27 Ağustos akşamı, 19.32
" Neden hala çıkmadın?" Gözlerimi önümdeki sadeleştirilmiş büyü diline çevirdiğim kitabımdan kaldırarak kapıya baktığımda, kendi odasından çıkarken beni farkeden Seth'i çalışma odama girerken gördüm. " Çok işim kalmadı."
" Yarın devam edersin, kalk." Gözlerimi devirip uzatmayarak yerimden kalktım. Oturmaktan vücudum ağrımaya başlamıştı, ayağa kalkınca daha iyi anlamıştım. " Yarım saatlik işim kalmıştı, ama gerçekten çok yorulmuşum."
" Neden acele ediyorsun? Kral o bitince başka bir kitap verecek, sonra o bitince başka verecek, sonra başka."
" Acele ettiğimden değil, çevirdiğim şey bir günlük." Toparlanıp birlikte kütüphanenin kapısına doğru yöneldik.
" Sonunu merak ediyorsun demek."
" Kişisel deneyimlerini yazan büyü elementlerinin kitabını okumak hoşuma gidiyor."
" Yakında bunada merak saracağına eminim. Yazmadığın türde kişisel büyü kitabı kalmadı."
" Çoktan sardım. Sanırım başkente geldiğim günden bir günlük tutup kitabımın adınıda " Alyanın çilesi" koyacağım. Ya da " Nereden düştüm bu şehre?" Ya da " Kralın kölesi". " Yanlarından geçtiğimiz birkaç asker arkamızdan güldü.
" Kimse seni buraya zorla getirmedi, yani şikayet etmeye hakkın yok."
" Bu hafta sonu uyandım ve izin günümde yapacak hiçbir şeyim olmadığını farkettim. Hiç kız arkadaşım yok. Bunu şehre geldiğimin üçüncü haftasında ilk kez düşündüm. Aşırı tuhaf bir andı."
" Çokta bir farkımız yokmuş."
" Kız arkadaşın yok mu gerçekten?" diye alay ettim aniden ona dönerek.
" İzin günlerimde ya kral yada babam tarafından rahatsız edildiğimi düşünürsek, olmaması gayet doğal."
" Sana da bana da kız arkadaş bulmamız gerekiyor, hemde hemen."
" Nasıl yapacağız?" Bunu düşünürken, kütüphanenin bahçesinde durup ona baktım. " Başkentte at çiftliği var mı?"
" Evet, Joan ailesine ait güzel bir çiftlik var."
" Hafta sonu gidip biraz at binelim, mutlaka kızlar vardır."
" Anlaştık." El sıkıştık.
İki gün sonra at çiftliğinde yarış yaparken ikimizde istediğimizi almıştık. Ben ayağım takılıp düşmüş gibi yapmış, Seth koşarak gelmiş ve kızlarda yardıma ihtiyacımız olup olmadığını sormak için yaklaşmıştı. Birlikte o kadar hoş kibarlıkla tanışmıştık ki görende bunu planlamamışız sanacaktı. Seth hemen bir tane sarışın kızı gözüne kesmişti, bense birkaç kızla getirdiğim kurabiyelerden yiyip atlardan ve başkente geldiğimden beri bir türlü kendimi ait hissedemediğimden bahsediyordum. Bunun bahanesiyle kızlardan biri öğleden sonra çay içmeye davet etti. Diğer kızlarda tatlı bir şekilde birlikte eğlenceli vakit geçirmeye beni ikna ettiler.
Açıkçası, Seth sarışınla takılırken onu bırakıp çay davetine gitmek hiç umurumda olmadı. İki saat kadar bomboş dedikodu ve eski sevgili anısı dinlemek kendimi çok normal hissettirdi. Ama sonra, Kaos'un bileğime takıp asla çıkarmamamı emrettiği büyülü taş parıldamaya başladı ve beni çağırdığını anladım. Muhtemelen evde olmadığımı anlayarak beni çağırmıştı, çünkü Seth'le çiftliğe kız düşürmeye gideceğimizden haberi yoktu. Hahah.
Teşekkürler eşliğinde kızlardan ayrılıp malikanemin önüne açılan portaldan geçtiğimde, merdivenlerin başında kas yığını pazularını kavuşturmuş açılan portala doğru bakarken buldum. " Evde olacağını sanıyordum."
" Arkadaş edindim, dört tane. Hemde kız." dedim keyifle konuyu değiştirerek.
" Tebrik ederim, ama bana haber göndermeliydin."
