14 Ağustos sabahı, saat 08:28
Planlanmamış bir karardı, üzerinde bile düşünmediğim türde.
Başkente gelmemin tek sebebi, birkaç hafta önce beklenmedik bir şekilde hayata gözlerini yuman ailemin sahip olduğu birkaç malvarlığını üzerime almaktı. Kraliyet danışmanlarından birinin gönderdiği ulakla davet edilmiştim. O günden önce aileme ait herhangi bir malvarlığı olduğuna dair -helede başkentte- en ufak bir fikrim yoktu. Mavia topraklarının taşra sayılan kuzey bölgesinde doğup büyümüş bir anne babanın, ülkenin en zengin kesiminin yaşadığı merkez şehrinde bir evi ve beş hektar arazisi olması gerçekten görülmemiş bir durumdu. Bundan kendi kızlarına bahsetmemeleriyse, daha da tuhaf olan kısımdı. Ama danışman kendinden emin bir şekilde konuşarak bir yanlışlık olup olmadığına dair sorgulamama, bu konuda hiçbir yanlışlık olmadığı yanıtını vermiş ve zaman kaybetmeden önüme imzalanacak bir sürü evrak koymuştu. Sanki üzerime geçirdiği gayrimenkuller üç sandık orium altını değerinde koca bir malikane ve bir o kadar ücrette değerli araziden oluşan bir toprak değil de, beş metrelik kümesti.
İmza işlerini hallettikten sonra beni malikaneye götürdüğünde, kocaman açılmış gözlerle etrafıma bakmaktan sulanan bakışlarım yüzünden mutluluktan ağladığım izlenimi yaratmış olacağım ki, danışman gülümseyerek şöyle söylemişti. " Yaşadığın durum herkesin başına gelecek türde değildir. Sahip olduğun bu mirası elinde tutmanı öneririm, başkentte zengin ailelerin çocukları bile bu malikaneye sahip olmak için yıllarca birikim yapmak zorunda." Altı sandık dolusu orium toplamak her yiğidin harcı değildi, orasını anlamıştım. Tıpkı bunu ailemin yapamayacağını anladığım gibi. Danışman, annem ve babamın üzerinde görünen bu mirasın atalarından onlara kalmış olabileceğini söylüyordu. Ama bundan kendilerinin nasıl haberi olmazdı? Ekonomik açıdan problem yaşayan bir aile değildik, kuzeyde evimiz ve iyi gelir elde eden küçük bir at çiftliğimiz vardı, ama bu kadar büyük bir mirasa sahip olacak kadar zengin bir ailede değildik. Hoş, annem ve babam kuzeydeki hayatlarını hiçbir şeye değişmezlerdi. İkiside kalabalıktan uzak, sakin hayat sürme delisiydi. Ama insan istemeden sorguluyordu, bundan bana neden bahsetmediklerini. Eğer onlar hayattayken bunu öğrenmiş olsaydım ikisinide aralıksız bir saat azarlar, başkente taşınana dek gece gündüz rahatsız ederdim. Sonuçta burada herşey standartların üzerindeydi, en çokta eğitim. Eğer başkentte yaşıyor olsaydım, büyü akademisine burada giderdim. Daha kusursuz bir eğitim alır, kendimi daha çok geliştirirdim. Ama tüm bunları bana söylememelerinin sebebini soracağım ailem ölmüştü, üç haftadır akrabası bile olmayan yalnız bir yetimdim. Keşke, hayatta olsalardı. Gizliden gizliye zengin olduğumuzu ve başkentte yaşamamızı sağlayacak bir evimiz olduğunu sonsuza kadar öğrenmesemde olurdu.
" Tercümanlık için bekliyordunuz, değil mi?" Gözlerimi zemindeki desenli taşlardan ayırarak sesin geldiği yöne baktığımda, bir kraliyet askerini bana doğru yürürken gördüm. " Evet."
" Başkatip bu formu doldurmanızı istedi, bittiğinde görüşmek için odasına gidebilirsiniz." Bana bir kalemle birlikte formu uzatan asker salonun diğer ucundaki nöbetine döndüğü sırada, sessizce üst kısımda kimlik bilgilerimle ilgili beş soru ve altta kısaca bildiğim tüm dillerde kendimi tanıtmam istenen formu inceledim. Kendimi en iyi şekilde ifade etmem gerekiyordu, çünkü duyduğum kadarıyla başkentte en yüksek maaş sunan iş kraliyete çalışmaktan geçiyordu. Eğer burada bir işe girersem sadece para kazanmayacak, dil bilgimide geliştirecektim. En iyi büyü akademisinde okuyamamış olsamda ülkenin en iyi dil bilgisine sahip tercümanlarıyla zaman geçirebilecektim. Burada daha kalıcı bir hayatım olursa, kuzeydeki kadar yalnız hissetmezdim. İnsanların bakışlarından ve boş evden rahatsız olmaz, yeni bir hayat kurardım.
