Rutubetli ahşap kapıyı parmak uçlarıyla iterek içeriye doğru bir adım attı ve gıcırdayan kalasların üzerinde yürüyerek mekânın sol tarafında kalan bar kısmına oturdu. Bastonunu yere diklemesine tutarak sol elini bastonunun üzerine koydu.
"Bana bir viski. Limonda olsun."
Barmen içeceği hazırlayıp Nox'un önüne koydu. "Bitmeyen paranın kaynağı nedir Vollard?"
Nox, içeceğinden bir yudum aldı ve iri göğüslü, bir yetmiş boylarındaki kaslı bir vücuda sahip genç kadına gözlüklerinin üzerinden baktı. "Bir erkeğin cebinde her zaman içki için yeterince parası vardır." arkasındaki kalabalık küfür ve argolu şakalarla eğlenirken Nox'un dikkatini genç bir kız çekti. Altına kısa bir siyah şort, üzerineyse salaş, beyaz renkte bir tişört giymiş kız piyanonun başına oturdu. Ve beline kadar uzanan siyah saçlarını omzunun arkasına attıktan sonra kaküllerini düzeltti.
"N'oldu? Kadınlar ilgini mi çekmeye başladı?"
Nox içkisinden bir yudum daha aldı ve derin bir iç çekerek bardağı tezgâhın üzerine koyarken, "Hayır," dedi. "Sadece bir piyano burada çok absürt durmazmış gibi bir de genç bir piyanist... gizli bir Mozart veya Bethowen hayranı falan mısın?"
Kadın kısa soluklu bir kahkahayla parmaklarını kısa, pembe saçlarında gezdirerek saçlarını arkaya yatırdı. Ardından ellerini tezgâhın üzerine koyarak Nox'a doğru yaklaştı.
"Yeni şeyleri denemeyi seviyorum demek ki."
Nox, "Anlıyorum," diye itiraf etti. "Fakat şu göğüslerini toplasan mı? Dekolte çok aşağıya inmiş. Siyah sütyenini görüyorum."
Kadın sırtını dikleştirerek üzerindeki yırtık ve eskimiş tişörtün yakasını düzeltti. "Bunlara bakacak kadar senin dışında cesur biri yok Vollard." Nox hiçbir şey demeden bir yudum daha aldı. Ve piyanist Do notasına beş defa bastı.
"Ya. Dekolteyi falan boş ver de asıl konumuza gelelim. Şu kadın... n'oldu öldürdün mü?"
Nox kadının gözlerinin içine bakarken bir yandan da sağ elini batonunun başındaki aslan kafalı motifin çenesini aşağıya indirdi ve saat yönünde beşi gösterecek kadar bastonu çevirdi. "Öldü. Merak etme. Sen ilaçtan haber ver. Ücret gecikirse ne olacağını biliyorlardır umarım."
Kadının yüzünde küçük ama tatlı bir gülümseme vardı. Elini tezgâhın altına atarak bir not çıkarıp müşterisine doğru uzattı. Bu sırada piyanist notalara ustalıkla basarak eserini konuşturuyordu.
"Her zaman aldığın yerden alacaksın gene. Ama..." siyah tırnağının ucuyla nota bastırdı. "Bu ismi söylersen bir sinema bileti kazanabilirsin."
Nox, önce nota ardından genç kadına baktı. "Bayan Daynamo. Her zamanki gibi güçlü bağlantılarınız var. Bana bunların kim olduklarını söylemek ister misin?"
"Neden? İnsan nüfusunu yarıya indir diye mi? Hayır, hayır, hayır. Sana bunu söylediğim gün öldüğüm gün olacak Vollard."
Piyanist eserini bitirdi ve Nox sağ elini bastonun üzerinden çekip tezgâhın üstündeki nota doğru uzanmadan hemen önce serçe parmağıyla aslanın ağzını kapattı. Ardından notu ceketinin iç cebine koyarak bastonunun orta kısmından tutup ayağa kalktı. Bu sırada aslanın başını eski konumuna çoktan gelmişti. "O zaman..." şapkasını düzeltti ve içkisini tek hamlede mideye indirdi. "Kendinize iyi bakın ismi kadar özel olan Bayan Daynamo."
"Görüşürüz. Embroise Vollard." Nox arkasını dönüp kapının kolundan tuttu ve kapıyı açmadan hemen önce arkasından tanıdık bir kadın sesi, "Kendine dikkat et," dedi. "Bu sıralar hiç ölmeyecek isimler ölüyor."
