Ormanın derinliklerindeki eski malikane, geceyle birlikte kendi canavarını barındırıyormuş gibi sessiz ama tehditkar bir şekilde duruyordu. Vladis Drakovan, pencerenin önünde hareketsiz bir şekilde, yüzyılların izlerini taşıyan karanlık gözleriyle dışarıyı izliyordu. Altın sarısı gözleri, ay ışığının sızdığı nemli ormanı delip geçerken, yüz hatlarındaki keskin çizgiler, yüzlerce yılın getirdiği bilgelik ve yorgunluğu taşıyordu.
Uzun siyah pelerini, omuzlarından aşağı ağır bir akışla sarkıyordu. Pelerinin altından görünen koyu kırmızı işlemeli ceketinin üzerindeki altın dokunuşlar, statüsünün bir vampir lordu olduğunu açıkça ilan ediyordu. Gümüş zincirlerle sabitlenmiş ceketinin düğmeleri, göğsünü açıkta bırakarak altındaki siyah gömleğin zarif dokusunu ortaya çıkarıyordu. Boynunda, ona hem güç hem de lanetini hatırlatan kadim bir sembol taşıyan kolye parıldıyordu. Ellerinde ise yüzyıllardır ölüm ve acıyla özdeşleşmiş olan uzun, ince parmakları... Tırnaklarının sivriliği, bir avcının silahları gibi parlıyordu.
Oda, eski çağların yankısını taşıyan bir atmosfere sahipti. Yüksek tavanlı, taş duvarları gotik motiflerle bezenmiş bu odanın tam ortasında, büyük bir şömine vardı. İçindeki alevler sönmek üzereydi; geride sadece kül ve hafif bir kızıllık kalmıştı. Tavandan sarkan demir şamdanlar, zayıf bir ışık yayıyor, odanın köşelerinde dans eden gölgeler yaratıyordu. Mobilyalar ağır ve görkemliydi; koyu ahşap oymalardan yapılmış uzun masalar, deri kaplı koltuklar ve geçmişin hatıralarını taşıyan, toz kaplı kitaplarla dolu raflar.
Vladis, uzun bir süre boyunca hareketsiz durdu. Fakat derin bir iç çekiş, bedenini saran ölümsüzlüğün lanetini bir kez daha hissettiğini gösteriyordu. Ayakta duran bu vampir lordu, yalnızca kanla değil, kendi içindeki amansız açlık ve geçmişin ağırlığıyla da mücadele ediyordu. Gözleri bir noktada sabitlenmiş olsa da, zihni sürekli bir karmaşa içindeydi.
Ancak o gece, malikane yalnızca Vladis'in huzursuz düşüncelerine ev sahipliği yapmayacaktı. Kapıya yaklaşan figürün ayak sesleri, taş döşemeli koridorlarda yankılanıyordu. Bu, sıradan bir ziyaretçi olamazdı. Zira Vladis Drakovan'ın malikanesine yaklaşmak, ya büyük bir cesaret ya da akıl almaz bir çılgınlık gerektirirdi.
Bu figür, malikane kapısına vardığında, zayıf ay ışığı kapüşonunun altındaki yüzünü aydınlatıyordu. Siyah bir palto giymiş, elinde eski tarz bir meşale taşıyan bu yabancının hareketleri temkinli ama kararlıydı. Uzun ve ince parmakları, meşaleyi sımsıkı kavrıyordu. Kapıya doğru ilerlerken, Vladis'in dikkatini çektiğini ve varlığını hissettirdiğini biliyor olmalıydı.
Vladis, pencerenin önünden yavaşça geri çekildi. Adımları neredeyse hiç ses çıkarmıyordu; her hareketi ölümcül bir avcının çevikliğiyle doluydu. Büyük ahşap kapıya yöneldiğinde, bir an için durup başını yana eğdi. Yabancının ayak seslerini artık daha net bir şekilde duyabiliyordu. Kapının ardında duran bu kişi, yalnızca bir cesaret örneği değil; aynı zamanda bir davetsiz misafir gibi hissediliyordu.
Vladis'in sesi, karanlık ve derin bir yankıyla malikanenin duvarlarında dolandı. "Karanlık bu geceye aitken, bir yabancının adımları bu taşları neden rahatsız eder?"
