Bir aydır burada kalıyordum. O kafesten tek farkı burada rahat bir yatak olmasıydı. Basit bir sedyeydi aslında ama daha kötü yerlerde yattığımı düşünürsek bu cennet gibiydi. Bir de güneş ışığı vardı tabii. Bir daha göremeyeceğimi sandığım ışık şimdi ellerimde parlıyordu. Artık daha iyiydim. Bedenim güçlenmişti ve kafamdaki yara geçmişti. Sadece saçlarımın başladığı yerde ufak bir dikiş izi kalmıştı ama bunu sevmiştim nereden, nasıl çıktığımı bana hiç unutturmayacak bir hatırlatıcıydı. Odanın içinde bacaklarımı güçlendirmek için her gün yürüyordum ve gün geçtikçe hızımı arttırmıştım. Doktor sözünü tutup beni burada tutabilmişti ama fazla zamanım yoktu. Bana verdiği ilaçlar da gün geçtikçe gücümü toplamama yardım ediyordu. En kısa sürede buradan çıkmam gerekiyordu. Kaçmanın bir yolunu bulmalıydım. Bu odadaki pencereden sadece karşımdaki ormanlarla dolu dağları görebiliyordum. Her neredeysem buradan yaya olarak kaçmam mümkün değildi. Mihri'nin kardeşi Alçin'in buraya nasıl geldiğini öğrenmem gerekiyordu. Belki arabayla gidebilirdim -ki sanmıyorum- ama belki arabayla en yakın yerleşim yerine gidebilirdim. En azından saklanabileceğim bir yer bulabilirsem beni arayacakları süreyi orada geçirebilirdim. Sorunları adım adım çözmek gerekir. Önce Doktordan daha fazla bilgi almam gerekiyordu. Şu an kaçacak fiziksel gücümde kaçtıktan sonra ne yapacağıma dair bir fikrim de yoktu. Bu yüzden yapabileceğim en iyi şeyi yapıp Duvar hakkında bilgi toplamam gerekiyordu. Kesinlikle tanıdığım adam değildi onda bir sorun olduğunu hep biliyordum ama böyle bir manyak olabileceğini hiç düşünmemiştim. Para ve güç peşinde hırslı bir adam gibi gelmişti başta ama şimdi bundan çok daha fazlası olduğunu biliyordum. Bu geçen sürede Doktorla da baya iyi arkadaş olmuştuk. Tabii o öyle sanıyordu hala bazen ona bakarken o camın arkasından beni izlediği günleri hatırlıyordum ve o anlarda yapmak istediğim tek şey ses tellerini ellerimle koparmak oluyordu. Hikayesi iç parçalayıcıydı tamam ama aylarca beni o camın ardından izleyip her gün eriyişime şahit olduğu halde hiçbir şey yapmadı. Şimdi hikayesini duymak bana bunları unutturamıyordu. Bu beni kinci yapar mıydı?
"Günaydın Mihri" aniden gelen sesle irkilerek arkamı döndüm. Doktor gülümseyerek bana bakıyordu ve elinde bir tepsi vardı. Yüzüme her zamanki sahte samimi gülümsememi yerleştirdim ve bu kadar derin düşünmek yok dedim kendime. Öyle bir lüksüm yoktu.
"Korkuttum mu? Kusura bakma" dedi bu seferde. Elindeki tepsiyi yatağın üzerine koydu.
"Önemli değil dalmışım öyle." Dedim ve yatağa yürüdüm. Tepsinin üzerinde kahvaltılıklar vardı. Çok bir şey değil ama beyaz peyniri görmek resmen enerjimi yerine getirmişti. Beyaz peynire bayılırdım. Mihri nefret ederdi ama ben bayılırdım.
"Bunlar da nerden çıktı?" dedim sahte bir şaşkınlıkla. Kim bilir ben burada serumla beslenirken onlar orada ne yemekler yiyorlardı. Bu düşünmek beni kinci biri yapar mıydı?
"Bence artık güzel bir kahvaltı yapmanın zamanı geldi. Eskisinden daha iyisin seni ayağa kaldıracak gerçek bir şeylere ihtiyacın var ve bende bayılacağın bir şey var." Dedi ve tepsideki kayısı reçelini ellerine alıp bana uzattı. Sorun şuydu ki: Ben kayısı reçelinden nefret ederdim. Yine de ona bir şey belli etmemek için şaşırmış ve sevinmiş gibi yaptım.
"Sana inanamıyorum kayısı reçeli mi bu?" dedim ve reçeli elinden alıp sanki bir hazineyi ellerimden tutuyormuşum gibi baktım. Kokusu anında burnuma doldu. Kayısıdan nefret ederdim.
