Eristik Diyalektik
1
tartışma sanatıdır, mutlaka haklı çıkmak amacıyla
tartışma sanatı; yani per fas et nefas [hem haklıyken hem de haksızken].
2
Örneğin insan belli bir konuda objektif olarak haklıyken, izleyenlerin gözünde
ve hatta bazen kendi gözünde de, haksız kabul edilebilir. Bu durumda
karşımdaki tartışmacı benim kanıtımı çürüttüğünde, aslında belki başka
kanıtlar da olabileceği halde, savunduğum önerme çürütülmüş sayılmaktadır.
Tabii bu durumda muhalifim için de tam tersi bir ilişki söz konusudur: Objektif
olarak haksızken, haklı çıkar. Yani bir tezin objektif doğruluğu ile tartışmacı ve
dinleyicilerin değerlendirmesine göre geçerliliği, iki ayrı şeydir. (Diyalektik
bunlardan ikincisi ile ilgilidir.)
1 Antik dönemde mantık ve diyalektik çoğunlukla eş anlamlı kullanılırdı, günümüzde de öyle.
2 "Eristik" aynışeyi anlatan biraz daha sert bir sözcük sayılır. Diogenes Laertius'a göre (V, 28)
Aristoteles retorik ve diyalektiği birlikte düşünmüş, amaçlarının inandırma [Überredung**], το πιθανον [to
pithanon - xxx] olduğunu belirtmişti. Diğer yandan, amaçları gerçek olan analitik [mantık] ile felsefeyi de
bir tuttu. Διαλεκτικη δε εστι τεχνη λογων, δι ής ανασκευαζσμεν τι η κατασκευαζσμεν, εξ ερωτησεως και
αποκρισεως των προσδιαλεγομενων [Dialektikh de esti techne logos, di hes anaskeuazomen ti h
kataskeuazomen, ex erothseos kai apokriseos ton prosdialegomenon - Diyalektik bir konuşma
sanatıdır, onun aracılığıyla bir şey çürütülür ya da ilerisürülüp ispatlanır ve bu konuşmacıların soru ve
cevaplarıyla yapılır] (Diogenes Laertius, III, 48, vita Platonis). Gerçekten de Aristoteles şu ayrımı
yapmaktadır: 1. Tartışma götürmez [apodiktisch] doğrulukta sonuçlara varmanın teorisi ya da yöntemi
olarak mantık veya analitik; 2. Doğru kabul edilen, doğru sayılan, ενδοξα [endoxa - kabul gören kanılar],
probabilia [olasışeyler] (Topik, I, 1 und 12) sonuçların, yani kendi başlarına yanlışlıkları da, doğrulukları
da kesin sayılmayan sonuçların (çünkü önemli olan bu değildir) yöntemi veya diyalektik. Ama bu -aslında
haklı olalım veya olmayalım- haklı çıkma sanatından başka nedir ki? Böyle bir sanat, içeriğe önem
vermeden sadece görünüşte doğruya ulaşmakla ilgilenir. Dolayısıyla, yukarıda belirttiğim gibidir. Bu şekilde
mantıksal ve diyalektik sonuçları ayırt eden Aristoteles, bunlara 3. eristik ve 4. sofistik sonuçları da ekler.
Eristikte çıkarsamanın biçimi doğrudur ama önermelerin kendileri, yani içerik gerçeğe uymaz, sadece doğru
görünürler. Sofistikte ise çıkarım biçimi yanlıştır ama doğru gibi görünür. Aslında bunlardan son üçü, eristik
diyalektiğe dâhil edilmelidir, çünkü hepsi de nesnel doğrunun değil, sadece görünüşte doğrunun peşindedir;
doğruyu önemsemezler, amaçları haklı çıkmak, zafer kazanmaktır. Aristoteles'in sofistik çıkarımlar üzerine
kitabı diğerlerinden ayrı olarak sonradan hazırlanmıştı. Diyalektiğin son kitabıydı.
Bu nereden ileri gelir? - İnsan türünün kötülüğünden. Böyle olmasaydı,
bizler baştan sona dürüst olsaydık, o zaman her tartışmada sadece gerçeği
günışığına çıkarmaya çalışırdık, bunun ilk dile getirdiğimiz düşüncemize mi,
yoksa karşımızdakinin görüşüne mi denk düştüğüne aldırmazdık: Bu hiç fark
etmezdi ya da en azından tamamıyla ikincil sayılırdı. Oysa şimdi asıl sorundur.
