Bu üçüncü okuyuşumdu. Toplam on bir sayfa yazmıştım ve artık tek bir satır yazamıyordum. Dün gece boş sayfa açıp beyaz ekrana uzun uzun baktım. Gözlerim kapanmaya başladı beyaz ekran beni büyülemişti. Masa başında yazmak için ilham gelmesini beklerken rüya görmeye başladım. Ruhum bedenimden sıyrılıp yükselmişti aşağıda sonsuz mavilikte deniz ve dipteki yosunları görebiliyordum. Bu bir tatil ülkesiydi. Bir süre sonra bu ülkeden sıyrılıp bir kuzey Avrupa ülkesine süzüldüm.
Yüksek bir tepede büyük bir şato gördüm, belki de sahibi kont Draculaydı. Şato o kadar büyüktü ki, merdivenlerden zemin kata inene kadar ağzından ateş çıkaran ejderhaya yakalanıyordum.
Bu arada bu yüksek kubbeli bina içinde uçma yeteneğimi neden kaybettiğimi düşünmeye başlamıştım.
Yazmaya ilk başladığım günlerde ünlü olmanın hayallerini kurardım. Sıradan bir kitapçının herhangi bir rafında gezinirken karşıma çıkan kitabın yazarı olmak en büyük mutluluk kaynağım olacaktı.
Basılan dördüncü kitaptan sonra bu hayal yavaş yavaş yok olmaya başladı. Şimdi gecenin bu saatinde sıcak yatağımda uyumak yerine yazdığım on bir sayfayı tekrar tekrar okuyorum. İlk izlenimlerim bir Wattpad romanı izlenimi verdiği yönünde, ergenler için okunabilir bir kitap. Günün büyük kısmını ergenlerle geçiren benim için bir sürpriz olmasa gerek!
Aslında kitabımda hedefimi anlatmaya çalışacaktım. Refah ülkesine gitmek için geceleri uykusuz kaldığımı gözlerim yavaşça kapanırken kuantum mekaniği okumaya devam ettiğimi yazacaktım.
Hayallerim gerçekleşir de okulum biterse medeni ülkelerden birine gittiğim de ilk işim az kullanılmış bir araç almak olacaktı.
Yaşadığım ülkede yaptığım mesleği çağdaş bir ülkede yapmak için başvuruda bulundum aslında ancak ülkemde aldığım pedagojik formasyon eğitimini çağdaş ülkeler yeterli bulmuyordu bu amaçla hatırı sayılır dergilerde makaleler yazmalıydım. Yazmanın tek yolu vardı: sabahlara kadar okumak!
İlk ders gözlerim kapanmaya başladı, öğrenciler konuyu ikinci ders anlatmamı istediler çünkü onlar da benim gibi oturdukları sırada uyumaya başlamışlardı. Uyanık olanlar cep telefonlarını kullanıyordu.
Mesleğimin ilk yıllarında öğrencilerle sohbet ederdim şimdi ise ben elli yaşıma girdim onlar hala on beş yaşında artık konuşacak ortak bir noktamız yok. Öğretmenler masasında çayımı yudumlarken bir an evvel zilin çalmasını hemen okulun dışına çıkıp sigaramı yakmayı hayal ediyorum.
Elimdeki makaleyi tekrar tekrar okuyarak öğrencilerin bana hediye olarak sunduğu kırk dakikayı verimli kullanmak istiyorum çünkü ikinci ders Paskal üçgenini ve Binom açılımını anlatacağım.
Kuantum mekaniğini ve klasik mekaniği öğrenmem gerek son yazacağım romanım için bu gerekli araya ergenler için birkaç satır ekleyeceğim. Elbette onların dilini kullanmam gerek örneğin takipçi kasmak, görüldü atmak, hikaye basmak gibi.
Bu satırları yazarken yaşadığım ülkeden neden memnun olamadığımı düşünüyorum. İdeal devlet nasıl olmalı sorusu birkaç gündür zihnimde. Bu soru da beni "Devlet" isimli eseri okumaya sevk ediyor.
İlginç bir tesadüf olması gerek, yıllar sonra ülkemde bazı politikacılar hükümet lehine oy kullanmayan vatandaşların cennete gidemeyeceğini ifade ediyor.
"Sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm!"