"Evet daha önce seninle ilgili bir şeyler öğrenmek için araştırma yapmıştım yani tüm bunlardan önce bir dergide günün ne kadar kötü geçerse geçsin eve gelip kayısı reçeli yediğinde her şeyi geride bırakabildiğini söylemiştin. Ben yardımı olur diye düşündüm?" dedi. Mahcup ve birazda üzgün görünmesi kesinlikle kendisini suçladığındandı. Kesinlikle öyle hissetmesi gerekirdi ama Mihri buna izin vermezdi. Bu yüzden onu teselli etmeliydim.
"Senin suçun değildi kendini suçlu hissetme." Dedim. Yine sahte gülümsememi yüzüme yerleştirip tepsideki kaşığa uzandım.
"Hem unutma ki kayısı reçelinin çözemeyeceği hiçbir şey yoktur." Dedim ve bir kaşık reçeli ağzıma attım. Masada harika bir beyaz peynir dururken benim bu iğrenç şeyi yemem kesinlikle Mihri'yi güldürüyordur. Neyse ki onun gibi davranmak sınırlı bir süre için ödemem gereken bir bedeldi. Acı içinde o lokmayı yuttum. Tabii dışarıdan bakan kesinlikle keyif aldığımı düşünürdü.
"Gerçekten kayısı reçelinin çözemeyeceği bir şey yok." Dedim. Doktorun beni mutlu etmenin vicdanına verdiği rahatlığı yüzünde görebiliyordum. Keşke bu pişmanlığın bende bir karşılığı olabilseydi.
"Ee bana biraz kızından bahsetsene" dedim. Bu reçele katlanmamın bir karşılığı olması gerekiyordu. Kızının bahsinin geçmesi bile gözlerini ışıl ışıl yapmıştı. Kesinlikle bu aşamada kendi annemi düşünmek gibi bir salaklık yapmayacaktım.
"Daha çok küçük ama sanki her şeyi anlıyor gibi Mihri. Bir görsen öyle güzel ki. Aslında babasının bir kopası olacak muhtemelen ama yine de ona her baktığımda sadece kendi kızımı görüyorum. O canavarın gölgesi üzerinde değil benim kızımın." Dedi. Demek kız o canavara benziyordu. İşe yarar bir bilgi ama yetmez.
"Eminim harika bir çocuktur. Merak ettiğim bir şey var sen buradasın peki o nerede?" dedim. Gerçekten ilgili görünsem bile hayatı hakkında en ufak bir detay bile ilgimi çekmiyordu ama o kız işime yarayabilirdi. Gözleri bu sefer hüzünle ve özlemle dalgalandı. Demek ki kız burada değildi.
"Annemle birlikte… Ben onu buraya sürükleyemezdim. Bazen hafta sonları gidiyorum ama uzun zamandır gitmeme izin vermiyor." Kim diye sormama gerek yoktu sanırım. Buradaki tek tutsak ben değildim. Hayatı için tehdit oluşturabilecek iki kadını da aynı yere kapatmıştı. İki kadın… Şimdi doktora bakınca aslında birbirimize benziyorduk. İkimizde sarışındık. Aklıma gelen şeyle duraksadım.
"Doktor şu aynanı önüne gitmeme yardım eder misin?" dedim. Şaşırdı. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu.
"Niye ki?" dedi.
"Sen dediğimi yap." Dedim. Elimi ona uzattım destek almak için. Fazla üstelemedi ve bana aynanın önüne gidene kadar yardım etti. Gücümü toplamıştım ama onu da yanımda götürmem gerekiyordu. Aynanın önüne gelince şüphemde haklı olduğumu anladım. Adi orospu çocuğu…
"Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum." Dedi doktor.
"Aynaya bak" dedim. Aynaya baktı ama tabi ki de anlamadı.
"Birbirimize benziyoruz fark ettin mi?" dedim. Bir süre gözleri ikimizin üzerinde dolandı.
"Aslında o kadar da benzemiyoruz ikimizde sarışınız sadece bir de boylarımız belki." Dedi. Suç bendeydi ki açıklamadan anlamasını bekliyordum.
"Yüzümüz değil zaten. Silüetimiz. Bak ikimizde sarışınız, boylarımız yakın, ben buraya düşmeden önce hemen hemen senin kilondaydım. Yüzümüz farklı evet ama profilimiz aynı. Günün sonun da ikimizde aynı adam yüzünden buradayız." Dedim. Bir süre daha aynaya baktı ve sonunda fark etti. Sonunda dedim kendi kendime.
