Chapter 7 - 8

Burhan Belki de bununla ne yapacağınızı bilirsiniz bana büyük bir anahtar uzatmıştır oraya gitmediğimden beri hiçbir şeyin yeri değişmedi evini tek mirasçısı karısı tarafından uzak bir kuzen o kadar uzak ki onu hiç görmedik noter onun Avrupa'ya gittiğini söyledi oradan geleceğini Sanmam onu aramak için her şeyi amaç zamanı da düşünürsek ben yakında aranızdan ayrılacağım bir bakıma oranın bekçiliğini Siz yapacaksınız Burhan hala derinden Kalkmış ve elime verdiği anahtarın üstüne kapattıktan sonra başka tek bir söz söylemeden eve gelmiş de çatalın anahtarını cebine koyup oradan ayrılmış ken Kur'an'a bir daha konuşma fırsatım olmadı halbuki bu istek uzun süre içinde kemirip durmuştu bu Tıpkı gıcık yapmasına rağmen pek sağlıklı olmayan bir balgamı sevmek gibiydi Ama biraz daha zamanım olduğunu düşünüp hep erteliyordum bu insanların en büyük ahmaklarıdır işte hep ertelemek bir Türklerde en çok sahip olduğumuz da okudum yarın yaparız ya da yarın bakarız daima zamanımız olduğunu tekrarlayıp durur yapacağımız işi 3 gün ötesine erteleyiz sonra her şeyi yitip gider kendimize tabakların arkasında buluruz Bu da sohbet için pek Uygundur ortam olmaz defnedildiği sırada sorularıma cevap olmak istercesine Buradan da tabutuna bakmıştım ama cami imamının etrafını Arapça sözlerle kötüledi ahşaptan başka bir şey yoktu ağır ağır ilerleyen kalabalıkta mezarlığa giderken buranın şu aşıkları oynayan savcının yemek hikayesini anlatarak benimle alay edip etmediğini bile düşünmüştüm ama artık bunun bir önemi yoktu tansiyonun anahtarları hala cebimde 6 ay önce onu bana verdiği geceler Bu yani onları kullanmamıştım Toprak aklımı başıma getirmişti mezar kısa sürede yeniden kapatılmıştı buradan sonunda toprağa kavuşmuştu İmam yanında çamurda şak şak ses çıkaran korodan 2 köylü çocuğuyla gitmişti Tıpkı Filizlenmiş buğday tarlasına yayılmıştır öyle kuşları gibi dağılmışlardı ben mezarlığa gitmiştim oraya daha çok sık gitmediğim için kendime sitem etmiştim güneş yağmur ve geçip giden yıllar porselen Madalyonun ortasına yerleştirdiğin fotoğrafı doldurmuştu Artık tek bir saçının gölgesi kalmıştı ve Betül'ün arkasından bakıyormuş gibi gülümseyişini sadece tahmin edebildiğim çizgileri duruyordu elimin isminin altınyılda zaten götürmüş ardından Kafamdaki hayatımın parçası olan tüm bu hikayeleri onu anlatan anlat avradın ayrılmıştım onsuz geçen Hayatımdan duymaktan artık ezberlemiş olacağı hayatımdan söz ederek zaten tansiyona gitme kararına daha Doğruhan cenazesinden sonra almıştım hastanede teyzecilerinden biri bende olduğum için gizemli bir dünyaya dalmakta amacım Evet işte o gün kapıdan sakal gibi sert sarmaşıkları iyi olmuş ve anahtarı yuvasına sokmuştum kendimi Bilmem hangi huyuna kapısını zorlayan Prens gibi hissetmiştim aradaki Tek fark buradaki hiçbir şeyin gerçekten uyumamasıydı ama gölge ve tozların arasında kalmış pansiyonu anlatmaya başlamadan önce size başka şeyler anlatmak istiyorum Ümit öğretmenlerin bahsetmek istiyorum mesela Çünkü herkes gibi ben de onu görmüştüm köyümüz öylesine küçük diye Yollar dönüp dolaşıp birbirine çıkar Her seferinde sesimi çıkararak selamlardım onu gülümseyerek ve başına hafif karşılık verirdi fakat bir gün bakışlarına bambaşka bir şey yakalamıştım bu tıpkı bir kurşunu çekmesi gibi bir şeydi İlkbaharım bir pazar gününün akşamüstüydü havaya Akasya kokuları hakimdi Hava güzel olsun olmasan piyadeler bir düşsün ya da düşmesin hep pazar günü yani kızın tepeye gitmek üzere aynı güzel bir hafta kesintiye çıktığını biliyordum Bunu bana söylemişlerdi babası günler Benim de elimde hafif bir film taylora Donanım olurdu Sonuçta Habeş Efendi'ye yaranmak istiyordum bu silahla yanlar için oldukça bir oyuncaktı Aslında bunu avlan ablanacak hayvanlara İthafen yazılmıştı tırnak içinde hiçbir şeyi hissetmeyeceksin olduğu türlü bir gecenin sonunda cansız bacaklarına ve sıkıcı yüzüne bakmaya dayanamadığı karısına Bu cümlenin yapıştırılmasından korkmuştu bana söylediği şey komikti Uzunca bir süre Aklımı kurcalamıştı Bir Filinta ile ne yapılabilirdi ki Kuşkonmaz mı yetiştirilirdi Ya da öldürülen Fransız generallerinin yerine yeni atanan Generali alnının ortasından Vurup yere serebilir miydim Bir enstrüman gibi çalınır mıydı baloya mı gidilirdi bir Ferit öldürmekten başka ne işe yarardı ki kan dökmek asla bana göre bir şey değildi bunun bilincindeydim ve hediyesini kabul etmiştim o günden beri de pazar günü