Yeraltındaki beşinci katın derinliklerinde, titrek neon ışıklarının altında, metal kaplı duvarlar boyunca uzanan kabloların içinden elektrik akımları titreşerek ilerliyordu. Burası, Y.G.K Akademisi'nin en gizli bölgesiydi; yalnızca üst düzey araştırmacıların, mühendislerin ve güvenlik personelinin erişimine açık olan bir bölge. Havadaki ozon kokusu, yüksek voltajlı makinelerin sürekli çalıştığını gösteriyordu. Ekranlar, veri akışlarıyla dolup taşıyor, holografik panellerde değişen enerji dalga boyları mavi ve yeşil ışık huzmeleriyle yansıyordu.
Akademinin yeraltı katları, dışarıdan bakıldığında sıradan bir bina gibi görünen bu devasa kompleksin asıl merkezini oluşturuyordu. Üstte altı katlı, geniş avluları ve kütüphaneleri olan bir bilim ve teknoloji merkezi gibi gözükse de, asıl devrim yaratan çalışmalar aşağıda yapılıyordu. Beşinci katın tam merkezinde, geniş, kubbeli bir laboratuvar vardı. Bu laboratuvarın ortasında, devasa bir makine yükseliyordu—yer değiştirme teknolojisinin zirvesi.
Makine, yerçekimi yasalarına meydan okuyan bir tasarıma sahipti. Büyük bir çemberin içinde süzülen beşgen prizma biçiminde bir çekirdek, kendi ekseni etrafında dönerek karanlık madde ile yüklü bir plazma alanı yaratıyordu. Çekirdeğin etrafındaki yüzeyler, sürekli olarak şeffaflaşıp opaklaşıyor, ışık tayfını eğerek etrafında bir dalgalanma etkisi oluşturuyordu. Çekirdeğin içinde beliren kırmızı ve mavi dalgalar, enerjinin sınırlarını zorlayan bir keşfin eşiğinde olunduğunu gösteriyordu.
Baş araştırmacı Deyron, gözlerini önündeki holografik ekrana dikmişti. Beyaz ve gri tonlardaki koruyucu kıyafeti, plazma radyasyonundan korunmak için özel olarak tasarlanmıştı. Boynuna kadar uzanan, ince metal halkalarla süslenmiş yakası, sol kolundaki enerji ölçer ve bileğindeki holografik arayüz, onun bilim insanı kimliğini vurguluyordu. Yanında, baş mühendis Malika vardı. O, gözlerini laboratuvarın tavanına asılı devasa güç aktarma tüplerine çevirmişti. Yüksek gerilim hattı boyunca yayılan mavi ışıklar, cihazın tam kapasiteye ulaşmak üzere olduğunu gösteriyordu.
"Bu bizim sınır noktamız," dedi Deyron, ekrana hızla dokunarak. "Birkaç dakika içinde ya tarih yazacağız ya da tüm bu yeraltı katını parçalayacak bir enerji dalgası oluşturacağız."
Malika, çenesini hafifçe ovuşturdu, yüzünde soğuk bir kararlılık vardı. "Enerji alanı stabil. Veri setleri doğru işlenirse, bu makine yalnızca gezegen içinde değil, uzayın herhangi bir noktasına anında yer değiştirmeyi mümkün kılacak."
Deyron başını salladı ve holografik arayüzde son kontrolleri yaptı. Akademinin merkezi veri sistemine bağlı olan ekranlar, farklı mühendislik bölümlerinden gelen onay sinyallerini gösteriyordu. Yer değiştirme teknolojisinin ilk testinde, belirlenen bir noktanın tam koordinatları girilmişti: Tonoflenya gezegeninin iki uydusundan biri olan Veykar'ın yüzeyindeki araştırma merkezi.
