Bölüm 1: Kaçış
Rüzgar, gecenin sessizliğinde hafifçe esti. Ay, dönen yapının en üst katmanına solgun bir ışık döküyordu. Fujimaru, köyün dışına açılan patikada nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Elleri yumruk halindeydi, ama hissetmiyordu. Çünkü onlar gerçek eller değil, mekanikti. Kollarının metal yüzeyi, soğuk havada hafifçe parlıyordu. Çocukluğundan beri bu gerçekle yaşamaya alışmıştı ama yine de, her baktığında içinde bir şeyler sızlıyordu.
Babaları her zaman bir kahraman gibi görmek ister insan. Çocukken ona söylenen hikayeler gerçek ötesi bir masalmış gibi gelir. Ama o masal bir gün son bulduğunda, geriye yalnızca acı ve yüksek duvarlı bir köy kalır. Fujimaru'nun babası da bir zamanlar maceracıydı. Dönen yapının katmanlarının derinliklerine inmiş, görülmemiş yerler keşfetmişti. Ama bir gün, geri dönemedi. Yanında giden tek kişi, o zaman henüz küçücük bir çocuk olan Fujimaru'ydu. Ve o yolculukta, babasının elleri avuçlarından kayarken hissettiği çaresizlik, zihnine kazınmıştı. O gün, sadece babasını değil, kendi ellerini de kaybetmişti.
Babasıyla birlikte çıktıkları son keşif gezisi gözlerinin önüne geldi. Henüz altı yaşındaydı. Dönen yapının üçüncü katmanına kadar inmişlerdi. Orada, babası ona keşif yapmayı öğretirken, birlikte küçük bir kamp kurmuşlardı. Babasının sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu:
"Unutma Fujimaru, her macera bilgeliğin bir parçasıdır. Ama en önemlisi, geri dönebilmektir."
Ancak o gün geri dönememişlerdi.
Yerde derin çatlaklar vardı. O çatlaklardan fışkıran buharlar, havayı yoğun ve boğucu hale getiriyordu. Çevrelerinde devasa taş sütunlar yükseliyordu ve her birinin yüzeyi bilinmeyen sembollerle kaplıydı. Fujimaru, babasının elini sıkı sıkı tutarken, bilinmezliğin ortasında güvenli bir liman gibi hissetmişti.
Sonra... Yerin titrediğini hatırlıyordu. Gökyüzünü bile kaplayan bir gölge. Gözlerini açtığında, devasa bir yaratık üzerlerine çullanıyordu. Derisi kaya kadar sertti, nefes alışverişi bile çevreyi sarsıyordu. Babası, onu geriye iterek kılıcını çekmişti.
"Kaç, Fujimaru! Buradan uzaklaş!" diye bağırmıştı.
Ama kaçmamıştı. Babasının savaşını izlerken, her şey çok hızlı gelişmişti. Babası yaratığın saldırısını savuşturmuş, ancak o anda zemin çökmüştü. Fujimaru, çığlık atarak düşerken, babasının son anda onu yukarı itip kurtardığını hissetmişti. Ancak kendisi, boşluğa düşmüştü. Babasının gözleriyle son kez buluştuğu anı hatırlıyordu. O gözlerde korku yoktu, yalnızca derin bir huzur ve veda vardı.
Sonra... Karanlık.
Fujimaru gözlerini açtığında, sert kayalara çakılmıştı. Kolları acı içindeydi, ama hissizdi. Çevresi tamamen yabancı bir yerdi. Yerde kırık kemikler ve paslı silahlar vardı. Eski maceracıların izleri. Burası bir mezarlık gibiydi.
Acısı dayanılmaz bir noktaya geldiğinde, bir ses duydu. Bedenine işleyen, uğursuz bir ses.
"Güç istiyor musun? Hayatta kalmak için bir bedel ödemeye hazır mısın?"
Fujimaru cevap veremedi. Ama içindeki umutsuzluk, çaresizlik, o sesin beklentisiyle buluştu. Ses, zihnine daha da yayıldı.
"Güç karşılığında ellerini alırım. Ama seni hayatta bırakırım. Seçimini yap, çocuk. Ya ölürsün, ya da bana ait olursun."
Elleri zaten hissizdi. Bedeninin sınırlarını zorlayan o acı, kaybettiği babasının ardından hissettiği boşluk... Hayatta kalmalıydı.
"Kabul ediyorum," diye fısıldadı.