işlerinde onu bir baston gibi kullanıyordum ama sürekli yanında taşımak gibi bir alışkanlık edilmemişti yıllar geçtikçe namının parlaklığından eser kalmamış pek de çirkin sayılmayan koyu boyası ortaya çıkmıştı bu silahı bana hediye eden adamın büyük ayaklara beresini eczacılıkta kullanılan bitki aramalarının yoğun kokulu işte açılarına karşı bir düşkünlüğü vardı sık sık gökyüzüne bakarak başını sallar tertemiz gökyüzüne beyazlıklarıyla lekeleyen büyük gruplar geçince de aniden düşüncelere dalardı ve sonra eşi oraya eşekler derdi vatan haini hilafettiler Yaşasın Mustafa Kemal işte onu düşününce aklıma tek bunlar geliyor hafıza çok ilginç üç kuruşluk şeyleri tutuyor geri kalanları siliyor o artık ölmüş olmalı bu lafı burada kesiyorum kesiyorum diyorsam da bunun nedeni Gerçekten böyle icap etmesi Üstüm Bu yazdıklarımın neye faydası olacak ki Anlamadığım bir şey ifade etmeye Bu satırları kaşın Kazlar makarneyna diziliyorlarsa öyle sıralamam da görmeden kelimeleri işlememin ne anlamı var ki neyini okumaya Gidip gitmediğini söyleyebilirim belki haftada 3 gün tansiyona temizliğe gelen temizlikçi bana dönüş Sanırım bir numaralı defterimi buldu bakıyorum epeyka harcıyorsunuz dedi Ona şöyle bir baktım ama diğerlerinden daha fazla değil cevap beklemeyip 20 yaşından evde kaldığımdan beri diline dolanıp Duran salak şakalarım mırıldanarak Temizliğe devam etti cevap beklemeyip 20 yaşından ve evde kaldığımdan beri de net donanıp Duran Yanık Ömer şarkısını söylüyordu Mustafa Kemal'in sevdiği şarkı onu Elbette açıklama yapmaya yeterli ama neyi anlatacaktım ki satırların arasında bilmediğim ama aynı zamanda bana tanıdık gelen sokaklarda ilerliyor gibi olduğumu mu Vazgeçtim o gittikten sonra yazmaya devam ettim en kötü defterlerin başına ne geldiğini merak etmiyorum şimdi 4 numaralı deftere yazıyorum 2 ile 3 numarayı bulamıyorum ya kaybettim Ya da Banu soba yakmak için onları eve götürdüm ne önemi var ki kendi kendime konuşuyorum şimdi de tepede o meşhur pazar günü saatlerce görmüştüm biraz çukurda kendi içine çekilmiş Küçük Bir Şehir vardı emekliye ayrılacak fabrika binalarının yığınları ve fabrikanın gökyüzüne Bir gözü delmek istercesine uzanan tuğladan Bacaları vardı Duman demekten oluşan Sanki içinde bir sürü kapı olan düşkün dünyayı umursamadan yaşayan salyangoza benzer bir gezegene bakıyordum Halbuki dünya pek de uzaklarında değildi onu görmek için tepeye çıkmak yeterliydi Belki de sırf bu yüzden aileler pazar görüşleri için büyük bir satan balığının ya da tekne dümeninin ara sıra sularını dalgalandırdığı kanal kıyılarını ve onun zararsız Unutulduğunu tercih etmekteydiler Tepe ise sahne perdesi sahne perdesi görevini yapıyor kimsenin içinden gösteriye dahil olmak geçmiyordu herkesin kendine göre korkuları vardı eğer Tepe olmamış olsaydı gerçek bir gerçek gibi savaşın sillesini yemiş olacaktık Halbuki hasta bir bedenden çıkan osuruk gibi savaşın sesi geçip gidiyordu yanımızdan diğer tarafta epey uzaklığı tepenin gerisinde yani bizlere ait olmayan dünyanın diğer ucunda Savaş tüm önerilerine sergiliyordu kimse oraya tırmanıp olup biteni görmek istemiyordu onu efsaneleştirerek onunla yaşamayı öğreniyorduk Mustafa Kemal Düşmanın en güçlü olduğu yerden ilk saldırıyı başlatmış tı hiç beklemedikleri bir yerden saldırmıştı bir yıl boyunca tekâlif-i Milliye Emirleri altında insanlar var olduklarına sahip oldukları her şeyi vermişlerdi imparatorluk 11 yıldır sürekli Savaş içindeydi önce Balkan Savaşları sonra Birinci Dünya Harbi ve sonra da İstiklal Savaşı ve çok güçlü bir top ateşe Sonunda ilk yarım saatin içinde bütün günah topları yok olmuştu Orada büyük bir hızda İzmir'e Doğru kaçmaya başlamıştı ve büyük kovalamaca başlamıştı Evet Kuvayi Milliye kazanmıştı İşte bunlar oluyordu O kadar daha tepeye daha tepeye dediysem 10 metre kadar daha yukarıdan çıkabilmiştim nedeniyse bir anlık gafletin biraz da kırık kanadından 2-3 damla kan akan ve çırpınarak uçmaya çalışan bir araca takip etmem de büyüklerimiz bize tepede yedi uyuyanların mezarlığın olduğunu söylerlerdi hristiyanlığı kabul ettikleri için İmparator tarafından ölüme mahkum edilen ve kaçıp mağaraya sığınan altı insan ve bir köpek 300 yıl boyunca uyumuş 300 yıl sonra uyandıklarında herkesin Hristiyan olduklarını görmüşlerdi ve bir süre daha yaşadıktan sonra tekrar aynı mağarada ölmüşlerdi ve Efsaneye göre mezarları bu tepenin zirvesindeydi önceleri bağlana sanki büyük bir vermiş