"Loghain'i nereye götürdüğünü sanıyorsun?" diye sordum.
Cailan durakladı, yüzü yavaşça sertleşmeye başladı.
"Onu avlanmaya götürüyorum ve nasıl gerçek erkek olunacağını öğreteceğim." dedi Cailan, erkek kelimesini vurgulayarak.
Ama benim pes etmeye niyetim yoktu.
"O daha çok küçük." dedim kesin bir ifadeyle.
Cailan kaşlarını çattı.
"Kim demiş?" dedi.
"Ben diyorum."
"Sen babası mısın?"
"Senin onun babası olduğun kadar."
Gergin bir sessizlik içinde bir süre durduk. Loghain korku dolu gözleriyle bize bakıyordu.
"Soralım o zaman," dedim," Loghain avlanmak istiyor musun?"
Loghain utanarak yere baktı. Sessizce durdu ve benim bakışlarımdan kaçındı. Konuşmaktan korkmuştu. Cailan'dan çekiniyordu ve onu sinirlendirmek istemediği için böyle davranıyordu.
"İşte sen de gördün," dedi Cailan. "Bir itirazı yok kardeşimin."
Öylece kaldım, hayal kırıklığı içindeydim, Loghain'nin tepki vermesini istiyordum fakat onu zorlayamazdım.
"Onu şimdi ava götürmen akıllıca olmaz," dedim. "Kar fırtınası geliyor. Çok yakında hava da kararacak. Ormanda yaşayan büyük bir yaratık hakkında uyarılmıştık unuttun mu? Eğer ona avlanmayı öğretmek istiyorsan, Loghain'nin biraz daha büyümesini bekle."
Cailan rahatsız bir şekilde kaşlarını çattı.
"Teşekkürler ama ne korkağım ne de avlanmak konusunda senden akıl alacak değilim." dedi Cailan. "Şu ağaçlar dışında yakın zamanda ne avladın ki?"
Cailan lafını bitirip bana gülmeye başladığı sırada bende ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Gerçi Loghain konuşmadığı sürece yapabileceğim çok fazla bir şey de yoktu.
"Çok fazla endişeleniyorsun Axael," dedi Cailan. "Benim gözetimim altındayken Loghain'ne hiçbir şey olmaz. Onu sadece biraz daha sertleştirmek istiyorum, öldürmek değil. Onu düşünen tek kişi sen değilsin. Bende ağabeyiyim. Ayrıca, babamız da izliyor, onu hayal kırıklığına uğratmak mı istiyorsun?"
Kafamı kaldırıp Cailan'nın gözüyle işaret ettiği yere baktım ve kulenin yukarısında, kemerli, dışarı bakan pencerede babamın durduğunu ve bizi izlediğini gördüm.
Bu duruma tepki göstermediği için o an içimde büyük bir hayal kırıklığı daha hissettim.
"Loghain, çekinme bana söyle," dedim. "Bu işkenceyi sana yapmasına izin verme. Benimle kaleye hemen dönebilirsin."
Ardından küçük kardeşimin gözleri yaşlarla dolmaya başlamıştı. Çevremizde uğuldayan bir rüzgâr ve hızlanan kar yağışından başka hiçbir şeyin bozmadığı bir sessizlik oldu.
En sonunda Loghain eğilip bükülerek, "Ava gitmek istiyorum," diye yarım ağızla mırıldandı.
Cailan zafer gülümsemesiyle yanımdan, omzunu çarparak geçti Loghain'le beraber ve yolun aşağısına doğru aceleyle yürüyerek indiler. Arkamı dönüp onları izlerken midemde berbat bir ağrı hissi oluştu.
Yüzümü tekrar kuleye döndüm ve baktım fakat babam çoktan gitmişti.
Cailan ile Loghain yaklaşan fırtınanın içine, ormana doğru gözden kayboldular. Loghain'i kapıp geri getirmeyi düşünüyordum ama onu utandırmak da istemiyordum işte.
Oluruna bırakmaktan başka çarem yoktu ama buna katlanamıyordum. Bir tehlike seziyordum, özellikle kış ayında. Cailan'a güvenmemiştim.
