Hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Vladis kendini inzivaya çekti. Uzun, taş duvarlı bir odada, gotik bir yatağın kenarına oturarak gözlerini kapattı. Gece sona ererken, ertesi gün başlayacak yolculuğu için zihinsel ve fiziksel olarak dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu.
Ay, malikanenin pencerelerinden içeri süzülürken, Vladis'in kararlılığı ve öfkesi, bu sessiz gecede yankılanıyordu. Bu yalnızca bir yolculuk değildi; bu, lanetine ve geçmişine karşı bir meydan okumaydı.
Bir sonraki gece, Vladis yola çıkacaktı.
Vladis Drakovan, ertesi gece malikanesinin ağır taş duvarları arasından sessizce çıktı. Gecenin soğuk rüzgarı, pencerelerden sızan ay ışığıyla birleşerek onu dış dünyaya çağırıyordu. Üzerinde kadim vampir pelerini, geceyle neredeyse tamamen bütünleşmiş gibiydi. Pelerin, kan kırmızısı işlemelerle süslenmiş siyah bir kumaştan yapılmıştı ve bu işlemler eski vampir hanedanlarının gücünü ve asaleti temsil ediyordu. Omuzlarından yere kadar dökülen kumaş, onun bir lord olarak statüsünü her an yansıtırken, hareket halindeyken adeta gölgelerle dans ediyordu.
Altında ise vücuduna tam oturan, koyu siyah bir zırh giyiyordu. Zırh, hem zarafet hem de dayanıklılık düşünülerek işlenmişti. Göğüs kısmındaki kabartmalar, bir vampirin kan dökme ritüelini simgelerken, omuz plakalarında ölüm ve yenilmezlik sembolleri yer alıyordu. Boynunda, lanetinin simgesi olan kadim kolyesi hâlâ duruyordu; kırmızı taşından yansıyan ışık, pelerininin altındaki karanlığa sızarak tuhaf bir şekilde titreşiyordu. Vladis'in elinde ise, üzeri vampir büyüleriyle işlenmiş ince bir hançer ve sırtına çapraz şekilde asılmış uzun, çentikli bir kılıç vardı. Bu silahlar, yalnızca bir avcı olarak değil, aynı zamanda bir savaşçı olarak da onun gücünü temsil ediyordu.
Zihnindeki düşünceler, onu bir zamanlar içinde bulunduğu vampir topluluğuna, Kan Melekleri'ne götürüyordu. Bu topluluk, karanlık ve ihtişamın bir birleşimiydi. Onların yeraltındaki Ulu Kale'si, tarih boyunca vampir dünyasında bir güç merkezi olmuştu. Ancak Kan Melekleri, Vladis'in bir zamanlar mensubu olduğu Zincir Kıranlar Kovanı'na asla sıcak bakmamıştı. Bu iki topluluk arasındaki husumet, eski hesaplaşmalara dayanıyordu ve Vladis'in Zincir Kıranlar'dan ayrılmadan önceki geçmişi, onun Kan Melekleri'yle bağını karmaşık bir hale getirmişti.
Kan Melekleri'nin Ulu Kalesi, derin yeraltı mağaralarının içine inşa edilmişti. Kalenin kökleri, adeta ahtapot kolları gibi toprağın derinliklerine uzanıyordu. Sütunları, vampirlerin kadim düşmanlarından alınan kemiklerle ve kanla işlenmiş taşlardan yapılmıştı. Bu yeraltı şehri, yalnızca vampirlerin değil, aynı zamanda karanlıkla ittifak kuran ölümlülerin de hizmet ettiği bir yerdi. Vladis, burayı yıllardır ziyaret etmemişti, ancak burada hala güvenebileceği bir dostu olduğuna inanıyordu: Kael Neryon.
Kael, bir zamanlar Vladis'in Zincir Kıranlar'a katılmadan önceki hayatında birlikte savaştığı bir vampirdi. İhtiraslı ve keskin zekalı bir stratejist olan Kael, Kan Melekleri arasında yüksek bir statüye sahipti. Ancak onun Vladis'e karşı tavrının ne olacağı meçhuldü; özellikle Zincir Kıranlar'ın, Kan Melekleri'nin topraklarında bir tür kara leke olarak görüldüğünü düşününce...
Vladis, geceyi delip geçen bir gölge gibi ilerledi. Karanlık ormanın içinden geçerken, ay ışığı yalnızca ona rehberlik ediyordu. Ulu Kale'ye yaklaştığında, atmosfer ağırlaşmaya başladı. Ağaçlar daha seyrekleşti, ama toprak daha da sertleşti. Yerdeki taşlar ve kökler, neredeyse bir engel gibi dizilmişti. Bu, kale topraklarının başladığını işaret ediyordu.
Önünde, topraktan yükselen ve siyah taşlardan yapılmış büyük bir giriş kapısı belirdi. Kapının üzerine, vampir sembollerinin kazındığı kadim bir taş levha asılmıştı. Kan kırmızısı bir ışık, kapının üzerine yavaşça yayılarak yanıyormuş gibi görünüyordu. Vladis, yaklaşırken, kapıların koruyucuları olan iki vampiri fark etti. İkisinin de üzerindeki zırh, Kan Melekleri'nin amblemiyle süslenmişti. Gözleri, parlak kırmızı bir ışıkla yanıyordu ve uzun mızraklar ellerinde hazır bir şekilde duruyordu.