Sistemin tam ortasında, yer değiştirme işleminin gerçekleştirileceği bir platform bulunuyordu. Koyu gri metalden yapılmış, yüzeyinde simetrik desenler halinde enerji kanalları işlenmişti. Kanalların içine, yüksek yoğunluklu plazma sıvısı akıyordu. Platformun dört köşesinde bulunan ışık kuleleri, titreşen beyaz ışık huzmeleri yayarak aktif durumda olduklarını gösteriyordu.
"Başlatıyoruz," dedi Malika, sesinde hafif bir gerginlik seziliyordu. Yanındaki kontrol panosuna dokunduğunda, sistem derin bir vızıltıyla tepki verdi. Çekirdeğin içindeki enerji dalgaları yoğunlaşmaya başladı, ışık daha parlak hale geldi, havadaki statik yük, etraftaki herkesin tüylerini diken diken etti.
Deyron, odanın yan tarafındaki gözlem penceresine yöneldi. Pencerenin arkasında, platformun üzerinde durmaya gönüllü olan denek, biyomekanik bir zırh giymişti. Metal liflerle kaplı bu özel kıyafet, yalnızca fiziksel koruma sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bedenin iç basıncını dengede tutarak yer değiştirme esnasında vücudu bütün halde tutuyordu. Denek, kaskının içindeki ekranlardan gelen bilgileri inceliyor, kalp atış hızı ve solunum düzenini kontrol ediyordu.
"Zihinsel olarak hazır mısın?" diye sordu Deyron, mikrofon aracılığıyla.
Denek kısa bir nefes aldı. "Hazırım. Hedef koordinatlar sabitlendi mi?"
Malika, terminaldeki kod satırlarına göz attı. "Evet. Veykar üssü ile bağlantı sağlandı. Yer değiştirme işlemi başlıyor!"
Birkaç saniyelik bir sessizlik oldu. Sonra, devasa makine bir uğultu yayarak devreye girdi. Platformun etrafındaki ışık kuleleri titreşmeye başladı, zemin hafifçe sarsıldı. Çekirdeğin etrafında dönen enerji halkaları ivme kazanarak parlak beyaz bir noktaya dönüştü. O noktadan yayılan ışık, odanın tüm yüzeyine yansıyordu.
Bir anda, ani bir enerji boşalmasıyla platformun üzerindeki denek yok oldu. Hiçbir patlama, hiçbir şiddetli sarsıntı olmadı—sadece bir saniyeden kısa sürede, varlık orada olmaktan çıkmıştı.
Holografik ekranlarda anlık veriler akmaya başladı. "Gitti mi?" diye fısıldadı Deyron, ekrandaki sinyalleri kontrol ederken.
Tam o anda, başka bir ekran aktif hale geldi. Veykar üssünden gelen canlı yayın, deneğin üssün merkezinde, bir ışık parıltısının içinde belirdiğini gösterdi. Zırhı zarar görmemişti, bedeninde herhangi bir deformasyon yoktu. Soluk soluğa ama sağlam bir şekilde duruyordu.
"Başardık…" diye mırıldandı Malika, gözlerini ekrandan ayıramayarak.
Deyron ise başını yavaşça salladı. "Bu, bildiğimiz her şeyi değiştirecek. Işınlanmanın ötesine geçtik. Artık yalnızca bir adım değil, tüm evreni aşabilecek bir teknolojiye sahibiz."