Nox bedenini doksan derece sola çevirerek başını kadına doğru çevirdi. Ardından işaret ve orta parmağıyla şapkasının ucunu düzeltti. "Merak etmeyin bayan. Daha zamanı gelmedi." yüzünü tekrar kapıya döndü ve orta parmağıyla gözlüğünü gözüne doğru yaklaştırırken kapıyı açtı. Ve göğsünde patlayan itici bir kuvvet bedenini kadının üzerine fırlattı.
Daynamo, üzerine gelen müşterisini havada yakalayarak tezgâhın arkasına doğru adamı bıraktı. Nox sırt üstü yere düşerken hafif bir iniltiyle hemen doğrularak sırtını tezgâhın arka tarafına dayadı. İçeriye bir doksan boyunda, insan kafası kadar pazıları olan, subay tıraşlı saçları ve üzerinde askeri üniforma giymiş biri büyük, siyah çizmeleriyle içeriye girdi. Elinde alttan sürgülü bir pompalı vardı. Ve sürgüyü bir kez geri ileri yaptı. Boş kovan yan taraftan düşerken sıradaki mermi namlunun ağzına geldi. Ve ağır adımlarla tezgâha doğru ilerlerken bir el daha ateş etti. Nox ani bir irkilmeyle bedenini arka tarafa doğru attı ve bastonuyla beraber tezgâhın diğer ucuna doğru sürünmeye başladı.
Yabancı, tekrar sürgüyü çekip bıraktı ve yeni mermi ağzına geldi.
"Lan, orospu çocuğu." alkol ve sigaradan kirlenmiş bir ses işitti. Ve arkasını döndü. Onlarca namlu da alnına girecek mermiler kendisine bakıyordu. "Daynamo'nun mekânına zarar vermenin yasak olduğunu bilmiyor musun? Siktir git lan!"
Yabancı kirli sesin sahibini ilk başta kalabalığın içinde ararken kısa boylu, beline kadar uzanan siyah renkli sakalları olan ve bakımsız bir görünüme sahip alkolik bir adam olduğunu anladı. Ve bakışlarını o adama sabitledi. Ama adamın tavırlarında en ufak bir yumuşama yoktu.
"Buranın mallarına zarar veremezsin. Ne işin varsa dışarıda gör."
Yabancı bir süre daha kalabalığa baktıktan sonra pompalıyı sağ eline alarak sol elini tezgâhın üzerine koyup diğer tarafa geçti. Fakat Daynamo dışında kimse yoktu. Hemen tezgâhın arka tarafında kalan kapıya doğru yöneldi ve kapının kolunu çevirdi.
Daynamo yabancıya kapıyı açmadan hemen önce, "Hey! Orası lavabo. Orada olacak değil ya," dedi. Ve yabancı kapıyı açtığı gibi içeriye daldı.
"Can sıkıcı..." silahın patlama sesi tuvalette yankılanarak sesi dışarıya çıkınca insanların kulakları çınladı. Nox bacaklarını geri çekerek tavandan aşağıya düştü. "Bari bir işe yara." ayakkabılarının tabanlarını yabancının cesedine sürerek temizledi ve silahı elinde önce tuvaletten sonra da bardan çıktı.
Ve o gün insanlar Nox'un tuvalette bir ceset bırakacak kadar kaba ama bardan çıkmadan önce kapıyı arkasından kapatacak kadar centilmen olan iki yüzünü gördü.
...
Siyah renkli askeri üniforma giyen sarışın genç, kalabalığın içerisinde çaresizce bir o yana bir bu yana savruluyordu. Özüne çıkan çeşit çeşit dükkanlar, pazarlar ve kafeslere hapsedilmiş hayvan-insan arası yaratıklar satan tüccarlar karşısında White aklına gelip gelemeyecek her şeyin aniden önüne serilmesiyle yarım saat kadar üzerindeki şaşkınlığı atmak için sokaklarda yürüdü ve nihayet bir dükkânın önünde durdu. Dükkânın dıştan görünüşü oldukça küçüktü. Sanki iki yapının arasında kalan ufak boşluğa inşa edilmiş kaçak bir yapıya benziyordu. Giriş kapısının hemen üzerinde duran led ışıklarla bir şırınga deseni verilmişti.
"İşime yarayabilecek bilgiler olabilir."
Kapıyı yavaşça iterek açtı ve içeriye girdiğinde her iki tarafta da iki metre boyunda iki görevli duruyordu. Üzerlerinde takım elbise, gözlerinde güneş gözlüğü ve kırmızı tenli ciltleri vardı. White, göz teması kurmaktan kaçınarak ilerideki parmaklıkların ve kurşun geçirmez camın ardındaki kırklı yaşlarda, başının tepesindeki saçları seyrelmiş, gözlüklü, cılız adamın karşısına geçti.
"Merhaba."