Yabancı kapının önünde durdu, meşaleden yayılan hafif ışık yüzüne vurdu. Sesindeki kararlılığı saklamadan cevap verdi: "Ben yalnızca karanlıkta saklanan sırları arayan biriyim. Eğer rahatsızlık verdiysem, bu sizin cevabınızda saklı olacak, Vladis Drakovan."
Vladis, bu yabancının adını telaffuz edişindeki kesinlikten, onun gelişinin bir tesadüf olmadığını anladı. Fakat bu kişi kimdi? Bir avcı mı? Yoksa bu karanlık destanın içine sürüklenmiş başka bir piyon mu?
Vladis Drakovan, kapının ardındaki yabancının cesurca konuşmasını duyar duymaz, dudaklarında hafif bir kıvrım oluştu. Ancak bu, bir gülümsemeden çok bir avcının avını gözlemlemesindeki o soğuk ve tehditkar ifade gibiydi. Derin bir iç çekişle durduğu yerde kaldı. Ayak sesleri kesildi, tüm malikane bir kez daha sessizliğe gömüldü.
Gözleri karanlık kapıya sabitlenmiş halde, zihninde bu yabancının kim olabileceğine dair olasılıkları değerlendiriyordu. Bir avcı mıydı? Ya da geçmişten gelen başka bir yüz mü? Belki de onun lanetini bilen ve bu sırrı kullanmaya çalışan bir başkasıydı. Ancak Vladis, bu oyunda ilk hamleyi yapmaya niyetli değildi. Sessizliğin gücünü kullanarak, yabancının karanlık içinde bekleyişini uzatmaya karar verdi.
Kapının ardında bir süre daha sessizlik hüküm sürdü. Yabancı, içeriden bir karşılık bekliyor gibi görünüyordu. Ancak beklediği cevap gelmedi. Bu, ya bir uyarıydı ya da Vladis'in ilgisizliğinin bir göstergesiydi. Ama yabancı için bu durum ne anlama gelirse gelsin, bir hareket yapması gerekecekti.
Dışarıda, yabancı yavaşça başını kaldırdı. Kapının büyüklüğüne ve üzerine işlenmiş eski sembollere göz attı. Taş kaplamalar üzerinde ince bir işçilikle kazınmış semboller, vampirlerin eski çağlardan kalma sembolleriydi. Kanı, yaşamı ve laneti temsil eden bu desenler, yabancı için uyarıcı bir işaret gibi görünüyordu. Ancak bu, yabancının cesaretini kırmadı.
Vladis, kapının ardında sessizce beklerken, odanın loş ışıkları tenine bir gölge düşürüyordu. Parmakları, bir avcının sabrıyla, pelerinin altından sarkan kolyesine uzandı. Lanetinin sembolü olan bu kolye, onun hem gücünü hem de zayıflığını temsil ediyordu. Yabancıyı test etmek ya da görmezden gelmek arasında bir karar vermişti. Bu gece, karanlık kendi kendine konuşacaktı.
Dışarıdaki yabancı, bir süre daha kapının önünde bekledi. Sabrı sınıyor gibiydi. Meşalenin titreyen ışığı, yüzüne dans eden gölgeler bırakıyordu. Ancak içeriden gelen bu sessizlik, ona bir cevap kadar net bir şey söylüyordu: Bu malikane, sıradan bir cesaretle açılacak bir yer değildi.
Sonunda yabancı, meşalesini kaldırdı ve kapının yüzeyine dikkatle baktı. "Sessizlik bazen en büyük cevap olabilir," diye kendi kendine mırıldandı, sesi rüzgarla taş duvarlar arasında yankılandı. Ama henüz bir adım geri çekilmedi.
Vladis, bu sabır oyununda daha fazla bekleyecek miydi? Yoksa yabancının kapının ardında daha fazla güç toplamasına izin vermek, onun için riskli bir durum yaratacak mıydı? Bu kişinin niyetini test etmek için sessizlik stratejisini sürdürebilirdi ya da bir sonraki hamleyi yaparak bu bekleyişe son verebilirdi.
