Download Chereads APP
Chereads App StoreGoogle Play
Chereads

Ölümcül Şeyler: Bir Psikopatın Doğuşu

🇹🇷Zeynep_Marangoz
--
chs / week
--
NOT RATINGS
5.2k
Views
Synopsis
TANITIM Aşk? Aşk mı? Evet sana aşıktım belki de hala öyleyim ama içimde senin aşkından daha büyük bir şey var. Daha güçlü bir şey. Beni her gün daha fazla tüketen bir şey. Nefret gibi ama değil daha büyük daha şiddetli bir şey. Nefretle aşk arasında çok ince bir çizgi vardı ve sen hep o çizginin üzerinde dolaştın. Belki de defalarca sınırı geçtin ama ben görmemeyi seçtim. Sonra bir gün bende bu oyundan sıkıldım. Çizginin üzerinde dolanmandan da buna gözlerimi kapatmaktan da sıkıldım. Sorunumuz sana aşık olmam değil o kısmı geçeli o kadar çok oluyor ki. Sorunumuz senin beni dönüştürdüğün şey, çünkü aşkım(!) Ben ilk tanıştığımızda bir çiçektim beni öpebilirdin koklayabilirdin sevebilirdin ama sen benim yapraklarımı koparmayı seçtin. Benimle beni parçalayarak oynadın. Sonra ben bir ateş oldum. Artık beni öpemezdin koklayamazdın sevemezdin. Seni yakardım. Bu bana yaklaşma demekti. Bu ben sessizce zarar vermeden yanıyorum demekti ama sen, sen beni yok etmek istedin. Sen yanmama bile izin vermedin. Yarattığın acıya bile saygın yoktu. Şimdi ben git gide büyüyen bir alev topuyum. Durmayacağım. Ta ki seni yakalayana kadar. Seni yakaladığımda etinin kemiğinden ayrıldığını hissedeceksin canın öyle yanacak ki yok olmak isteyeceksin ama ben buna izin vermeyeceğim. Seni yakıyor olmamın her anını zevkle izleyeceğim. Çünkü sevgilim, sen aşkın değerini bilemedin. Ama acının yaşattığı hissi hiç unutamayacaksın. Acı, seni bana tutsak edecek. Acı olduğu sürece hep benimle kalacaksın.
VIEW MORE

Chapter 1 - BÖLÜM1

YARDIM ETMEME İZİN VER

"Nasılsınız? "

Bu ses! Tığ kadar ince yumuşak her yerinden kibarlık akan bu yumuşak, iğrenç ses. Yüzünü görmek isterdim. Nasıl bir insan böyle iğrenç bir sese sahip olup ölmek istemez? 'o bir psikolog seni aptal'

"kes sesini"

Boşluğa doğru bağırdım. Yine ve yine. Bu, burada biraz daha kalacağım demekti. Lanet olası ses o kadar gerçekçiydi ki. Her seferinde aynı tuzağa düşüyordum. ' seni kandırdım. Yine' bu söylediğine içten bir şekilde güldüm. Sıradan bir gülümsemeydi bu dışarıdaki herkes gibi bir kafede sadece kendi armışçasına kahkaha atan birinden daha az rahatsız edici bir gülümsemeydi. Ama o camın ardındakiler bundan korkuyorlardı. Karanlık bir odada ufacık bir tebessüm bile ürkütücü gelebiliyordu.

"Beni kandırdın evet."

Yavaş hareketlerle ayağı kalktım. En ufak bir hareket bile güçsüz düşmüş kaslarım için bir eziyetti. Zayıf bedenimi bile kaldırmaktan acizdiler. Elimi duvara koyup bedenime zaman tanıdım. Bir sonraki hamle için önce bulunduğum konuma alışmalıydım aksi taktirde bir kural ihlali ve oyun dışıyım. Enerji, düşüncesiz bir adım atmayacağım kadar değerliydi. Derin bir nefes aldım. Şimdi sonra ki hamleyle geçebilirim. Başımı kaldırdım. Bunun için bile beklemem gerekiyordu. İçinde bulunduğum durum mide bulandırıcı bir kahkaha atma isteği uyandırıyor bende. Bir kahkaha camın ardındakilerin uykusunu kaçırmaya yeterdi. Derin bir nefes aldım.