Loghain'e zarar verecek değildi ama umursamaz ve aşırı sertti. Hepsinden daha kötüsü gösteriş meraklısıydı. Aşırı güveniyordu kendine. Bunlar bir avcı için oldukça kötü bir birleşimdi.
Daha fazla dayanamazdım. Eğer babam hiçbir şey yapmıyorsa, kendim yapmalıydım. Artık hesap verme yaşını geçmiştim.
Ve koşmaya başladım, ıssız Redcliffe yolunda, yanımda Maya'yla, ormana doğru yola çıktım…
Kalenin hemen batısındaki, ağaçların sıklığından etrafı görmenin neredeyse imkansız olduğu bir ormanlık alana girdim. Ormanın içinde, yanımda Maya'yla birlikte yavaşça ilerlerken, kar ve buz ayağımın altında çıtırdıyordu.
Ormanın iç kesimlerine geldiğimde hava daha çok kararmıştı, soğuktu ve yerden gelen çürümüş toprak kokusundan dolayı ağırlaşmıştı.
İçim daraldı ve yukarı baktım; sanki ebediyete kadar uzanıyormuş gibi görünen beyaz ağaçların içinde karınca misali kalakaldım. Bunlar budaklı dalları ve kalın siyah yapraklı geniş gövdeli binlerce yıllık ağaçlardı.
Buranın lanetli olduğunu ilerledikçe tüm kalbimle hissetmeye başladım; son Yıkım'dan bu yana Ferelden genelinde hiç iyi şeyler yaşanmamıştı ve aziz ülkem galip gelmesine rağmen yıllar önce yaşanmış büyük savaşın bıraktığı izleri hala üzerinde taşıyordu.
Zaten Redcliffe kasabasına cenaze için yeni geldiğimizde en son burada avlanmış bir avcı grubuyla alakalı kötü bilgiler almış ve yolların tehlikeleri hakkında şövalyeler tarafından dikkatli olmamız için uyarılmıştık. Bunları düşündüğüm anda ürpermeye başladım.
Detaylara gelirsek; yakın zamanda yerin altından üç metre boyunda olduğu tahmin edilen devasa bir kara nesil askeri çıkmış, buralarda bir mağaraya gizlenmiş ve karşılaştığı o zavallı avcıları anında yakalamış ve bir süre onlarla ne yapacağını bilmez bir şekilde elinde esir tutmuş.
Ama doğal olarak her canlı gibi acıktığında avcıların taze sıcak etlerine dayanamayarak onları teker teker yemeye karar vermiş.
Zamanla yaratık mağarasını yeni yuvası bellemiş ve talihsiz gezginlere pusu kurmaya alışkanlık haline getirmiş. Tabii bu saldırı haberleri fazla geçmeden rahmetli Arl Eamon'un kulağına ulaştırılmış.
Halk ondan yardım dilemiş ve o da ilk başta derhal birkaç şövalye yollamış kara nesil sorununu çözmek için ama onlar başarısız olmuşlar.
Daha sonra bu iş için en uygun olan kişilerin gri muhafızlar olduğunu anlamış fakat bu olayı babamla konuşma fırsatı bulamadan hastalanmış. Arkasından işte bildiğimiz gibi vefat etmişti.
Keşke babam bu duruma geldiği gibi bir çare bulsaydı. Ancak dostunun ölüm acısının yarası yeni olduğundan ve cenaze hazırlıklarından dolayı sanırım bu kayıtsızlığı anlaşılabilir.
İşin kötüsü kardeşlerimle beraber bulunduğumuz şu Hinter Toprakları adlı yerde hala yaşayan insan etine açlık duyan büyük bir yaratık vardı.
Etraftan belli aralıklarla farklı hayvan sesleri geliyordu. Gerçi nereye dönersem döneyim nafileydi.
Sık ağaçlar yüzünden yerlerini tespit edemiyordum. Cailan ile Loghain büyük bir tehlike içine gitmişlerdi. Bunu daha iyi anlamıştım ve onları ne olursa olsun bulmalıydım…