Uzun bir koridorun sonunda, devasa bir kapıya ulaştı. Kapının yüzeyi, üzerinde vampir alfabeleriyle kazınmış kabartmalarla doluydu ve tam ortasında büyük bir yarasa figürü yer alıyordu. Kapının arkasından hafif bir mırıltı geliyordu; bu, orada birinin olduğunu işaret ediyordu. Vladis, hiçbir tereddüt göstermeden kapıyı güçlü bir hareketle itti ve içeri girdi.
Kael Neryon, geniş bir salonun tam ortasında, ağır bir taş masanın yanında oturuyordu. Üzerinde koyu gri ve siyahın hakim olduğu, zarif ama savaşçı bir stile sahip kıyafetler vardı. Gümüş zırh detayları, onu yalnızca bir lider gibi değil, aynı zamanda bir savaşçı gibi de gösteriyordu. Gözleri, Kan Melekleri'nin tipik kırmızı parıltısıyla yanıyordu. Uzun siyah saçları, omuzlarına dökülmüş, keskin yüz hatları ve otoriter duruşuyla bir liderden beklenen her şeyi yansıtıyordu.
Vladis içeri girdiğinde Kael, başını hafifçe kaldırarak ona baktı. İlk anda gözlerinde bir şaşkınlık belirdi, ardından bu şaşkınlık yerini ince bir alaya bıraktı. "Vladis Drakovan," dedi Kael, sesi karanlık bir yankı gibi odanın taş duvarlarında dolaştı. "Demek sonunda bu kovana adım atmaya cesaret ettin."
Vladis kapının önünde durarak Kael'e baktı. "Kael," dedi, sesi hem eski bir dostu selamlayan hem de karşısındaki otoriteyi sorgulayan bir tondaydı. "Cesaretle ilgisi yok. Buradayım, çünkü seninle konuşacaklarım var."
Kael, hafifçe gülümsedi. Ancak bu gülüşün altında hem bir merak hem de belli belirsiz bir mesafe vardı. "Yıllar sonra gelip beni buluyorsun," dedi, elini masanın üzerine koyarak Vladis'e doğru eğildi. "Söyle, Vladis, bu ziyaretin nedeni nedir? Yoksa Kan Melekleri'nin topraklarında bir Zincir Kıran'ın dolaşmasının tesadüf olduğunu mu söyleyeceksin?"
Vladis birkaç adım daha ileriye yürüyerek Kael'in tam karşısına geçti. "Beni iyi tanırsın, Kael. Tesadüfler benim tarzım değildir. Buradayım çünkü bazı şeyleri anlamaya ihtiyacım var."
Kael, başını yana eğerek Vladis'i süzdü. "Peki, o zaman anlat. Zincir Kıranlar'dan geriye kalan bir hayalet, neden Kan Melekleri'nin kutsal topraklarına dönüyor? Bu kadar yıl sonra neyi arıyorsun?"
Vladis, Kael'in alaycı tavrına aldırmadan konuşmaya başladı. "Nytheria," dedi, adı neredeyse bir fısıltı gibi çıktı, ama odadaki gerilimi anında artırdı. Kael'in ifadesi, bu tek kelimeyle birlikte ciddileşti. Vladis, onun tepkisini gördüğünde devam etti. "Lanetim ve onunla olan bağlantım. Kan büyüsü, kardeşlik, ve senin bu konuda ne bildiğin."
Kael, bir süre sessiz kaldı. Yüzündeki alaycı gülüş tamamen kaybolmuştu. "Nytheria," diye tekrarladı, sesi daha düşük bir tondaydı. Ardından derin bir nefes aldı ve gözlerini Vladis'ten ayırmadan konuşmaya başladı. "Onun adı burada bile bir gölge gibi dolaşır. Nytheria, yalnızca bir kraliçe değil, bir güç kaynağı. O, kendini ölümsüzlerin üzerine yerleştirmiş bir tanrıça gibi görür. Ama onun laneti… senin gibi birinin peşini neden bırakmadı?"
Vladis, Kael'in bu sorusunu bir süre düşündü, sonra soğuk bir tonla yanıt verdi. "Onun kanını taşıyorum, Kael. Lanetim, onun büyüsünden geliyor. Ancak ben onun kölesi olmayı reddettim. Şimdi, onunla ve o lanetle yüzleşmek için buradayım."
Kael, Vladis'in sözlerini dikkatle dinledi. Yüzünde karmaşık bir ifade belirdi; bir yanda eski bir dostun talebine cevap verme arzusu, diğer yanda Kan Melekleri'ndeki konumunu koruma zorunluluğu. "Beni çok zor bir konuma koyuyorsun, Vladis," dedi, gözlerini hafifçe daraltarak. "Nytheria ile ilgili herhangi bir bilgi, yalnızca bir bilgi değildir. O, Kan Melekleri'nin tarihinde bile bir gölge gibi yer alır. Ve bu bilgiyi paylaşmam, hem benim hem de buradaki diğerlerinin güvenliğini tehlikeye atabilir."
