Adamların biri hemen kulaklık aracılığıyla Luna Maiden'a ulaşmaya çalıştı. Luna, o sırada kendi evinde, geniş masasında bilgisayar ekranına odaklanmıştı. Üzerinde şık ama rahat bir beyaz gömlek ve siyah pantolon vardı. Zarif bir şekilde tasarlanmış ofisi, sanat eserleri ve antika mobilyalarla çevriliydi. Bilgisayar ekranında müzayedede satışa çıkarılacak sanat eserlerinin detayları ve bu eserlerin taşınması için hazırlanmış güvenlik protokollerini inceliyordu. Ancak kulaklıktan gelen ses, dikkatini ekrandan uzaklaştırdı.
"Bayan Maiden," dedi adamlardan biri. "Poll Crime'ın evine bir kadın yaklaşıyor. Uzaktan izliyoruz. Kıyafetleri sade ama kararlı bir duruşu var. Ne yapmamızı istersiniz?"
Luna'nın yüzü bir anda ciddiyet kazandı. Masanın üzerinde duran telefonuna uzandı. "Fotoğrafını çekip hemen gönderin," dedi, sesi sakin ama otoriterdi. Telefonuna gönderilen görüntüyü açtığında, bakışları daraldı. Kadının yüzü tanıdıktı. Poll Crime'ın yakın koruması Veronica'ydı. Luna, bu detayı fark ettiğinde, içgüdüsel bir şekilde durumu kontrol altına alması gerektiğini hissetti.
"Onu oyalayın," dedi, buz gibi bir tonla. Sesi bir uyarı gibi soğuk ve netti. "Ama dikkatli olun. Eğer eve girmesine izin verirseniz, sizi toz ederim."
Adamlar, bu talimatın ciddiyetini anlamıştı. Hemen bir plan yaptılar. Kadına doğru ilerleyen iki kişiden biri, onun dikkatini dağıtmak için harekete geçti. Veronica, Poll'un kapısına birkaç adım kalmıştı ki, adam hızlıca önüne geçti. Profesyonel bir şekilde gülümseyerek, "Affedersiniz, hanımefendi," dedi. "Burada özel bir izleme görevimiz var. Kimi aradığınızı öğrenebilir miyim?"
Veronica, bu ani müdahaleye şaşırmış görünmese de yüzünde hafif bir rahatsızlık belirdi. "Bu sizi ilgilendirmez," dedi soğuk bir tonla. Ancak adam, Luna'dan aldığı talimat doğrultusunda oyalamaya devam etti. Konuşmaya başladı: "Maalesef bu bölge hassas bir güvenlik alanı altında. Her türlü hareketliliği rapor etmek zorundayız."
Veronica, karşısındaki adamın kararlılığını fark etti ve içgüdüsel olarak tetikte kalmaya başladı. Ancak tam o sırada, ikinci adam harekete geçti. Sessizce Veronica'nın arkasına geçti ve elindeki küçük, sinirleri hızlıca etkileyen bir uyuşturucu enjektörle hamle yaptı. Veronica, neler olduğunu fark edemeden, boynunun yan tarafında bir iğne hissiyle irkildi. Tepki vermeye çalıştı, ancak hızla bilinci kapanmaya başladı. Dengesini kaybederek yere doğru yığıldı.
Adamlar, Veronica'nın bayıldığından emin olduktan sonra hızlıca hareket ettiler. Onu dikkatlice yerden kaldırıp, siyah araçlarına taşıdılar. Planları başarıyla tamamlanmıştı. Kadını bir süre etkisiz hale getirmek, Luna'nın talimatlarını yerine getirmek için yeterliydi.
Bu sırada Luna, evinde bilgisayar ekranına tekrar dönmüş, düşüncelere dalmıştı. Ancak zihni hala Veronica'nın orada ne aradığına odaklanmıştı. Poll Crime'ın korumasının neden bu kadar direkt bir şekilde evine gelmeye çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Telefonunu bir kez daha eline alarak, adamlara kısa bir mesaj gönderdi: "Yakından takip edin. Eğer bir açık verir ya da tekrar harekete geçerse, hemen bana bildirin. Şimdilik onu orada tutun."