Adam, genç askerin göremediği masasının üzerinde duran bir düğmeye bastı ve camın hemen üstündeki ledli tabelada, "Kaç tane istiyorsun?" yazısı belirdi.
White hemen cırt cırtlı ceplerinden birine koyduğu şırıngayı çıkarttı ve elini parmaklıkların arasından geçirerek camın önünde duran tepsiye koydu. Tepsi, kusurlu mekanik sesler çıkararak aşağıya doğru indi ve görevlinin tarafına geçip tekrar ortaya çıktı. Görevli ellerine geçirdiği eldivenlerle şırıngayı eline aldı ve üzerinde yazan yazıyı okuduktan sonra başka bir tuşa daha basarak hafifçe öne doğru eğildi.
"Şifre."
White, dükkânda yankılanan sesle hafifçe irkilerek etrafına bakındı ve tavanın her iki köşesinde küçük birer hoparlörün asılı olduğu gördü.
"Şifre. Şifreyi söyle."
White, görevlinin ikince kez seslenmesiyle cebindeki kâğıdı çıkardı ve tekrar kâseye koydu. Ardından kâse tekrar içeriye göçüp görevlinin yanında belirdi. Görevli kâğıtta yazan;
I 4 1 2 0
QXFD I
Kombinasyonunu görünce hemen masasının diğer tarafındaki kitabın belirli bir sayfasını açtı ve bir süre başka bir kâğıda not çıkardı. Not çıkarma işlemi bittikten sonra yorgun ve çapaklı gözleriyle genç askere nazik bir gülümsemeyle baktı ve şifreyle, çıkardığı notu kâseye koyarak geri gönderdi. White, hemen kâsedekileri alıp cebine attı. Ve kalın bir kol boynuna dolanarak ayaklarını yerden kesti. Hemen parmaklarını kol ile boynu arasına koymaya çalışarak ayaklarını sallamaya başladı ve karnına inen bir yumrukla yediği askeri yemekler ağzından fışkırdı. Camın yüzeyi tamamen kusmukla kaplanmıştı ve White'nin yüzü kıpkırmızıydı. Adrenalin hormonu yediği yumrukla beraber etkisini göstererek acı hissini köreltti ve önündeki korumanın çenesine bir tekme geçirdi. Ardından diğer ayağının topuk kısmıyla arkasında duranın parmak uçlarına vurdu ve boynuna dolanan kol hafifçe gevşedi. Hemen parmaklarını araya geçirerek kolu kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı. Bir yandan da başını aşağıya çekip birkaç saniyede boynunu kurtardı ve göğsünde patlayan tekmeyle dükkânın kapısından bir mermi gibi fırlayıp dükkânın karşısındaki pazarın önüne serildi. Hızla nefes alırken hafif ama net bir acı göğsünde batma hissi oluşturuyordu ancak dükkândan çıkan görevlileri görünce doğrularak iki ayağı üzerinde durdu.
Yumruklarını sıkarak yüzünün hizasına kaldırıp gardını aldı ve içinden, "Keşke P-90'ı kaybetmeseydim," diyerek yakındı.
Görevliler yumruklarını iç içe geçirerek parmaklarını çatırdattılar ve kollarını kastıkları gibi üzerinde kırmızı renkli, bilek kısmından omuza kadar ilerleyen ardışık üç sıralı dikenler çıktı.
"Sıradaki ne? Gözlerinden çıkan lazer ışını mı?"
Görevliler birbirlerinden uzaklaşarak yarım daire oluşturup ilerlemeye başladılar. White etrafına baktığında sokaklar çoktan boşalmıştı. Sadece kendisi ve karşısındaki dörtlü vardı. Yutkunarak yan tezgâhın üzerini kapatan bez parçasına bağlı direklerden birinin yanına atılarak direğe bir tekme geçirdi. Ve bir görevli hemen üstüne atıldı. Hışımla geriye doğru bir hamle yapmak isteyince tüm ağırlığı parmak uçlarına bindi ve kendisini son anda geriye atarak yumruklardan kurtuldu.
White, hemen kollarını yüzünün önüne getirdi ve dikenler kollarına saplandı. Yumruğun oluşturduğu hava akımıyla beraber bedeni beş metre kadar geriye savruldu. Lakin ellerini yere basarak bedenini ileriye attı ve ayakta durmayı başardı. Kollarına giren dikenlerden yayılan hafif bir sıcaklık içine doğru işledi.
Görevliler üzerine doğru adım adım ayaklarını yerde süre süre ilerlemeye devam ediyorlardı. White, gözlerini kısarak güvenlik görevlilerinin adımlarına ve toplu hareketlerini incelemeye başladı. Her iki tarafta duran güvenlikler bir elini pazar tezgâhlarının üzerine gezdirerek ilerlerken diğer güvenliklerde onlar her adım attığında ayaklarını yerde sürerek adım atıyorlardı.