Son beş haftam sürekli başsağlığı dilekleriyle geçmiş, olanları unutup başka şeyler düşündüğüm zamanlarda bile insanların bakışları bana artık ailemin olmadığını zorla hatırlatmıştı. Reşit olduğum için bir ailenin yanına yerleştirilme durumumda olmadığından, hayatımı kendim idare etmek zorundaydım. Ama kuzeyde herşey bana ailemi hatırlatıyordu. Her sokağın başında, evin her tarafında onlarla ilgili anılarım beni hıçkırıklara boğuyordu. Ama başkent yeni bir yerdi, hiç keşfetmediğim bir şehir. Ailemle keşfetmek için kalan hayatımın yarısını verebileceğim bir toprak. Ama yaşayamadığımız hayatı düşünmek beni delirtmeden, şuana odaklanmaya karar verdim. Başkatip formu doldurup yanına gitmemi bekliyordu. Başkentte yeni bir sayfa açmam için bu işe ihtiyacım vardı. O zaman para sorunu yaşamaz, çok değerli olduğu için danışmanın elimde tutmamı önerdiği toprağımı satarak geçinmek zorunda kalmazdım. Kısa süreli işime yarayacak olan o para, gelecekte kaybettiğim için pişman olmama sebep olabilirdi. Toprağı işlemek ve belki başkentte de bir at çiftliği kurmak gibi yeni şeyler peşinde koşmaya karar verebilirdim. Atları seviyordum, kuzeyde ben yokken çalıştırılmaya devam edilmesi için babamın danışmanına bıraktığım çiftliğin her bir karışını ve atlarımızı daha şimdiden özlemiştim. Ama bunlar sonranın planıydı.
Formu doldurmaya başlarken, daha en başında etkili bir giriş olması açısından üst kısımda doldurulması gereken tüm boşlukları büyü dilinde yazmaya karar verdim. Ben daha çocukken yaşlılıktan ölen büyükannem sayesinde hayatımın ilk yılları var olan ilk ve aynı zamanda dünyanın en zor dili olan büyü diline aşina olarak geçmişti. Mavia dilinde uzun paragraflarla anlatılacak şeyleri birkaç kelimeyle anlatabilmek daima keyif verici gelmişti. Büyürken bunun üzerine gitmiş ve kendimi geliştirmek için annemleride örgütlemiştim. Benim sayemde ailemiz kuzeyde büyü dili tercümanı ilan edilmişti. Atalarından kalma kitaplar, günlükler bulup gelen aileler bize kitapları çevirmemiz için para teklif ederdi. Bugün aklıma gelen ilk işin tercümanlık olmasının sebebide buydu, bu konuda tecrübeliydim.
Formun alt kısmına daha az bilinen kelimelerle oldukça etkili bir kendini tanıtma yazısı yazdıktan sonra, benzerini birde büyü diline yakın ama basitleştirilmiş bir dil olan Aurox dilinde yazdım. Kuzeyde büyü dilimi geliştirirken tanıştığım arkadaşım Laila, ülkede yaşayan azınlıktaki Aurox ırkına mensuptu. Auroxlar genelde kendi toprakları dışında yaşamaktan pek hoşlanmayan içe dönük bir ırk olduğundan, büyü dilinin Aurox lehçesi pek bilinmezdi. Ama birbirine yakın ırk özellikleri barındıran iki ırk olarak kullandığımız büyü ortaktı ve antik kitaplarda Aurox lehçelerinin kullanımı az değildi. Hazır başlamışken, kusursuz sayılmasamda bilmediğimide söyleyemeyeceğim dil olan Yelai dilinde küçükte bir yazı yazdım. Kıtanın bu tarafında çok bilinmesede, diğer kıtalarda ortak dil sayılan, dünyanın en çok bilinen dillerinden biriydi. Annemlerle birkaç ayda bir, dünya haritasına dart atarak belirlediğim şehirlerden birine gider, alışveriş yapıp birkaç gün geçirir ve dönerdik. Babam eskiden ticaretle uğraştığından Yelai dilini biliyordu, bu yüzden annemle banada öğretmiş, bilmemizin birgün işimize yarayabileceğini söylemişti.