Düşünme yetisi bağlamında özellikle duyarlı olan doğuştan kibirlilik, ilk öne
sürdüğümüz düşüncenin yanlış, muhalifimizin görüşünün ise doğru çıkmasını
istemez. Öyleyse her tartışmacı doğru bir yargıda bulunmak için çaba
göstermelidir. Dolayısıyla önce düşünüp sonra konuşması gerekir. Ama
doğuştan kibirliliğe çoğunlukla gevezelik ve doğuştan hilekarlık eşlik eder. Bu
kişiler düşünmeden konuşur ve eğer savlarının yanlış olduğunu, haksız
olduklarını fark ederlerse, durum bunun tam tersiymiş gibi görünsün isterler.
Gerçeğe olan ilgi doğru olduğu sanılan önermenin oluşturulması sırasında
herhalde çoğu kez yegane itici güç iken, şimdi yerini kibrin ilgisine
bırakmıştır: Doğrunun yanlış ve yanlışın da doğru gibi görünmesi
gerekmektedir.
Ancak bu hilekarlığın, artık bize de yanlış görünen bir önerme üzerinde bu
ısrar edişin bile bir mazereti vardır: Başlangıçta önermemizin doğruluğundan
çoğunlukla tamamen eminizdir, ama şimdi karşı tarafın argümanları onu
geçersiz kılmış görünmektedir; önermemizden he-men vazgeçersek, aslında
haklı olduğumuzu sonradan anlamamız çok olasıdır: Kanıtımız yanlıştı, ama
önerme için doğru bir kanıtlama vardı; sadece, önermeyi kurtaracak argüman
hemen aklımıza gelmemişti. Dolayısıyla bizde şöyle bir düstur oluşur: Karşı
argüman doğru ve ikna edici göründüğünde bile onunla savaşmalı, sadece
görünüşte doğru olduğuna ve tartışma esnasında aklımıza onu çürütecek ya da
kendi iddiamızı başka bir biçimde doğrulayacak bir argüman geleceğine
inanarak mücadeleyi sür- dürmeliyiz: Böylelikle tartışmada hilekarlığa
neredeyse mecbur kalırız, en azından baştan çıkıp oraya doğru çekilmemiz
kolay olur. Bu süreçte anlama yetimizin zaafı ve istencimizin sapkınlığı
birbirini karşılıklı olarak destekler. Bundan şu ortaya çıkmaktadır: Tartışan
kişi genel olarak doğru için değil, sadece kendi önermesi için mücadele eder,
proara et focis [yurt ve ocak için] gibi ve per fas et nefas hareket eder.
Göstermiş olduğumuz gibi, başka türlüsünü yapamaz.
Genellikle herkes, kendisine yanlış ya da şüpheli göründüğünde bile savını
kabul ettirmek ister.
3 Bunun için gerekli araçları herkese kendi kurnazlığı ve
kötülüğü bir ölçüde temin eder. Tartışmalar sırasında edinilen günlük deneyim
bunları bize öğretmektedir; yani herkesin kendi doğal mantığı olduğu gibi,
kendi doğal diyalektiği de vardır. Ama bu doğal diyalektik, hiç de doğal
mantık gibi güvenilir değildir. Kimse kolay kolay mantık kurallarına karşı bir
düşünce ileri süremez ya da çıkarsama yapamaz: Yanlış yargılar çok fazladır,
yanlış çıkarımlar ise son derece seyrek görülür. Yani bir insanda doğal
mantığın yetersiz kaldığına pek rastlanmaz, ama doğal diyalektiğin yetersizliği
öyle değildir: Bu eşit dağıtılmamış bir doğal yetenektir (tıpkı esas itibarıyla
eşit dağılmış aklın tersine, eşitsiz dağılmış yargıda bulunma yetisi gibi). Çünkü
aslında haklı olduğu bir konuda insanın sadece görünürdeki argümanlarla
aklının karışması veya görüşünün çürütüldüğünü kabul etmesi ya da bunun tam
tersi, sıklıkla olan bir şeydir. Ve tartışmadan galip çıkan kişi, çoğunlukla bunu
önermesini oluştururken yargıda bulunma yetisinin doğru işlemesine değil, o
önermeyi kurnazlık ve beceriklilikle savunmuş olmasına borçludur. Doğuştan
olan, her durumda olduğu gibi burada da en iyisidir.
