Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 5 - 4

Chapter 5 - 4

Arthur, bir süre yerde yattı, derin ve düzensiz nefesler alarak kendine gelmeye çalıştı. Çevresindeki sessizlik ağır bir yük gibi üzerindeydi, ama sonunda gözlerini hafifçe araladı. Gördüğü ilk şey, tuhaf bir şekilde doğal olmayan bir sarı gökyüzüydü. Bu gökyüzü, parlayan altın damlaları andıran bulanık ışıklarla doluydu, ama sabit bir güneş ya da bilindik yıldızlar yoktu. Gözleri biraz daha açıldığında, sarı göğün altında onu çevreleyen devasa siyaha yakın duvarları fark etti. Duvarlar pürüzsüz, ama ürkütücü bir şekilde soğuk ve mat bir yüzeye sahipti. Bu duvarlar, doğal bir yapıdan çok, bir labirentin ya da hapishanenin parçası gibi görünüyordu.

Arthur, yavaşça doğrulup oturdu. Etrafına bakarken kılıcını yokladı, hala kınına sıkıca bağlıydı. Zırhını kontrol etti; hafif çizikler dışında herhangi bir zarar yok gibiydi. Derin bir nefes alarak ayağa kalktı, ama gözlerindeki şaşkınlık hâlâ geçmemişti. Bulunduğu yer hem gerçek hem de gerçek dışı bir rüya gibi hissediliyordu. Gözleri, bu devasa alanda bir çıkış ya da anlam ararcasına dolaştı. Duvarların üzerindeki oyma detayları fark etti: spiral şekiller, karmaşık desenler ve bazen birbirine dolanmış gibi görünen geometrik şekiller. Ancak bu desenler ona bir açıklama sunmuyordu, yalnızca buranın tuhaflığını daha da derinleştiriyordu.

Tam o sırada, Lavinya'nın sesi her yeri doldurdu. Sesi berrak ve eğlenceliydi, ama aynı zamanda biraz tehditkar bir derinlik taşıyordu:

"Hoş geldin, Arthur! İşte burası... Başlangıç noktan."

Arthur, sesin geldiği yeri anlamaya çalışarak hızlıca etrafına döndü. Ancak Lavinya görünmüyordu. Sesi, her yandan aynı anda geliyor gibiydi.

"Bu gördüğün platform dizisi, seni hem fiziksel hem de zihinsel sınırlarına kadar zorlayacak. Aklını, sabrını, kuvvetini... her şeyini kullanmak zorundasın."

Arthur, sesin büyülü bir yankı gibi yayıldığı bu mekanda, kaşlarını çatarak dikkatle dinliyordu. Lavinya'nın sesi, tuhaf bir neşeyle doluydu, ama altında ciddi bir ton seziliyordu.

"Ben seni piramidin merkezindeki platformda bekliyor olacağım. Ama önce buraya gelmen gerek, Arthur. O zamana kadar... bol şans!" dedi ve sesi aniden kesildi.

Arthur bir süre kıpırdamadan durdu, gözleri hala çevreyi tarıyordu. Fakat Lavinya'nın sesi kesildikten sonra ortalık tamamen sessizleşmişti. Ancak bu sessizlik, bir huzur değil, daha çok bir baskı gibi hissettiriyordu. Arthur'un içinde bir huzursuzluk dalgası yükseldi. Derin bir nefes aldı ve mırıldandı: "Piramit? Platformlar? Bu da neyin nesi?"

Kendi kendine konuşmasını bitirdiğinde, Lavinya'nın son sözleri tekrar zihninde yankılandı: "Bol şans." Ama bu, eğlenceli bir dilekten çok, uyarı gibiydi.

Arthur, bir süre daha hareketsiz durduktan sonra etrafı daha dikkatlice incelemeye başladı. Siyah duvarlar, ona hiçbir çıkış yolu göstermiyordu. Ama aşağı doğru baktığında, zeminin üzerine kazınmış ince bir yol fark etti. Yol, soluk beyaz bir çizgiyle işaretlenmişti ve dolambaçlı bir şekilde duvarların ötesine doğru ilerliyordu.

Kendini toparlayarak yavaşça çizgiyi takip etmeye başladı. Her adımında, gök yüzündeki sarı ışıklar hafifçe titriyor, altındaki zemine sıcak ama kasvetli bir parıltı yayıyordu. Arthur, bu tuhaf dünyada yürürken aklında Lavinya'nın sözlerini tartıyor, aynı zamanda kendini hazırlıyordu.

Ama Lavinya, Arthur'un içinde bulunduğu bu karanlık mekanın ötesinden, tatlı ama sessiz bir sesle kendi kendine konuşuyordu:

"Umarım kazanırsın, Arthur..."