White bir süre daha güvenliklerin hareketlerini izledikten sonra bir karar aldı ve, "AAAAAAAA!" diye bağırınca güvenlikler üzerine atıldı ve hemen tezgâhın üstünden atlayarak diğer tarafa geçti. "AAAAAAA!" güvenlikler tezgâhların üzerinden atlarken hemen pazarın giriş kısmına gidip kırdığı direği eline aldı. "AAAAAAAA!" güvenlikler tekrar ileriye sıçrayarak üzerine geldi ve hemen çömelerek ileriye doğru bir adım attı. Ardından düşmanın yüzüne baktı ve korkuyla göz bebekleri büyürken direği istediği gibi savuramadı ve düşmanın sadece gözlüğünün sağ tarafını kırabildi ve güvenliğin dizi karnında patladı. Nefesi kesilerek geriye savruldu.
Nefesini tekrar kontrol etmeye çalışırken sırtını dükkânın duvarına yasladı ve üzerine doğru gelmeye devam eden görevlilere baktı. Ve gördüğü karşısında hiçbir duygusal tepki veremedi. Güneş gözlüğünün diğer tarafındaki onlarca ufak kazık güvenliğin gözünü delik teşik etmişti.
White içinden, "Bu adamlar kör," dedi. "Yakınlaştığım sırada demir çubuğu savurmadan önce de zımbayla mühürlenmiş ağızlarını gördüm. Bu insanlar... nasıl bir hayat yaşıyor böyle?"
White, tekrar yutkunup ayağa kalktı ve akciğerini havayla doldurduğu gibi bağırdı.
"ĞHHAAAAAAAAAAAAAAAA!"
Görevliler hemen her zamanki hamlelerini yaptılar ve ileriye sıçradılar. White üzerine gelen ilk yumruğun altından geçip diğer yumruğun bilek kısmından tutarak yumruğu aşağıya doğru çekti ve düşmanı yüz üstü yere düşerken ileriye atılarak yerdeki demir çubuğu aldı. Ve yüzünü düşmanlarına dönerek ayağa kalktığı sırada düşmanı üstüne atladı ve demir çubuk güvelik görevlisinin göğsünü parçaladı. Derin derin nefes alıp verirken omzuna birkaç damla kanlı yaş düştü. White demir çubuğu tutan parmaklarını gevşeterek bedeni üzerindeki tüm hakimiyetini yitirdi. Dünyası karardı.
"Hım. Bu genç delikanlı işimize yarar. Alın şunu ve üzerindeki her şeyi."
Boşlukta süzülen zihni, anıları sırayla toplayarak anılarını tekrar işleyip, hatırlamaya başladı. Anılarının canlanmasıyla beraber başını saran yoğun bir sancıyla gözlerini kırmızı renkli loş bir ampulle aydınlatılmış, duvarları rutubetli bir odada açtı. Sol elini başına atarak ciğerlerindeki havayı burnundan vererek doğrulup ayaklarını yattığı ütü masasından aşağıya indirdi.
"Başım..."
"Demek uyandın çaylak."
White, sesin geldiği yöne doğru başını kaldırdığında iri, siyah gözlerinin hemen üstüne uzanan kâküllü genç bir kız gördü. Saçları beline kadar uzanıyordu.
Kız kollarını göğsünde birleştirerek başını yana yatırdı. "Eee... bana bakmaya devam mı edeceksin?"
White yorgun bir gülümsemeyle başını öne eğerek bir süre baş ve orta parmaklarıyla şakağını okşayıp ütü masasından aşağıya indi. Sırtını dikleştirip kıza tepeden bakarak, "Kusura bakma. Hâlâ anlamaya çalışıyorum," dedi. Ve kızın yanından geçip giderken kız oğlanın kolundan tuttu.
White, omzunun üstünden kıza baktı. "Ne var?"
"Nasıl bu kadar rahatsın?"
White, kolunu kızdan kurtardı. "Çünkü bir askerim." White, odadan çıktığında karşılıklı üç kişilik dört tane deri kaplamalı koltuk gördü. Ve üçünde ikişer kişi otururken White'nin tam karşısında duran koltukta tek bir kişi kollarını her iki yana açmış yayıla yayıla oturuyordu.
"Ooo!.. Yeni elemanda gelmiş. Nasılsın bakalım White?"
White, kaşlarını hafifçe çatarak koltuklara doğru yaklaşmaya başladı. "Adımı nerden biliyorsun?"
