Chereads / HASAN BİLGİN / Chapter 2 - GELECEĞE AİT İLK IŞIKLAR

Chapter 2 - GELECEĞE AİT İLK IŞIKLAR

Siyahlar içerisinde, boyunlarından kulaklarına uzanan kıvrımlı bir kulaklık takılı yedi kişilik özel birliğin her birinde P90 vardı. Birliğin arasında göğüs kısmında kartal amblemi olan subay tıraşlı, kemik, yüzlü asker kaşlarını çatarak, "Yol temizleme birliği D-101!" diye askerlere seslendi. Askerler ellerinde silahlarla hazır ola geçerek ip gibi dizildiler. "Şu an da insanlarımızı üst katlara çıkarmak için gerekli temizliğin ilk günündeyiz! Bugün insanımızı gün ışığına yaklaştırmak için önemli bir adım atacağız. Yıl 2010 ve yeni doğan çocuklarımız ve bizler güneş yüzü görmemiş, halkımız denizlerin varlığını unutmuş. Üstelik burda! Birleşik Krallık'ta! Sizden istediğim ölmeniz değil, halkımızın özgürlüğü için bir basamak olmanız. Benimle misiniz?"

"Emredersiniz!" diyerek tek bir ağızdan haykırdılar.

"Asker, rahat. Planı son bir kez gözden geçirelim." askerler hemen ahşap bir kasanın üzerine katların krokisini koydu. Komutan, göğüs cebinden çıkardığı kırmızı kalemiyle belirli noktaları daire içine, belirli noktalarıysa çarpıyla işaretleyerek planı son kez anlatmaya başladı. Ardından, oklarla nereye nasıl gidileceği hakkında bilgi verirken kahverengi gözlü, sarışın gencin alnında kırışıklar oluşarak kaşları havaya kalktı ve komutanının arkasındaki ağzı tamamen açık kapının karanlığına daldı.

"... Hey... as..." sesler kulağına anlamsız uğultular gibi geliyordu. Ancak her iki omzundan da sıkıca kavranınca ani bir irkilmeyle kendisine geldi. Ve gördüğü ilk şey komutanının karşısına dikilip ağzından köpüklü tükürükler saçarak kendisine haykırmasıydı. "White! Kendine gel geri zekâlı. Ayakta uyuyacak zaman değil." genç başıyla onaylayarak ayağa kalktı ve silahının namlusunu kör noktada tutarak emniyet kilidini kapattı. Ardından kuyruğun dördüncü kişisi olarak merdivenlere yöneldiler. Apartmanın içi en tepeden belirli bir yere kadar gelen gün ışığı dışında hiçbir aydınlatmayla aydınlatılmıyordu. Ve iki elektrik mühendisiyle beraber merdivenleri kablo döşeye döşeye çıkmaya başlayan birliğin en arkadakileri geriye, öndekilerse ileri basamaklara baktıkları sırada ortada bulunanlar da merdiven boşluğuna ve karşıdan sıçrayarak gelecek saldırılara karşı gözlem yapıyorlardı. Mühendisler ilk ampulü yerleştirdikten sonra askerlerin omzuna iki kere art arda parmak uçlarıyla dokundular ve onlarda önlerdeki askere dokundu. Ve kuyruk tekrar ilerlemeye başladı. Askerler alınlarına elastik bantla sarılı ışıklarla önlerini görürlerken mühendislerin önlerini görmesi için birinin onlara doğru dönmesi gerekiyordu. Ve bunu White'nin yanındaki eleman yapmaya başladı.

İkinci ampul de takıldıktan sonra tekrar omuza dokunmalarla kuyruk hareket etmeye başladı ve karanlıkta hareketlenmeler baş gösterdi. Hemen askerler pür dikkat silahlarına sarılarak bir hareketlilik beklerken kıpırdanmalar durdu ve ses boşluğa doğru yankılanarak soğurdu. Ve mühendisleri işlerine kaldıkları yerden devam edince bir ampulü daha taktılar. Sorunsuz bir şekilde kuyruk dördüncü ampulü takmak için konumlarını aldıktan sonra mühendisler hızla ampulü sabitleyerek elektrik kablosunu bağladılar ve ampulü tutan paslı demir parçası yerinden çıkınca ampul yerinden düştü. Mühendisler ani bir hamleyle ampulü yakalamak isterlerken ampul parmak uçlarından süzülerek boşluğa doğru yol aldı ve askerlerden biri ileriye atlayarak bir eliyle parmaklıkları tutup diğer eliyle ampulü yakaladı.