"Beni kandırdın aptal. Benden intikam alıyorsun değil mi? Ahh, evet ,evet intikam alıyorsun! Seni dinlemedim. O aptal sesini duyurmana izin vermedim. Seni hapsettiğim o kafesi hatırlıyor musun seni ucube? !"

Sesimi yükseltmek bana sınırlarımı hatırlatan bir ağrı hediye etti. Duvara biraz daha yaslandım. Derin birkaç nefes daha aldım. Kendime zaman tanıdım. 'Peki sen oradan kaçmama neden olan şeyi hatırlıyor musun? ' Durdum. Nefes almayı bile bıraktım. Yavaşça yere çöktüm. Hatırlıyor muydum? Hatırlıyorum. Her bir anını beynime kazımıştım. Ne karanlık odalar, ne iğrenç sesler ne de bu camın ardındakilerin hiçbiri bana neden burada olduğumu unutturamazdı. 'Hatırlıyor musun? Nasıl tutsak edildiğini hatırlıyor musun? Nasıl kandırıldığını elinden nasıl her şeyinin alındığını? Nasıl bir köpeğe dönüştürüldüğünü hatırlıyor musun? ' Hayır hayır! Ellerimle kulaklarımı kapattım. Sus artık sus!

"Sus lanet olası sus." Avazım çıktığı kadar bağırdım. Ahh, bu küçük kural ihlali bana pahalıya mal olacaktı! ' Bana güvenmek zorundasın. Tek çaren benim. ' Tekrar bir kahkaha attım. Şeytanla bir anlaşma ha!

"Ciddi misin? Berbat görünebilirim ama henüz bir şeytan anlaşma yapacak kadar delirmedim." 'başka çaren yok.' Başka çarem yok. Yok muydu? Başka bir yol beni kurtaracak bir yolum yok muydu? Güneşi tekrar görmek istiyordum. Hayır hayır onu tekrar hissetmek tenimde parladığını görmek. Tanrım tekrar dışarıda olmak istiyorum. 'Başka çaren yok'

'Ölmeyi tercih ederim.' Dedim kararlılıkla. Yavaşça arkamı döndüm. Başımı duvara yaslayıp az önceki bağırmanın boğazımda oluşturduğu sızının geçmesini bekledim. Çok yorulmuşum. Çok yorgundum. Bedenim, ruhum beni var eden her şey derin bir azap içindeydiler. Hepsi bana isyan ediyordu. O ses bana ait olan her şeyi ele geçiriyordu. Ruhumu kurtarmak için direniyorum. Gücüm olmadığı halde ruhum için savaşıyorum.

"Bugün epey yoruldun biraz dinlen." Aptal kibar ses. Allah'ım ses tellerinin elimde olması için her şeyi yapabilirdim. 'Yap o zaman'

"Cehenneme git" dedim. Ama o kadar güçsüzdüm ki sadece ufak bir fısıltı çıkmıştı ağzımdan. Oysa ben bağırmak istemiştim. Artık isteklerimin bir önemi yoktu. Bedenim benim değil beynimin izin verdiklerini yapabiliyordu.

"Her şeyi kaybediyorum." Dedim. Bu bir fısıltı mıydı yoksa içimden mi söyledim bilmiyorum. Artık bir önemi de yoktu. 'Bırak artık. Bırak yardım edeyim.' Bu sözü bende ufak bir gülme hissi yarattı. Gülecek gücüm bile yok. Bedenim öylece duvarın dibinde duruyordu. İşlevsiz bir et yığınıydım.

"Gerçekten yardım etmek istediğine inanmalı mıyım? Bu senin için bile aptalca değil mi içindeki iyiliğe inanıp' evet bana yardım et, el ele verip güneşe yürüyelim mi? 'dememi bekliyorsun." Konuşurken o kadar fazla durmuşum ki 10 Saniye sürecek bir cümleyi 30 saniyede söylemiştim. Belki daha az. Belki daha fazla. Zaman sayılardan ibaret olmayı bırakalı çok uzun zaman oluyordu. Belki de söylemem gereken sürede söyledim. Tanrım bir daha zamanı düşünmek yok. Her şey o kadar çok karmaşık ki.