Sen okuma araştırma üretme ben bunları senin yerine yaparım! Sen sadece tüket!
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında üretime ağırlık verilirken şimdi tüketime ağırlık veriliyor.
Bununla birlikte insanlar bu durumdan memnun bence sosyologların makale okumayı bırakıp bu durumu incelemeleri gerek. Toplum olarak emek vermeden kazanmayı kanıksadık galiba.
Polis'in ilke ve düzenlemeleri, bir annenin, bir babanın, bir kardeşin, dolayısıyla da bütün yurttaşların himaye edici, yönlendirici sesini temsil ederler. Polis'in biricik hedefi, yurttaşlarının gerek tanrısal gerekse insansal düzlemde varoluşlarını düzenlemek ve korumak; gençleri, en iyi yurttaşlar olarak yetiştirmek, bütün yurttaşlarına mutlu bir hayat sağlamak olduğundan, polis düzeninin yetkili ellerine, bugünkü modern dünya insanının, en azından Batı demokratik toplumlarındaki bireyin kolay kolay anlayabileceğinden çok fazla, bireyin özel hayatına ve mülkiyet ilişkisine müdahale imkânı veren haklar teslim edilmişti.
Yurttaşlara mutlu bir hayat sağlamak!
Yirmi yıldır en çok duyduğum sloganlardan biri bu ve bu amaçla özel hayata müdahale etme yetisini kendinde gören idareciler.
Son günlerde gençlerimizin yorucu bir eğitim yılının sonunda düzenlenen bahar şenliklerinin iptal edilmesi buna örnek verilebilir.
Bu kararın alınmasında tarikatların da ne kadar etkili olduğu bence tartışılmaz.
Ancak polis yurttaşı, bu haklardan kendisine yöneltilen talepleri, kişisel alana bir müdahale gibi algılamıyor, kendisinden talep edilenleri yerine getirmeyi, gerek kendisi gerekse de öteki yurttaşlar bakımından yerinde ve gerekli fedakârlıklar olarak görüyordu. O karanlık, hayatı silip yok edici ölüm karşısında etkili olabilmenin biricik yoluydu bu fedakârlıklar ya da hatta kendini kurban etmeler.
Bir genç çarpanlara ayırmadan yada denklem çözmeden önce yaşadığı toplum için en doğru devlet biçiminin ne olduğunu kavramalıdır. bu kazanım için tek bir yol var : kitap okumak.
Çocukluğunda eline geçen harçlıkla kitap alan ve yaşamı boyunca sabahlara kadar okuyan bir lidere sahibiz bir başka deyişle çok şanslı bir toplumuz. O zaman temel soru şu:
Bu kadar şanslı bir toplumda yaşıyorsam neden refah ülkelerine gitmek istiyorum?
Hayatta tek amacımız daha yeni araçlar almak ve daha konforlu dairelerde oturmak mı olmalı diye düşünüyorum. Hükümet başkanımız bu tür isteklerin sıradan olduğunu belirtti. Bu fikre sahip olan birinin maddiyattan çok okumaya ve aydınlanmaya değer veren gösterişten sakınan bir yaşam tarzına sahip olması gerekir.
Kimi zaman kendimi suçlu hissediyorum sıradan isteklerimi yerine getirmek için geceleri –bana göre günün en verimli saatleri- kitap okumak yerine mekanik ve dinamik çalışarak hayatımı maddi açıdan kurtarmaya çalışıyorum.
Kuantum mekaniği sadece bu amaçla okuduğum bir kitap değil, insanların bu konuya yoğun bir ilgisi var. Bununla birlikte kuantum fiziği yada klasik mekanik bir rus klasiği gibi odaya çekilip birikim olmadan okunacak kitaplar değil.
Aslında kuantum teorisinin bize atomların veya temel parçacıkların mikroskobik altı seviyelerindeki gerçekliğe inanmamızı söylediği şey, sıradan klasik resimlerimizden o kadar uzaktır ki, basitçe kuantum düzeyindeki resimlerden tamamen vazgeçmeliyiz. birçok fizikçi, kuantum ölçeklerinde gerçek bir gerçekliğin varlığından bile şüphe duyuyor ve bunun yerine cevaplar elde etmek için sadece kuantum-mekanik matematiksel formalizme güveniyor gibi görünüyor. Yine de tüm bunlara rağmen, 17. yüzyıl Newton mekaniğinden gelişen kapsamlı ama tamamen klasik şemanın Lagrange Hamiltonian prosedürler koleksiyonunun ne kadarının kuantum-mekanik teorisinin temel arka planını sağladığı çok dikkat çekicidir.