Adam gözleriyle gencin sol göğsünü işaret etti. White işaret edilen yere baktığında kaşlarını kaldırarak iç çekti. "Doğru ya. Göğsümde yazıyor."
Subay tıraşlı, kamuflajlı askeri üniforma giyen ekibin lideri, "Şu isminin sol tarafındaki S.'nin olayı ne?" diye sordu.
"Önemsiz bir isim." subay tıraşlı ekip liderinin oturduğu koltuğun bir köşesine oturarak herkesin yaptığı gibi ortadaki masanın üzerine ayaklarını uzattı. "Beni sırf ismimin başındaki S. harifini sormak için yanına almadın değil mi?"
Lider, başını geriye doğru atarak yüksek sesli bir kahkaha attı. "Direk konuya girmek istiyorsun demek. Tamam." derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktı. "Bize bir konuda yardım etmeni istiyorum. Karşılığında bizimle beraber yaşayabilirsin."
"Bunu istediğimi nerden çıkardın?"
Lider, göğüs cebinden iki kâğıt parçası çıkarıp gencin kucağına fırlattı. White, kâğıtlardan kendisine tanıdık geleni açtı ve içerisinde yazan karışık harf ve sayıları görünce diğerini açtı. Kâğıtta bazı notlar vardı.
I I : SAYAÇ KEÇİ (çapraz sol alttan sağ üste. Yazı; 2x4 olan dikdörtgen)
I 4 1 2 0
Q X F D I
X: KONUM
X1: PİYANOLU MEKÂN Q: ZAMAN
F: SAAT Q4: HEMEN!
F2: ÖĞLEN
D: EYLEM
D0: ÖLDÜRMEK
"Bunlar..."
"Bunlar senin verdiğin kâğıtta yazan kısa bilgiler. Piyanolu mekân da birini öğle saatlerinde hemen öldürmen gerekiyormuş. Kim acaba?.."
White, lidere baktı. "Ben nereden bileyim?"
Lider bıyık altından gülümseyerek bedenini genç askere doğru çevirdi. "Önemli değil. Önemli olan o adamın sana bunu söylemesi."
"Ne demek istiyorsun?"
"White. Bu şerefsizi öldürmek için her şeyi yaparım. Ve bu adam sana orada birini öldürmesini söylüyorsa kesinlikle orada olacaktır."
White, "Mekânda saklanıyor olabilir," diyerek lafı devam ettirdi. "Ama ortaya savunmasız bir şekilde çıkması için onunla buluşmamı istiyorsun."
Lider, "Aynen öyle," diyerek genç askeri onayladı. "Eee... Ne yapacaksın? Ortak mıyız?"
White, gözlerini boşluğa çekerek beş on saniye düşündükten sonra liderin yüzüne baktı. "Ona sormam gereken bazı sorular var. O yüzden öldürmeden önce bana beş dakika ver."
"Tamam. Anlaştık o zaman." elini uzattı.
White kendisine uzatılan eli memnuniyetle sıktığı sırada lider, "Bu arada benim adım Nell Sei," deyip ekibine döndü. "Karşı koltukta oturan esmer ikizler Big ve Ud. Sol tarafımızda oturan sol gözü kör olan, kaslı ve kel herif Block. Onun yanında ki sakin, uzun saçlı, yakışıklı elemansa Lancelot. Şu sağ tarafımızda oturan güzelliklerden İmparatoriçe Elizabeth ve onun yanındaki utangaç, gözlüklü kızımızsa Soana."
"Gerçekten isimleriniz tuhafmış. Siz... tam olarak nerelisiniz?"
Sorulan soruyla beraber Nell'in gözleri parlayıp göğsü kabardı. "Bizler insanlığın kaderini belirleyenlerin torunlarıyız."
White, anlam veremediği sözler karşısında öylece Nell'in gözlerinin içine bakarken lider aniden büyük bir kahkaha patlattı ve diğer herkes ona katıldı.
Block, "Şaka yapmanın sırası değil," dedi.
Lancelot, "Gerçekten yeni eleman neye uğradığını şaşırdı lider," diyerek yanındaki kelin fikrine destek çıktı.
Big ve Ud'sa ağızlarını aça aça gülmeye devam ettiler. Sesleri kulağı tırmalayacak kadar cırtlak ve tizdi.
Nell, "Madem anlaştık o zaman planımızı seninle paylaşalım White," derken ayağa kalkıp koltuğunun arka tarafındaki komidinin çekmecesinden silindir şeklinde sarılmış mukavvayı çıkarıp masanın üzerine serdi.