gökyüzüne açılmış bir alışmış gibi kimde kalktığı bir kırığı taçlandırıyordu ensemde hissettim sıcaklıklar bana aşağıdaki birilerinin toprağı ve deyimlerimize çizdiğimiz bu görünmez sınırı fark ettirmişti gözlerimi kaldırdığımda onu görmüştüm gel gel papatyalarla bezenmiş sert çimenlere Gelişi güzel oturmuştu elinden yere dökülen elbisesini açık rengi bana ressamların çizdiği meşhur oluyor yemeklerini anımsatmıştı etrafını çevreleyen Çimen ve çiçekler sanki Sırf onun için burada bitmişti Meltem ara sıra Saçlarını Bu kolilerini havalandırıyor sesine tatlı bir ışık kuruyordu güzel gülüşüyle tanış şahidimdir bizlere attığı gülüşler O andekinin yanında Galatasaray tamamen mesafeli sayılırdı geniş ve sonsuz karanlık babayı seyretmişti ileride cephe sınırı ile gökyüzü birleşiyordu öylesine ki insan bir sürü güneşin aynı anda doğup başarısız bir maytap patlaması gibi battığını zannedebilirdi savaşın erkeksi küçük Karnavalı kilometrelere yayılıyor bulunduğumuz sınırdan cücelere veya cücelere göre ayarlanmış bir silgide kurunun gölgesi gibi seçiliyordu her şeyi öylesine ufaktı ki ölüm bu küçüklüğü umursamıyordu çığlıklar açlıklar korkudan karın ağrıları Tüm bu trajedi almış başına gidiyordu ve Türk askerlerinin yapamadığı bir şeyi tek başına becermişti Fransa genelde bir gecede öldürmeyi başarmıştı ve suçlu da bulunmamıştı ümit öğretmen Tüm bunları gözlerini kırmadan izliyordum dizlerinin önceki kitap tanıdığım yazmaya başlamasıyla kırmızı kapaklı bir not defteri olduğunu anladığım bir şey çıkıyordu kullandığı kalem öylesine küçüktü ki avucunda kayboluyordu ve sözcükleri yazdıkça Hatta tasarladıklarının arasından dökülüyordu arkasında Durmuş onu izlerken kendimi hırsız gibi hissettim tam böyle düşünürken gülümseydin ilerdeki savaş alanında bırakmış yavaşça başını bana doğru çevirmişti ne yapacağını bilmeden bir hastalık gibi orada kazık gibi yeni bir ülke koyacağız dedim yeni Bağımsız ve ülke ve sonra düşmanı kovduktan sonra büyük savaşımı savaşa başlayacağız cehaletle olan savaşa önce Arap askerini kaldıracağız Latin alfabesine geçeceğiz sonra kadınlarımız başlarını açacak dünyaya Özgür bakacaklar ve sonra medeni kanun kabul edilecek ve çağdaş uygarlık seviyesine giriyoruz yükseleceğiz önünde çırılçıplak olsam o kadar rahatsız olmazdım sanırım başımdan Selam vermeyi denemiştim bana gülümsemişte Bütün bunlar kısa süre içinde olacak demişti Ve sen geleceğin bağımsız ülkesinin bir Ferdi olacaksın yüzü ilk defa kış günü gibi donuktu takı bir rolününki gibi yani içten içe canlarını yitirmiş kanı çekilmiş bir başkasının yüzüyle bana bakmıştı Ceza gibi bir zaman geçmişte sonra bakışlarını yüzünden çekerek sol elime felin tanımı saatte elime baktı onun gördüğünü görüyordum biri ağaçbakanın kıçı gibi kızarmıştım O an ağzımdan dökülür dökülmez pişmanlık duyduğum kelimeler sarf etmiştim Aslında dolu değil dedim Sonra durdum bundan daha aptal görünemezdim bakışları ayrılmamıştı üzerimden sonra manzarasına geri döndü ve beni başka bir gezegene havale etmeden önce omuzlarını silkti Onun için fazlasıyla çirkindi bu gezegen çok daha rahat daha takvim takvim doluydu öyle bir gezegendeki Ebu Tanrılar ve prensesler bile parmak uçlarında oranından geçerken orayı umursamazlardı bu insanların gezegeniydi o Pazardan sonra onu uzaktan bile görsem karşılaşmak için elinden geleni ardına koymadım Sokak aralarına dalıyor kapı eşiklerine sığınıyor olmadı şapkamın altına gizleniyordum göğüsleri artık görmek istemiyordum utançta doğru taşmıştım Halbuki o pazar utancından yerin dibine girmem gerektirecek bir nehrimde yoktu içten içe ne hissetmiştim ki böyle Savaş manzarasına bakarak kırmızı not defterine bir takım şeyler yazan bir genç kızdı o sadece Hem de benim hakkım değil miydi canım istediğinde yeşillikler içinde dolaşmak linkaya kapının üstüne bir yere alsa vermiştim Hala da oradadır her seferinde Bir Hain gibi genç öğretmenim bizim gezegenimizin kıyısında son bulan pazar yürüyüşlerine yeniden başlayabilmem için herkesin öyle gömülmesi gerekmişti aynı yere otururum onun yerine ve yeniden nefes alırım dakikalar geçer bugün huzur ve ağırlığına kavuşmuş olan o baktığı yere gösteri istersen Ve pırıltısı o manzaraya bakarım savaşları almış O Orana yayılmış Gülümsemesi Sanki o günü yeniden canlandıracakmışcasına yeniden düşer Aklıma ve beklerim sonra bizden başkomutan gözümün önüne gelir Hacı anestezi geldi ordularını kurtar tepeden bakıp elinde