Vladis Drakovan, malikane kapısının ardında beklerken, bir vampirin sahip olduğu tüm ölümcül yeteneklerin ona sunduğu avantajları kullanmaya karar verdi. Ay ışığının taş duvarlardan süzülerek içeriye sızdığı odada, aniden tüm gölgeler hareketsizleşti. Vladis, derin bir nefes alarak, ölümsüzlüğünün doğurduğu doğaüstü hız ve sessizliği devreye soktu.
Bir anda harekete geçti. Yalnızca bir gölge gibi, neredeyse insan gözünün algılayamayacağı bir hızla malikane içindeki başka bir noktaya, gizlenmiş bir çıkışa doğru ilerledi. Ayak sesleri yoktu; varlığı tamamen yok olmuş gibiydi. Tavanlardan ve duvarlardan yankılanan sessiz bir enerji, Vladis'in bulunduğu alanı doldurdu. Yabancı, hala kapının önünde duruyor, sabırla bir yanıt bekliyordu.
Bir nefes süresi kadar kısa bir anın ardından, Vladis artık kapının ardında değildi. Malikane dışına, figürün arkasına bir gölge gibi kayarak ulaştı. Ay ışığının solgun parlaklığı, siyah pelerininin altındaki karanlığı bir perde gibi saklıyordu. Yabancı, bu sessizlik içinde beklerken, Vladis'in ani varlığı soğuk bir rüzgar gibi hissedildi.
Bir anda, o doğaüstü hızla, Vladis figürün tam arkasında belirdi. Kapüşonlu yabancı, hareketi hissettiği anda dönmek için hamle yapmaya çalıştı, ancak çok geçti. Vladis'in ince ama güçlü parmakları, boğazına bir pençe gibi yapıştı. Soğuk ve sert bir baskı, yabancının nefesini kesmişti.
"Kim olduğunu ve neden burada olduğunu söyle," dedi Vladis, sesi alçak ve tehditkar bir şekilde. Karanlık, onun sesine neredeyse bir yankı gibi eşlik ediyordu. "Aksi halde, hayatın şu anda burada sona erer."
Yabancı, bir anda karşılaştığı bu gücün altında irkilmişti, ama gözlerindeki korkunun içinde bir kararlılık vardı. Meşale, elinden düşmeden önce titredi, ama yabancı sıkıca kavrayarak onu bırakmadı. Yavaşça başını çevirdi; kapüşonun altındaki yüzü, ay ışığının altında daha belirgin hale geldi. Keskin hatlı bir çene, yorgun gözler ve saklı bir bilgiyle dolu bir bakış. Ancak boğazına uygulanan baskı, kelimeleri zorlanarak çıkarmasına neden oluyordu.
"Benim adım…" diye boğuk bir sesle konuşmaya başladı. Vladis'in parmaklarının soğuk baskısı altında duraksadı. "…Erion Valdor." Yutkunmaya çalıştı, ama boğazını saran baskı bunu neredeyse imkansız kılmıştı. "Beni öldürmek istersen, yapabilirsin. Ama önce sana neden geldiğimi anlatmama izin ver."
Vladis'in gözleri, karanlıkta altın sarısı bir parıltıyla yanıyordu. Erion'un sözleri, bir meydan okuma değil, daha çok bir teklifi andırıyordu. Ancak bu kadar kolay bir teslimiyet, Vladis'i kuşkulandırmıştı. Gücünü biraz daha artırarak Erion'un nefesini keskin bir şekilde bastırdı.
"Anlat," diye fısıldadı Vladis, sesi bir bıçağın keskinliği gibi. "Ama eğer beni kandırmaya çalışıyorsan, bu gece ayın tanık olduğu son şey, kanının toprağa dökülüşü olur."
Erion, nefes almak için birkaç saniye bekledikten sonra konuşmaya başladı. "Sana lanetinden bahsetmeye geldim. Vladis Drakovan, senin hakkında bildiklerim yalnızca efsaneler değil. O kolyedeki sembolün neyi temsil ettiğini biliyorum. Ve onu nasıl yok edebileceğimi."
