Sanki uzun bir uykudan uyanmış gibiydim.
Gözlerimi açtığımda kendimi denizin ortasında buldum. Gözümün alabildiği kadarı tamamen kocaman deniz kütlesiyle kaplıydı. Hafif bir rüzgar saçlarımı savuruyordu. Gökyüzü hiç bu kadar berrak olmamıştı. Anlamadığım bir sebepten gözlerim yaşarıyordu. Dudaklarım titriyordu. Yorgun vücudum tüy kadar hafifti. Yürümeye başladığım zaman uçuyormuşum gibi hissediyordum. Adım attığım yerler dalgalanıyordu adeta suyun üzerinde yürüyordum.
O kadar rahatlamış hissediyordum ki geçmişte yaşadıklarım gözümün önüne geldi. Son zamanlarım kötü olsa da fena olmayan bir hayat yaşamıştım. Ve son anlarımda en çok kendime kızdığım tek bir an vardı o da Izumi ve diğer arkadaşlarım hakkında düşündüklerimdi.
Hepsi Izumi gibi düşünüyor olmalıydılar ama nasıl düzeltebilirdiler ki? Yamato'yu ispiyonlamak demek işinden olmak demekle aynı şeydi. Hepsinin geçindirmesi gereken bir ailesi vardı. Benim ailemi kurtarmak için kendi ailelerini bir kenara fırlatmalarını isteyemem ki. Izumi'nin kendisi hariç bakması gereken kimse olmadığı için bana söylemeye çalışmıştı fakat onun da önünde genç olması problemi vardı. İlk çalıştığı yerden kovulduğu siciline işlenseydi eğer iş bulması çok zor olacaktı.
Her neyse geçmişe bir şey yapamam. Önümdeki geleceğe odaklanmalıyım.
Geleceğim olacak mı ki? Bu bomboş yerde ne yapabilirim ki.
Elbette bir şeyler bulabilirim.
Belki bir geçiş noktası falan vardır.
------
Yok. Hiçbir şey bulamadım ne çıkış var ne de başka biri.
Kim bilir ne zamandır dolanıyorum.
Ölmüş olmama rağmen garip bir şekilde yorulabiliyordum. Dinlenmek için yere oturduğum sırada arkamdan bir ses geldi.
*Phsaftt*
Arkama döndüğümde dona kalmıştım.
Çekirdeği mor olan bir küre karşımda duruyordu. Etrafında ise melek kanatlarından kopmuş gibi görünen tüyler çekirdeğin etrafında dönüyordu. Bir ses daha geldi. Bu sefer ne olacak diye tüm dikkatimi verdim
*Jaovv*
Çekirdek ikiye yarılıyordu. Çekirdeğin etrafındaki tüyler çekirdeğin etrafında daha hızlı dönmeye başladı. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir şey görmemiştim. Tüyler bir süre sonra yavaşladı ve hepsi yere süzülerek indi. Çekirdek sanki bir yarık oluşturmuştu.
Adım sesleri gelmeye başladı. İstemsizce kendimi geriye doğru attım. Yarığın içinden ilk başta siyah topuklu bir ayakkabı gözüktü. Sonra bir kadın kendini gösterdi. Gözleri altın rengindeydi. Bembeyaz ve ipeksi saçları vardı. Dudakları kiraz çiçeğinin rengi gibiydi. Elbisesi ise siyahtı. Dar ve müstehcen bir görüntüsü vardı. Göğüslerinde açıklık bıraksa da gözükmüyorlardı. Alt tarafı da diz kapaklarının üstünde bitiyordu. Sırtının açık olduğu yanlarından belli oluyordu.
Kadın yavaşça bana doğru yaklaşmaya başladı. Bana bakarken gözleri çok nazikti. Daha yeni gördüğüm şeylerden ötürü ne kadar içgüdüsel olarak çekinsem de gözleri beni kendine çekiyordu. Bana doğru yaklaştıkça o nazik gözlerin kızardığını gördüm. Niye ağlayacakmış gibiydi? Bir anda kendini bana doğru atarak sarıldı. Normal bir sarılma değildi daha önce bildiklerimden değildi. Ne arkadaş ne de sevgili gibiydi. Daha çok anne kucağı dedikleri şey gibiydi. Bu duyguyu vücudumdaki tüm hücrelerimde hissediyordum. Ben de yavaş yavaş dizlerimin üstüne çekiyordum. İstemsizce benim için üzülen bu nazik kadına sarılıyordum. İkimizde dizlerimizin üstünde birbirimize sarılıyorduk. Ağlıyordu. Ağlarken 'Çok zor olmuş olmalı.' diyordu. Cevap dahi veremiyordum. Sadece sessizce onaylayabiliyordum. 'Özür dilerim, özür dilerim. Hiçbir şey yapamadım. Ne çocukluğunda nede son zamanlarında yardım edebildim. Özür dilerim…' Yine sessizce onayladım. Elleriyle saçlarımı okşamaya başladığı sırada kalbim sıkışmaya başladı. Gözlerim yaşardı. Kafamı omzunun üstüne koydum. Sessizce ağlıyordum. Kendimi hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim. Dizlerimin üstüne kalacak halim dahi kalmamıştı. Gözlerim kapanıyordu. Ne kadar ayık kalmak istesem de gittikçe zorlaşıyordu. Bir süre sonra gözlerim tamamen kapandı. Gözlerimi açtığımda o nazik kadının bacaklarında yatıyordum. Anne şefkatiyle saçlarımla oynuyordu. Sessizliği bozana kadar bir süre daha öyle kaldık.