"Bu gördüğün harita bulunduğumuz Güvenli Alan'ın krokisi. Biz burdayız ve gördüğün şu kırmızı hat üzerinde gideceğiz. Ancak bir sorun var. Büyük bir sorun. Bu kadar yolu her birimiz ağır silahlarla yürürsek çok dikkat çekeriz ve bunun olmasını hiç istemezsin. O yüzden de mekâna senin gibi bir yabancının girmesi lazım. Bizden biri girerse çok dikkat çeker. Bu yüzden de sen o şerefsizin mekâna girmesiyle sana vereceğimiz kumandadaki kırmızı düğmeye bas."
White başıyla onayladı. "Peki, anladım. Ya, sonra?"
"Sonrasını bize bırak. Önden ben girip içeriyi dağıtacağım ve bizimkilerde sonra içeriye girecek. Sen elini bile kirletmeyeceksin."
"Onunla konuşacak süreyi nereden bulacağım?"
Nell, elini gencin omzunun üstüne koydu. "Onu mekânda gördüğün gibi bizi çağırma. Savunmasız olduğu anda bizi çağır. O zaman kadar da konuşabildiğin kadar konuş."
White, masanın üzerindeki haritayı ve izlenecek yolu bir süre gözleriyle uzaktan inceledikten sonra Nell'e doğru başını çevirdi. "Hadi yapalım."
Ekipteki herkes anlaşmaya varınca öğleye doğru silahlanarak zırhlı bir minibüsün arka tarafına geçtiler. Sadece ekibin lideri Nell'in elinde ağır bir silah vardı. Pompalı. White, ekiple beraber arabaya bindikten sonra ikizlerin karşısına oturdu ve silahsız ekip arkadaşını gören ikizlerden Big, "Silahın nerde?" diye sordu.
Ud, "Dostum. Gerçekten de silahsız mı gideceksin?" diyerek kardeşine katıldığını belirtti.
"A. Sanırım haklısınız. En iyisi kendime göre bir silah almak." White arabadan inerek hemen bodrumdaki katları hızla inerek kapıyı açtı ve silahların bulunduğu komodinin en alt çekmecesini açarak bir pistol ve birkaç dolu şarjör aldı. Ardından geldiği yönden dönerken bir kadın, "Aptal," diye bağırdı.
White, aniden irkilerek sesin geldiği odaya doğru yüzünü çevirdi ve odanın içinde giderek şiddetlenen adım seslerini duyunca hemen koltuğun arkasına geçti.
"İyi. Herkes çoktan gitmiş." adımların sesleri tekrar uzaklaştı.
White, koltuğun tepesinden başını kaldırarak etrafına bakındı. Ses ütü masasında yattığı rutubetli odadan geliyordu. Yumuşak adımlarla ses çıkarmadan odaya yaklaşıp sırtını duvara yasladı. Görülmeyecek kadar odanın girişine yaklaştıktan sonra duyduğu sesler anlam kazanmaya başladı. Bir erkek ve bir kadının sesleri duyuluyordu.
"Nell kimle tartışıyor?" diye içinden geçirdi White. "Yoksa o kızımı. Uyandığımda beni ilk karşılayan. Tabii ya. O olmalı. Arabada onu görmemiştim."
Nell: "Bana onlarla bir görüşme ayarlayacağını söyledin. Peki ya hani? Nerdeler? Neden hâlâ bu bok çukurunda sürünüyorum?"
Genç kız: "Sakin ol. Şu an çok sinirlisin. Onlarla kesinlikle görüşeceksin ancak sen de biliyorsun ki onlar her insanı bir böcek olarak görüyor. Eğer onları görmek istiyorsan Nox'u öldürmelisin."
Nell: "Biliyorum! Ben... sadece... Oh, bebeğim... artık daha fazla çalışmak istemiyorum."
Genç kız: "Biliyorum bebeğim. Ama şimdi oraya gidip Nox'u öldürmelisin."
Tükürüklü, vıcık vıcık sesler duyulmaya başlayınca White odadan çıkarken iç dünyasında, "Çok iğrenç öpüşüyorlar," diye haykırdı.
Nell, odadan çıktığında ilk gördüğü an ki gibi kimsecikler yoktu ve silahını omzuna dayayarak dış kapıdan geçip merdivenleri çıktı. Genç kızsa altındaki siyah pantolonu ve üstündeki beyaz tişörtünü düzeltti. Nell minibüsün arka kapılarını açarak ekibine baktı ve yüzünde büyük bir gülümsemeyle, "İstediğimizi almaya gidiyor muyuz?" diye sordu. Fakat ikizler dışında kimse, "Evet," demeyince liderin yüzü düştü ve kapıları kapatıp şoför koltuğuna geçti. "Keşke yetenekli olanlar dışında duyguları olan insanlar tanısaydım."
