Bölüm 3: Yeni Bir Yoldaş
Fujimaru, uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından nihayet ikinci katmana ulaşmıştı. Burada, dönen yapının kaotik doğası biraz daha düzenli bir hale bürünüyordu. İlk katmandaki engebeli araziler ve parkur gibi yolların yerini, taş yapılar ve terk edilmiş harabeler almıştı. Fakat burası, yalnızca bir geçiş bölgesi değildi. Aynı zamanda birçok maceracının dinlenmek için uğradığı bir yerdi.
Bu katmanda, "Son Umut Hanı" olarak bilinen bir bar vardı. Burası, farklı seviyelerdeki maceracıların bir araya gelip hikayelerini anlattığı, yemek yediği ve en önemlisi yeni ekipler kurduğu bir yerdi. Fujimaru, buraya adımını attığında içerideki sıcak atmosfer karşısında bir an şaşkına döndü. İnsanlar gülüyor, bardaklar tokuşturuluyor, kimileri ise haritalar üzerine eğilmiş, strateji belirliyordu.
Ancak Fujimaru'nun burada bulunma amacı belliydi: kendine bir takım bulmak. Yalnız başına bu yolculuğa devam etmek istiyordu ama gerçeğin farkına varmıştı. Üst katmanlara tek başına çıkmak delilikti. Yanında birilerinin olması gerekiyordu.
Bir masaya oturdu ve etrafını izlemeye başladı. İnsanlar genellikle güçlü görünen, iyi ekipmanlara sahip kişileri yanlarına alıyordu. Fujimaru ise hem genç hem de yeni olduğu için kimse ona fazla dikkat etmiyordu. Hatta birkaç kişiye yaklaşıp ekibine katılmak isteyip istemediklerini sorduğunda, dalga geçilerek reddedildi.
"Çaylaklar bizimle gelirse sadece yük olur!"
"Haha! Kollarını kaybeden birini mi ekibimize alalım? Bize engel olmasın yeter!"
Bu sözler Fujimaru'yu rahatsız etse de, onlara cevap vermedi. Zaten alışkındı. Kollarını kaybettiğinden beri insanlar ona hep acıyarak bakmış ya da onun zayıf olduğunu düşünmüştü. Oysa o, buraya kadar gelmişti ve daha da ileri gitmeye niyetliydi.
Başka bir yol denemeye karar verdi. Küçük bir kağıt parçası çıkarıp üzerine büyük harflerle şunları yazdı:
"Takım Arkadaşı Aranıyor! Güçlü Olmanıza Gerek Yok, Sadece Güvenilir Olun!"
Altına basit bir çubuk adam çizdi. Çizimi o kadar kötüydü ki, kağıdı gören birkaç kişi kahkaha attı. Ancak Fujimaru pes etmeye niyetli değildi. Kağıdı barın duvarına astı ve bir köşeye çekilip beklemeye başladı.
Dakikalar geçti. Saatler geçti. Ama kimse gelip ilanına ilgi göstermedi. Tam umudunu kaybetmek üzereyken, birinin ona doğru yaklaştığını fark etti. Ancak gelen kişi, beklediği gibi güçlü bir savaşçı ya da tecrübeli bir maceracı değildi. Uzun, sıska bir çocuktu. Kısa kestirilmiş siyah saçları ve oldukça solgun bir teni vardı. Gözlerinden biri bir bantla kapatılmıştı. Üzerindeki kıyafetler eski ve yıpranmıştı.
Çocuk bir an tereddüt etti, sonra kekeleyerek konuştu.
"Şey... Bu ilana... gerçekten mi insan alıyorsunuz?"
Fujimaru gülümsedi. "Evet! Katılmak ister misin?"
Çocuk, gözlerini kaçırarak utançla başını eğdi. "Ben... ben çok iyi değilim. Kimse benimle takım olmak istemiyor..."
Fujimaru başını hafifçe yana eğdi. "Neden?"
"Çünkü ben... işe yaramazım..." Çocuk derin bir nefes aldı. "Büyü kullanabiliyorum ama pek iyi sayılmam. Üstelik lanetim yüzünden sol gözümü kaybettim... İnsanlar benim zayıf olduğumu düşünüyor."
Fujimaru içten bir kahkaha attı. "Ah, ben de pek güçlü sayılmam. Ama bir yolculuğa çıkıyorsam, yanımda bir dostumun olması iyi olurdu. Ne dersin? Takımıma katılmak ister misin?"
Çocuk bir an duraksadı. Gözleri hafifçe büyüdü. Kimse ona böyle yaklaşmamıştı. Hep dışlanmış, hep yalnız bırakılmıştı. Ama şimdi... biri onu olduğu gibi kabul ediyordu. Hafifçe gülümsedi.
"Ben... tamam!"
Fujimaru elini uzattı. "Adın ne?"
"Fushi."
"Harika! O zaman artık takım arkadaşımızsın, Fushi!"
O an, belki de Fushi'nin hayatında ilk kez bir yere ait olduğunu hissettiği andı. Ve böylece, Fujimaru'nun macerası artık yalnız bir yolculuk olmaktan çıkıp, gerçek bir dostluk hikayesine dönüşmeye başlamıştı…