dürbünü ile Yunan komutana bağırmaktadır işte Hala ben bugün yaşadığım heyecanı bekliyorum savaş devam ediyordu 3 haftada Süreyya hanımdan kıl çeker gibi Fransız askerlerinden Kıçına tekmeyi basacaklarından Emin bazı askerleri artık daha kavukluk yapmayı bir kenara bırakmışlardı Hepsi kara yılanın önderliğinde savaşıyordu savaşın 1 yıldönümü sadece son olarak mesleği tanrının bir lütfu olarak gördüğünü bana söyleyen ve demir yollarında 10 yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılan huni kafa çam yarması lamıştım pek çok kişi bu ismin bir rakı haneye uymayacağını söylemişse de onun meyhanesini bu isimden başka birisi olmayacağına bu isim olmazsa Meyhanede olmayacağını Sadece bu sözünün ne anlama geldiğini gayet iyi bildiğini eklemişti mekanın adı doğru yer doğru mekandı Nihayet herkesin ortak ve fethedileşmesini sağlayacak bir adım atılmıştı ve davet düzenlenmişti Bu sayede karşı çıkanlar doğru yer doğru mekanın aslında hiç de fenasım olmadığını düşündüler daha sonra zaferi kutlamaya başladık herkes rakı kadehlerini birbirine tokuşturuyordu sarhoş olduktan sonra kıllara doğru uzayı uzanıyorduk 4 Ağustos sabahıydı Güneş blok gibi yükselmiş çiğdemlarını hemencecik kurutmuştu hava öylesine sıcak olacaktı ki tüm Arzular bakınca çekti top seslerini çekmiyorduk artık kulaklarımıza her zaman geldiği yöne kalacak dahi duymuyorduk Ümit öğretmen geçirmiş zaman ve taze burada ayın kokusuna karışarak Toprak kokusunun bitkin bir beden olduğunu düşündüren pansiyonun köşesinden dönük köye dalmıştı Fatih meyhanenin kapı eşiğinde kalmış kan çanağı Gözleri ile gökyüzüne baka kalmış sakallarını oluşturmuştu ceplere değil taşlarla Veletler dünyayı kucaklamaya koşuyorlardı Bir daha onu görememiştim yani onu bir daha hayattayken göremedim aynı gece küçük bir oğlan çocuğu Koşarak bana gelmiş ve beni çıplak kafama sakın erken yakalayı vermişti onun ise gözleri yaşta doğmuş iyiydi gözyaşları Ergen yüzünde sanki Kora değmiş ve içine gibi akıyordu çabuk gelin çabuk hemen tansiyona gelin dedi tansiyonun yoğunluğu iyi biliyordum çocuğu orada bırakmıştım bir taze gibi koşmuştum sadece göğsü ve bıçak darbesiyle ikiye ayrılmış göreceğinden Hiç şüphem yoktu 20 yıllık Odessa işkence ile geçirmiş bir mahkum teşekkürlerini sunmaya gelmiş olmalıydı Hatta yolda kendi kendime böyle bir sunum yani savcının barbarca İşlenmiş ve cinayetin kurbanı olmasını idama yolladığı belalarına muhakkak masumların da bulunduğu bazı kişilerin karga tulumbası ekrana götürülürken masumiyetlerine yıkılmış olmaları sonucunda kaçınılmaz ve gerçek olarak yorumluyordum açık Bahçe kapısının önündeydim hala ıslak saçlar gelişigüzel giymiş gömlek ve yanlış düğümlenmiş pantolon ve püsküllü fesim de deli gibi çarpan kalbimin orda ayrıldım işte olan birdenbire Tam karşımda ayakta gerçek bir usta şeytanın kumandanı bir imparatordurmuştu karşında Duran'ın bağırsakları tamı tamına yerinde ben ve kemiklerin damarlarında kan kanıyla savcıdan başkası olmadığını görmüştüm birden bile Onu öylesine bir dilek gibi iki eli boşlukta gözleri dalga ve dudakları çekerken karşımda görünce demiştim ki kendi kendime demiştim ki ne demiştim falan hatırlamaya çalışayım her şey durmuştu Ümit öğretmeni tansiyonun köşesinden dönerken görüyordum en son bu sahne onlarca kez tekrarlanıyordu gözümün önünde tüm ayrıntılarıyla canlanıyordu gözümün önünde elbisesinin dargınlaşıyor herkesin rüzgarda savruluşu çantasının salınışı yeni doğan güneşte siyah çarşafının altında ensesinin de yazdı demirhanenin üç adım ötesinden yükselen Örs serbest'e mal bantların daha sesleri ve meyhaneci'nin kırmızı gözleri kapı önünü süpüren kadının süpürgesinin sesi taze saman kokusu çatıları teğet geçen sene onların yakınmaları ve küçük oğlan çocuğunu notlamaya götürdü ineklerin ve ölemesi her şeyi tüm ayrıntılarıyla birebir geçmişteki gözümün önünden bu sahneyi hapsedilmiştim sadece ile kapının girişinde birbirimize bakmadan ne kadar kaldı hatırlamıyorum birleşmeleri Geçen gün tüm zamanın dilimlerini hareketlerimizi bugün anımsamıyorum bugünkü ağlasam da boşlukların olmasının nedeni kılıfında büyük deliklerini açılıp anaların Böylece dağılmış olmasından kaynaklanıyor Otomatiğe bağlanıp mekanik eşyanın zamanında Onları izlemek zorunda kaldım Belki de bana anılarıma verdiler yol gösterdiler Kim Bilir az sonra Göğüs kafesimde yüreğimde kanını yeniden Aktığını duymamıştım Gözlerim açıktı sadece yanı başımda