4 Ancak, alıştırma
yapmanın ve muhalife saldırmaya yarayan ya da onun saldırmak için en fazla
kullandığı taktikler üzerinde düşünüp taşınmanın da bu sanatta ustalaşmaya çok
büyük katkısı vardır. Yani her ne kadar mantığın gerçekten pratik kullanımı
yoksa da, diyalektiğin pekâlâ olabilir. Bana öyle geliyor ki Aristoteles kendi
asıl mantığını (Analitik) esas itibarıyla diyalektiğe temel ve bir hazırlık olması
üzerine oluşturmuştu ve asıl meselesi diyalektikti. Mantık önermelerin yalın
biçimiyle uğraşır, diyalektik ise onların ne içerdiğiyle ya da malzemesiyle,
yani içeriğiyle: Bundan dolayı biçimin yani genel olanın, içerikten yani özel
olandan önce ele alınması gerekliydi.
3 Machiavelli Hükümdar'a komşusunun her zayıf anından ona saldırmak için yararlanmasını tavsiye eder;
yoksa komşusu aynışeyi yapacaktır. Eğer dünyada sadakat ve dürüstlük egemen olsaydı durum değişirdi;
ama bunlar beklenen tavırlar değildir, dolayısıyla hiç uygulanmamaları gerekir, çünkü kötü karşılık
görülecektir. Tartışmada da durum tıpkı böyledir: Muhalifimiz haklı göründüğünde bunu kabul edersek,
durum tam tersi olduğunda o herhalde hiç de aynışekilde davranmayacaktır. Karşı taraf per nefas [haksız
olduğu halde] devam edeceğine göre, ben de öyle yapmaya mecburum. Bir önermeye bağlanıp kalmak
yerine gerçeğin peşine düşmeli demek kolaydır; ama karşımdakinin bunu yapacağını varsayamam, demek
ki benim yapmam da olmaz. Kaldı ki muhalifim bana haklı göründüğünde, daha önce enine boyuna
düşündüğüm önermemden vazgeçmek istiyor bile olsam, bir anlık izlenime kapılıp gerçeği bir kenara
bırakmam ve hatayı tercih etmem çok kolaydır.
4 Doctrina sed vim promovet insitam [Ama sadece eğitim iç manevi kuvveti geliştirir – Horatius,
Carmina, IV, 4, 33].
Aristoteles diyalektiğin amacını benim burada yaptığım kadar kesin
belirlememiştir. Temel amaç olarak tartışmayı göstermiş, ama aynı zamanda,
gerçeğin aranma- sını da belirtmiştir (Topik, I, 2); daha sonra (Topik, I, 12)
şöyle der: Önermeler felsefi olarak gerçeğe göre, diyalektik olarak ise görünüş
ya da övgüye, başkalarının kanaatine ( [doxa]) göre incelenir. Bir önermenin
nesnel doğruluğunun, onun geçerli kılınmasından veya onaylanmasından farklı
olduğunun ve ayrı tutulması gerektiğinin bilincindedir, ancak bunları
diyalektiğin sadece ikinciyle ilgili olduğunu belirlemeye yetecek ölçüde ayırt
etmez.
5 Bu yüzden, ikinciye yönelik olarak getirdiği kuralların arasına
birincininkileri de karıştırmıştır. Dolayısıyla bana öyle geliyor ki, giriştiği işi
tam ve kesin olarak sonuçlandıramamıştır.