Luna, telefonu masaya koyduktan sonra, ekrana döndü. Ancak gözleri ekrandaki güvenlik protokollerine odaklanmış gibi görünse de, zihninin derinliklerinde bir plan yapıyordu. Veronica'nın bu girişimi, Luna için sadece bir detay değil, aynı zamanda bir fırsattı. Eğer Poll Crime'ın çevresini ve zayıf noktalarını öğrenmek istiyorsa, her adımı dikkatle analiz etmek zorundaydı. Ancak Luna'nın zihnindeki en büyük soru şuydu: Veronica oraya neden gelmişti ve Poll Crime bu durumu nasıl karşılayacaktı? Luna, bir kez daha oyunun kontrolünü elinde tutması gerektiğini hissetti. Ve kontrol, onun en güçlü olduğu alanlardan biriydi.
Poll, evinde otururken masasındaki pembe zarf ve notu bir kez daha eline aldı. "Alacakaranlığın dansı, gün batımında başlar," cümlesini tekrar okudu. Bu mesaj, hâlâ zihninde bir bilinmezlik olarak dolanıyordu. Luna Maiden ya da başka bir güç odağının oyunu olabilir miydi? Poll, bu gizemi çözmek için zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu. Ancak şu anda daha somut bir sorunla ilgilenmesi gerekiyordu: tantal karbür talebi.
Zarfı ve notu dikkatlice yerine koyduktan sonra ceketini aldı ve evden çıktı. Gri bulutların kapladığı Londra sokaklarında, soğuk ve kasvetli hava düşüncelerine eşlik ediyordu. Poll, siyah ve zarif Aston Martin aracına bindi. Motorun hafif hırıltısıyla yola koyulurken zihni Veronica'nın ortadan kaybolması ve eksik 50 kilo hammaddeyle doluydu. Yol boyunca zihnindeki bu sorular, birbirine karışarak çözülmeyi bekleyen bir bulmaca gibi hissettiriyordu.
Poll, ofisine vardığında binanın modern ve şık tasarımının, içindeki karmaşayı yatıştırmayacağını biliyordu. Hızlı adımlarla ofisine yöneldi ve yardımcısı onu kapıda karşıladı. Günün raporlarını sunmak için eşlik eden yardımcısına ilk sorusu Veronica'yla ilgili oldu. "Veronica nerede? Sabah ofise gelmedi mi?" Yardımcısı bir an duraksadı, ardından hafifçe başını salladı. "Hayır, Bay Crime, bugün hiç görünmedi. Dün gece de size ulaşmaya çalışıyordu diye bir bilgi almıştık. Ancak o zamandan beri haber yok."
Poll, bu bilgi karşısında bir an rahatsızlık hissetti. Veronica'nın kaybolması bir rastlantı olabilir miydi? Yoksa Luna Maiden'ın parmağı mı vardı? Ancak şu an bu meseleyi çözmek yerine Aurum Tech Solutions'ın talebine odaklanması gerekiyordu.
Masasına geçen Poll, yardımcılarının sunduğu raporları inceledi. Silvervale Mines ve Ironbridge Resources, toplamda 950 kilo tantal karbür tedarik edebileceklerini rapor etmişti. Ancak hâlâ eksik olan 50 kilo, tüm planlarını tehdit eder nitelikteydi. Yardımcısı, bu durumu açıklarken dikkat çekici bir bilgi paylaştı: "Sanki piyasada bu maddeye ulaşmamız engelleniyor. Birileri, geri kalan tüm hammaddeyi ya piyasadan çekmiş ya da yok etmiş gibi görünüyor."
Poll, bu bilgi karşısında derin bir nefes aldı ve sandalyesine yaslandı. Gözlerini odanın tavanına dikerken, bu durumun basit bir tesadüf olmadığını anlamıştı. Bu iş, onun ve şirketinin itibarını test eden bir tuzak olabilir miydi? Eğer bu talebi karşılayamazlarsa, Aurum Tech Solutions gibi büyük bir uluslararası şirket karşısında güvenilirliklerini kaybedebilirlerdi. Poll, yardımcısına dönerek sert bir şekilde konuştu. "Yani birileri bizi oyun dışı bırakmaya çalışıyor, öyle mi? Sadece 50 kilo... Bu kadar küçük bir miktar yüzünden bu projeyi riske atmamızı bekliyorlar."