solumda az biraz yerinde duruyordu açık renkli kumaşlardan da şöyle bir çiçeklerle donatılmış bir odadaydık birkaç Mobilya bir komidin ve askerini andıran bir dolapta bir yatak vardı yatağın üstünde de kitaplar ve kitapların yanında Ümit öğretmeni dünyaya Ve bizlerin üzerine tamamen kapanmıştır elleri göğsünde birleşmiştim sabahki şeftaliden gelse sözlerindeydi Ayaklarında yine sade kahverengi toprağın güneşten çatlayıp toza dönüşmüş kahverengisinden ayakkabıları vardı bir Pervane yaralanmış Pencereye çarpıp ayakta kalsalar çözerek yüzüne doğru uçuyor tekrar cama çarpıyor ve korkunç o eski dansına başlamadan önce tepede uçmaya devam ediyordu genç kızın hafif yaralanmış yakasının arasından bir kırmızılık derin bir iz görünüyordu savcıbaşı ile tabağında bulunan mağlub profesyonel halde diye işaret etmişti karmaşık ama dengeli şekilde tutulmuş bakırların üzerinde 5 Katar bulunan bir hata göre Deniz ve okyanusları eşliğinde sallanıyordu sonra cebinden yorulmuş incelerden bir kemer çıkarmıştı üstünde papatya motifleri bulunan garip bir düğüm attığı bir kemerdi bu önce birbirimize tek bir söz söylememiştik konuşmamıştık Evet Gözlerimiz birbirini arayıp bulduktan sonra tekrar genç öğretmenimle birleşmişti ölüm henüz güzelliğinden çalmamıştı hala aramızdaydı Geri zekalı ben onu koruyordu seni eskisi gibi solgundu elleri onlara koruyordu rahatsız olmuştum Çünkü bu münasebetsizliğinden dolayı gözlerini açıp bana izin vermişti tek bir hamle ya da adım atmamıştı Ümit öğretmen yüzündeki bakışlarımı ona çevirdim ve boşlukta kaybolmuş gözleri bana tek bir soru sormuştu cevabını bilmediğim bir soruydu bu Allah aşkına Neden ölünürdü ki Neden olmuyor ister insan Bugün bile biliyor muyum sanki ölümü bu kadar para ettiğini artık onun akraba gibi olduğuna ve Gaziantep'teki hapishaneye yılda bir kaç kez gelip kurbanlarından birinin asılmasına şahit olduğuna ve sonrasında hiç etkilenmemiş kesin yani Kebapçı grubuna yemeğe Gittiğine göre Buna en iyi o bilirdi Akşama yiyince kemeri işaret edip kızı onun mu diye sordum Evet demişti cümlemizin aman aman öyle diye Gerek kalmamıştı o adama temizliği bir şey bulabildiniz mi diye sormuştum yavaş şey etrafına dolaba iskelenin tuvalet masasına çek buketine kitaplara pencereyi zorlayan sıcak ve ağır geceye yatağa verdiği zamanı ilerletmesi için akrebine geçen özenle saate baktı ve gözleri benimkilerle birleşti hiçbir şey bulamadım dedi artık Savcı olmaktan çıkmıştı cevabını bir tespit mi yoksa bir sorun olduğunu ayırt edemiyordum Belki de dünya hayatlarının altından kaymakta olan bir adamın sözleriydi Bunlar merdivenden ağır ağır ayak sesleri işletilmişti acılı ve yorgunum birkaç kişinin adımlarıyla Bunlar Kebapçı Burhan ağır ve arkalarında da doktor bir sokak darbesi kadar sert fakir olan insanca bir doktordu fakirdi Çünkü parasız aileleri gittiğinde onlardan ücret almıyordu bu aileleri Bizim buralarda sıkça rastlanıyordu saf gülüşüyle son ödersiniz derdi ve sefalet içinde yüzmüyorum ki canım ben derdi Halbuki zevki yıllarda ölmesine Sebep olarak yine sefaletin kendisiyle açlıktan ölmüş demişti ağzı sarımsak kokan kurumuş teniyle Gaziantep'ten krom bakır ve deliyle döşenmiş arabasıyla gelen meslektaşı Ümit öğretmenlerine sorunda tam takır bir mutfakta bir yer değiştirir acısı bir halde yatan bedenini incelemeye gelmişti ne bir mobilya yeni bir dolap ne bir ekmek ya garantisi vardı etrafta bir tek günler öncesinden kalma boş bir tabak ve bir parça kuyusuydu açlıktan diye tekrarladık duruyordu kafasını bir kova gübre suyuna soksaydık Bu da şaşırmazdı herhalde ve sen Ayşe o yıllardaki bedenimde öğretmene yaklaştım pek bir şey yapmana gerek yoktu Ne yapılabilirdi ki zaten yeni genç kızın amına sonra yanaklarına kaydırdım ve boynuna indiği anda izlediğiyle karşılaşıp durdu namazlarını da açık kafalarımızı asla sarılamayacak sorularla birbirimize bakmaktan başka bir şey kalmamış diye yapılacak Burhan orada kalacak Genç Kızın odasına daha fazla işimiz olmadığını hissettirmişti bize tek bir bakışta kapının önünde bulunmuştur kendimizi Elbette ki savaş vardı ve devam ediyordu ve sayısız ölüm vermişti ama genç öğretmenin ölüm haberi ve ölüm şekli Küçük Şeyler bomba gibi düşmüştü Sokaklar boştu yaşlı teyzeler dillerinde daima dedikoduları olan ve zaman kaybetmeyen yaşta saklananlar evlerine kapanmıştı Meyhanede adamlar tek bir söz etmeden içiyorlardı kahvehanelerde de aynı şekilde çay bardakları Tıpkı