'Güneşe değil sana bunu yapanları attığımız ateşe yürümeyi teklif ediyorum. Bizi buraya kapatan herkesi yaktığımız ateşin başında çığlıklarını dinleyelim istiyorum.' Başımı yaslandığın duvardan sola doğru çevirdim. Sanki oradaymış gibi. Onu görebilecekmişim gibi.

"Çok yardımseversin." Dedim derin bir nefes alarak. Camları olmayan bir odada nasıl oksijen bitmezdi? Bazen bitsin diye derin derin nefesler alıyordum. Bitsin diye. Gidiyim diye. Ama bitmiyordu. Asla bitmiyor sanki sonsuz oksijenim varmış gibi hissettiriyordu. Sonsuz ızdırap var gibi. 'Sen benim umurumda bile değilsin. Senin aptal bedeninle beraber beni de buraya kapattılar. Senin aptallığın yüzünden burada sefilce öleceğiz. Bu senin değil benimde intikamım.' Bedenimi biraz daha hareket ettirip sırtımı duvara yasladım. Çok uzun sürmüştü. Kaç saniye? Hayır hayır zamanı düşünmek yok. Derin bir nefes daha aldım. Ne de olsa sonsuz bir oksijenim vardı.

"Sen, bensin aptal! Sen benim beynimin bana bir oyunusun. Sen benim kusurumsun. ' sesim yüksek çıksın istemiştim. Bağırmak bunu anlamasını sağlamak istemiştim. Biraz da olsa başarmıştım da. Ruhumu kusurlu olan tarafıma bırakmayacağımı anlasın istiyordum. Ben hala buradaydım ölmek üzere olsam bile o aptalın sesini diğer insanların aksine duysam bile buradaydım. Son ana kadar da mıntıkamı terk etmeyecektim. 'Asıl kusurlu olan sensin! Ben senin mükemmel olan yanınım duyguların yüzünden bu deliktesin.' Bir süre durdum. Haklıydı. Duygularım beni buraya getirmişti. Ben deli değildim. Sadece diğer insanlara güvenmeyi seçmiştim. ' Ben senin mükemmel yanınım bırak bizi bu cehennemden çıkarayım. ' cehennemden çıkmak mı? Bu sözünün üzerine kıkırdamama engel olamadım. Aslında bir kahkahayı hak ederdi ama yapamazdım.

"Bana cenneti mi vaat ediyorsun?" dedim sesimde de yüz ifademde de bariz bir alay vardı. Sanki tam karşımdaydı. Yani elbette öyle değildi ama sanki oradaydı sanki gerçek biri gibi onu görebilirdim.

'Cehenneme gitmene değecek bir sebep veriyorum.' Şeytanlar kesinlikle akıllı oluyorlardı. Oyunbaz, akıllı varlıklardı. Sizi kandırmak isterler kötü bir şey yapmanız için sizinle uğraşırlar ama asla yalan söylemezler. Asla cenneti vaat etmezler. Cehenneme gitmek için buna değecek bir sebep. Kim cehenneme gitmek ister ki. Cehennem zevk taşlarıyla döşeli bir yola sahiptir cennetse doğrunun dikenlerine. Herkes bu iki yolun varlığından haberdardır. İki yolun sonunda olan şeyden de. Ama bugünü kurtarmak geleceği kurtarmaktan daha cazip gelir. Bu yüzden herkes cehenneme gitmek için verilecek iyi bir nedeni cennete tercih ederdi. Ben neredeydim peki? Cennetin dikenlerini bedenimin ve ruhumun her yerinde hissediyorum ama cehennemin ateşini de hiç bu kadar yakınımda hissetmemiştim. Dikenlerin arasında yürüyecek gücüm var mıydı? Hayır, güçle alakalı hiçbir şeyim yoktu. Şeytana güvenemezdim ama belki de cehenneme gitmek için bana iyi bir sebep vermesine izin verebilirdim.