6
5 Diğer yandan Aristoteles de elenchis sophisticis adlı kitabında diyalektiği tekrar sofistik ve eristikten
ayırmaya çalışmıştır. Diyalektik çıkarımların biçim ve içerik olarak doğru, eristik ya da sofistik olanların ise
yanlış olduğunu belirtir (son ikisisadece amaçları bakımından farklıdır: Eristik sadece haklı çıkmayı
hedefler; sofistik ise haklı çıkarak elde edilecek itibar ve paranın peşindedir). Önermelerin içerik olarak
doğruluğu her zaman kesinlikten uzaktır, dolayısıyla ayrım yaparken bunu temel almak uygun değildir. Hele
tartışmacılar, en az emin olabilenlerdir: Tartışmanın sonucu bile ancak çok az güvenilir bir bilgisağlar. Yani
Aristoteles'in diyalektik kavramınısofistik, eristik ve peirastik* kavramlarını da kapsayacak şekilde
anlamalı ve tartışmada haklı çıkma sanatı olarak tanımlamalıyız. Tabii bunun için en iyisi daha baştan haklı
konumda olmaksa da, insanlığın mevcut durumu ve zihniyeti nedeniyle bu tek başına yeterli olmadığı gibi,
anlama yetisinin zayıflığı nedeniyle çok gerekli de değildir. Yani bazı hileler nesnel doğrudan bağımsız
oldukları için, nesnel olarak haksız olduğumuzda da kullanılabilirler ve zaten nesnel haklılık veya
haksızlığımızdan hiçbir zaman tam emin olamayız. Dolayısıyla benim görüşüm, diyalektiği mantıktan
Aristoteles'in yaptığına kıyasla daha kesin şekilde ayırmak, biçimsel olması koşuluyla nesnel gerçeği
mantığa bırakıp diyalektiği ise haklı çıkmakla sınırlamaktır. Öte yandan, sofistik ve eristiği Aristoteles'in
yaptığı gibi diyalektikten ayırmamak gerekir; çünkü böyle bir ayrım nesnel, maddi gerçekliğe
dayandırılmaktadır ve bunu önceden açıkça bilmek mümkün değildir. Yapmamız gereken, Pilatus Pontius
gibi "Gerçek nedir?" diye sormaktır. Çünkü Demokritos'un dediği gibi (Diogenes Laertius, IX, 72), veritas
est in puteo: εν βυθω ή αληθεια [en butho e aletheia - doğru derindedir]. Tartışmada gerçeği günışığına
çıkarmaktan başka bir şey amaçlanmamalı demek kolaydır, oysa gerçeğin nerede olduğunu bilmeyiz, hem
muhalifin argümanları hem de kendimizinkiler aklımızı karıştırır. - Zaten re intellecta, in verbis simus
faciles [Konu anlaşıldıysa, kendimize sözcüklerle zorluk çıkarmayalım]: Diyalektik terimi genellikle
mantıkla eş anlamlı kullanıldığından, burada ele aldığımız disiplini Dialectica eristica, yani eristik diyalektik
olarak adlandırıyoruz.
6 Bir disiplini daima diğerlerinden katıksızca ayırmalı.
Aristoteles, diyalektiği kurma işini Topikler'de [Topicis] kendine özgü
bilimsel tiniyle son derece metodik ve sistematik olarak ele almıştır. Bu
hayranlık uyandırıcıdır, ama buradaki açıkça pratik olan amaca tam anlamıyla
ulaşılamamıştır. Aristoteles Analitikler'de [Analiticis] kavramları, yargıları
ve çıkarımları saf biçim açısından ele al- dıktan sonra, içeriğe yönelir; artık
sadece kavramlarla ilgilidir: Çünkü asıl içerik kavramlardadır. Önermeler ve
çıkarımlar kendi başlarına sadece biçimden ibarettir: Onların içeriği
kavramlardır.
7
- Aristoteles şöyle bir yol izler: Her tartışmanın bir tezi veya
bir problemi (bunlar sadece biçimde ayrılır) ve bunu çözmekle görevli
önermeleri vardır. Burada söz konusu olan her zaman kavramlar arasındaki
ilişkidir. Bu ilişkiler öncelikle dört tanedir. Bir kav- ramın 1. tanımı
[definitum]; veya 2. cinsi [genus]; veya 3. kendine özgü, ayırdedici niteliği,
yani proprium, ιδιον [idion ]; veya 4. accidens'i, yani kendine özgü veya onu
başkalarından ayırıcı olsun ya da olmasın herhangi bir özelliği, kısacası bir
nitelemesi [Prädikat] aranır. Her tartış- manın problemi, bu ilişkilerden birine
bağlanır. Bütün diyalektiğin temeli işte budur. Aristoteles Topik'in sekiz
kitabında kavramların bu dört açıdan birbirleriyle karşılıklı girebilecekleri
tüm ilişkileri ortaya koyar ve her mümkün ilişkinin kurallarını belirtir. Yani bir
kavramın, bir diğerinin proprium'u, accidens'i, genus'u veya definitum'u
(tanımı) olabilmesi için onunla nasıl bir ilişki içinde olması gerektiğini
açıklar: bu gibi bir düzenlemede kolayca yapılabilecek hataların neler olduğu,
böyle bir ilişkiyi kurmak (κατασκεναζειν [kataskeuazein]) isteyen birinin her
defasında nelere dikkat etmesi gerektiği ve başkası böyle bir şey yaptığında o
kuruluşu çürütmek (ανασκευαζειν [anaskeuazein]) için neler yapılabileceği.