birer dakika şeyi gibi havaya kaldırılıyordu tek bir kaderilerin boğazlarını gırtlaklarının boşalanmış birilerinin sesi işitiliyordu o kadar şaşkınlık sürüyordu Hatta yaz bile bölünmüş gibiydi orucu kapalı günler gelmişti Güneş günlerce mahkemenin rengindeki bulutların arkasında gizlenmiştir çocuklar artık sürtmüyor balık avlamayacağım kırmaya koşmuyorlardı Hayvanlar bile isteksizdiler sanki Nizip çayı akmak istemiyordu bir yerde durup birikmek ve göl olmak istiyordu devrilmekte olan ölü bir ağaç gövdesi gibi zamanı belirtiyordu Canlar bazen kurtulmaları şehri dolduruyordu deli Erdal olup biteni anlayan tek insandı acısını okulun kapısında iki büklüm ayıklıyordu Belki de yakınımız onun gibi yapmalıyız öyle zamanlarda belki de yapılabilecek en iyi şey buydu savcıya sorular sormam gerekiyordu insana gibi vakalarda yapılması gereken tek şey bu sordu tabii eğer bu bir intiharsa Sonuçta bu kadının Hürriyet uğruna Fransız generalini öldürmüştü doğru olanı söylemek gereken neydi benim görevimde onun önünde sesimi çekiştirmekte farkedere tavana Ellerime bakılmaktan gerçek soruları sormaya cesaret edemeyen biraz salak olmaktan başka bir işe yaramazdı bahçede gezinirken pencerenin açık olduğunu fark etmiş bu manzarayla karşılaşmıştım içeriden kilitlenmiş kapıyı zorlamak için koşmuştum ve sonra hiçbir şey onu Kollarımı almış yatağa yatırmıştı sonrasında beni çağırmıştı bunları bana bunları bana Savcı anlatmıştı Savcı davayı izleyen günlerde pansiyona kapanmıştı saatlerini bil pencerenin Ardında sanki genç öğretmen hala çıkacakmış gibi eve bakarak geçiriyordu limit öğretmenin ailesi olup olmadığını araştırmıştık araştırmanın Birazını ben çoğunu Belediye Başkanı üstlendiği hiçbir iz bulamadık zarfların üstünde gördüğümüz öbür ev sahibine ait olduğunu düşündüğümüz adresin dışında hiçbir şey Arkan bu adreste oturan kişi ile görüşmeye çalışmış ona mektup yazmıştı ancak Kuzeyli şubesinden tek bir şeyi anlamamıştı her neyse konuşmalarından yarım yamalak anlayabilir diye Bu kadının bir şey bilmediği idi mektuplar geldiğinde ise onların üstüne genç öğretmenin bildirdiği tansiyonun adresini yazıp göndermekle yetiniyormuş çok mu mektup vardır diye sormuştu Başkan o zaman yanındaydım ama cevap alamamıştım bunun üzerine postacıyı sorguya çektik asla hayır diyemediği turlarından hiçbir zaman gündelik gezintisini tamamlayamazdı günün sonunda çamaşırhanenin duvarına Yaslanır çantası kucağında 3-5 siyasi şeyi gebeler bir çalar saat gibi olurlardı tansiyona Vardan da zaten Günün Son demleri yaklaşmış olurdu ve fırtına da yakalanan bir geminin güvertesinde Yürür gibi ilerlerdi mektuplar mı Elbette oraya mektuplar gelirler ama ben adrese bakardım isme değil ona İsimsiz mektuplar geliyordu Bence rahmetli bir Kuvayi Milliye ajanıydı Pansiyon işte Bunda zor bir şey yok ki ister savcıya olsun ister Kıza hem bana ne ki bundan evin sahibi Savcı değil mi Ben ona sesleniyordum O hepsini dağıtıyordu demişti Postacı sözlerini tamamladıktan sonra burnuna bağıracağına sanki yaşamasını sağlıyormuş gibi gömmüş kokusunu derin ciğerlerine çekmişti başkan ve ben orada sessizce içmeye devam etmiştik sonra bir tur daha dönmüştü ağızlarımızdan fazladan bir kelime bile çıkmamıştı sigaralarımızı havaya tutturuyorduk bardaklarımızın ardından başkalarına birbirimize bakıyor koyu denli çayın keyfini çıkarmaya çalışıyorduk Aklımızdan neler geçtiğini anlayabiliyorduk ama İçimizden savcıya gidip o ayrı çalıştığını sormaya ne onun ne benim cesaret edebileceğimizi gayet iyi biliyorduk Bu yüzden Susarak birbirimize bakmaya devam ettik Anlaşılan Araplar gibi sakalına bıyığına yağ sürüyordu öğretmenin adını pek çok kez tekrarlamama rağmen dosyaları karıştırıyormuş gibi yapıp bir yandan da altın saatine göz atmış diğer yandan padişahımız efendimize dualar okumaya başlamıştı saçlarını düzeltip temiz tırnaklarını kontrol etmişti kesmeye götürülürken bile olup bitenin ardından habersiz bunun bakışlarından hiçbir şey kaybetmeyen öküzler gibi Vurdum Duymaz bakışları vardı ağzında köşe dönüşen vefat edecek kadar büyük bir ses çıkararak kibirle yediği kebap durumundan bana ikram etme öyle takımda bulunmuştu müfettiş ardından bir kırbaç yapması gibi bir isim telaffuz etti o an anlamıştım bu kişi onu sekreteriyle ve bir şeyler hatırlamak adına zihninin derinliklerini darmadağın ediyordu sonunda genç kızın geldiği günü anımsayabilmişti insanlar her zaman yaptıkları işlerini