" Nefes aldım. Şimdide verdim." Yanından geçerek eve girerken bakmadım, ama bana yan yan baktığını biliyordum. " Peşine asker takmamı istemiyorsan anlaşmamıza uyman gerekiyor, Alya. Babamı bilekliğe zor ikna ettim."
" Beni tehtid etme." Kapıyı arkamızdan kapayıp beni geriye doğru çekti. Bir saniye sonra, sırtım kapıya yaslanmış bir şekilde önünde duruyordum. Beni adeta kıstırmıştı. " Tehtid etmedim, birlikte gelmiş olsaydık problem çıkarıp yeniden eski usul asker gözetiminde devam etmeyi emrederdi. Neyse ki yalnız geldim de sorun çıkmadı."
Buna alışması zordu, dudaklarıma baskılı bir öpücük koyması yani. Onunla aramız karşılaştığımız ilk andan beri farklıydı, ama son bir haftada işler dahada ciddi bir hale girmişti. Kral bizi kütüphanenin bir odasında öpüşürken basmış ve bir saat azarladıktan sonra, ' Bir ilişkiniz olacaksa, bunun bir ismi olsun.' emriyle taçlandırmıştı.
" Birşey mi oldu?" diye sordum merak ederek. Bir süre, sessizce salona yürüdük.
" Babam nişan töreni için hazırlıklara başladı, kraliyete yakın birkaç aileninde bu şekilde bilgisi oldu. Mikealson dahil olmak üzere, safkan ailelerle bu konuda toplantı yaptılar. " Muhtemelen babam olan adamdan bahsediyordu. Birşey söylemeden gözüm seğirmeye başlamıştı. " Birkaç safkan ailenin sorun çıkarmaya kalktığını ama hepsiyle ilgilendiğini söyledi. Mikealson'ın biliyor gibi sessiz kaldığını fark etmiş, ama sorgulayarak dikkat çekmedim."
" Zaten sessiz kalmalı, önemli biri değil."
" Onunla karşılaşman gerekebilir, Alya. Nişan törenine gelecektir." Sıkıntıyla bir nefes alıp kendimi koltukta geriye bıraktım. Kafamı yumuşak yastığın içine gömdüm. " Onu tanımamı istemiyor, yani gelmeyebilir."
" Gelmemesi gibi bir ihtimal yok, bu bir kraliyet nişan töreni. Gelmeyerek sadece babama değil, aynı zamanda bana ve kraliçe olacak olan sanada saygısızlık yapmış olur." O söyleyince daha ciddi gelmişti, kraliçe olma düşüncesi.
" Kraliçe olmadan birlikte olamıyor muyuz?"
" Mavia'daki tek prens benim, güzelim." Üzerime doğru gelerek aldığım en güzel öpücüklerden birini verdi. " İyi tarafından bak, babam henüz emekli olmayı düşünmüyor. Bir süre prenses olacaksın."
" Başkatipten bile beni nasıl diken üstünde hissettirdiğini düşünürsek, daha kötü olacak."
" Gayet iyi idare ediyorsun, sana saygı duyuyor." Beni yeniden öptü, sonra yeniden.
Bir süre, kafamdaki tüm düşüncelerin yok olmasını sağlayacak türde bir memnuniyet halindeydim. Öyleki tüm problemler bir bir eksildi ve sadece o ve ben kaldık. Hayatımda hissetmediğim türde kalp çarpıntısıydı, neredeyse midemde kelebeklerin uçuştuğunu hissediyordum. Yaşayacağımı düşünmeyeceğim bir duyguydu, ailemden sonra mutlu olabileceğimi hiç düşünmemiştim. " Kaos." Dudaklarını boynumda nemli baskılar oluştururken, kısa bir hım sesi çıkardı. " Sence benden iyi bir kraliçe olur mu?" Uzaklaşarak gözlerimin içine baktı.
" Hayır, senden mükemmel bir kraliçe olur." Yayıldığım yerden bebekmişim gibi rahatlıkla kaldırıp kucağına çekti. " Bunu farklı bir görevmiş gibi düşünme, Alya. Şu ana kadar ne yapıyorsan, onu yapmaya devam edeceksin. Ülkenin askeri gücünü yöneteceğiz, şuanda olduğu gibi. Gelişimini sağlayacağız, şuanda olduğu gibi. Yeni şeyler keşfedecek ve rakiplerimize bizim yanımızda ne kadar güçsüz olduklarını hissettireceğiz, şuanda olduğu gibi."