Aristoteles böyle her kuralın ya da bu sınıf-kavramlarının aralarındaki her bir
genel ilişkinin kuruluşunu τοπος [topos], yani locus [yer, durum] olarak
adlandırmış ve böyle 382 adet τοποι [topoi] sıralamıştır. Topica [Topikler]
adı buradan gelmektedir. Ayrıca tartışmaya ilişkin bazı genel kurallar da ekler,
ama bunlarla da konu tamamlanmış olmaz.
7 Ama kavramlar bellisınıflar altında toplanabilir: cins ve tür, neden ve etki, özellik ve karşıtlık, sahip olma
ve olmama, vb. ve bu sınıflar için geçerli, loci veya τοποι [topoi - yerler, konumlar] denilen birkaç genel
kural vardır. Mesela neden ve etkinin locus'u şöyledir: "nedenin nedeni, etkinin nedenidir" (Christian
Wolff, Ontologia, syf. 928). Pratik bir örnek: "Mutluluğumun nedeni zengin olmamdır, dolayısıyla zengin
olmamısağlayan, mutluluğumun asıl kaynağı, faili- dir. Karşıtlıkların locus'ları: 1. Birbirlerini dışlarlar,
örneğin düz ve eğri. 2. Aynı öznede bulunurlar: örneğin sevginin yeri istençse (επιθυμητικον
[epithometikon - arzulama]), nefretin yeri de orasıdır; yok eğer nefretin yeri duyguysa (θυμοειδες
[thumoeides - xxx]), sevgininki de öyledir; eğer ruh beyaz olamıyorsa, siyah da olamaz. 3. Düşük dereceli
olan yoksa, yüksek dereceli olan da yoktur: Dürüst olmayan insan iyiliksever de olamaz. Görüldüğü gibi,
loci bütün halinde kavram sınıflarıyla ilgili bazı genel doğrulardır; özel hallerde bunlara dönerek argümanlar
geliştirebilir veya genel bir fikir açıklığı edinebiliriz. Ancak, bunların çoğu oldukça yanıltıcıdır ve pek çok
istisnaları vardır. Örneğin şu locus'a bakalım: Karşıt şeylerin bağlantılı olduğu şeyler de birbirinin karşıtıdır;
örneğin erdem güzeldir, kötülük çirkin; arkadaşlık diğerinin iyiliğini isteyicidir, düşmanlık ise kötülüğünü
isteyici. Ama şimdi bir de şu örneklere bakalım: İsraf bir kötülüktür, demek ki elisıkılık bir erdemdir; deliler
doğruyu söyler, demek ki akıllılar yalancıdır. Bunlar olamaz. Ölüm geçip gitmektir, öyleyse hayat oluşmaktır
- yanlış. Bu tür topi'nin yanıltıcılığına bir örnek: Scotus Eriugena de praedestinatione adlı kitabının 3.
bölümünde, Tanrı'da -biriseçilmişleriselamete götürecek, diğeri kötüleri lanetlenmişliğe mahkum edecek-
iki praedestinationes [kaderin önceden belirlenmişliği] bulunduğunu varsayan sapkınları [Ketzer =
heretik] çürütmeye girişir. Bunun için (kimbilir nereden bulup aldığı) şu topus'u kullanır: «Omnium, quae
sunt inter se contraria, necesse est eorum causas inter se esse contrarias ; unam enim eandemque
causam diversa, inter se contraria efficere ratio prohibet.» [Birbirinin karşıtı olan şeylerin nedenleri de
karşıt olmak zorundadır, çünkü bir ve aynı nedenden farklı ve birbirine karşıt şeyler çıkmasını akıl kabul
edemez.] Demek böyle! Oysa aynı ısının balçığısertleştirip balmumunu yumuşattığını bize experientia
docet [deneyim öğretmektedir] ve bunun gibi daha yüzlerce örnek vardır. Yine de topus akla uygun
görünüyor. Yazarın bu topus'a dayandırdığı kanıtlamayı konumuz açısından ele almak gerekmez. Baco de
Verulamio ise Colores boni et mali adı altında, çürütülmeleriyle birlikte bütün bir loci derlemesi
oluşturmuştur. Burada örnek olarak düşünebileceğimiz bu loci'den yazar sophismata [sofizmalar,
yanıl(t)malar] adıyla söz etmektedir. Şölen'de sevginin bütün üstün özelliklere, güzelliğe, iyiliğe vb. sahip
olduğunu ilerisüren Agathon'a bunun tersini kanıtlamak için Sokrates'in getirdiği argüman da bir locus
olarak görülebilir: "Aradığın şeye sahip değilsindir; sevgi güzeli ve iyiyi arar; demek ki bunlara sahip
değildir." Görünüşte sanki her şeye uygulanabilen bazı genel doğrular varmış ve bunlar sayesinde
karşılaşılan türlü çeşitli tekil durumlar hakkında, özgün ayrıntılara girmeden karar verilebilirmiş gibidir.