Bu sözleri, Arthur'un duyamayacağı bir şekilde yankılandı ve gökyüzündeki altın ışıklar biraz daha parladı.

Arthur, sol tarafa doğru ilerlerken dar ve soğuk bir koridorda adımlarının yankısını dinliyordu. Gözleri çevresini dikkatlice tararken, bir süre sonra koridor genişledi ve karşısında ağır görünümlü bir kapıyla karşılaştı. Kapının üzerinde, kazınmış gibi görünen karmaşık desenler vardı. Desenler, sanki bir anlam ya da uyarı içeriyormuş gibi hissediliyordu ama Arthur, bu sembollerin ne anlama geldiğini anlayamıyordu.

Ellerini kapının soğuk metal kulpuna koydu ve yavaşça itti. Kapı gıcırdayarak açıldığında, gözlerinin önüne ürkütücü bir manzara serildi: İleriye uzanan devasa bir boşluk. Bu boşluk, derin ve karanlıktı, Arthur'un zemine adım atmayı bile düşünemeyeceği kadar korkutucu bir uçurumu andırıyordu. Ancak boşluğun belirli aralıklarında küçük, yalnızca bir kişinin durabileceği genişlikte çıkıntılar vardı. Bu çıkıntılar, düzensiz bir şekilde boşluğun her iki yanına yayılmıştı.

Arthur, bir süre durup manzarayı inceledi. İleriye, boşluğun karşı tarafına baktığında, orada başka bir kara parçasının olduğunu fark etti. Kara parçası, devam etmesi gereken yolun bir sonraki kısmı gibi görünüyordu. Ancak oraya ulaşmak, bu boşluğu geçmek demekti ve bu, herhangi bir sıradan insan için ölümcül bir meydan okumaydı.

Kendini toparladı, derin bir nefes aldı ve zırhlarına, kılıcına baktı. Ama bu durum için sahip olduğu ekipmanın hiçbir işe yaramayacağını çabucak fark etti. Kılıcını sıkıca tuttu, ama hiçbir çözüm bulamayınca içgüdüsel olarak geri çekildi. Karanlığın içinde yankılanan, üzerine çöküyor gibi görünen bu boşluk, ilk başta üstesinden gelebileceği bir engel gibi görünmüyordu.

Kapıyı kapatarak geri döndü ve yol ayrımındaki diğer yöne, sağ tarafa ilerledi. Buradan ilerlerken kararlı adımlarla yürüyor, gözleri sürekli çevresini inceliyordu. Sağdaki yol, başta dar bir geçit gibi görünse de bir süre sonra son buldu. Karşısında, sanki yolu kapatmak için yapılmış devasa bir duvar vardı.

Arthur, hayal kırıklığıyla derin bir nefes aldı, ama dikkatini kaybetmedi. Gözlerini duvarın üzerinde ve çevresinde gezdirdi. Her köşe, her taş, bir ipucu ya da bir çözüm olabilir diye dikkatlice araştırıyordu. Bir süre sonra, bir köşede gizlenmiş, neredeyse gözden kaçacak kadar ince bir boşluk fark etti. Bu boşluğun içine doğru elini uzattığında, soğuk ve pürüzlü bir şeye dokundu. Elini dikkatlice hareket ettirip çektiğinde, o şeyin bir halat olduğunu fark etti.

Halat, eskimiş ama sağlam görünüyordu. Elinde tuttuğu dokunun ağırlığını ve sağlamlığını kontrol etmek için biraz çekiştirdi. "Hafif olmam gerek," diye mırıldandı kendi kendine. Halatın burada ne aradığı ya da ne için bırakıldığı sorusu aklına takılsa da, başka seçeneği olmadığını biliyordu. Bu ip onun tek şansı olabilirdi.

Arthur, halatı omzuna atarak ayrım noktasına geri döndü. Karanlık boşluğun başında bir süre durdu, derin nefesler aldı ve zihnini sakinleştirmeye çalıştı. Halatı sıkıca tutarak kendi kendine mırıldandı: "Bu, gücümden çok dengeme ve sabrıma bağlı olacak."

Gözleri bir kez daha karşıdaki kara parçasına odaklandı. Oraya ulaşmak zorundaydı. Kılıcını dikkatlice kemerine sabitledi, zırhının hareketlerini kısıtlamayacağından emin oldu ve halatı doğru şekilde kullanabilmek için planını yapmaya başladı. Bu platform dizisinin sadece fiziksel bir meydan okuma değil, aynı zamanda zihinsel bir sınav olduğunun farkındaydı.