Araba hızla yola çıktıktan sonra kalabalığı yarıp geçtiklerinde bu duruma alışkınmış gibi insanlar sadece kenara çekilerek sessizce beklediler. Ekip bir süre siyah minibüsün arka tarafında sallana sallana gittikten sonra ani bir frenle araç durdu. Ve kapılar açılarak herkes aşağıya indi. Nell, hemen arabanın kapılarını kilitleyerek adamlarının yanına gitti.
"Önceden konuştuğumuz gibi. Herkes etrafa yayılacak, White önden gidecek sonra da ben içeriye gireceğim. Anlaşıldı mı?"
Herkes başıyla onaylayarak yerlerine geçerlerken White dükkânın kapısını açtı ve içeriye girdi. Sol tarafında kalan tezgâhın başındaki pembe saçlı, genç kadınla birkaç saniye bakıştıktan sonra arka sağ taraftaki kalabalığa karışarak arka taraflardaki iki kişilik daire şeklinde bir masaya oturdu. Ve pembe saçlı kadın elinde tepsiyle yanına gelerek bir bardak birayı masasına koydu.
"Güçlü kan! İlk içkin müessesimize aittir."
White, iki eliyle içkisini kavrayarak yansımadan yorgun yüzüne baktı. Sanki birkaç yaş yaşlanmış gibi duruyordu. White, içkiden birkaç yudum aldıktan sonra kapı tekrar açıldı ve bu sefer içeriye kırmızı takım elbiseli bir adam girdi. Genç asker, tüm dikkatiyle adama baktığında yabancı kırmızı güneş gözlüklerinin ardından gence bakıp el salla ve masasına oturdu.
Yabancının hareketleriyle gencin kalbinde nifak tohumları ekilmeye başlandı. Çok geçmeden piyanonun başına beyaz tişörtlü, siyah pantolonlu kız oturunca arkasına yaslanarak içkisinden bir yudum daha aldı.
"Bu işte bir iş var. İhanet mi?.." göz ucuyla etrafındaki kas yığını tekinsiz elemanlara baktı. "Yoksa bu elemanların hepsi... onun köpeği mi?"
Piyano da bir eser çalınıp bittikten sonra kırmızı takım elbiseli adam sandalyesinden kalkarak kapıya doğru yöneldi. Kapının önüne geldiğinde arkasına dönüp pembe saçlı barın sahibesine bir şeyler söyleyip kapıyı kendisine doğru çekti ve göğsünde patlayan bir sesle bedeni havalanıp kadının üzerine geldi. Kadın hemen adamı havada yakalayarak tezgâhın arkasına doğru düşüşünü yavaşlatarak bıraktı ve Nell içeriye girdi. Kalabalık hemen ayaklanarak adamın karşısına geçtiler ve White ekibin lideri Nell'in duygusuz bakışlarıyla nasıl etrafı süzdüğünü hayretle seyrederken Nell tezgâhın öbür tarafına geçti. İstediğini bulamayınca tuvaletin kapısını açmak istediği sırada barın sahibesi arkasından lidere bir şeyler söyledi. Fakat Nell tüm lafları kulak ardı ederek kapıyı açıp içeri girdi ve silahın patlama sesi tuvalette yankılanarak dışarı çıkınca herkesin kulakları çınladı.
Yabancı tuvaletten sapa sağlam çıkıp tezgâhın yanından geçerken gözlerini kalabalığın arasında kalan genç askere odakladı ve başındaki şapkasını düzelterek selam verdi. Ardından dükkânın kapısını dışarıya çıkarken kapatarak gözden kayboldu. İnsanlar aralarında küfürlü serzenişlerde bulunarak Nox adındaki adama söverken dükkânın sahibesi pembe saçlı kadın bir paspas alıp cesedin yaydığı kanı temizlemeye başladı.
White, zihninde dönen düşünce fırtınasını dindirmeye çalışırken aklına bir söz takıldı. "Piyanolu mekân. Öldür. Şimdi. Bu sözler... ne anlama geliyor? Yoksa barın sahibesini mi öldürmem gerekiyor? Peki ya neden piyanolu mekân diye belirtti? Pembe saçlı kadının mekânı veya buna benzer başka bir söz diyebilirdi. Acaba..." gözleri hemen piyanist kızı aradı. Fakat etrafta kızdan bir iz yoktu. "O, kız..." White yerinden kalkıp piyanoya doğru ilerledi göz ucuyla piyanoyu süzdükten sonra cesedin yaydığı kanı temizleyen kadının yanına gitti.
"Affedersiniz. Yardıma ihtiyacınız varmış gibi duruyor."