adamı değildirler sekreteri daha çok bir larvayı asalağı Kamburu andırıyordu asla Güven Telkin etmeyen bir vücudu vardı tuhaf ambalajına hiç uyumayan iki büklüm olmuş bir gövdeye sahipti ona kızdan ve başına gelenlerden söz ettiğinde iki kaşının arasında kafa atmış olma olasılığından daha fazla şaşırmış gibiydi ahmak mı fetiş takılmış olacak ki ha babam Burnumuzun dibinde dolanıyor İyi peki deyip bizi bir an önce kapının önüne koymaya arzuluyordu kolalanmış ve pahalı parfüm ve boğulmuş yakalaya selam bile vermeden sekreterin odasından ayrılmıştık o da aynı şeye benziyordu kasvetti gidiyor ıslak çamaşır odunun Mental Filo kokuyordu etraf sobanın önünde oturabileceği bir eserle işaret edip üç mürekkep şişesinin bulunduğu masanın arkasına geçmişti şoke etkisinden çıktığında Ümit öğretmenin Geldiği günden söz etmeye başlamıştı Özellikle de başka birimizin dışında Tabii kişinin ardından Onu dinlemek Aslında erkek tarafında Bir Hayal olmadığını da kanıtlıyor gibiydi Ümit öğretmen diye biri gerçekten var olmuştu Üstelik onu anlatan bir kapının düşmanlarıydı sonunda sekreterlerin eline sıktım ve ne için Bilmem ona iyi şanslar Diledim Bu temel İnan adımlarla öylesine dökülü vermişti o da pek şaşırmışa benzemiyor işte Zaten müfettişin eserini sıkmadan uzaktan Japon selamını verdim sadece şans mı verirseniz Benim için de iyi vermişti biliyordum Bunu sadece ona bakarak anlayabilirdiniz şimdi ne yapmalıydık Ümit öğretmenin cenazesinden söz edebilirim mesela hiç Çarşamba günüydü aramızdan ayrılmaya karar verdiği günkü kadar güzel dava Hatta belki daha sıcak Hayır orada Evet güneşten Buğday ve atmadan taşlar yapmış çocuklardan dolup Taşan Çarşı camisinden Kebapçı Burhan'dan ve küçük kızından beytuğu gibi ben o sırada yerini alan savcı'dan yeni gelmiş O varlığını umursamadığımız Ama herkese duygulandırmayı Başaran vaazıyla cenazeleri çok doğal karşılayan şişko köy imamından bahsedebilirdim en büyük değişimi sadece yaşamıştım birkaç kafa daha talep etmeye devam ediyor elde etmesine ama sanki eskisi gibi değildi daha kötüsü bazen iddianamelerinde olayları karıştırabiliyordu bunu söylerken bile tam olarak gerçeğin yansıtamıyorum olayları inceleyerek sonuca götürürken coşkusunu falan yani diye boşlara daldı en büyük değişimi Savcı yaşamıştı birkaç defa daha talep etmeye devam ediyordu etmesine ama sanki eskisi gibi değildi daha da kötüsü bazen iddianamelerde olayları karıştırıyordu bunları söylerken bile tam olarak gerçeği yansıtmıyorum olayları inceleyerek sonuca götürürken coşkusunu frenlendiği boşluğa daldığı ve konuşmayı kestiğini söylesem daha doğru olur adeta orada dinin mahkeme salonunda bambaşka bir alemdeydi sanki yok oluyordu Tabii bu çok uzun sürmüyor dedi Tabii Bir tek kimse kaldığı yerden devam etmesi için onu dökmeye cesaret edemiyordu bir şey yolunda rahatlık ediyor gibi ama ne zaman davasına giriyorsa yargılanan dahil olmak üzere herkes yeniden soluk alıyordu sadece bahçedeki müştemilatı kapatmıştı savaşın sonuna kadar okula başka bir öğretmen nasıl öğrenmediyse başka bir kiracı da gelmemişti Savcı bahçedeki gezmelerine son vermişti gitgide daha az çıkıyordu Sonraları tavada mezar taşının parasını onun karşıladığını öğrendik Herkes çok hoş bir hareket olduğu konusunda hemfikirdi öğretmen öldükten Birkaç ay sonra Adalet Sarayı'nda ayak işlerine bakan bir adamdan savcının emekliye Ayrılmak istediğini duymuştum işkembeden atacak biri değildi bu adam ama yine de ona inanmak da gelmiyordu İçimden bir yandan savcının 20'lerinde olmasa daha iyi önünde daha birkaç yıl olduğunu Diğer yandan da emekliye ayrıldıktan sonra 100 kişi şekerinde 200 metre sıkılmaktan Başka ne yapabileceğini düşünüyordum Yanılmışım sadece tam olarak inanmadığı son davasına girmiş ve mahkumun idamına onaylatamamıştı Tamam boşaldıktan sonra hakim kısa ve kararı sağır bir konuşma yaptı ardından değerse saçının başını çektiği yerde bir takıma kalktılar kerata ve diğerlerine katıldığı bir çay parçası verildi Ben de aralarındaydım daha sonra çoğu veda yemeğine katılmıştı oraya gidememiştim kaymak tabakasına kadar dahi kabul edilebiliyor ortam ama ancak doğuştan itibaren dahil olabileceğimiz etkinliklere zarar gelince gidip üstümü giyebilirdim izleyen günlerde sadece sessizliğe gömülmüştü şimdi diğer yargıç Bey gözlerinin bedeninden geriye bıraktığım donmuş kana al kıyısına yani kıyısına o sokağa geri dönmeliyim Arap Saçı olmuş ve birbirine karışmış