Arthur, karanlık boşluğa bakarken bir kez daha Lavinya'nın sesi kulaklarında yankılanıyor gibi hissetti: "Aklını, sabrını ve kuvvetini kullan…" Bu sözler, daha önce fark etmediği kadar ağır bir anlam taşıyordu. Derin bir nefes aldı ve harekete geçmek için hazırlandı.

Arthur, zırhının ağırlığını fark ederek duraksadı. Her bir parçası, yıllar boyunca onu korumuş, savaşlarda hayatını kurtarmıştı. Ancak şimdi, bu boşluğu aşmak için bir engel teşkil ediyordu. Halatın ağırlığını ne kadar kaldırabileceğinden emin değildi, ama fazla yükün bu durumda onun düşüşüne sebep olabileceğini biliyordu.

Gözlerini zırhının üzerindeki detaylara kaydırdı. Omuzluklarındaki çizikler, göğüs plakasındaki darbe izleri, savaş meydanlarının sessiz tanıklarıydı. Bu zırh, yalnızca bir koruma değil, aynı zamanda onun bir savaşçı olduğunu hatırlatan bir simgeydi. Ama şimdi, bunu geride bırakmak zorundaydı. İçinde buruk bir his yükselirken, bir süre tereddüt etti. Derin bir nefes alıp kendisini toparladı. "Bunu geri alacağım," diye fısıldadı, kendi kendine bir söz verir gibi.

Kılıcına baktığında, aynı ağırlığı hissetti. Arthur için bu kılıç, yalnızca bir silah değildi. Sadakatle taşıdığı bir yoldaş, birçok zaferin ve acının tanığıydı. Ama kılıç da ağırlık demekti. Onu da dikkatlice çıkardı ve zırhının yanına yerleştirdi. Bütün ekipmanlarını boşluğun kenarına düzgünce dizerek derin bir nefes aldı.

Şimdi tamamen hafiflemişti. Hareket kabiliyeti daha fazlaydı, ama zırhsız olmanın verdiği o savunmasızlık hissi, omuzlarında ince bir yük gibi kalmıştı. Ancak bu, ona şimdilik başka bir seçenek bırakmıyordu. Gözlerini karanlık boşluğa ve önündeki uzantılara çevirdi. Boşlukta tam sağ çaprazda, biraz mesafede bir çıkıntı gördü. Bu çıkıntı, bir başlangıç noktası olarak kullanılabilirdi. Eğer oraya ulaşabilirse, belki diğer çıkıntılara atlamak için bir plan yapabilirdi.

Elindeki halatı sıkıca kavradı ve planını düşünmeye başladı. İlk olarak, halatı boşluğun bu kenarındaki bir noktaya bağlaması gerekiyordu. Ancak etrafında düzgün bir bağlama yeri yoktu. Gözlerini yere ve çevreye dikkatlice gezdirdi. Biraz uzakta, zemine çıkıntılı bir şekilde gömülü gibi görünen bir metal çubuk fark etti. Muhtemelen Lavinya'nın bilinçli olarak yerleştirdiği bir detaydı, ama Arthur bunun üzerinde fazla düşünmedi.

Halatı metal çubuğa sağlam bir düğümle bağladı. Ucunu dikkatlice çekip kontrol etti, düğümün sıkılığı ve sağlamlığı onu tatmin edene kadar tekrar tekrar denedi. Halatın serbest kalan diğer ucunu bir süre elinde tuttu, gözlerini karanlık boşluğun karşısındaki çıkıntıya dikti ve derin bir nefes aldı.

Bu çıkıntıya ulaşmak için halat yardımıyla sallanması gerekiyordu. Ancak bu, yalnızca fiziksel bir cesaret değil, aynı zamanda doğru zamanlama ve kesin bir denge gerektiriyordu. Halatı iki eliyle sıkıca kavradı, ayaklarını kenarındaki zemine yerleştirip ağırlığını dengelerken derin bir nefes daha aldı.

"Hazır ol, Arthur," diye mırıldandı kendi kendine. Kendi sesi, bu kasvetli mekanda yankılanıyordu. Gözlerini bir kez daha çıkıntıya odakladı ve tüm gücünü toplayarak kendini boşluğa doğru itti. Halatın gerilimiyle birlikte sallanmaya başladığında, kalbi göğsünde hızlıca atıyordu. Gözleri hedefinde, zihni ise sadece dengede kalmaya odaklanmıştı.

Halat onu havada bir yay gibi savurdu. Ayaklarının altındaki derin karanlığa rağmen, Arthur'un aklı bu boşluğun ne kadar tehlikeli olduğu gerçeğinden tamamen kopmuştu. Sallanarak çıkıntıya yaklaştı, ayaklarıyla en uygun anı hesapladı ve doğru anda kendini ileriye iterek boşluğun üzerindeki çıkıntıya sıçradı.