"Çok yoruldum." Dedim. Sesim beni tastiklercesine güçsüz ve çatallı çıkmıştı. Ağlamak üzereydim. Ne kadar olmuştu ağlamayalı? O günden beri ağlamış mıydım? 'Artık savaşmak zorunda değilsin' dedi o ses. Elimdeki kılıcı artık bırakmak istiyordum. Dikenler canımı acıtıyordu.

"Bir şartım var." Dedim. Eğer bir anlaşma yapacaksam benimde maddelerim olmalıydı. Aslında sadece bir tane vardı.

"Tüm bunlar bittiğinde sen de gideceksin" dedim. 'Pazarlık yapacak konumda değilsin.' Bundan hoşlanmamıştı. Haklıydı. Kim yok olmak isterdi ki. Son kalan gücümle yavaşça ayağa kalktım sırtım hala duvara yaslıydı. Birkaç saniye nefes almak için bekledim. İyi olduğuma kanaat getirdiğimde.

"Başka çaren yok" dedim. Çaresiz görünebilirim ama ben hala bendim. Bir zamanlar fırtınalar estiren ben hala içimdeydi. Her ne kadar onu göremesem de. 'Bana nasıl güvenebilirsin ki' dedi. Birbirimize yalan söylemiyor ve ne olduğumuzu gizlemiyorduk.

"Başka çarem yok" dedim ve fısıltıyla tekrarladım

"Başka çarem yok" kabul etmiştim işte. Gardımı indirmiştim ama hala kılıcım elimdeydi. 'peki' dedi. Kabul etti. Kabul mü etti?

"Peki ne?" dedim. Duymak istiyordum. Ona kaçacak hiçbir yol bırakmak istemiyordum. 'Peki. Her şey bittiğinde gideceğim.' Sırtımı duvardan ayırdım. Dengemi bulmak için biraz sendeledikten sonra ayakta durmayı başardım. Başımı eğdiğim yerden kaldırıp

"Tamam" dedim.

"Seninim." Der demez beynimde beynimin en derinliklerinde tarifi imkansız bir acı hissettim. Öyle ki bu acı bedenimin tüm güçsüzlüğüne rağmen bana kuvvetli bir çığlık attırdı. Dizlerimin üzerinde daha fazla duramayıp yere çöktüm ellerimi başımın iki yanına bastırdım. Sanki acıyı tutup oradan alabilirmişim gibi. Yapamadığını anlayınca kafamı patlatmak istedim. Beynimin dışarı çıkmasını, sanki özgürlük istiyordu. Kafatasımın duvarlarını zorluyordu. İlerideki duvara hızla koştum. Çarpana kadar hızımı yavaşlatmadım. Tek istediğim bu acının geçmesiydi. Kafamı öyle şiddetli çarptım ki çıkan ses beni bile ürküttü ama hiçbir şey hissetmedim. Sadece beynimin zonklaması vardı. Çarpmanın etkisiyle duvarın dibine düşmüştüm. Yavaşça ayağa kalktım ve sanki az önce kafamı duvara vurmamışım gibi yine büyük bir hızla karşıdaki duvara koştum büyük bir çarpma daha ama yine acı yok sadece beynimin zonklaması var. Ama bu sefer ki çarpma bana güzel bir hasar vermiş olacak ki kafamdaki ıslaklık büyük bir kanamanın başladığını gösteriyordu. Başım döndü; bilincimi kaybetmeye başlamamla olduğum yere düştüm. Hissediyordum. Beynimi işgal edişini beni oradan atışını hissediyordum. Gittiğimi hissediyordum. Hapsedildiğimi. Karanlık yüzüm kontrolü ele alıyordu. Yavaş yavaş gözlerimin önü karardı. Birden tüm gücüm çekildi ve tamamen karanlığa hapsoldum. Bilincim gitmeden önce aklımdan geçen tek bir şey vardı o da bir bedene iki kişi fazlaydı ve o, fazlalıktan kurtulmuştu.