaki saygı kardeşlik bağına dönüşmüş. Beni tanımasını sağladığı için Seth'e sonsuza dek minnet duyacağını söylemişti.
" Alya?" Gözlerimi önümdeki tabaktan ayırarak Kaos'a baktığımda, ne zaman boşluğa dalıp gitsem oradan çıkaran adama gülümsedim. " Canım Talia'nın keklerinden ve sacio kahvesinden çekti. Malikaneye gidelim mi?"
" Olur. Söyleyelim de gidene kadar yapsın." dedi gülümseyerek. Daha herhangi bir askere dönüp emir vermeden bir tanesi başını eğerek " Hemen haber veriyorum, majesteleri." deyip yemek salonundan ayrıldı.
" Çok yemeyeyimde midemde yer kalsın." Atlas'ın sözleri anında hepimizi kahkahalara boğdu.
Yemekten sonra toplanıp malikaneye gittik. En azından iki haftadır görmediğim hizmetkarlarım bizi öylesi büyük bir sevinçle kapıda karşıladılar ki, yarattıkları mutluluk aurası hepimizi dahada memnun etti. Bir saat önce kriz geçiren Axelian bile her şakaya gülüyor, Khäi'nin kızıl saçlı bir erkek olacağı şakalarını dahil kaldırabiliyordu. Atlas, daha önce hiç kızıl bir erkek görmediğini söylemişti, tüm krallığın soyunu kızıla çevirdiğim için yandığımızı söylüyordu. Onu yastıkla dövmem ve kovalamacamız sırasında gülmekten işeme isteğiyle tuvalete gitmek zorunda kalmamsa arkamdan daha çok gülmelerini sağlamıştı. O geceyi malikanede geçirdik, herkesin sahip olduğu kendi odasında. Ama bir önceki seferin aksine, bu kez odamızda küçük bir aile olarak uyuduk. Käos, Khäi ve Alyä olarak.
" Kızım." Uyuşuk bir şekilde gözlerimi açarak kafamı kaldırdığımda, Axelian başımın üzerine koyduğu bi öpücüğün ardından sakince fısıldadı. " Aşağı gelsen iyi olur." Birşey olduğunu anlayarak yavaşça yataktan çıktım. Gecenin bir yarısıydı, duvardaki saat iki buçuğu gösteriyordu. Khäi'ye kısa bir göz atıp uyuyan Kaos'un ilk sesinde uyanacağını bilerek ona emanet ettim. Elimi tutan Axelian'la birlikte merdivenleri inerken dayanamayıp konuştum.
" Ne oldu, baba?"
" Konuşmak istediğini söyleyip sarayda saatlerce beklemiş. Sinirlenip saraya gittim ve kavga ettik." Salonun kapısı açıldığında, şöminenin önündeki koltukta beni gördüğü gibi ayaklanan adamı gördüm. " Benden nefret ediyorsun, biliyorum. Ama beni sadece bir kez dinlemeni istiyorum, Alyä. Lütfen." Adeneal o kadar titrek bir sesle konuşmuştu ki, uzatmayarak kafamı salladım. Axelian koltuklara götürüp elimi sımsıkı tutarak yanımda otururken, gözlerini elimizden ayırmadan konuştu. " Nişan töreninden önce, benim olduğunu bilmiyordum. Seni hiç görmemiştim."
" Malikâneyi bana hayır işi olsun diye mi verdin?" diye sordum sinirlenerek.
" Alina bana seni doğurduğunu hiç söylemedi. Hayatını bir metresten doğan bir piç olarak geçirmektense.. ölmenin daha uygun olacağını düşünüp karnındayken düşmeni sağladığını söyledi. Bunu söylerken hala hamile olduğunu bilseydim peşini asla bırakmazdım, seni asla bırakmazdım."
" Bu sorumun cevabı bile değil."