Koruyuculardan biri, Vladis'i fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve ona doğru birkaç adım yaklaştı. "Kim geliyor?" diye sordu, sesi tok ve sorgulayıcıydı. "Burası Kan Melekleri'nin topraklarıdır. Buranın efendileri, her yabancıdan önce kim olduğunu bilmek ister."
Vladis, pelerininin altından kolyesini hafifçe gösterdi, ardından ağır ve soğuk bir sesle cevap verdi: "Ben Vladis Drakovan. Bir zamanlar sizin topraklarınızda tanınmış bir isimdim. Şimdi ise burada yalnızca eski bir dostumla konuşmak için bulunuyorum. Kael Neryon'u görmek istiyorum."
Koruyucular birbirlerine kısa bir bakış attılar, ardından lider gibi görünen koruyucu tekrar Vladis'e döndü. "Kael Neryon... Hâlâ bu topraklarda, evet. Ama buraya kolayca gireceğini düşünme. Kan Melekleri, Zincir Kıranlar'ın izlerini hâlâ unutmuş değil."
Vladis, bir adım daha atarak koruyucunun gözlerinin içine baktı. "Beni içeri almazsanız," dedi, sesi tehditkardı, "Kael ile konuşacak vaktiniz de kalmaz. Eğer onun adını anladıysanız, bu görüşme benim kadar sizin için de önemli."
Koruyucular, Vladis'in bakışlarındaki kararlılığı fark ettiler. Sessiz bir an geçti, ardından biri diğerine başıyla işaret etti ve kapı yavaşça aralanmaya başladı. Vladis, kapının ötesine geçerken, karşısına çıkan karanlık koridorlar ve aşağıya inen merdivenlerle, Ulu Kale'nin derinliklerine doğru ilerlemeye başladı.
Kael Neryon'u bulmak, bu yolculuğun ilk adımıydı. Ancak Kan Melekleri'nin bu ziyarete nasıl bir tepki vereceği ve Vladis'in lanetiyle bu kovan arasında nasıl bir bağlantı olduğu hâlâ gizemini koruyordu.
Vladis Drakovan, Ulu Kale'nin loş ve kasvetli koridorlarında aşağıya doğru ilerlerken, duvarlardan süzülen nemli taş kokusu ve mumların soluk alevleri etrafında bir gölge dansı oluşturuyordu. Adımları dikkatle ve kararlıydı, ancak arkasında yankılanan ayak sesleri ya da garip bir şekilde taşların arasından yükselen tıslayan fısıltılar, burada yalnız olmadığını gösteriyordu.
Kale, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen bir labirent gibiydi. Kemerli taş geçitler, yeraltına doğru inen sonsuz basamaklar ve köşelerde sessizce parlayan kan kırmızısı lambalar, buranın bir vampir kovanı olduğunu her adımda hissettiriyordu. Vladis'in altın sarısı gözleri, her köşeyi dikkatle tararken, çevresindeki karanlık onu asla yanıltamıyordu. Ancak her geçen saniye, Kan Melekleri'nin varlığı daha da belirginleşiyor ve gerilim hissedilir bir şekilde artıyordu.
İlk Karşılaşma: Güçlü Erkek Vampir
Koridorun bir köşesini dönerken, Vladis aniden önüne çıkan iri yapılı bir vampirle karşılaştı. Adamın vücudu neredeyse bir taş heykeli andırıyordu; kaslı kolları ve sert duruşuyla bir savaşçı olduğu belliydi. Gözleri koyu kırmızı bir ışıkla parlıyor, uzun siyah saçları omuzlarına kadar iniyordu. Üzerinde basit ama etkileyici zırh parçaları vardı; omuzlarındaki metal plakalar ve göğsünü örten deriden yapılmış siyah işlemeler, onu hem şık hem de tehditkar bir şekilde gösteriyordu.
Vladis'i baştan aşağı süzen bu savaşçı, onu tanımış gibi görünmüyordu, ancak karşısında sıradan biri olmadığını da fark etmişti. Kollarını göğsünde çaprazlayarak, tehditkar bir tavırla Vladis'in yolunu kapadı. "Zincir Kıranlar'ın köpeği buraya nasıl cesaretle gelir?" dedi, sesi tok ve küçümseyiciydi.
Vladis, gözlerini hafifçe kıstı, ancak duruşunu bozmadı. Altın gözleriyle adamın kırmızı parıltılı gözlerine kilitlendi. "Ben Vladis Drakovan," dedi, sesi sakin ama keskin bir şekilde yankılandı. "Ve köpeklerin buraya adım atacak cesareti olmadığını biliyorsundur. Çekil yolumdan. Burada seninle vakit kaybetmek istemiyorum."