White, başarmanın verdiği coşkuyla yüzünde bir gülümseme oluşurken korkuluklar gıcırdayarak ağlamaya ve sallanmaya başladı. Genç asker kendisini hemen geriye çekerken daha ayakları yere değmeden korkuluk koparak aniden aşağıya doğru bedeni indi. Ama hâlâ ampul elindeydi ve sol ayağının parmak uçlarıyla yere basmış bir şekilde bedeninin neredeyse tamamı boşluğun ortasında havada kalmıştı. Bu sırada korkuluklar bir o köşeye bir bu köşeye çarparak dipsiz karanlıkta izlerini kaybettirdiler. White sırtından kudretli bir çekilmeyle duvarla buluştu ve takım arkadaşı elindeki ampulü alarak mühendislere verdi.

Hrrrr. Hrrrr.

Tehditkâr sesler şiddetlenerek artmaya başlamış kırmızı gözler yeni misafirlerini meraklı gözleriyle bakmaktan kendilerini alıkoyamaz bir hâle gelmişti. Yaratıklar devasa pençeli, yumru şeklindeki el ve ayaklarıyla duvarda özgürce gezinerek yavaş yavaş karanlıktan sıyrılmaya başladılar. Askerler hemen silahlarını yaratıklara doğrultarak ateş emrini beklemeye başladılar ve hırlamalar "ğhaa" gibi seslere dönüşerek askerlerin üzerlerine atladığı gibi komutan yumruğunu indirerek silahlar ateşlendi ve karanlık apartman merdivenleri aydınlanırken yaratıkların cesetleri aşağıya düşmeye başladı.

"Hadi, hadi!" askerler mühendislerin etrafını sararak güvence altına alıp hızla en yakındaki odaya geçtiler ve en arkadakinin omzuna inen bir pençeyle White göz ucuyla arkasına baktı ve takım arkadaşı boştaki elini kendisine uzatırken bedenine inen onlarca pençe darbesiyle geriye doğru çekilip başının sol kısmı ısırıldı. Genç asker, hemen silahını doğrultarak yaratıkları kevgire çevirdiği sırada geçtikleri dar koridora doğru yaklaşmaya başladı. Yaratıklar silahların mermilerine karşı direnemeyerek çil yavrusu gibi dağıldılar ve White takım arkadaşına baktığında sol gözünden sol beynine kadar olan kısmın tamamen ısırılarak koparıldığını gördü.

Omzunu kavrayan kuvvetli bir el bedenini geriye doğru çekti ve komutanının öfke kusan gözlerini burnunun dibinde gördü. Komutan dişlerini sıkarak, "Odanın arka tarafına geçiyoruz," dedi. Ve altı kişilik birlik iki de mühendisle beraber hızla devasa odanın arka kısımlarına geçtiklerinde odanın sağ tarafa doğru uzanan başka bir koridor olduğunu gördüler. Birliğin komutanı askerlerine bu kapıdan gideceklerini işaret edip en önde komutan olacak şekilde kapıdan geçtiler ve daha dar basamaklara sahip yine çember şeklinde yukarıya ve aşağıya doğru uzanan başka bir apartman içi gördüler. Mühendisleri aralarına alarak temkinli adımlarla merdiven basamaklarını inmeye başladılar ve kendi katlarına geldikten sonra kapıdan geçtiler. Her taraf daha demin çatıştıkları deniz canlısına benzer yaratıkların cesetlerinin kanı ve parçalarıyla kaplıydı. Oda yoğun bir çürük yumurta kokusuyla bezenmişti ve askerler kusmamak için kendilerini zor tutarlarken mühendisler kolon köşelerine kusmaya başladılar. Birlik komutanı yakasını gevşeterek omzunu kaşımaya başladı ve White'nin gözüne kuru kafa döğmesi ilişti. Lakin ileriye doğru attığı adımlarla etrafta olan biteni merakla incelemeye devam etti.