'Özür dilerim. Bu yaptığım uygun değildi.' diyerek yavaşça ayağa kalktım.
'Önemli değil asıl ben özür dilerim. Tanımadığın bir kadının sana böyle gelip ağlaması rahatsız etmiş olmalı.'
'Hiçte bile asıl tanımadığınız bir erkeğin böyle yapması asıl sizi rahatsız etmiş olmalı.'
'Yoru-kun ama ben seni tanıyorum. Ve bunu yapman beni az daha olsa beni mutlu etti. En azından beni affedebileceğini düşündürttü.'
'Affedersiniz tanıyamadım. Daha önce tanışmış mıydık?'
'Oh affedersin kendimi tanıtmadım. Ben Tanrıçayım.'
'T-Tanrıça mı?'
Nazikçe 'Evet.' dediğini duyduğumda hızlıca yere kapanarak 'Özür dilerim. Özür dilerim Tanrıça olduğunuzu bilseydim asla böyle bir şeyin olmasına izin vermezdim. Özür dilerim.' dedim.
'Dediğim gibi önemli değil?'
'Şey… Anladım fakat sizin gibi bir Tanrıça benden niye özür diliyor?'
'Öncelikle ne kadar Tanrıçada olsam benimde bir adım var. Adım Emilia.'
'Anladım Emilia-sama.'
'-sama demene gerek yok. Sadece Emilia.'
'Peki Emilia-san.'
'Her neyse bu da olur.'
------
Anlattığına göre her dünyanın farklı bir Tanrı veya Tanrıçası varmış. Kendisi de farklı bir dünyanın Tanrıçasıymış. Kendi dünyası diğer dünyadakilere göre gelişme açısından en geri de kalan dünyaymış. Bundan ötürü Tanrılar Konseyi adı altında yapılan bir toplantıda sırayla olmak üzere diğer Tanrılardan kendi dünyasına her 100 yılda bir , bir ruh verilmesine karar kılınmış. Böylece kendi dünyasında her 100 yılda bir gelişimde atlama sağlanması amaçlanmış. Tanrılar verecekleri ruhu seçmekte çok zorlanırlarmış. Çünkü verecekleri ruhlar eninde sonunda kendi kullarıdır. Bir istisna hariç tüm Tanrılar en çok sevdikleri ruhu verirlermiş ki dünyada yaptıklarının ödülü olarak ikinci bir hayatları olsun isterlermiş.
Bir istisna hariç dedim. O istisna Tanrıça da sırada ki Tanrıçaymış. Ve sıradaki Tanrıça da benim dünyamı yöneten Tanrıçaymış. Bu Tanrıçanın istisna olma sebebide en sevmediği ruhu vermek olmuş yani beni. Sebebini sorduğumda beni sevmemesinin sebebinin kişisel olduğunu söylemiş. Emilia-san'ın geç kalma sebebi de bu "kişisel sebep" yüzündenmiş.
'Emilia-san her şeyi az çok anladım. Fakat siz niye ağlıyordunuz?'
'Diğer Tanrıların bana verecekleri ruhları vereceklerini zamanı gelinceye kadar seçmeseler de senin Tanrıçan seçmişti. Bende diğer Tanrılar gibi en çok sevdiği ruhu vereceğini zannetmiştim. Fakat işin aslı öyle değilmiş… Daha önceden öğrenip sana yardım etmenin bir yolunu bulabilecekken sana yardım etmedim. Bu gerçekten de benim hatam. Seni görünce istemsizce ağladım. Tekrardan özür dilerim.'
'Lütfen Emilia-san kendinize haksızlık ediyorsunuz bu konuda yapabileceğiniz bir şey yokmuş. Böyle olacağını nerden bilebilirdiniz ki. Lütfen kendinizi üzmeyin.'
'Teşekkür ederim Yoru-kun.'
------
Emilia-san'ın anlattığına göre uyandığımda kendimi bebek olarak dünya bulmam gerekiyordu. Fakat etrafım tamamen karanlıkla çevriliydi. Sanki boşlukta süzülüyormuşum gibi hissediyordum. "Elinden gelenin en iyisini yap," diye seslenen bir kadının sesini duyduktan sonra etrafımdaki karanlık boşluk parlak beyaz bir ışıkla yırtılmaya başladı. Gözlerimi açık tutamadım ve gözlerim kapandı.
------
Kendimi biraz garip hissediyorum. Bir çok ses duyuyorum ama hiç biri anlaşılmıyor.
'Rhalom lirreni, carol sorvian. Elr qirnaun saldar.' (Efendim tebrik ederim.Bir oğlunuz oldu.)
Bu kadın neyden bahsediyor.
'Irsanqar. Tir nal qirnaum ?' ( İnanamıyorum. Bu benim oğlum mu ?)
Vay be bu yakışıklı delikanlıda kim böyle ? Bu kadının kocası mı acaba ? Ve ikisi de bana bakıyor. Neden bunlar dev gibi gözüküyor?Uzak durun benden sizi devler! Onları en azından itebilirim.Ellerim! Ellerim niye bu kadar küçük… ve…şey….tombul? Hey! Sırf yakışıklısın diye izinsizce birilerinin ellerinin tutabileceğini mi sandın? Parmağını kırma mı istiyorsun? Al bakalım!
...
Hiçbir etkisi olmadı aksine mutlu oldu be adam.
'Hesvar, Lorde. Nal qirnaun Raven von Ardent.' (Evet Lordum. Sizin oğlunuz Raven von Ardent.)
'Qirnaum Raven von Ardent!'(Oğlum Raven von Ardent!)