Vladis, Kael'in tereddüt ettiğini fark etti. Ancak onun duraksaması, lordun sabrını daha da daralttı. Kael'in gözlerine keskin bir şekilde bakarak, sesini alçaltarak konuştu. "Bunu bir tehdit olarak alma, Kael. Ama bu bilgiye ulaşacağım. Eğer bana yardım edersen, bunu dostluğumuzun bir işareti olarak hatırlarım. Ama yardım etmezsen…" Vladis, cümlesini bitirmedi. Ancak kelimeler yerine, duruşundaki tehditkâr enerji her şeyi anlatıyordu.
Kael, bir süre daha sessizce Vladis'e baktı. Ardından, ağır bir iç çekişle başını eğdi. "Sana ne biliyorsam anlatacağım, Vladis," dedi, sesi artık daha az alaycı ve daha samimiydi. "Ama bu bilgi, seni daha büyük bir savaşa sürükleyecek. Nytheria'nın ve kardeşliğin peşine düşmek, yalnızca lanetini çözmekle ilgili değil. Bu, seni ölümsüzlerin karanlık tarihindeki en derin yaralara götürecek."
Vladis, Kael'in bu sözlerinden sonra bir adım geri çekildi. Onunla olan bu uzun muhabbetin ardından, gerçeklerin daha da ağırlaştığını hissetti. Ancak bu yük, onun ölümsüz ruhunu taşıyamayacağı bir şey değildi. Kael, konuşmaya devam etti: "Nytheria'ya ve kardeşliğe dair bildiğim her şeyi paylaşacağım. Ama seni uyarmalıyım, Vladis. Bu yolculuğun dönüşü olmayacak."
Kael Neryon, Vladis'in sözlerini dikkatle dinlerken yüzüne karmaşık bir ifade yerleşti. Yıllar önce güçlü ve gururlu bir vampir lordu olan Vladis'in, sürgün edilip lanetle baş başa bırakıldıktan sonra bu kadar ağır yükler taşımış olması, Kael'in de içinde bir burukluk yarattı. Ancak bu durum, ona yardım etmenin kolay bir karar olmayacağını da gösteriyordu. Kael, Vladis'in kararlılığını hissedebiliyordu; onun bu işi her ne pahasına olursa olsun gerçekleştireceğini biliyordu.
Kael, taş masanın kenarına yaslanıp derin bir nefes aldı. "Vladis," dedi, sesi artık daha ağır bir tondaydı. "Sana yardım edeceğim, çünkü bu mesele yalnızca senin kaderinle ilgili değil. Ama anlatacaklarımın, içinde bir cevap kadar yeni sorular da barındıracağını bilmelisin. Zincir Kıranlar'ın yok edilişi, senin sürgünün ve o lanet… hepsi birbirine bağlı. Ve tüm bu düğümler, Kraliçe Nytheria'nın geçmişinde gizli."
Kael, hafifçe uzaklaşarak odanın bir köşesine yürüdü. Orada yer alan küçük bir kutudan, üzerinde kan kırmızısı semboller bulunan bir parşömen çıkardı. Parşömeni masanın üzerine yayarken, konuşmaya devam etti. "Zincir Kıranlar'ın kovana sadık olmayan bir topluluk olduğu yönünde yayılmış birçok söylenti vardı. Onlar özgürlüğü ve bağımsızlığı savunan, Kraliçe Nytheria gibi otoriter figürlerin tahakkümüne karşı çıkan bir topluluktu. Ama asıl sorun, onların bu bağımsızlık ideallerinin karanlık bir ritüelle ilişkilendirilmesiydi."
Kael, Vladis'in tepkisini görmek için bir an duraksadı, ardından parşömene işaret etti. "Bu, Zincir Kıranlar'a ait olduğuna inandığımız bir sembol. Yasak bir ritüel, Nytheria'nın kontrolü altındaki kovanlar üzerinde bir tehdit olarak algılandı. Kraliçenin gücüyle oynayan bu ritüel, yalnızca Zincir Kıranlar'ın yok edilmesini değil, aynı zamanda onun onlara karşı duyduğu nefretin de başlangıcı oldu."
Vladis, Kael'in sözlerini dikkatle dinliyordu. Ancak içindeki öfke, Zincir Kıranlar'ın yok edilmesi ve sürgünü arasındaki bağlantıyı henüz net bir şekilde açıklayamamıştı. "Peki ya benim sürgünüm?" diye sordu, sesi alçak ama tehditkardı. "Bu ihanetin benimle ne ilgisi var?"