gibi gelse de Derinlerde Bir yerde tüm bunlar yapıştırması olanaksız Keskin parçalardan oluşan imkansız hayatımın simgeleridir insanları anlamak için köklerine varana direkt inmek gerekir zamanında denize çevrilmek için omuz darbesi yeterli gelmeyecektir zamanı çatlaklarından kazmalı ve onu virüssüzleştirmeliyiz ellerimizi kirletmememiz gerekir hiçbir şey beni çeksenmiyor artık bu benim işim dışarısı gece ve geceler ucundan da olsa ortaya çıkartmaktan başka ne yapabilir ki insan diğer saçının bıyıklarına hala yumurta sarısı vardı Damla hastalığını Özgür takıntılı havası sürüyordur dudaklarının kenarında Aslında kalmış gülümsemesiyle şatoya bakıyordu bahçeye açılan küçük kapı Aralıkta tepelenmişti yargıç çalmaya ve adeta sinek Kovar gibi kullandığı Bak onun havada sallıyordu Güneş artık sesi yarıp geçiyordu Nehir akıyordu Daha doğrusu çay demeliyim çay akıyordu köseli ayakkabı tabanı kadar sert yanaklarımızda bahçeye hiç yazılmış kazıklar gibi dimdik ayaktaydık Yarın kulaklığını not almayı bırakmıştı hem Neyi kaydedecektik her şeyi söylenmişti Pekala deyip duruyordu sonra aniden senegalle Jandarma eline döndü irtibatlarımı iletirseniz dedi damdan düşmüş kediye dönemi için diğeri kime yargıç Bey dedi afallamış sadece karşısında kime ne yumurtaları pişirir tabii ki dedi bu yumurtalar harikaydı Başka kimi olabilir kendinize gelin dedi yarın için insanlara Dostum diye hitap etmesi arasında o kişiye dost olarak görmediğinden bir göstergesiydi yargıç yumurtacı Jandarma yeri yarım kulaklı şişko Burhan'ın oğlu ve yargının Söz yöneltme diye Bendeniz öylece bir süre daha kaldık Doktor bir müddet önünde böyle çanta atıyor ve eldivenleri elinde aramızdan ayrıldı güzel Ayşe daha doğrusu örtüsünün altında küçük kız bedenini bırakıp gitmişken kanaldan hızla sokmaya devam ediyordu o anda Yunanlılara ait bir atasözü aklıma düştü aynısı da iki kere yıkanılmaz yoksa bu bir Türk atasözü müydü onlarla o kadar karışmıştır kesin atasözü birbirine karışıyor orada çok iyi hatırlamak beraber hususun zamandan ve yapmakta olan sudan yani basitçe hayatın kendisinden söz ettiğini ve onun bir daha asla geri gelmeyeceğini değindiğini söyleyebilirim sonunda beyaz örneklerin içinde donduklarından göstereyim un gibi ak 2 ambulans görevlisi geldi Gaziantep'ten yola çıkmışlardı olay yerini bulmaları epey zamanlarını almıştı yargıç ölçeği göstermek için bir işaret çakma tarafından teslim alabilirsiniz demiştim İyi beygirden ya da kahvehanedeki herhangi bir masadan söz eder gibiydi kimseye tek bir kelime bile etmeden oradan ayrılmıştım işlemi yapmak için senin kenarına tekrar gelmem gerekiyordu Mesleğimi herkesin acili değildir öğlenleyin ilk saatlerini beklemem gerekmişti sabahın o ayazı dağılmıştı Hatta havaalanının bile olmuştur Sanki başka bir günü yaşıyorduk beni sen anlamışlardı onun arasında küçük kitapları okuyordu ara sıra bir tanesi havayı yoklarcasına yüzeye çıkıyordu botların üzerinde sayısı su damlası vardı Her şey değişmişti çayın kenarında güzel Ayşe'nin bedenini bıraktı izin dışında hiçbir ipucu kalmamıştı 1 TL dalı için 2 ördek bir Pig ile çöküşüyordu sonunda biri diğerini gagalamayı başarmış ve arkasındaki şikayetlenen baklamaları dikkate almadan oradan uzaklaşmıştı ve ben bu olaylara iyilik meleğim sayesinde şahit oluyordum iyilik meleği bana zamanda yolculuk yapmayı bir lütuf olarak sunmuştu 1982 yılına dönmüş İyi ki Okuldaki ilk günümü hatırlamış ilk aşkım Ayşe'yi hatırlamıştım ve şimdi 1921 yılındaydım bir süre sonra güzel kadın ve karnındaki bebeği düşünerek oyalanmıştım Hatta hatırlıyorum küçük kızını öldürüldüğü yerden geçerken onlara ve mutluluğumuzu düşünmekten biraz da utanmıştan birkaç saat sonra veya güzel kadın ve kulağıma dayadığım da mahmur bir çocuğun hareketleri ve öpebilmesine iş ettiğim kabak gibi göbeğini yeniden göreceğimi biliyordum herhalde o buz gibi dünyanın en mutlu insanı ben olmalıyım uzakta nefes alır gibi öldüren ve ölmek falan sayısız insanın arasında tek mutlu olan beğendim 10 yaşında bir kuzucuğun yüzü olmayan katilini hemen yanı başında Evet en mutlu kişi beğendim soruşturmanın Tuhaf yani Selam hiç kimse Yani herkese emanet edilmiş olmasıydı Savcı Ondan bir çorba yapmış da Belediye Başkanlığı yaşa burnunu sokmuş Jandarma olayın kokusunu almıştı çevrilen dönemler ortaya çıkaracak biraz daha getirtirmişti cinayetin ertesi güne Savaşı'nın nişanına bahane direkt liseye Emir verebileceğini ima etmişti