" Sahi, katkılarım diğer ülkelerin ne kadar ezik hissetmelerine sebep oldu?" Gülümseyerek önüme düşen saçlarımı kulağımın ardına doğru itti. " Tahmin edemeyeceğin kadar fazla. Dünyanın dört bir yanından topladığın bilgilerle altı milyon nüfuslu bir ülkenin üç kat büyük olanlardan daha çok güce sahip görünmesine sebep oldun. Mavia her zaman güçlüydü ama artık sadece güçlü değil yenilmez oldu. Tek başına bunu sağladın. Kraliçe olmayı senden daha fazla hakedecek biri yok."
" Rica ederim." Şımarık bir şekilde kollarımı boynuna dolarken göz kamaştırıcı bir gülüşle boynumdan öptü.
" Sevişmeniz bittiyse, işlerimiz var." Kralın sesi, direkt olarak Kaos'un kucağından inmeme sebep oldu. Kollarında iki kalın kitapla salondan içeri girerken arkasındaki askerlerin daha fazlasını getirdiklerini farkettim.
" Bunlarda nereden geldi?" diye sordu Kaos, kitaplar orta masaya sıralanırken.
" Doğu bölgesinde bir yeraltı mağarasında bulundular. Bu gece kimse uyumuyor." Biz kitaplara göz atarken, Seth ve Atlas gelerek onlarında uyumayacaklar listesinde olduğunu anlamamızı sağladı. " Şimdilik tercüme etmeyin, sadece işimize yaraması yüksek olan kitapları belirleyeceğiz. Törenden sonra tek tek incelemelerini yaparız."
" Nişan töreni ne zaman olacak, efendim?" diye sordu Atlas, uzanacağım bir kitabı benden önce çekip alırken.
" Önümüzdeki hafta." Zaten bunu bekliyordum, Kral Axelian'a kalsa yarın hemen yapardı ama hazırlıklar anlaşılan ancak o zaman yetişecekti. " Yarın tören elbisen için terzi gelecek, kütüphaneye öğleden sonra gidersin, Alya."
" Tamam."
" Hangi renk düşünüyorsun?" Düşünmüyordum. " Karar vermedim."
" Altın detaylı kırmızı iyi olur." Kral, hem önündeki kitabın sayfalarını çevirip inceliyor hemde konuşuyordu.
" Evet, muhtemelen kırmızı diyecekti zaten." dedi Seth karşı koltuktan.
" Kıskanma, kızıl doğamaman benim hatam değil." Elini kalbine götürüp üzgünce baktığında, güldük.
" Majesteleri." Kafamı salonun kapısına çevirdiğimde utangaç bir şekilde krala bakan aşçımı gördüm.
" Evet, Talia." Kral aşçının adını nereden biliyordu? Kaos'a pörtlemiş gözlerimle bakarken hafifçe omzunu silkti.
" Kek ve kurabiye yapmıştık, hepsi sıcaklar. Kahveyle servis etmemizi ister misiniz?"
" Olur, kahvemde şeker olmasın." Kral bana yandan bir bakış attı. Tanıştığımız gün içtiği kahveden istiyordu.
" Sacio kahvesi yap, Talia. Hepsi sütlü olsun, sadece benimki şekerli." Talia başını eğip gülümseyerek çıktı.
On dakika sonra kahveler ve yiyecekler geldiğinde, Talia sadece bize değil salona dağılmış askerlere de yapmıştı. Muhtemelen, malikanenin dışında nöbet tutan askerlerde dahildi buna. En sevdiğim çikolatalı keklerden birini hapur hupur yerken üzerime dökmem yüzünden Kaos'la birbirimize sessiz gülüşler attık. Sonra Atlas yanımda koca bir parçayı ağzına tıkayarak hepimizi güldürdü. " Eminim daha önce birkaç kez kek yemişsindir, Atlas."
Kralın sözleri gülüşümüze nöbetten çok pikniğe gelmiş gibi kek ve kurabiyelere gömülen askerlerinkinide ekledi. Atlassa ağzındaki koca parçayı yuttuktan sonra yanıt verebildi. " Bu kadar güzelini yememiştim."
" Afiyet olsun, efendim." Talia boş tabakları yenilerle değiştirirken yüzünde güller açıyordu, hahah.
Sonraki saatlerde, gerçektende kimse uyumadı. Sabaha karşı gözlerimi açık tutmakta zorlanırken kendimden geçmişim, uyuduğumu bile hatırlamıyordum. Uyandığımda koltukta sıkışık, ama dünyanın en güzel pozisyonunda ve en sevdiğim insanıyla uzanıyordum. Yani, Kaos'un kolları arasında.