Tek bir parçacık için, zaman bileşeni t ile uzaysal bileşenleri x, y ve z arasında belirgin bir göreli simetri olduğu ortaya çıkıyor. Bunun kuantum mekaniğinin gerçek zaman evrimini tanımlamada nasıl önemli bir rol oynadığını birazdan göreceğiz. Bununla birlikte, birçok parçacık dahil olduğu için, fiziğin uzaysal ve zamansal yönlerinin tedavilerinin çok farklı olduğu göreli olmayan bir prosedür sağlarlar.
Sana bu iyiliği neden yaptığımı hiç düşündün mü, Necip? Kısa bir zaman yolculuğuna çıktın sana tekrar gençliğini verdim. Bunun bir karşılığı olmalı, senden küçük bir ricada bulunacağım. Zamanda geriye döndüğün yıl bir biyolojik savaş başlamıştı. İnsanlar salgında eve kapanmıştı ve sen derslerini bilgisayar başında yapıyordun. Salgının tek çaresi vardı mRNA aşısı. Türk asıllı iki Alman bu aşıyı geliştirdi ve oldukça başarılı oldular. Neden başarılı olduklarını düşündün mü?
-düşünmedim, biyoloji en zayıf olduğum disiplindir.
-başarılı oldular çünkü virüsler hücreye genetik materyali gönderdikten sonra konak hücrenin yönetim mekanizmasını –mRNA-hariç ele geçirir, hücrede çoğalır ve patlama olur, ortaya çıkan yeni virüsler diğer hücrelere tutunmaya başlar.
-çocukluğumda izlediğim Uzay-1999 dizisindeki uzay gemilerini hep virüslere benzetmişimdir. İlkokulda onlar hakkında kara tahtada bir sunum yapmıştım.
-salgından beş yıl sonra ikinci biyolojik silah devreye girecek, Necip. Biliyorsun çok kısa sürede hızla mutasyona uğrama özelliği onları kusursuz yapıyor. Yeni model ve güncelleşmiş bu kristal yaratıklar artık mRNA kontrolünü de ele geçirmeye başladılar. Bu tedavinin olmaması anlamına geliyor.
Senden istediğim ilk virüsün ortaya çıkmasına engel olmak eğer mutasyona uğramadan başarılı olursan insanların ölümüne engel olabilirsin.
-bu nasıl olacak, peki ? ilk virüsün ortaya çıktığı merkezi yok etmemi mi istiyorsun?
-hümanist yöntemlerle bu problemi çözeceksin. 2005 yılında çalıştığın lisede öğrenci değişim programı ile ülkeye gelen kısa boylu çekik gözlü öğrenciyi hatırladın mı?
-sempatik bir öğrenciydi, yakasında Türk bayrağı ve Atatürk fotoğrafı taşırdı. Çorbayı yüksek sesle içmesi hariç beni rahatsız eden bir davranışı yoktu. Konu ile ilgisini anlamadım?
O genç kısa çekik gözlü genç yıllar sonra ülkesinde çok başarılı bir mikrobiyolog olacak desem konumuz ile bağlantı kurabilirsin sanırım. Okulda en Samimi olduğu öğretmen sendin. Birlikte yedi yüz yıllık tarihi mekanları gezmiştiniz. Onu bilime yönlendirmeni isteyeceğim ama mikro dünya yerine soyut kavramlara yönelmesini sağlayabilirsin.
-en soyut disiplininin matematik olduğunu düşünüyorum. Varsayalım ki bana verdiğin görevi başardım, onu bakteri ve hücrelerden uzak tuttum. Belirli bir süre sonra başka biri tarafından modifiyeli virüsler yeniden hayatımıza girmeyecek mi?
-bu olasılık gerçekleşirse tedbir almayı düşünürüz. İlk aşamada senden istediğim o Çinliye engel olman.
-bay Lee, ben orta yaşlıyım, ölümü istiyorum. Yaşlandığım zaman ölümden