Odanın içinde soğuk bir sessizlik vardı, ama herkesin gözlerinde aynı şey parlıyordu: İnsanlığın, hatta galaktik varlıkların sınırlarını aşacak bir çağın başlangıcı…
Yerin altındaki devasa laboratuvarda ikinci başarı haberi, birkaç saat içinde Y.G.K Akademisi'ni sarıp sarmalamış ve nihayet üst katlara, sonra da Malken Krallığı'nın yönetici konseyine kadar ulaşmıştı. Akademinin güvenli veri iletim hatları üzerinden gönderilen dijital rapor, kırmızı elbiseli, uzun beyaz saçlı Valen Lazerya'nın önüne düştüğünde, Valen'ın solgun yüzünde heyecanlı bir parıltı belirdi. Bu kadın, yüzyıllardır hayatta olmasının getirdiği deneyimiyle birçok teknoloji devrini görmüş, kimi zaman bunları yönlendirmişti. Şimdi, ışınlanmayı geride bırakan bir yer değiştirme teknolojisinin doğuşuna tanıklık etmek, onun için bile olağanüstü bir gurur ve heyecan kaynağıydı. Valen, kristal dokunmatik masasına hafifçe dokunarak ekrana yansıyan görüntüleri inceledi: Yeraltının beşinci katında faaliyet gösteren makinenin, ilk deneği başarıyla Veykar üssüne göndermesi, sonra buradan gelen onaylama sinyalleri ve heyecan dolu bilim insanlarının çabaları… Hepsi kayıt altına alınmış, karanlık mavi tonların ve sarı veri akışlarının hâkim olduğu bir dizi holografik grafik halinde önünde akıyordu. İnce parmaklarıyla birkaç tuşa dokundu ve veri akışını durdurdu. Sonra arkasında duran iri cüsseli muhafızına dönerek "Ekip iyi iş çıkardı," dedi sakince, "Ama bu, gerçek yolculuğun sadece başlangıcı."
Bu sözlerin ardından Valen, tüm akademi personelini kutladığını ifade eden resmi bildiriyi sesli olarak kaydetti. "Tonoflenya'daki en büyük bilimsel sıçramamız gerçekleşmiş olabilir. Deyron ve ekibini yürekten tebrik ediyorum," diye başladı konuşmasına ve akademi kayıtlarına geçecek metni kısaca dile getirdi. Elbette resmî metnin soğuk bir tonu vardı; Valen bu soğukluğa alışkındı, ama yüzündeki ince tebessüm onu ele veriyordu. Bilim insanlarının uzun zamandır beklenen hayalini gerçekleştirmiş olmalarının sevinci, neredeyse bir çocuğun heyecanına benzer bir kıpırtı yayıyordu bakışlarına. Konuşma tamamlandığında, Valen bir an durdu, omzundaki kırmızı kumaşın parlak işlemelerine dokundu ve beklediği haberi daha net duymak istermişçesine uzaklara dalıp gitti.
Akademinin yeraltı katlarında ise aynı anda sıkı bir koşuşturmaca başlamıştı. İlk büyük başarı kutlanırken, "Bir sonraki hedefimiz Tonoflenya dışındaki bir gezegen olmalı," diyen Malika, laboratuvarın merkezindeki konsolun etrafında dolanıyordu. Deyron, diğer mühendislerle birlikte enerjinin doğru biçimde kanalize edilip edilemeyeceğini tartışıyordu. Çünkü bu kez yalnızca gezegenin uydusuna gitmek değil, çok daha uzak bir noktaya, bambaşka bir atmosfer ve kütle çekim koşullarına sahip bir gezegene anında yer değiştirme denemesi yapılacaktı. Bu deneme de başarılı olursa, sonuçlar kral IV. Bagrius'a arz edilecek ve belki de Malken Krallığı'nın kaderi, hatta tüm galaksinin seyri değişecekti.
Birkaç gün boyunca, yeraltının beşinci katında hummalı çalışmalar devam etti. Makinenin çekirdeğindeki beşgen prizma yapı için ek stabilizasyon halkaları takıldı, plazma akışının ısı dengesini sağlamak adına yeni soğutucular eklendi. Ayrıca deneklerin giydiği biyomekanik zırhlara ek koruyucu tabakalar yüklendi; bu tabakalar, hedef gezegenin atmosferinde meydana gelebilecek basınç değişikliklerine karşı bir tampon görevi görecekti. Mühendisler, holografik ekranlarda gezegenin enerji dalga boylarını, kütle çekim haritalarını ve manyetik alanını inceleyerek en uygun yer değiştirme koordinatlarını belirlemeye çalışıyordu. Valen Lazerya'dan gelen kutlama mesajları ise araştırma ekibinin motivasyonunu iyice artırmıştı.