Yardımcısı, başını salladı ve nazikçe ekledi. "Ama Bay Crime, bu sadece 50 kilodan ibaret değil. Bu, aynı zamanda piyasanın sizin üzerinizde nasıl bir algı oluşturacağını belirleyecek. Eğer bu işi başarırsanız, Aurum Tech Solutions'la olan ilişkiniz daha da güçlenir ve sektörde daha büyük bir yer edinebilirsiniz. Ama başarısızlık... çok ağır olur."
Poll, bu sözlerin ağırlığını omuzlarında hissetti. Geriye kalan 50 kiloyu bulamamak, tüm projeyi çöküşe sürükleyebilirdi. Ancak bu eksik miktarı bulmak için daha ne kadar ileri gidebileceklerini bilmiyordu. Gözlerini raporlardan çekerek yardımcısına döndü. "Bu işin arkasında kim varsa, onları bulup bu oyunu bozmak zorundayız. Piyasanın bizi köşeye sıkıştırmasına izin veremem."
Poll, ofisinde bu düşüncelerle boğuşurken, dışarıdaki araçta Luna Maiden'ın gönderdiği adamlar, hâlâ onu gözlemeye devam ediyordu. Her hareketi dikkatle not ediliyor, Luna'ya rapor edilmek üzere hazırlanıyordu. Bu karmaşanın tam ortasında, Poll'un yapması gereken bir seçim vardı: Pes etmek ya da 50 kilo tantal karbürü bulmak için daha agresif adımlar atmak. Ve Poll, hiçbir zaman kolayca pes eden biri olmamıştı.
Poll, yardımcısına dönerek sakin ama otoriter bir ses tonuyla, "Rechard nerede?" diye sordu. Yardımcısı, hızlıca kontrol ettikten sonra, "Laboratuvarda, Bay Crime. Hemen çağırıyorum," dedi ve ofisten ayrıldı.
Poll, yalnız kaldığında masasında derin bir nefes aldı ve sandalyesini geriye yaslayarak ofisinin geniş camlarından Londra'nın kasvetli manzarasını izlemeye koyuldu. Gri bulutlar şehri bir battaniye gibi sarıyor, soğuk ve ağır bir atmosfer yayıyordu. Aşağıda, yoğun trafiğin gürültüsü boğuk bir şekilde ofise kadar ulaşıyordu. Londra'nın bu tanıdık havası her ne kadar sakinleştirici olsa da, Poll'un zihni karmaşık bir bulmaca gibi çözülmeyi bekliyordu.
Camdan manzarayı izlerken, arkasını döndü ve gözleri odanın detaylarına kaymaya başladı. Masasının üzerindeki düzenli dosyalar, teknolojik cihazlar ve birkaç kişisel obje dikkatini çekiyordu. Ancak bir an için bakışları bir şeye takıldı: masanın kenarındaki pembe bir zarf. Poll, bir an için irkildi. "Bu zarfı buraya mı getirdim? Evde bırakmamış mıydım?" diye kendi kendine mırıldandı. Hafızasını yokladı; evden çıkmadan önce pembe zarfı masasında bıraktığını hatırlıyordu. Ofiste gördüğü bu zarf, aynı zarftı. Peki, nasıl olmuştu da buraya gelmişti?
Merakla zarfı eline aldı ve dikkatlice açtı. İçerisinden sadece yıldız desenli bir kağıt çıktı. Turuncu yazılarla yazılmış aynı mesaj, bir kez daha karşısındaydı: "Alacakaranlığın dansı, gün batımında başlar." Poll'un kaşları çatıldı. Bu mesajın burada tekrar karşısına çıkması, işlerin göründüğünden çok daha karmaşık olduğunu bir kez daha hissettirdi. Zarfı ve notu hızlıca çekmecelerinden birine koydu ve tam o sırada kapı çaldı.