Askerlerden sol gözü yaralı olan, "Neden buradayız?" diye sordu. "Şu an insanların odasında olmamız gerekmiyor muydu? Böyle bir yerin burada ne işi var?.."

Birlik komutanı, "Bilmiyorum," diye itiraf etti. "Daha önce hiçbir odanın arka tarafında böyle bir koridorun olduğunu görmemiştim. Fakat daha büyük bir problemlerimiz var. Bu yaratıkları bu hâle kim getirdi?"

"Ben getirdim." haz dolu ağır bir üslupla konuşan kadın sesinin geldiği yöne doğru askerler silahlarının namlularıyla beraber dönüp karşılarındaki varlığa bir anlam vermeye çalışan büyümüş göz bebekleriyle canlıyı süzdüler. Yaratık, kırmızı bir ten rengine sahipti. Büyük ellerinin uzun, kırmızı tırnaklarını kolonun üzerinde gezdirirken kalın mor dudaklarıyla gülümsüyordu. Dişleri bir insanın dişi gibiydi. Omzuna kadar uzanan eşit kesimli düz saçlarının ön tarafı göz kısmını örten beyaz bandajın hemen üstüne kadar geliyordu. Küçük göğüslü, geniş omuzlu ve ince bir bele sahipti. Ayaklarında kırmızı topuklu ayakkabı dışında hiçbir şeyi yoktu. Bedeni tamamen çırılçıplaktı ancak bedenindeki yanık yaralarından sebep hiç ilgi çekici değildi.

Komutan, silahın namlusunu yaratığın şakağına doğru hizalayarak askerleriyle beraber yavaş yavaş kapıya doğru gerilemeye başladılar. "Sen de kimsin? B-bir yaratık... nasıl oluyor da konuşabiliyor?"

"Huu..." ellerini beline koyarak podyumda yürüyen bir manken edasıyla askerlere doğru yaklaşmaya başladı. "Kaptan... ben güzel değil miyim? Gerçekten çok kabasın. Neden?.." çenesinin altına kadar uzanan çatallı dilini dışarıya çıkarıp dudaklarının çevresini ıslattı. "... benimle oynamıyorsun?"

Mühendisler, kusmayı bıraktıklarında askerlere doğru yaklaşan yaratığı görünce yüzleri korkudan buruşarak ağız ve gözleri sonuna kadar açıldı. Bedenlerini kolona yapıştırarak nefes dahi almadan beklerlerken yaratık bir anlık duraksadı. "Merak etmeyin canlarım. Sizleri öldürmeyeceğim..."

Adımlarına kaldığı yerden devam etti ve silahlar ateşlenerek yaratığın üzerine mermiler yağmaya başladı. Yaratık hemen bir kolonun arkasına sıçrayarak mermilerden kaçındı. Komutan işareti verince birlik arasına mesafe koyarak kolonun etrafını sarmaya başladılar.

"Dikkatli olun ve sakın ölmeyin. Bu yaratığı raporlamalıyız."

Komutan kolonun arkasını gören bir açıya ulaştı fakat yaratık yoktu. Arkasına inen bir varlık doğrularak sol kulağına doğru eğildi. "Yakından çok daha lezzetlisin..."

"Kaptan!" askerler hemen yaratığa doğru döndüler ve komutan karnından çıkan yaratığın elini görünce bilincini yitirdi. Askerler komutanlarının ölümünü gördükleri gibi yaratığı ağır ateş altına aldılar. Yaratık, kolundaki kaptanı sarışın olan askerin üzerine atıp başka birinin yanından geçti ve askerin başsız bedeni yere yığıldı. Diğer askerler hemen yaratıkla aralarına mesafe koyarak ateş etmeye devam ettiler.

"Lanet olsun! Çok hızlı."

"Arkanda! Arkanda!"

"Kahretsin Mars'ı da aldı."

"Hemen sırt sırta verin. Mühendisler nerde?"

"Kaçtılar. Merdivenlerden aşağıya indi şerefsizler."