Formu güzel el yazımla tıka basa doldurmuş olmanın gururuyla oturduğum yerden kalktım. Beni kabul etmemesi için hiçbir sebep sunmadığımın farkındaydım, belki yaşım bir engel sayılabilirdi ama sonuçta zekamı kanıtlayan bir başvuru formuydu. Dünyanın en önemli dillerini bilen bir genç kız kolay bulunmazdı. Yaşının on sekiz olması bir bahane olamazdı.
Başkatibin odasına ulaştığımda, isminin ağırlığına rağmen oldukça genç görünen bir adamı çalışma masasında otururken buldum. Önündeki özenle serdiği bir parşömeni başka bir tanesine geçirirken o kadar dikkatli görünüyordu ki, o bitirene dek bölmemeye karar verdim. Yerinde ben olsam beni bölen kişi kral olsa sinirlenirdim. Noktayı koyup kendinden uzaklaştırarak dikkatle incelediği sırada, sıramın geldiğini anlayarak kapıyı tıklattım.
" Geldiğini gördüm, kapıya vurmana gerek yoktu."
" Nezaketen vurdum zaten." Parşömeni kuruması için dikkatle asarken, yemin ederim gözlerini devirdi. Yaşlı bir başkatip olsaydı bu hareketine şaşırırdım, ama yaşının otuz olduğu bile şüpheli olduğundan, ukalalığı şaşırtmadı. Ama başkatip olmasa bile ukala olacak birine benziyordu, çünkü hayatımda gördüğüm en çekici sarışın adamlardan biriydi. Altın değil, soğuk sarı tonlarında kıvırcık saçları ve dikkat çekici mavi gözleri vardı. Bakışlarını ipe astığı parşömenden ayırarak döndüğündeyse, beni hiç acele dahi etmeden baştan aşağı inceledi. Ne gördüğünü biliyordum, akademiden az önce çıkmış gibi görünen genç ve güzel bir kız görüyordu. " Reşitim." dedim hemen.
" Vatandaşlık, lütfen." Gözlerimi devirip içeri yürürken omzuma attığım çantamı çıkardım. Koltuğa koyup cüzdanımdan çıkardığım kitapçığı andıran Mavia vatandaşlığını uzattığımda, adımdan başlayarak doğup büyüdüğüm yere ve sonrasında yasal olarak bulunduğum şehirlerin amblemlerinin olduğu, yaşıtlarımın sayfalarının kesinlikle boş olduğu kısımları inceledi. Gördüğü ülke amblemlerinin tamamını bilmenin ciddiyetiyle tek tek baktıktan sonra, bana geri uzattı. Elinden almak için uzandığımda çekmesini izledim.
" Vatandaşlığında gördüğüm ve az sonra konuşacaklarımız arasında bir tane doğru olmayan bilgi, seni kraliyet memuruna yalan söyleme suçundan beş yıl zindanlara attırmama sebep olabilir."
" Bir Mavia vatandaşını tehtid etme suçundan ben sizi zindanlara attırmazsam tabi." Ülkenin yasalarına göre sıradan birinin işleyeceği suçla, kraliyete çalışan birinin işlediği suç arasında farklar vardı. Onlarınkisi dah ağırdı. Çünkü işleri sıradan birine oranla daha önemliydi. Bunu bilmemse pek hoşuna gitmedi. " Otur."
Vatandaşlığımı ondan aldıktan sonra çantama atıp formu masanın üzerine bıraktım. Karşısında kalan koltuğa yerleştiğimde, oturduğu yerde geriye yaslanarak formda yazdığım herşeyi başından sonuna dek gözünü kırpmadan okudu. Etkilenmemiş gibi yapmasına rağmen, Aurox lehçesine geldiğinde bir kaşının hafifçe yükseldiğini görmüştüm. Yelai kısmına zaten şaşırmadı, nede olsa vatandaşlığıma bakarak ülke ülke gezdiğimi öğrenmişti. Bakmış olmasıysa işime gelmişti, çünkü kendimi tanıtırken ailemde birlikte keşfetmeyi sevdiğimizi ve farklı kültürler görmekten memnuniyet duyduğumuzu yazmıştım. Bana bu konuda soru sormasına bile gerek yoktu.
" Kuzeyde ailenle yaşamaktan mutluysan, neden başkente geldin?" diye sordu formla işi bittikten sonra masaya bırakırken.
" Ailem öldü, beş hafta önce." Yüzüne yerleşen ciddiyetle başını salladı. " Beş hafta önce Kuzey bölgesinde koruma duvarının yıkıldığı gün, sanırım."