(Karşılık [Kompensation] yasası gayet iyi bir locus'tur.) Ne var ki, kavramlar soyutlama yoluyla
farklardan çıkmıştır, dolayısıyla sonsuz bir çeşitliliği kapsarlar ve tam da bu nedenle kavramlar aracılığıyla
her türden çeşitlişeyler bir araya getirilip üst kavramlara göre karar vermeye girişildiğinde, bu sonsuz
çeşitlilik kendini yeniden ortaya koyar. Hatta insanın tartışmada zor duruma düşünce herhangi bir genel
topos'un ardına sığınarak kurtulmaya çalışması doğaldır. Loci aynı zamanda lex parsimoniae
naturae'dir [doğadaki tutumluluk yasası] ve natura nihil facit frustra [doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz].
Aslında tüm özlüsözler de pratiğe yönelik birer locus'tur.
Yani topos saf içeriksel değildir, belli bir nesne ya da kavrama bağlanmaz;
ama her zaman bütün olarak kavram sınıflarının bir ilişkisine dairdir ve bu
ilişki de, her tartışmada olduğu gibi sözkonusu dört açıdan ele alınan sayısız
kavram arasında bulunabilir. Ve bu dört ilişki biçiminin de yine alt sınıfları
vardır. Buradaki ele alış hâlâ bir ölçüde biçimseldir, ama mantıkta olduğu gibi
saf biçimsel değil, çünkü kavramların içeriğiyle ilgilenmektedir. Ancak, bunu
biçimsel tarzda yapar: A kavramının içeri- ği B kavramının içeriğiyle nasıl bir
ilişkide olmalıdır ki, biri diğerinin genus'u, proprium'u (ayırdedici özelliği),
accidens'i veya tanımını oluştursun ya da bunlara bağlı altbaşlıklar
durumundaki bir ilişki bulunsun: karşıtlık αντικειμενον [antikeimenon], neden
ve etki veya bir özelliğin varoluşu ya da eksikliği vb. Her tartışma bu ilişki
üzerinedir. Aristoteles'in topoi olarak bu ilişkiler üzerine getirdiği kuralların
çoğu kavram ilişkilerinin doğasında bulunan şeylerdir; herkes kendiliğinden
bunları bilir ve muhalifinin bunlara riayet etmesi için kendiliğinden ısrar eder.
Yani tıpkı mantıkta olduğu gibi. Hatta bu durumda kurallara uymak ya da
uyulmadığını fark etmek, topos'taki soyut kuralları gözetmekten daha da
kolaydır. Bundan dolayı bu diyalektiğin pratikte kullanım alanı büyük değildir.
Neredeyse sadece kendiliğinden anlaşılan ve sağlıklı aklın kendiliğinden fark
edeceği şeyler söyler. Örnekler: "Eğer herhangi bir nesnenin cinsinden [genus]
söz ediliyorsa, ona bu cinsin bir türü de [species] tekabül etmek zorundadır;
böyle değilse, önerme yanlış demektir: Mesela ruhun hareket ettiği ileri
sürülüyorsa, uçuş, yürüyüş, büyüme, küçülme vb. gibi belli bir hareket ona
özgü olmalıdır. Yoksa ruh hareketsizdir. Yani türü olmayan bir şeyin cinsi de
yoktur: Bu topos'tur." Sözkonusu topos, tezler ileri sürmeye ve çürütmeye
yarar, dokuzuncu topos'tur. Ve tersi de geçerlidir: Eğer bir şeyin cinsi yoksa,
türü de yoktur. Mesela birisinin bir başkası aleyhine konuşmuş olduğu iddia
ediliyor olsun: Onun hiç konuşmadığını ispatlarsak, böyle bir şey
söylemediğini de ispatlamış oluruz. Çünkü cinsin olmadığı yerde tür de
olamaz.