White, kaptanın boş ve donuk bakışlarıyla göz göze geldiğinde birkaç saniye kaptanla bakıştı. Ardından yana yatırıp gözlerini kapattı. Ve silahını bir kenara atarak el bombasını çıkardı. Diğer eliyle de göğsündeki cebin içindeki mikrofonun düğmesine basıp, "Ana Yurt," dedi. "Karşımızda kırmızı ciltli, aşırı hızlı, konuşan, akıllı bir yaratık var. Kadın bedenine sahip. Odaların arkasında başka bir koridorun olduğunu öğrendik. Bundan sonrası size emanet."

Yaratık, tırnaklarında kalan kurbanlarının kanlarını dudaklarıyla emip yutkunarak şekilden şekile girerek kıvırtmaya başladı. "Genç erkek kanı... Hem de ölümüne savaşanlardan." kendisine yaşlı gözlerinin altında yatan kin ve hırsla bakan genci görünce tırnaklarındaki kanı emmeyi bıraktı. "O vahşi bakışta ne öyle? Hm... yüzün çok... güzel. Neden sen de benim olmuyorsun? Merak etme. Sana iyi davranırım. Biraz oynar sonra bağırsaklarını deşerim. Hiç merak etme."

White, yaratığa doğru yürümeye başladı. "Ne? Bana kendin mi geliyorsun? Yoksa... sen de mi benimle olmak istiyorsun?" yaratık kollarını açarak gence doğu yürümeye başladı ve yüzünün önünde pimi çekilmiş bir el bombasının süzüldüğünü görünce heyecanla dolu yüzü düştü. Büyük bir patlamanın etkisiyle White'nin ayakları yerden kesilerek kapıdan çıktı ve merdiven boşluğundan aşağıya, dipsiz karanlığa düştü.

Yaratık acıyla küfrederken hızla dağılan parçaları tekrar eski yerlerine çekilip kendisini toparladı. Ancak bu süre zarfında acılı çığlıklarını ve küfürlerini bir an olsun kesmedi.

"Şerefsiz böcek... öleceğini bile bile el bombası kullandı. Hıh. Ölen kendi oldu ama."

Tok, tak, tok, tak. "Eğleniyor gibisiniz madam." kendinden emin ve karakteristik sesi işittiğinde sesin sahibine doğru dönerken yüzüne büyükçe bir şaşkınlık hakimdi. Adam kollarını her iki yana açarak, "N'oldu? Beni gördüğüne sevinmemişsin," diye bir soru sordu. Sol elinde baston, sağ elinde her zamanki silahı vardı. "Yoksa beni özlemedin mi?"

Dişlerini sıkarak hafifçe öne doğru eğildi. "Sen... Seni hatırlıyorum."

"Vee... teşekkür mü ediyorsun?"

Kadın, kulak düşmanı bir cırlamayla karışık, "Nox!" diye bağırarak adamın üzerine atladı ve suratına doğru sol pençesini indirdi. Saldırıyı bastonuyla karşılayarak kadının karnına Cap Toe model klasik ayakkabısının burnunu geçirerek saldırganın bedenini havaya sıçrattı. Nefesi kesilen kadın, ağzını nefes almak için istemsizce açınca bastonunu aslan kafası şakağında patlayarak bedenini sırt üstü yere serdi. Ancak yere düştüğü gibi ayağa kalktı ve kapatmayı unuttuğu ağzına silahın namlusu girdi.

Adam, kırmızı güneş gözlüklerinin ardından kadına bakarken başını sağa sola salladı. "Tch, tch, tch. Bayan Fatma. Benim adım Nox değil." bastonunu sertçe yere vurduğunda silahını ateşledi. "Benim adım Ambroise Vollard. Şam'da geçirdiğimiz güzel günlerin hatırına huzur içinde yatın." bastonun orta kısmından tutarak eline aldı ve duman tüten silahıyla beraber karanlık merdivenlere yöneldi. Attığı her adım merdiven boşluğunda yankılanırken zifiri karanlığa bir adım daha yaklaşıyordu. Lakin hiçbir duygu belirtisi göstermeden merdivenleri istikrarlı bir şekilde inmeye devam ettikten sonra soğuyan silahını belinin arkasına koydu ve nihayet katın sonuna geldiğinde yere boylu boyunca uzanmış, istemsiz kasılmalarla bedenindeki kanı ağız ve burun yoluyla dışarıya atan bir genç gördü. Bir süre gence baktıktan sonra ceketinin iç cebinden çıkardığı yeşil renkli bir sıvı barındıran aşıyı gencin göğsüne sapladı. Tamamen bastıktan sonra şırıngayı delikanlının yanına bıraktı ve kapıdan geçip gitti.