Ve o an, bir alev gibi lanet damarlarına işledi. Kolları çürüyüp dökülüyordu, kasları eriyordu. Gözleri karardı. Çığlık atacak gücü bile kalmamıştı. Bir noktadan sonra acı, tamamen anlamını yitirmişti.
Sonrasında, kim olduğunu bilmediği bir grup maceracı onu bulmuştu. Baygın, kollarını kaybetmiş bir halde yatarken. Onu köye geri getirdiklerinde, herkes onun öldüğünü düşünmüştü. Ama ölmemişti. Yaşamla ölüm arasında gidip gelmişti, ama lanet onu yaşatmıştı.
O zamandan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Babası gitmişti. Kolları yoktu. Umudu yoktu. Sadece geçmişin gölgesinde yaşamak kalmıştı ona.
Ama yıllar geçtikçe, babasının ona son sözlerini hatırlamaya başlamıştı. "Her macera bilgeliğin bir parçasıdır." Babasının yarım bıraktığı yolculuğu tamamlamak istemişti. Çünkü bu onun tek yoluydu.
Ve şimdi, kaçıyordu.
Gecenin karanlığı, köyün üzerine bir örtü gibi serilmişti. Etrafta sadece nöbetçilerin ayak sesleri duyuluyordu. Fujimaru köyün ana meydanına baktı. Yıllarca bu taş döşeli yolda yürümüş, burada arkadaşlarıyla oyunlar oynamıştı. Ama artık o bir çocuk değildi. Oyun bitti. Şimdi gerçek macera başlıyordu.
Gece en uygun andı. Nöbetçilerin ilgisi köyün ana girişine odaklanmıştı. Ama köyün arkasında, duvarın kenarında, sıkça kullanılmayan eski bir yol vardı. Orası, geçmişte maceracıların köye girdiği patikalardan biriydi. Ancak zamanla bu patika tehlikeli hale gelmiş, kullanılmaz olmuştu. Fujimaru içinse, bu kaçışın tek yolu buydu.
Gözleri alışkın olduğu dar sokaklardan, şimdilerde ona tutsaklık gibi gelen evlerin pencerelerinden geçti. Çoğu insan uyuyordu. Nöbetçiler bile uykulu gözlerle devriyelerini sürdürüyordu. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Yıllardır yaşadığı bu yerden ayrılmak kolay değildi. Ama bir yanılgıya kapılmamalıydı. Bu yer onu tutan bir zincirdi, ve şimdi o zincirleri kırıyordu.
Sessizce bir binanın gölgesine süzüldü, nefesini tuttu. Gözleri etrafı taradı. Nöbetçi biraz ilerideydi, köyün girişine bakıyordu. Tam düşündüğü gibi, duvarın arka tarafında hiçbir koruma yoktu. Önündeki yolu hızlıca ölçtü. Gölgelerden yararlanarak bir hareket planı oluşturdu.
Ayakkabılarının altındaki çakıllar hafifçe hışırdadı. İçini gergin bir heyecan kapladı. İlk yanlış adımda tüm planı suya düşebilirdi. Ama korku, onu durduramazdı. Derin bir nefes aldı.sonra hızla harekete geçti
Köyün dışına adım attığında, içinde bir ürperti hissetti. İlk defa köyden bu kadar uzaklaşıyordu. Fakat bu ürperti, korkudan değil, heyecandandı. Derin bir nefes aldı ve adımlarını hızlandırdı. Patikanın başına geldiğinde durup geriye baktı. Köyün siluetini hafızasına kazımak ister gibi birkaç saniye boyunca gözlerini ayırmadan izledi.
Buraya geri dönmemek üzere gidiyorum.
Duvara ulaştığında, gövdesini sırtına yasladı. Kendisini yukarı çekmek için mekanik kollarını kullandı. Parmak uçlarından küçük metal kancalar çıktı ve duvarın üst kenarına saplandı. Hafif bir mekanik tıklama duyuldu. Ardından, tüm gücünü kullanarak kendini yukarı çekti. Aşağı atladığında, dizlerini kırarak darbeyi yumuşattı. Sonra hızla doğruldu ve ilk katmana inen patikaya doğru koşmaya başladı.
Dönen yapının ihtişamı göğe yükseliyordu. Burası sadece bir yapı değil, aynı zamanda bilinmeyene açılan bir kapıydı. Babasının hayalini gerçeğe dönüştürmek için adım adım ilerleyecekti. Macerası şimdi başlıyordu.