Nitelik, yani proprium konusunda, 215. locus'ta şöyle denilmektedir: "İlkin,geçersizleştirme üzerine: Eğer muhalif nitelik olarak ancak duyusal yoldan
algılanabilecek bir şeyi belirtmişse, bu kötü bir belirtmedir. Çünkü duyusal
olan her şey, duyular alanının dışına çıktığı zaman belirsizleşir. Mesela
muhalif, güneşin niteliği olarak onun dünyanın üzerinden geçen en parlak yıldız
olduğunu ileri sürsün. Bu işe yaramaz, çünkü güneş battığında artık duyular
alanının dışında olduğu için, dünyanın üzerinden geçip geçmediğini bilemeyiz.
- İkincisi, bir iddia ileri sürmek üzerine: Niteliğin doğru şekilde belirtilmesi
için, ya duyusal yoldan algılanmayan bir şey ya da duyusal yoldan bilinen ama
kaçınılmaz olarak hazır bulunan bir şey belirtilmelidir. Mesela, yüzeyin
niteliği olarak onun önce bir rengi olduğu belirtilmişse, bu duyusal bir
özelliktir ama açıkça her zaman mevcuttur, yani doğrudur." - Aristoteles'in
diyalektiği hakkında bir fikir vermek için bu kadarı yeter. Bana böylece amaca
ulaşılmış gibi gelmediği için, bir başka kaynaktan daha yararlanmayı denedim.
Cicero kendi Topikler'ini, Aristoteles'in eserini belleğinde kaldığı kadarıyla
taklit ederek oluşturmuştur. Metin çok sığ ve zayıftır. Cicero bir topus'un ne
anlama geldiğini, amacının ne olduğunu açık seçik kavrayabilmiş değildir ve
ex ingenio [kendi icadı] türlü çeşitli anlamsızlığı bir yığın hukuksal örnekle
donatmıştır. Onun en kötü yazılarından biridir bu.
Diyalektiği saf haliyle kavramak için objektif gerçekle ilgilenmeden (bu
mantığın konusudur) onu sadece haklı çıkma sanatı olarak ele almalıyız. Tabii
eğer zaten haklıysak, haklı çıkmamız daha kolay olacaktır. Ama kendi başına
diyalektiğin başlıca görevi, her türden saldırıya, özellikle dürüst olmayan
saldırılara karşı insanın kendini nasıl savunacağını ve aynı şekilde başkasının
iddialarına kendisiyle çelişkiye düşmeden ve söyledikleri çürütülemeden nasıl
saldırabileceğini göstermektir. Objektif doğruyu bulma işini kendi
önermelerini geçerli kılma, kabul ettirme sanatından ayırmak gerekir:
Bunlardan ilki çok farklı bir faaliyettir [πραγματεια - pragmateia]; yargıda
bulunma yetisinin, düşünümün ve deneyimin işidir ve buna özgü bir sanat
yoktur; diğeri ise diyalektiğin amacını oluşturur. Diyalektik, görüntünün
[Schein] mantığı olarak tanımlanmıştır. Yanlış: Öyle olsa, sadece yanlış
önermelerin savunmasında kullanılabilirdi; oysa insan haklı olduğunda da
görüşünü savunmak için diyalektiğe gereksinim duyar. Hileli yolları
tanımalıdır ki onlara karşılık verebilsin. Ayrıca, muhalifi aynı silahlarla
vurabilmek için bunlara sıklıkla kendisi de başvurabilir. Yani diyalektik
açıdan objektif doğruyu bir kenara bırakmak ya da tesadüf saymak zorundayız.
Tek yapmamız gereken, kendi iddialarımızı nasıl savunacağımızı ve
muhalifimizin görüşlerini nasıl çürüteceğimizi bulmaktır. Buna yönelik
kuralları uygularken, objektif doğruyu hiç dikkate almamalıyız, çünkü
genellikle objektif doğru bilinmez.