"Bilerek mi seçti yani?" dedi. Tabi ki bilerek seçmişti ama yine de hemen bu kadar emin görünmem onu fazlasıyla korkutabilirdi. Korkarsa hata yapardı. Yavaş yavaş kabullenmesi gerekiyordu.
"Bilmiyorum." Dedim. Aslında bal gibi biliyordum da… Kolundan çıkıp geri yatağa yürüdüm. Hala yavaş hareket ediyordum ama en azından nefeslerim düzenliydi. Yatağa oturup
"Sana hiç annesinden bahsetmiş miydi?" dedim. Genelde bu tür olaylarda bir anne travması olurdu değil mi? Ayna da olan bakışlarını bana çevirip
"Hayır sadece kanserden öldüğünü biliyorum. Annesi öldükten bir süre sonra da babası vefat etmiş." Dedi. Aynı hikâyeyi Mihri'ye de yutturmuştu. Hikâye değiştirme zahmetine bile girmiyordu. Gerçek olmadığına adım kadar emindim.
"Bana da aynı hikâyeyi anlattı." Dedim. Eğer bir anne travması yoksa bile kesinlikle o geçmişte sarışın bir kadın vardı. Umarım hala hayatta olan biridir.
"Gerçek değildir muhtemelen." Dedi. En azından arada kafası çalışıyordu.
"Muhtemelen." dedim. Aklım hala o kadının kim olabileceğindeydi. Sonra aklıma gelen şeyle tekrar duraksadım.
"Doktor senin kız sarışın değildir değil mi?" dedim. Sorumla afalladı ve gözlerinde gördüğüm korku tam olarak istediğim cevaptı. Panik yaptı, hızla yanıma gelim oturdu.
"Sence kızıma da aynı şeyi yapar mı?" dedi. Yapardı ama aklımdaki şey bambaşkaydı.
"O canavardan her şeyi beklerim." Dedim biraz daha korkması için.
"Ne yapacağım? Kızımı o canavardan korumam gerek Mihri? Benim yaşadıklarımı yaşamasına izin veremem." Dedi. Kızı için endişelenen anne kesinlikle işime yarayacak tek şeydi.
"Merak etme ona bir şey olmasına izin vermem." Dedim. Çok da umurumdaymış gibi. Gözlerinin içine bakıp
"Eğer birlikte hareket edersek onu yenebiliriz." Dedim. Ona karşı gelmenin ihtimali bile ödünü kopartıyordu biliyordum ama kızına bir şey olması ihtimali onu harekete geçirecekti.
"Ben… Biz ne yapabiliriz ki Mihri?" dedi.
"Sen sadece ben ne dersem onu yap." Dedim ve elini tuttum destek verdiğimi hissetmesi için.
"Bak korktuğunu biliyorum bende korkuyorum ama burada kalamayız sevdiğimiz insanlar dışarıda ve o canavar onları rahat bırakmayacak. Eğer biz bir şeyler yapmazsak kısa sürede kardeşim ve belki genç bir kız olduğunda da senin kızın o canavarın yeni kurbanları olacak. Sevdiklerimizi korumak için buna mecburuz." Dedim.
"Sana yaptığı bunca şeyden sonra hala kardeşini mi düşünüyorsun?" dedi. Tabi ki ona 'O hain umurumda bile değil ama benim de kaybedecek bir şeylerim olduğuna seni inandırmam gerekiyor.' Diyemedim. Ben fedakâr bir abla ve her şeyden önce iyi ve affedici bir insandım.
"O kötü biri değil sadece bizim gibi bir kurban o kadar." Dedim. Neyse ki şeytan kardeşimi tanımıyordu.
"Sen çok iyi birisin. Her geçen gün seni tanıdıkça, sana yaptıkları şeyin bir parçası olduğum için kendimden utanıyorum. Keşke bu kadar korkmasaydım." Dedi. O böyle söyleyince sadece bir an korkunun nasıl hissettirdiğini hatırladığım kısa bir an şey gibi hissettim. Üzülmüş?
"Telafi edebilirsin" dedim.
"Kızın için cesur olmalısın." Diye devam ettim. Bu son vuruşumdu.
"Yardım edeceğim. Tek başıma yapamam ama sana güveniyorum." Dedi.
"En doğru kararı verdin. Şimdi sen git burada fazla kalman dikkat çekmesin. Ben sana ne yapacağını söyleyeceğim." Dedim. Başını salladı ve odadan çıktı. O odadan çıkarken benim yüzümde o sinsi gülüş vardı ve şeytani bir plan tıpkı bir yılan gibi aklımda kıvrılmaya başlamıştı.