Nefesimin havada oluşturduğu buhar adımlarımdan önce sislere karıştığı sırada, yayımı omzuma astım ve sıcak nefesimi kurumuş soğuk ellerime üfledim. Geniş ve donmuş düz platoyu geçip etrafıma baktım.
Bu noktadan tüm bölge, Redcliffe'nin genelde yeşil olan ama şimdi karla kaplı irili ufaklı tepeleri, kuzeydoğu köşesine aynı armasında olduğu gibi beyaz bir zemin üzerinde kırmızı bir uçurumun üstüne yerleşmiş olan devasa Redcliffe kalesi görülebiliyordu.
Bu yüksek noktadan kalede olup biten her şeye, gelen giden soylu lord ve leydiler, köylü halka ve şövalyelere kuş bakışı bir görüşe sahiptim ve bu da burayı kısa süre içinde sevmemin bir başka sebebiydi. Birkaç gündür kendimi her defasında Guerrin Ailesinin kalesinin antik taşlarının şekillerini, tepelere doğru etkileyici şekilde uzanan görkemli siper ve kulelerinin göz kamaştırıcı işçiliğini incelerken buluyordum.
Calenhad Gölünün batı kıyısında yer alan Redcliffe köyü, üzerinde yükselen uçurumlarının kırmızımsı tonları için böyle isimlendirilmiştir. Kalesi himayesindeki köyün kendisinden bile daha eskidir. Köy İle kale arasındaki ulaşım taştan bir köprü aracılığıyla sağlanmaktadır.
Kale Alamarri klanlarının günlerinden beri, Frostback Dağları'ndan ana geçidi Orlais'e doğru uzanan alanı korumuştur. "Redcliffe'nin kaderi, tüm Ferelden'nin kaderidir." demiş Kral Büyük Calenhad zamanında.
Ne kadarda doğru demiştir çünkü Redcliffe Ferelden'nin batı tepelerinde yer almaktadır. Şatosu, Ferelden'e giden tek karayolu için ilk ve son savunma hattıdır ve ülkeye yapılmış pek çok saldırı kale sayesinde engellenmiştir.
Redcliffe, Orzammar ile Orlais arasındaki konumu nedeniyle Ferelden'nin en refah dolu zengin kasabalarından biridir. Bu şekilde dış ticaret merkezi haline gelerek ve elverişli koşulları, alanın küçük boyutuna rağmen zaman içinde bir arllık olarak adlandırılmasına neden olmuştur.
Buranın vatandaşları esas olarak Orlais'ten cüce mallarının nakliyesini yapan balıkçı veya tüccarlardır. Vadinin üstünde ise önceden dediğim gibi kale yer alır. Kale bütün Redcliffe bölgesi için garnizondaki askerlere hizmet verir.
Avvar tepesi halkıyla, Orlais İmparatorluğunun Ferelden'i fethetmeye ovalarımıza geldiklerinde öncelikle kontrol altına almaları gereken ilk yer Redcliffe kalesiydi. Bu kolay bir iş değildi, çünkü halkı basit insanlar olsa da cesurdu. Ferelden'nin koruyucusu olan rollerinden ötürü kendileriyle gurur duyuyorlardı.
"Tepelerde demir var, insanlarının kalplerinde olduğu gibi!" Diye yerel bir savaş naraları bile vardı.
Kale birçok kuşatmaya dayandı. Sadece üç kez, başarılı bir şekilde alındı. İlk önce Kral Calenhad sonradan Orlais İmparatorluğu asaleti ve en son Ferelden İsyanı sırasında asil Guerrin Ailesi tarafından.
Bu üç başarılı kuşatmaya rağmen, kale halk tarafından günümüzde hala "Geçilemez." olarak tanımlanmaktadır. Ek olarak Beşinci Yıkımın başlarında babam Kral Leo o zamanlar sadece çaylak bir Gri Muhafızdı. Redcliffe rahmetli Arl Eamon'dan davası için destek almaya gitmişti.