Yaklaşık bir hafta sonra, testin ikinci aşamasına geçilmesine karar verildi. Bu kez denek bir Malken vatandaşıydı ve kadın olmasıyla birlikte vücudunun enerji ve basınç değişimlerine tepkisi de ilgi çekiciydi. Daha önceki testlerde kullanılan denekler genelde erkek ve insansı tipteydi; ancak Malken ırkının genetik özellikleri yer değiştirme sırasında farklı tepkiler verebiliyordu, özellikle de kadınlarda. Bu nedenle ekibe, "Denek 07" adıyla kaydı bulunan genç bir bilim kadını seçilmişti. Gümüş rengi saçları, ince ve zarif yüz hatları, iri menekşe rengi gözleriyle ayırt edilebilecek bu kişi, akademi bünyesinde gönüllü olmuş, teknolojinin geleceğine hizmet etme fikriyle yanıp tutuşuyordu. Üzerine giydirilen kapsül zırhı, önceki tasarımlar gibi metal liflerle örülüydü; fakat bel kısmındaki ek destek, kadın anatomisine özel olarak optimize edilmişti.
Deneyin yapılacağı gün, yeraltı beşinci katın koridorlarında yoğun bir uğultu hâkimdi. Gözlemci heyetinden birkaç üst düzey yönetici, misafir koltuklarında yerini almıştı. Laboratuvarın kubbeli tavanında ince kablolar ve ışık modülleri, devasa makinenin üzerinde yıldız gibi parıldıyordu. Zemin katındaki platformun etrafına yeniden konuşlandırılan ışık kuleleri, kontrollü bir şekilde titriyor, duruma göre renklerini yeşil ve mavi tonları arasında değiştiriyordu. Bu, makinenin sistemsel olarak kendini stabilize ettiğini gösteren bir görsel uyarıydı.
Ekibin lideri Deyron, mikrofona konuşarak geriye doğru sayımı başlattı. Sesindeki hafif titreme, bir önceki başarının rehavetiyle değil, çok daha uzak bir noktaya yolculuğun bilinmezliğinden kaynaklanıyordu: "Üç… İki… Bir…" Geriye doğru sayımın sonunda platformun merkezindeki çember yapısında dolaşan plazma ışıkları şiddetlendi, kubbeye çarpan bir ışık dalgası yayıldı. O an herkes nefesini tuttu; denek, iri menekşe gözlerini kapadı ve kendini yer değiştirme dalgasına teslim etti. Bir önceki denemede olduğu gibi göz açıp kapayıncaya kadar sürmesi beklenen bir işlemdi bu.
Ne var ki, tam o saniyede, dev makinenin çekirdeğinden beklenmedik bir uyarı sesi duyuldu: tiz bir cızırtı ve ardından kırmızıya dönen bir holografik ikaz. Konsollardan birinde çalışan bir mühendis panikle, "Moleküler bağ hatası veriyor!" diye bağırdı. Deyron, çılgına dönmüş bir yüz ifadesiyle "Kapatın!" diye emir verdi ama çok geçti. Sistem, deneğin moleküllerini parçalamaya başlar başlamaz, protokol devreye girmişti. Bu protokol, deneklerin ölümüne yol açacak bir kararsızlık saptadığında, moleküllerin bütünlüğünü koruyamayınca onları "geri bırakma" ve "fırlatma" gibi aşırı bir tedbire başvuruyordu. Teknoloji, henüz tam oturmayan bir güvenlik katmanıyla inşa edilmişti; bir tür acil durum refleksi olarak deneği rastgele bir boşluğa savurup bütünlüğünü korumaya çalışıyordu.