Adam gülümsedi, ama bu gülümseme dostça değildi. Dişlerini sergileyen bir avcının alaycı bir ifadesiydi. "Bu koridorlar, Kan Melekleri'nindir. Zincir Kıranlar'ın bir kalıntısı burada saygı görecek en son şeydir."
Vladis bir adım daha yaklaştı, sesi biraz daha sertleşti. "Saygıyı hak eden ya da etmeyen kimdir, bunu belirlemek için kan mı dökülmeli?" diye sordu. Bu soru, aynı zamanda bir tehdit gibiydi. Vampir lordunun huzurunda uzun süre meydan okumak, genellikle kötü sonuçlanırdı. Adam bir an durakladı, gözlerindeki alaycı ifade yerini ihtiyatlı bir öfkeye bıraktı. Ancak bir şey söylemeden, Vladis'in yolundan çekildi.
İkinci Karşılaşma: Gizemli Figür
Vladis, daha derinlere indikçe koridorlar daha dar ve karanlık hale gelmeye başladı. Taş duvarlarda kan kırmızısı ışıkların yerini tamamen gölgeler almıştı. Tam bir köşeyi dönerken, taş zemin üzerindeki bir harekete dikkat kesildi.
Karşısında, ne olduğu tam olarak anlaşılmayan bir figür belirdi. Gözleri karanlığın içinden parlamıyordu, ancak varlığı hissediliyordu. Siyah bir pelerin, zemini süpürüyordu. Yüzü karanlıkla tamamen örtülmüştü; herhangi bir insan ya da vampir gibi görünen bir yanı yoktu. Görünüşü, fiziksel varlıktan çok bir hayalet ya da karanlığın içinde doğmuş bir yaratık gibiydi.
Figür, hiçbir şey söylemeden Vladis'in yolunu kesti. Sessizlik, koridor boyunca yankılandı. Vladis, ilk kez bu kadar tanımlanamaz bir varlıkla karşı karşıya kalıyordu. Gözlerini kısarak, bu garip figüre doğru bir adım attı. "Sen nesin?" diye sordu, sesi bir kılıç gibi keskin ve sorgulayıcıydı.
Figür, cevap vermek yerine kafasını yavaşça yana eğdi. Pelerini altından, parmakları uzun ve bıçak gibi görünen bir el uzandı. Ardından, bir fısıltı gibi alçak ama anlaşılabilir bir ses duyuldu. "Soru sorma, Vladis Drakovan. Adımını yanlış atma."
Bu sözlerle birlikte figür, aniden geri çekildi ve karanlığın içinde kayboldu. Vladis'in zihninde, bu varlığın ne olduğu ya da neden burada olduğu soruları yankılandı. Ancak yoluna devam etti.
Üçüncü Karşılaşma: Kan Melekleri Kadını
Vladis, Ulu Kale'nin daha geniş bir salonuna ulaştığında, karşısında duruşuyla her açıdan dikkat çeken bir kadın belirdi. Kadının siyah ve altın işlemelerle süslenmiş uzun bir elbisesi vardı. Elbisenin derin yırtmacı, yürürken bacaklarının zarif hatlarını açığa çıkarıyordu. Uzun siyah saçları, hafif dalgalar halinde sırtına dökülüyordu. Yüzü solgun ama büyüleyici bir şekilde güzeldi, gözleri ise Kan Melekleri'nin kırmızı ışığıyla parlıyordu.
Kadın, Vladis'e doğru birkaç adım attı, adımları sessiz ama kesin bir şekilde yankılanıyordu. "Vladis Drakovan," dedi, sesi melodik ama alaycı bir tını taşıyordu. "Demek buradasın. Zincir Kıranlar'ın eski gururu, şimdi bizim topraklarımızda dolaşıyor."
Vladis, kadının gözlerine kilitlendi. "Evet, buradayım. Ve ne söylediğinizi değil, ne yaptığınızı önemsiyorum. Kael Neryon'u görmek istiyorum."
Kadın hafifçe güldü, ancak bu kahkaha dostane bir tonda değildi. "Kael mi? Onunla konuşmak için önce buradaki nefretle yüzleşmen gerekecek. Buranın insanları seni unutmadı, Vladis."
Kadın, bir anlığına Vladis'e daha yaklaştı, ardından bir el işaretiyle salonun diğer köşesine doğru bir yol gösterdi. "Ama şansını dene. Belki de Kael, eski bir dostu görmekten memnun olur."
Vladis, alaycı tavırlara aldırmadan yoluna devam etti. Ancak artık kovanın ona ne kadar düşman olduğunu açıkça hissediyordu. Kael'e ulaşmak için bu düşmanlıklarla yüzleşmek zorunda kalacaktı.
Vladis Drakovan, kadının gösterdiği yolda ilerlerken, koridorlar giderek daha dar ve karanlık hale geliyordu. Duvarlarda yer alan kadim semboller ve taşlara işlenmiş vampir desenleri, geçmişin ağırlığını her adımında hissettiriyordu. Her ne kadar çevresindeki düşmanca enerjiyi sezse de, Vladis'in dikkati, bu soğuk taş duvarların ötesindeki hedefine odaklanmıştı: Kael Neryon.
-