" Annenin öldüğünü öğrendiğimde, aklıma gelen ilk şey sendin. Alina'nın kızı olan sen değil, benim çocuğum olan sen. Asla doğmasına izin verilmemiş çocuğumun kız kardeşinin iyi olmasını istedim. Belki benim değildin, ama çocuğumla aynı kandan geliyordun. Hayatta olsaydı, seninle birlikte büyümüş bir ağabey ya da abla olacaktı diye düşündüm. Bu düşünce bana sorumluluk hissettirdi. Ama karşına çıksaydım ne söyleyecektim? Sana hayatı sona erdirilmiş bir kardeşin olduğundan bahsedemezdim. Bana inanmazdın. Belki dalga geçtiğimi yada sana yaklaşmak isteyen bir sapık olduğumu düşünürdün. Keşke, bunu düşünmen umurumda olmadan sana gelseydim. O zaman benim olduğunu görmüş olurdum. Keşke, kendimi senden uzak tutarak doğmamış çocuğumun yasını tutmasaydım. Keşke, nişan töreninde seni gördüğümde.. bunun tesadüf olabileceğine kendimi inandırmasaydım. Yemin ederim, benim olduğunu anladım ama karşına çıkmamı sağlayacak bir kanıtım yoktu. Benim enerji rengime çok yakın bir enerji soyuna sahiptin, ama başka? Araştırmaya başladım. Doğduğun şifa merkezine bile gittim. Annenin senden önce düşük yaptığını gösteren kanıtlar buldum. Tabi ki bunlar sonradan hazırlanmış olabilirdi, ama o kadar ince işlenmişti ki, Alina birgün araştıracağımı düşünerek herşeyi ayarlamıştı. Gelmeyi, seninle konuşmayı çok istedim ama sana söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Tek düşündüğüm baban olabileceğimi düşündüğümdü, ama o zaman bu senin canını daha çok yakmaz mıydı? Ölmüş annenin seni bir yalanla büyüttüğünü düşünmeye başlaman işleri daha kötü bir hale getirmez miydi? Çok mutluydun, Alyä. Şüphelerle mutluluğunu bozmak istemedim. Tek yapmam gereken bir kanıt bulmaktı. Küçücük bir kanıt. Sonra seni kollarımın arasına alıp asla bırakmayacaktım."
" Buldun mu?" diye sordum istemeden yüzümden akan gözyaşlarımı silerken.
" Artık bunları bildiğine göre, öğrenmemizin zamanı geldi." Oturduğu yerden kalkarak yanımdaki boşluğa çöktü. Boşta kalan elimi tutarak büyü enerjisini ona doğrulttu. Sessizce, benden beklediğini yaparak enerjimi ortaya çıkardığımda, neredeyse tıpa tıp birbirine benzeyen enerjimizin birleşerek daha büyük alev yaratmasını izledik. İki farklı insanın büyü enerjileri, sadece onlar aynı soydan geliyorsa birleşirdi. Farklı soyları aynı alevle yakmak imkansızdı. Bu tarihin en başından beri iki soyun yakınlığını gösteren bir enerji yapısıydı ve kanıtlanmıştı.
O benim babamdı. Artık elimizde aylardır aradığı o kanıt vardı.
" Bunca zaman, karşımdaydın. Ama ben gözümün önünde duran gerçeğe inanmadım."
" Beni hiç istemediğin için bana gelmediğini düşündüm."
" Özür dilerim, bebeğim. Seni en kötü günlerinde yalnız bıraktığım için, daha çok çabalamadığım için özür dilerim."
Beni kendine bastırdığında başlayan hıçkırıklarım, tahmin ettiğimden uzun sürdü. En son düğün töreninin olduğu akşam ağlamıştım, ama o zaman kendimi bu kadar kaybetmemiştim. Kendimi bu kadar kaybettiğim tek bir zaman vardı, o da annemle babamı kaybettiğim zaman. Günlerce ağladığım, yorgunluktan sızıp kaldığım ve uyandığımda yeniden ağlamaya başladığım o gün ancak böyle acıyla dolu hissetmiştim. Bunca zaman hiçbir şeyden haberi bile olmayan bir adamı suçlamıştım. Araştıran, kanıt arayan ama bulamayan bir adamı. Belki karşısın çıkıp ona yaptığı şeyin bana acı vermek olduğunu haykırsaydım bunca zamandır gerçeği öğrenmiş olurduk. Ama onu bir hiçmiş gibi görmüş ve yok saymayı seçmiştim. Onun beni yok saydığını düşünerek. Hata yapmıştım.