Kael, parşömene yeniden baktı ve yavaşça konuşmaya devam etti. "Vladis, o dönemlerde Zincir Kıranlar arasında bir hain olduğuna dair söylentiler vardı. Ama bu hainlik yalnızca ihanet anlamına gelmiyordu. Birinin, Kraliçe Nytheria'nın kontrolündeki kara büyülerden birini kullanarak Zincir Kıranlar'a karşı bir tuzak kurduğu düşünülüyor. Ancak bu hainin kim olduğu ya da bu ihanetin nedeni, bugün bile netleşmedi. Senin sürgünün, Zincir Kıranlar'ın gücünü kırmanın bir yolu olabilir. Ya da belki de... sen, bu ritüel için bir fedadan başka bir şey değildin."
Vladis'in gözleri Kael'e keskin bir şekilde döndü. "Fedadan mı bahsediyorsun? Kim ya da ne feda edildi?"
Kael, derin bir nefes aldı ve gözlerini parşömenden Vladis'e çevirdi. "Bu, kimse tarafından bilinmiyor. Ancak Kraliçe Nytheria'nın o zamanlar Kara Elmas Kovanı'nın lideri olduğu biliniyor. Kara Elmas, tüm kovanların en güçlüsü ve en karanlık sırları saklayan bir topluluktu. Nytheria, yalnızca Zincir Kıranlar'ı değil, diğer tüm kovanları kontrol altına almak için bir ritüel gerçekleştirdi. Ancak bu ritüel sırasında bir şey feda ettiği söyleniyor. Bu fedanın ne olduğu hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı. Ama bu olaydan sonra, onun gücü neredeyse tanrısal bir seviyeye ulaştı."
Vladis, Kael'in sözlerini dinlerken, tüm bu olayların kendi kaderine nasıl bağlandığını anlamaya çalışıyordu. "Kara Elmas… Nytheria'nın geçmişi…" diye mırıldandı. "Ve şimdi onun laneti, benim üzerimde. Eğer bu ritüel ve fedayla bağlantım varsa, bunu öğrenmek zorundayım."
Kael, Vladis'in gözlerindeki kararlılığı görünce başını salladı. "Sana yalnızca bir yol gösterebilirim, Vladis. Kara Elmas Kovanı'nın kalıntıları, Kraliçe Nytheria'nın ritüeli gerçekleştirdiği yer olarak bilinir. Orası, bugün bile kutsal ve yasak bir alan olarak kabul ediliyor. Ancak o bölgeye gitmek, yalnızca gücünü değil, aynı zamanda cesaretini de test edecek bir yolculuk olur."
Vladis, bir süre sessiz kaldı. Kael'in söyledikleri zihninde yankılanırken, geçmişine dair daha fazla sır ortaya çıkıyordu. Ancak bu sırların hepsi, onu aynı yere götürüyordu: Kara Elmas.
Kael, Vladis'e son bir kez baktı. "Sana bu kadarını söyleyebilirim. Ama bu yolculuğa çıktığında, yalnızca Nytheria'nın gücüyle değil, onun geçmişte yarattığı canavarlarla da yüzleşmek zorunda kalacaksın."
Vladis, Kael'in gözlerine derin bir bakış attı. "Eğer bu laneti çözmek için o canavarlarla yüzleşmem gerekiyorsa, yüzleşirim. Ama hiçbir sır gölgede kalmayacak."
Kael, hafifçe başını sallayarak Vladis'e bir kez daha dostane bir bakış attı. "O zaman, dikkatli ol Vladis. Bu yalnızca bir intikam ya da kurtuluş meselesi değil. Bu, geçmişin karanlık yüküyle yüzleşmek anlamına geliyor."
Vladis, Kael'den aldığı bilgilerle birlikte, bir sonraki adımını artık netleştirmişti. Kara Elmas Kovanı'nın kalıntılarına gitmek için hazırlıklarını tamamlamak üzere harekete geçti.
Kael, taş masanın üzerine yaslanarak derin bir nefes aldı. Yüzündeki düşünceli ifade, Vladis'e karşı karmaşık duygular barındırıyordu. Onunla yolculuğa katılmayı açıkça istese de, bu kovanın sınırlarını terk etmesi durumunda kendisinin de hedef haline geleceğini biliyordu. Kan Melekleri'nin, Kael'in Vladis'e yardım etmesini asla hoş karşılamayacağını anlamak zor değildi.
"Vladis," dedi Kael, yavaşça yerinden kalkarak ona doğru yürüdü. "Seninle gitmek isterdim, gerçekten. Ama bu kovanı şu an terk edersem, yalnızca kendi varlığımı değil, buradaki dengeyi de tehlikeye atarım. Kan Melekleri benim burada kalmamı gerektiriyor. Sana her şeyi anlatmış olmam bile benim için riskliydi."