Ayakları küçük yüzeye sağlam bir şekilde bastığında, elleri dengesini korumak için kenarlara uzandı. Birkaç saniye nefesini tuttu, kalbi hala hızlı bir şekilde atıyordu. Halat, arkasında boşlukta sallanarak kalmıştı.

Arthur, şimdi yeni bir başlangıç noktasındaydı. Karşıya nasıl geçeceğini düşünerek gözlerini bir sonraki çıkıntıya çevirdi. Bu sınavın sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel dayanıklılık gerektirdiğini biliyordu. Ama bir şey kesindi: Lavinya'nın istediği gibi, tüm gücünü, sabrını ve zekasını kullanması gerekecekti.

Arthur, sallanırken halatın havada ritmik hareketlerini dikkatlice izledi. Halat, boşlukta bir yay gibi geriliyor ve sallanıyordu. Tam doğru anı yakalaması gerektiğini biliyordu. Eğer hata yaparsa, bu boşluk onun sonu olabilirdi. Gözlerini hareket eden ipin çizgisine sabitledi, nefesini yavaşlattı ve sallanmanın tam zirveye ulaştığı noktada ani bir hareketle halatı yakaladı.

Ellerinin ipi sıkıca kavradığını hissettiği an, derin bir nefes aldı. İpin dokusu, avuçlarının içinde pürüzlü ama sağlamdı. Ancak bir sorun vardı: İp hala başlangıç noktasına bağlıydı. Eğer ipi oradan kurtarmazsa, bu çıkıntıda mahsur kalabilirdi. Boşluğun geri kalanını aşabilmek için bu halata ihtiyacı vardı.

Arthur, kısa bir an durup durumu değerlendirdi. Halatın bağlı olduğu başlangıç noktasına geri dönmek bir seçenek değildi; boşluk ve çıkıntılar arasında zaman kaybetmek onu daha da zor bir duruma sokabilirdi. Bunun yerine, ipi yerinden kurtarmanın bir yolunu bulması gerekiyordu.

Ellerini ip üzerinde daha sağlam bir tutuşla konumlandırdı ve bağlı olduğu noktaya doğru bakarak bir plan yapmaya çalıştı. Halat, başlangıç noktasındaki metal çubuğa sıkıca düğümlenmişti. Ancak Arthur, halatın bir kısmını gevşek bıraktığını hatırladı; bu, ipi yerinden kurtarmak için bir şansı olabileceği anlamına geliyordu.

Ellerini ve ayaklarını dikkatlice yerleştirerek, halatın geriliminden yararlanarak ağırlığını yukarı doğru çekti. Dengeyi sağlamak zordu; vücudu hafifçe sallanırken, boşluğun derin karanlığı altında ayaklarını dikkatlice konumlandırması gerekiyordu. Halatın yukarı doğru sarkan kısmını kavrayarak, bağlı olduğu düğümün daha gevşek kısmına erişti.

Parmaklarıyla düğümü çözmeye çalışırken, soğukkanlılığını korumak zorundaydı. Düğüm sıkıydı, ama Arthur'un elleri yılların getirdiği deneyimle, ince detaylarla başa çıkmaya alışkındı. Parmakları ustaca hareket ederken, düğüm yavaş yavaş gevşemeye başladı.

Sonunda, bir anlık bir gevşeme hissiyle düğümü tamamen çözdü. Halat serbest kaldı ve Arthur, bir anda dengeyi yeniden sağlamak zorunda kaldı. Serbest kalan ip, onun elinde hafifçe sallanırken, derin bir nefes aldı ve gözlerini ileriye dikti. Şimdi tamamen kontrol elindeydi.

Halatı boşluğun kenarında yeniden kullanabileceği bir pozisyona getirdi ve bir sonraki çıkıntıya geçmek için hazırlık yapmaya başladı. Her şey onun fiziksel gücü ve zihinsel dayanıklılığına bağlıydı. Başka bir seçenek yoktu. Bu platform dizisinin onu test ettiğini, her hareketinde sabrını ve zekasını ölçtüğünü çok iyi biliyordu. Ama kararlıydı. Arthur'un amacı yalnızca Lavinya'nın testlerini geçmek değil, aynı zamanda Frosthaven'ı yok eden ejderhanın yerini öğrenmekti.

Halatı bir kez daha sıkıca kavradı, gözlerini bir sonraki hedefe dikti ve bu ölümcül boşluğun üstesinden gelmek için cesaretini topladı.