8 Çoğu zaman haklı ya da haksız
olduğumuzu kendimiz de bilemeyiz, sık sık buna inanır ve yanılırız. İki taraf da
sık sık buna inanır: Çünkü veritas est in puteo [doğru derindedir] (εν βυθω ή
αληθεια [en butho e aletheia], Demokritos). Tartışmaya başlarken kural olarak
herkes kendi dediğinin doğru olduğuna inanır. Tartışma ilerlediğinde iki taraf
da kuşkuludur. Ancak tartışmanın sonunda doğrunun bulunması, onaylanması
beklenir. Ama diyalektik bununla meşgul olmaz: Bir kılıç ustası dövüşürken
düelloya yol açan olayda kimin haklı olduğuyla ilgilenmez, tek dikkat ettiği
şey, hamle yapıp isabet ettirmek ve hasmının hamlelerini savuşturmaktır.
Diyalektikte de aynen böyledir: Tinsel bir kılıç dövüşüdür diyalektik, ancak
böyle saf olarak kavranırsa kendine özgü bir disiplin oluşturabilir. Çünkü saf
objektif doğruyu amacımız olarak görürsek, yalın mantığa geri döneriz. Öte
yandan, amacımız yanlış önermeler öne sürmek olursa, ortaya kuru sofistikten
başka bir şey çıkmaz. Ve her iki durumda da nesnel doğru ve yanlışı önceden
bildiğimiz varsayılmıştır; oysa bu çok seyrek olabilen bir şeydir. Öyleyse
diyalektiğin doğru kavranışı söylediğimiz gibidir: Diyalektik tinsel kılıç
dövüşü sanatıdır ve tartışmayı kazanmaya yarar. Aslında buna eristik demek
daha uygun olurdu. En doğru ismi eristik diyalektiktir: Dialectica eristica. Ve
çok yararlıdır, ne var ki son zamanlarda haksız yere ihmal edilmiştir.
8 Çoğu zaman iki konuşmacı da çok canlı ve ateşli bir tartışma yapar ve her biri diğerinin görüşünü
benimsemiş halde evine gider; aralarında takas yapmışlardır.
Bu anlamda diyalektik, tartışmada haklı olmadıklarını fark eden ama buna
rağmen durumu kurtarmak isteyenlerin, doğadan aldıkları yetenekle
uyguladıkları bir sanatın sistem ve kurala indirgenerek özetlenmesi ve sunumu-
dur. Dolayısıyla diyalektiğin bilimini yaparken nesnel gerçeklik ve onun ortaya
çıkarılması üzerinde durmak, tamamen amaç dışı kalırdı; çünkü özgün ve doğal
diyalektikte böyle bir şey olmaz, tek hedef haklı çıkmaktır. Yani bizim
kastettiğimiz anlamda bilimsel diyalektiğin temel görevi, tartışmada
başvurulan hileleri tek tek açıklamak ve çözümlemektir: Böylece bunları
gerçek tartışmalarda hemen tanıyabilir ve yok edebiliriz. Tam da bu nedenle
diyalektik açıkça, objektif gerçekliği değil tartışmayı kazanmayı nihai amacı
yapmalıdır.
Geniş çaplı araştırmalar yaptığım halde, bildiğim kadarıyla bu yönde
gerçekleştirilmiş herhangi bir çalışma yok.
9 Yani bakir bir alan var önümüzde.
Amacımıza varmak için, deneyimden yola çıkmalıyız: Çevremizde sık yaşanan
tartışmalarda tarafların söz konusu hileleri birbirine karşı nasıl kullandığını
gözlemleyerek farklı biçimlerde tekrarlanan hilelerin genel yapılarına
ulaşmalıyız. Böylece, hem kendimiz kullanmak hem de bize karşı
kullanıldıklarında bunu boşa çıkarmak üzere, genel bazı hileleri
[Stratagemata] ortaya koyabiliriz.
9 Diogenes Laertius'un belirttiğine göre, Theophrastos'un retorik konusunda hepsi de kaybolmuş bulunan
çok sayıdaki yazısından birinin başlığışöyleydi: Αγωνιστικον της περι τους εριστικους λογους θεωριας
[Agonistikon tes peri tous eristikous theorias - xxx]. Tam aradığımız şey!
Aşağıdaki açıklamalar bunun bir ilk denemesi olarak anlaşılmalıdır.