Laboratuvarda bir anda telaş dolu bir uğultu yayıldı. Denek platformda yok olmuştu, ancak hedef gezegene dair herhangi bir konum sinyali alınamıyordu. Sistem, "Boşluğa fırlatma" raporu veriyordu; bu da deneğin uzayda, belirsiz bir noktada, muhtemelen korkunç bir hızla sürükleniyor olduğu anlamına geliyordu. Deyron'ın sesi kısıldı, laboratuvarın ortasında dona kalmış halde kendi kendine fısıldadı: "Giden gitti. Geri getirebilir miyiz? Bir sinyal var mı?" Mühendislerden birkaçı baş döndürücü bir hızla holografik haritalara, gezegenler arasındaki veri trafiğine ve olası konum hatalarına bakıyor, "Çok geniş bir alan… En az 3000 gezegenlik bir hacim!" diye paniğe kapılıyorlardı.
Bu kargaşa haberi, üst katlara, sonra da Valen Lazerya'ya kadar ışık hızında ulaştı. Valen, önceki kutlama sevincinden eser kalmamış bir halde, endişeye kapıldı. "Bir Malken vatandaşı mı?" diye mırıldandı kendi kendine. "Yüzyıllardır dillerde olan bu deney, eğer Malken Krallığı'nda bir skandala dönüşürse, kral IV. Bagrius nasıl tepki verir?" Kaygı dolu sesi, yanındaki muhafızlar tarafından bile hissediliyordu. "Hemen bir inceleme başlatın," diye sert bir emir verdi Valen ve ekledi: "Tüm dış görevlilere, yakındaki tüm gemilere sinyal gönderin. O kızı bulmamız gerek." Gözlerinde beliren hiddet, belki de yüzyıllarca hayatta kalmanın getirdiği bir koruma içgüdüsünün dışavurumuydu. Ne olursa olsun, kimse Malken vatandaşı bir araştırmacının kaybolmasını sineye çekmezdi. Üstelik yer değiştirme teknolojisinin itibarını zedeleyecek bir gelişme, akademiyi de zora sokacaktı.
Tam da o sırada, gerçekten uzayın derinliklerinde, minik bir kapsülün içindeki genç kadın ölümle yaşam arasında bir sınırda süzülmekteydi. Güvenlik amacıyla giydiği biyomekanik zırh, vücudunu parçalayıcı kuvvetlerden koruyor ancak tam olarak konumunu sabitleyemiyordu. Sonsuz boşlukta kendi ekseni etrafında dönüyor, kapkara evrende bir ışık zerresi kadar küçük görünüyordu. Nefes aldığı her anda kaskının içindeki oksijen seviyesi azalıyordu. Birkaç saniye içinde panik atak benzeri bir korku yaşadı, ama sonra, zırhın zihinsel destek modülü devreye girdi. Kalp atışlarını sakinleştirmeye ve beyin dalgalarını düzenlemeye çalışan suni bir zihin dalgası, adeta hafif bir ninni gibi zihnini sarmaya başladı.
Bu sırada kapalı gözlerinin ardında hızla değişen ışık patlamaları gördü. İçinde bulunduğu kapsül, uzayda korkunç bir hızla fırlatılmıştı; ancak en yakın gök cismine doğru sürükleniyor olduğu da fark ediliyordu. Kontrolün çok büyük kısmı, kullandığı zırhın otomatik stabilizasyonuna kalmıştı. Belli belirsiz bir sarsıntı hissiyle sanki bir kütle çekim alanına girdiğini fark etti. Zırhın iç göstergeleri, bir atmosfer tanımlaması yapmaya çalışıyordu. "Toprak rengi… Azot oranı yüksek… Kütle çekimi orta seviye…" Bu sözcükler, kaskın iç ekranında titreşerek beliriyordu. Neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, hızla yaklaşmakta olduğu o gezegene dair görüntüler şimdiden zırhın kamerasına yansıyordu: Kahverenginin tonlarına bürünmüş, çorak, belki de kısmen ıssız bir yer… Ya da o kadar da ıssız sayılmazdı, çünkü zırhın sensörleri atmosferde kayıt dışı ısı dalgalarını tespit ediyordu.