Vladis'in gözleri, bu sözlerin ardından daha da daraldı. Kolyesine dair bilgisi olan bir yabancı, onu hem ilgilendirir hem de tehdit ederdi. Bu sır, yalnızca kendisinin ve lanetini yükleyenlerin bildiği bir şeydi. Ancak Erion'un sesindeki kesinlik, bu kişinin karanlık sırlarla sandığından daha fazla iç içe olduğunu gösteriyordu.
Vladis Drakovan, parmaklarının arasındaki baskıyı bir an daha artırdı, ardından aniden Erion Valdor'u kapıya doğru savurdu. Vampir lordunun doğaüstü gücü, gezgini neredeyse yerden keserek kapının soğuk taşlarına çarptı. Erion, dengesini zorla korumaya çalışırken, elindeki meşale sert bir şekilde yere düştü. Alevi söndü ve geride yalnızca bir duman izi bıraktı.
"Eğer yaşamak istiyorsan," dedi Vladis, adımlarını yavaşça Erion'a doğru atarken, sesi karanlıkta yankılandı. "Bildiğin her şeyi, tek bir detayı atlamadan anlat. Çünkü sabrım... bu gece oldukça sınırlı."
Erion, boğazında hala Vladis'in demir pençesinin izlerini hissederek yere çömeldi. Nefesi düzensizdi, ama gözlerinde bir teslimiyet yerine kararlılık vardı. Elleriyle yere dayanarak kendini toparladı ve yavaşça doğruldu. Kapüşonunu geriye itti, yüzü tamamen görünür hale geldi. Yorgun yüz hatları, soluk teni ve gözlerindeki tuhaf bir ışık, onun bir sır taşıdığını açıkça belli ediyordu.
"Dinle, Vladis Drakovan," dedi Erion, hala nefesini toparlamaya çalışırken. "Burası benim için de tehlikeli bir alan, ama senin için çok daha tehlikeli olan bir şeyle karşı karşıyasın. Seni buraya getiren lanetin sıradan bir vampir laneti değil. Bunun arkasında bir kan büyüsü, bir kardeşlik ve... bir kraliçe var."
Vladis'in altın sarısı gözleri, Erion'un sözleriyle daha da daraldı. Bu, onun geçmişinde bir iz bırakan sözlerdi. Ancak yüzünde herhangi bir duygu belirtisi yoktu; yalnızca soğuk ve tehditkar bir ifadeyle konuşmayı dinliyordu. "Kraliçe mi?" diye mırıldandı, sesi bir bıçak gibi keskin. "Kimden bahsettiğini biliyor gibiyim. Ama neden şimdi? Onun ve o lanetin beni bulmasına neden olan şey nedir?"
Erion, Vladis'in üzerine gelen varlığının ağırlığı altında hafifçe geri çekildi. "O bir avcı. Sadece senin için değil; tüm ölümsüzler için. Ancak senin, Vladis, diğerlerinden farkın şu: O, seni yok etmek istemiyor. Seni... kontrol etmek istiyor."
"Kimden bahsettiğini açıkça söyle," diye hırladı Vladis. Erion'un imalarından sıkılmıştı. Parmaklarını hafifçe açıp kapatarak tekrar bir saldırıya hazırlandığını belli etti.
Erion derin bir nefes aldı. "Kraliçe Nytheria'dan bahsediyorum," dedi. Vladis, bu isimle yüzünde anlık bir kasılma hisseder gibi oldu. Nytheria, vampirlerin efsanelerinde bir gölge gibi dolaşan bir isimdi. Zamanında hem güzelliği hem de acımasızlığıyla bilinen, ölümsüzler arasında korku salan bir figürdü.
"Nytheria hala yaşıyor mu?" Vladis'in sesi, hem şaşkınlık hem de öfke doluydu.
"Yaşıyor demek... doğru olmaz," diye yanıtladı Erion. "Ama varlığını sürdürüyor. Onu hayatta tutan şey, kardeşlik tarafından uygulanan kadim bir kan büyüsü. Kardeşlik, Nytheria'nın iradesini takip eden ve onun lanetlerini taşıyan ölümlü ve ölümsüzlerden oluşuyor. Onlar yalnızca bir tarikat değil, onun varlığını devam ettiren bir köleler ağı. Ve Vladis... sen onların planlarının merkezindesin."