" Evimiz kumsal bölgesindeydi, yıkılan duvarın en uzak tarafında. Ama şehrin içindeki insanlara yardım etmek için en tehlikeli bölgeye gitmişler. İlbis ordusu geldiğinde okulda olan üç yüzden fazla çocuğu kurtarmışlar."
" Gurur verici bir ölüm, umarım hepimizin başına gelir." Kafamı sallayıp oturduğum yerde dikleştim. " Neden başkent sorusuna gelirsek, burada bir evimiz varmış. Kuzeyde yaşamakta zorlandığımdan kullanmaya karar verdim."
" Başkentte eviniz varmış?" Omuz silktim. " Bilmiyordum, aileden kalma sanırım."
" Peki." Forma yeniden şöyle bir göz gezdirdi. " Birgün dönmeye karar verdiğini söylemek için gelirsen, bundan hoşlanmayacağımı söylemek zorundayım, Alya."
" Şuanda öyle bir planım yok. Burada bir evimiz olduğunu bilseydim zaten ailemi buraya yerleşmeye zorlardım. Başkentte yaşamayı isterdim, eğitimim Başkent akademisinde daha üst düzey olabilirdi."
" Sana burada bir eviniz olduğunu neden söylemediklerini öğrenmiş olduk, bu durumda."
" Öğrendiğimde bunu olası buldum." dedim umarsızca.
" Buna rağmen kendini geliştirmişsin, başkentte olsaydın belki şehrin kalabalığı eğitimden kopmana sebep olurdu."
" Belki." Hiç sanmıyordum, ama hayatımda keşkelere yer vermekten hoşlanan biri değildim. Olan olmuştu, herşeye rağmen başkenttense ailemin hayatta olmasını dilerdim.
" Seni tanıdığımıza göre, asıl konumuz olan işleyişimize geçelim." Formumu çekmeceye koyduktan sonra kollarını masaya yerleştirdi. " Adım Seth Kalian. Kraliyet başkatibiyim. Krallığın büyü dilinin söz konusu olduğu her şeyiyle ben ilgilenirim. Sadece tercümanlık değil, aynı zamanda büyü dili açısından krallığın gelişiminde önemli bir rolüm vardır. Bugünden itibaren, bu seninde görevin. Kendini, bir odaya kapatarak önüne konulan kitabı basit bir dile çevirmekle sınırlandırma. Burada sadece büyü kitaplarıyla değil, aynı zamanda büyü araştırmalarıyla da ilgileneceğiz. Tarihi öğrenirken, geleceğimizde işimize yarayacak büyülerle ilgili çalışmalar yapacak, gerektiğinde öğrendiğimiz bilgileri kraliyet askerlerine öğreteceğiz. Kral Axelian, savaşta kullanılacak her büyüye karşı ilgilidir. İlbisler gibi tüm dünyaya yayılmış ve insan hayatını tehtid eden bir türe karşı kullanabileceğimiz her türlü koruma ve savaşma özelliğine sahip büyüler, bizi olduğumuzdan ileri taşır ve ülkemizin gelecekte daha güvenli bir toprak olmasına sebep olur. Kısacası, bugünden itibaren ülkenin en önemli görevine sahipsin. Ve bu görevde ertelemeye, ciddiyetsizliğe ve kesinlikle, hataya yer yok. Her bir kelimenin, her harfin göründüğünden çok daha fazla değeri var ve bunun ciddiyetine sahip olmanı gerektiriyor."
" Anlıyorum."
" Güzel, şimdi senden anladığını göstermeni istiyorum." Kısa bir sessizlik oldu, ikimizinde sadece birbirimize baktığı. " Nasıl göstereceğim bunu?"
" Senin çözmen gereken bir problem bu. Bir şey bulduğunda, nerede olacağımı biliyorsun." Kısa bir el hareketiyle odadan çıkmamı ima edip çekmeceden çıkardığı başka bir parşömeni önüne serdi. Tüm dikkatiyle çıkardığı taze bir parşömen kağıdına anlamadığım bir dilde çevirerek geçirmeye başladı. Pekala, ciddiyeti anladığımı nasıl gösterecektim? Çantamı alıp odadan çıktığımda, kafamda onlarca soruyla kütüphanenin holünde etrafıma bakındım. Yardıma ihtiyacım vardı, ama bunu yardım almadanda yapmam gerekiyordu. Ama nasıl? Bana çok önemli bir iş yapacağımı söyleyip gün içinde nerede olmam, saat kaçta girip çıkmam ve bu sırada kimlerle iletişim halinde olmam gerektiğini bile anlatmamıştı. Sadece, bu işin önemini anlatmıştı ve benden anladığımı göstermemi istiyordu.