Vladis, dostunun gözlerindeki samimiyeti ve bağlılığı görebiliyordu. Kael'in kendi sınırlarını aşma isteğini hissetti, ancak onun burada bir noktada zincirlendiğini de anladı. Vladis hafifçe başını salladı, Kael'in durumunu kabul ettiğini belli eden bir tavırla. "Sana teşekkür ediyorum, Kael," dedi, sesi alçak ama dostane bir tondaydı. "Bu yolculukta bana katılamamanı anlıyorum. Ama burada kalıp kovanını koruman, sana olan saygımı azaltmaz. Anlattıkların benim için yeterince değerliydi."
Kael, bir süre sessiz kaldı, ardından hafifçe başını eğerek konuştu. "Yine de bu yalnız yolculuğun sana kolaylık getirmeyeceğini biliyorum. Çorak topraklara ulaşmak tehlikelerle dolu. Orada yalnızca Kara Elmas'ın kalıntıları değil, aynı zamanda Nytheria'nın lanetinin izini sürmeye çalışan diğer düşmanlar da olacak. Sana güveniyorum, Vladis. Ama bu yolculukta yalnız olduğunu hissettiğinde, hatırla ki buraya dönersen hâlâ bir dostun olacak."
Vladis, Kael'in bu sözleri karşısında hafifçe gülümsedi. "Beni yalnızca ölümlüler ya da düşmanlar korkutabilir, Kael. Ama biliyorum ki buradaki varlığın benim için hâlâ bir güç kaynağı olacak. Eğer dönersem, umarım bu dostluk daha güçlü bir şekilde devam eder."
Kael, pelerini düzeltip Vladis'e yaklaştı. "Gitmeden önce biraz dinlen. Yarın gece seni çorak topraklara taşıyacak yolculuğa hazır olmalısın. Burası, ne kadar düşmanca olsa da, en azından bu gece için güvenli bir yer."
Vladis, Kael'in bu teklifini kabul etti. Kovanın derinliklerindeki bir odaya götürüldü. Taş duvarlarla çevrili bu oda, sade ama güçlü bir atmosfer taşıyordu. Duvarda bir mum yanıyordu, ışığı küçük odayı titrek bir şekilde aydınlatıyordu. Yatağın üzerindeki koyu renkli örtü ve odadaki eski eşyalar, Kan Melekleri'nin zarafet ve işlevsellik arasında bir denge aradığını gösteriyordu. Vladis, yatağın kenarına oturdu.
Bu gece, düşüncelerinin bir anlığına bile olsa onu ele geçirmesine izin vermedi. Kael'in söyledikleri zihninde yankılanırken, Kara Elmas Kovanı'nın ve Nytheria'nın geçmişte bıraktığı karanlık izlerin peşinden gitmeye kararlıydı. Ancak bu kararlılık, yalnızca fiziksel gücü değil, aynı zamanda zihin ve ruh gücünü de gerektirecekti.
Ertesi gece, Vladis Drakovan Kan Melekleri'nin topraklarından ayrılmak için hazırdı. Pelerininin kenarlarını omuzlarına dikkatlice yerleştirdi ve uzun kılıcını sırtına asarak kapıya doğru ilerledi. Kael, koridorun sonunda onu bekliyordu. Yüzünde dostane bir ifade vardı, ama bu ifadenin ardında, Vladis'in yolculuğuna dair duyduğu endişeyi gizlemeye çalışıyordu.
"Vladis," dedi Kael, onun karşısına geçtiğinde. "Kendine dikkat et. Bu yolculuğun sonu, yalnızca bir lanetin değil, aynı zamanda bir karanlığın peşine düşmek demek. Ama biliyorum ki bu yolculuğu yalnızca sen tamamlayabilirsin."
Vladis, Kael'in elini kısa bir an için sıktı. "Teşekkürler, Kael. Bu bir veda değil. Buraya geri dönersem, umarım bana bir dost olarak kapıyı açarsın."
Kael hafifçe gülümsedi. "Kapılarımız, dostlar için her zaman açık olacak. Ama Nytheria'nın gölgesiyle döneceksen, seni kapıda karşılayacağımı umuyorum."
Vladis, Kael'e son bir bakış attı, ardından kovanın büyük kapılarından çıkarak çorak topraklara doğru yola koyuldu. Gece, karanlık ve sessizdi. Vladis'in pelerini rüzgârda hafifçe savrulurken, uzaklarda beliren çorak toprakların silueti, bu yolculuğun ne kadar zorlu olacağını işaret ediyordu. Ay ışığı, toprakları bir hayalet gibi aydınlatırken, Vladis kararlı adımlarla ileriye doğru yürümeye devam etti.