Aldığı her nefes göğsünden büyük bir hırıltı çıkarmasına neden olurken bilinci yavaş yavaş kendisine gelmeye başladı. Önce çığlık sesleri sonra yoldaşlarının ölmeden önceki son çırpınış görüntüleri zihnine hücum ettiği sırada gözlerini araladı ve kırmızı güneş gözlüklü uzun boylu bir yabancıyı gördü. Hemen gözlerini açarak etrafına baktığında kimsecikler yoktu. Derin bir nefes vererek rahatladı ve sırt üstü yere yattı.

"Gün ışığı buradan da görülüyor..."

Bir süre daha yerde yattıktan sonra zeminin soğukluğu içine işlemeye başladı ve hemen doğrularak ayağa kalktığı sırada eli boş bir şırıngaya çarptı. Ve göğsüne saplanan şırınganın anısı gözünün önüne geldi. Aniden irkilerek büyük bir huzursuzluk hissetti. Sol elini istemsizce göğsüne götürürken yerdeki şırıngayı aldı ve üzerinde yazan yazıyı okudu.

~Son Kurşun~

"Ne?.." kaşlarını çatarak şırıngayı öylece bir yere fırlattı ve şırınga karanlığa saplanarak havada asılı kaldı. Şaşkın bakışlarla şırıngaya bakarken gözlerini kısıp karanlık noktaya doğru temkinli adımlarla yaklaştı ve apartmandaki klasik beyaz karınlı, yeşil sırtlı yaratıklardan birinin cesedini gördü.

"Önemsiz bir ces-" gözüne cesedin boynuna saplanan kazık takıldı. Elini kazığa doğru uzatmak için kaldırdı ama içindeki huzursuzluk nedeniyle temkinli davranarak ağır hareketlerle yaratığın cesedine yaklaştı. Ardından sert bir hamleyle kazığı tuttuğu gibi çekti ve yaratığın kafasıda kazıkla beraber kendisine doğru gelince büyük bir panikle yaratığın kafasına tekme attı ve sırt üstü yere düştü. Ancak elinde bir kazık vardı.

Kazığın arka tarafındaki düz kısmının ucunda bir katman daha var gibiydi. "Bu bir kapak mı?" baş ve işaret parmaklarını katmanın etrafına sararak yukarıya doğru kazığın arka tarafını çekti. Eli aniden boşa düşünce bir adım yana attı ve kazığın iç kısmının boş olduğunu gördü. Bir not vardı. Notu alıp kazığı da bir köşeye attığı gibi yazılanları okumaya başladı.

I 4 1 2 0

QXFD I

"Bunlar ne anlama geliyor? Şifreli bir mesaj mı?" yukarıdan tıkırdamalar gelmeye başlayınca aniden irkilerek hemen kapıdan içeriye girdi. "Oradan uzak dursam iyi olacak." arkasını döndü ve karşısında duran manzara karşısında ağzı açık kaldı. Onlarca metre yüksekliğindeki tavanlara monte edilmiş rayların üzerinde giden toplu taşımalar, irili ufaklı dükkanlar, ten rengi mavi olan insandan, herhangibi bir uzvu hayvana veya sürüngene benzeyen insanlara kadar envai çeşit insan bir aradaydı.

White, en alttaki bu dünyayı ilk defa gören şaşkın gözleriyle etrafı süzerken kendisine bakan sinsi bakışlar ve satır kadar keskin dişlere sahip gülüşleri de fark etti. Hemen toparlanarak notu cebine koyup dar ve kalabalık sokaklarda yürümeye başladı.

"Gerekli tüm bilgiyi Ana Yurt'a gönderdim. Bundan sonrasını onlara bırakabilirim. Fakat benim de bir an önce onların yanına dönmem gerekiyor. İnsanlarımızı ve kendimi yer yüzüne çıkarmak istiyorum."