Kadın başını kaldırıp tepesinde dikili duran, nazik gülüşlü genç askere baktı. "Sen... güçlü kan. Kıyafetlerin ve yüzün... burada böylesini görmeyeli uzun bir zaman olmuştu." Kadın ayağa kalkıp baş parmağıyla cesedi işaret etti. "Şu cesedi arka kapıdaki konteynıra atar mısın? Şimdi üstüm başım kan olmasın."
"Olur." White cesedin kolundan tutup boynunu koltuk altına geçirerek doğruldu. Ardından diğer elini cesedin ayaklarının arkasına geçirerek kucağına alıp etrafına bakındı. "Arka kapı nerde?"
"Piyanonun yanındaki kırmızı tülün arka tarafında."
White, cesetle beraber kırmızı tülün içinden geçtikten sonra bir kapıyı gördü. "Ben bu kapıyı nasıl açacağım?"
Barın sahibesi hemen öne atılarak kapıyı genç için açtı. White kapıdan geçip konteynıra cesedin fırlattıktan sonra göğsünde topladığı havayı "huh!" diye dışarıya çıkardı. Ve arkasını döndüğünde barın sahibesi kendisine bakarken gülümsedi.
"İyi iş çıkardın yeni yüz. Hadi, içeri gel. Sana bir içecek ısmarlayayım."
"Zaten bir tane ısmarlamadın mı?"
Kadın başını sağa sola sallayarak White'nin sağ koluna sarılıp genç askere yakınlaştı. "O gücünü gösterdiğin içindi. Bu kurtarıcım olduğun için."
"Yok ya. O kadar da önemli bir şey değil. Hem birini kaldırmak abartılacak bir güce sahip olmadan yapılabilir."
Kadın nazik bir kahkahayla genci içeriye doğru kolundan bir nebze çekerek bara sokarken White sol tarafında tanıdık bir sima gördü. "Bu..." hemen başını sol çevirdi ve kızla göz göze gelince kızın gözleri sonuna kadar açılarak ileriye doğru bir adım atarak arka kapıya doğru yöneldi. White hemen kızın karşısına geçmek için bir adım attı ve sağ kolunu pembe saçlı kadın çekti. Ve silahın namlusu pembe saçlı kadının yüzü önünde belirdi. Bam!
White hemen arkasını dönüp bir el daha tetiği çekti ve silahtan çıkan kurşun kapının kenarını parçaladı. Hemen büyük bir adımla kapının ağzına sıçrayarak sağ tarafında kalan ara sokağa birkaç el ateş etti. Ancak mesafe silah için çok fazlaydı. Hemen pistolü beline koyup kızın arkasından koşmaya başladı. Hızla karanlık sokakları aşıp kız ile arasındaki mesafeyi kapatırken aniden takip ettiği eleman sağa döndü. O da döndü. Ardından sol tarafında kalan duvara basarak parmaklıkların üzerine atlayıp karşı tarafa geçti. White'de aynısını yaptı. Kız yerde kayarak meyve arabasının altından geçti. White meyvelerin üstünden atlayıp ileriye doğru atılınca kız arkasını dönerken ayağını genç askerin çenesi geçirip tekmenin etkisiyle kendi ekseni etrafında döndü. Ve ayağını yere doğru çeken kuvvetli bir hareketle dengesi bozulup yüz üstü yere düştü.
White silahını belinden çıkararak kızın suratına nişan alıp tabancanın horozunu yukarı kaldırdı. "Nell'le konuşurken kimlerden bahsediyordun?"
Kız tek kaşını havaya kaldırdı. "Sen de mi onlarla buluşmak istiyorsun."
"Hayır. Sadece kim olduklarını bilmek istiyorum."
"Hıh!" kızın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. "Tahmin bile edemeyeceğin bir varlık olan, bizleri koruyan, Yüce Tanrılar tarafından seçilmiş Seçkinler hakkında sana söyleyeceğim çok bir şey yok."
"A, sağ ol." tetiğe asıldı. Bam! White silahının duman tüten namlusuna üfleyerek tekrar beline geri koydu.
"Soğuk kanlısın..."
Ani bir bilek hareketiyle arkasını dönerken silahını çekti. Kırmızı güneş gözlüklerin ardından kendisine bakan bir çift gözle göz göze gelince bir an duraksadı. "Sen... kimsin?"
"Benim adım Ambroise Vollard. İstersen bu konuları burada konuşmaktansa sakin bir yere geçelim."
White, önce yerde yatan cesede ardından Vollard'ın güvenilmez gülümsemesine baktı. "Dinlemekten zarar gelmez." silahını indirip sol eline aldı ancak beline geri koymadı. Vollard'a doğru yaklaşınca kırmızı takım elbiseli adam yana çekilerek genç askerle beraber yürümeye başladı. Fakat bir gözü hep silahın üstündeydi.