Ancak köyü yürüyen cesetler tarafından kuşatılmış çaresizce yardım beklerken bulmuştu. Babam köylü milislere liderlik ederek bu saldırıları durdurmuş. Ardından Eamon'la ailesini başta köydeki saldırılara neden olan korkunç bir arzu iblisinin pençelerinden kurtarmıştır.
O yıllardan şu ana kadar Redcliffe büyüyüp gelişmeye devam etmiştir. Güncel kayıtlarda nüfusu yaklaşık beş yüz civarıdır…
Duvarların ötesinde, kalenin giriş kapısının önünde babamın Gri Muhafızları dairesel bir eğitim alanında, çalışıyordu. Savaşçıların düzenli sıralar halinde kukla hedeflere kılıçlarla saldırıya geçişlerini ve ağaçlara asılı kalkanlara oklarını saplamaya çalışmalarını heyecan içinde seyrediyordum. Onlara katılabilmek için can atıyordum.
Aniden tanıdık gelen bir çığlık sesi duydum, o yöne doğru döndüm. Kalabalığın içinde bir kargaşa vardı. Telaş içindeki kalabalığı izlediğimde, kalabalığın önünde, ana yola doğru, genç kardeşim Loghain'ni ve ondan sadece üç ay daha büyük olduğum Cailan'ı gördüm.
Gerilmiştim ve tetikteydim. Küçük kardeşimin sesinde sıkıntı sezmiştim. Cailan'nın her zaman olduğu gibi aklında yine iyi bir şey olmadığı belliydi.
Cailan'nı izlerken gözlerimi kıstım, içimde bir öfkenin yükseldiğini hissettim ve bilinçsiz bir şekilde yayımın kabzasını sıktım. Kalabalığın arasından kendisinden altmış santim uzun olan ağabeyinin kaslı kollarının arasında isteksizce sürüklenen Loghain belirdi.
Küçük Loghain kırılgan, duygusaldı ve on yaşına daha yeni basmış bir çocuktu. Cailan ise gururlu duruşuyla, açık ela gözleri ve koyu kahve kısa dalgalı saçlarıyla kuvvetli bir delikanlıydı.
"Bırak beni, dedim!" diye bağırdı Loghain.
Cailan onu köyün aşağısına doğru, kaleden uzağa, ormanlığa giden ıssız yolda kaba bir şekilde sürükledi. Cailan'nın onu bir kılıç kullanmaya zorladığını gördüm. Loghain için fazla büyük bir kılıç. Loghain onun için sataşılması çok kolay bir hedefti.
Cailan tüm hayatı boyunca bir kabadayıydı. Güçlüydü, cesur sayılırdı fakat gerçek yetenekten çok gösteriş yapardı ve her zaman kendini başa çıkamayacağı belalar içine sokardı.
Neler olduğunu anlamıştım. Cailan avlarından birine götürüyordu onu. Elinde şarap matarasını gördüm ve önceden içmiş olduğunu fark edince öfkem arttı.
Anlamsızca hayvan öldürmeye gittiği yetmiyormuş gibi, bir de sarhoştu. Çok sevdiğim küçük kardeşimi peşinden zorla getirmeye çalıştığını saymıyorum bile.
"Büyü artık, sen erkeksin." dedi Cailan.
Tepelerden aşağı doğru inerken onlara yetişememekten korkuyordum. Yola doğru atladım ve onların önlerini kesip durdum. Sert nefes alıp veriyordum, Maya'da yanımda duruyordu, yolu kapatıyorduk.
Cailan'la küçük kardeşim de aniden durdular, şok olmuş halde bana bakıyorlardı. Loghain beni görünce yüzünde belli olan bir rahatlama yaşamıştı.
"Kayıp mı oldun Axael?" diye sordu Cailan alay edercesine.
Kaşlarımı çattım, kararlı bir ifade takınmıştım, Maya da yanımda sırtındaki tüyleri dikilmişti ve hırlıyordu.
"Şu yaratığı benden uzak tut demiştim sana kaç kere!" dedi Cailan, cesurca konuşmaya çalışıyordu ama köpeklerden ne kadar çok korktuğunu biliyordum…