Chereads / saten'in hikayesi / Chapter 3 - 3

Chapter 3 - 3

Meşrutiyetin getirdiği özgürlük Ermeniler için ortaya şu sonucu koymuştur: Bu ülkede iki ayrı dinden, iki ayrı ulusa yer yoktur. Anadolu özellikle Çukurova'dan itibare3n Doğu Anadolu, ya Müslümanların ya da Ermenilerin olacaktır.

Komiteler söz verdikleri halde Meşrutiyetin birinci yılı dolmadan bu bahsedilen hedeflere yönelmişler ve çeşitli bölgelerde isyan hareketlerine başlamışlardır.

Ermeniler için Kilikya'yı diriltmek ve Ermenilerin bir kısmını burada toplamak kutsal bir amaç idi. Meşrutiyet sonrası Avusturya, Bulgaristan, Sırbistan, Girit hareketleri ve iç isyanlar, komiteler için iyi bir fırsat olmuştur. Türkiye'nin karışık durumundan yararlanarak, bir ayaklanma yapmak ve böylece yabancıların araya girmesini sağlayarak Kilikya bölgesinin Ermenilere verilmesini sağlamak Ermenilerin hedefidir. Bu amaçla değişik illerden çok sayıda Ermeni getirilecek boş arazi işgal ettirilmiş, bunlar sıkışık bir biçimde kasabalardaki Ermeni evlerine yerleştirilmişlerdir. Hükümetin resmi kayıtlarına göre, Meşrutiyetin ilanından hemen sonra Adana'ya 12.840 adet de silah girmiştir. Ermeniler bu silahlarla hükümetin gözüönünde atış eğitimlerine başlamış ve 200 kişilik bir fedai çetesi hazırlamışlardır. Bu çete ile Ermeniler 27 Mart 1909 da Adana'da olaylar çıkarmışlardır. Araba ile Adana sokaklarından geçen Ermeniler rastgele etrafa kurşun sıkmış, iki Türk ölünce Türklerle Ermeniler arasında çatışma başlamıştır.

Olaylarla ilgili olarak Ermeni komitecileri Avrupa'ya karşı 30.000 kişi öldü derken, ilin resmi bildirisine göre bu sayı 10.000, La Turquie Gazetesine göre ise 1000 kişidir.

1.Dünya savaşında uzlaşma devletleri, Ermenilere büyük umutlar bağlamışlardı. Öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri bu topluluğu, Osmanlı Hükümetine karşı da kullanmayı tasarladılar. Ermeni gönüllü alayları kurularak, bunların özellikle Türklerden öç almak üzere Kafkas ve İran cephelerine gönderilmelerine başlandı.

Uzlaşma devletleri savaş boyunca, Ermeni komitelerine ellerinden gelen yardımı yaparak Ermenileri cepheye sürdükleri gibi bol miktarda para ve cephane vererek içerde de isyanlar çıkartmak istediler.

Seferberliğin ilanından sonra Zeytun, Kayseri, Bitlis, Muş,Erzurum, Erzincan,Elazığ, Yozgat,Sivas ve Van'da Ermeniler olaylar ve isyanlar çıkarmaya başladılar. Bu bölgelerde Ermeniler'in yaptıklarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:

- Köylerine gelen Türklere saldırmak, paralarını alarak onları öldürmek

- Memurlara ve jandarma birliklerine saldırmak

- Hükümet konağına saldırmak, jandarma erlerini şehit etmek

- İlk zamanlarda seferberliğe katılıp silahlanarak daha sonra düşman safına geçip bizim silahımızla bizim askerimize saldırmak

- Telgraf hatlarını kesmek

- Cepheye gitmek isteyen Müslüman gençlerin, ailelerin yanında kalmaya zorlamak

- Uzlaşma devletlerine casusluk yapmak

1.Dünya savaşı döneminde meydana gelen Ermeni olaylarını çıkaran komitecilerin amaçlarını şu şekilde belirlemek mümkündür:

- Her Ermeni vatandaşı komşuları Türklere Türk ordusuna ve hükümetine karşı silahlandırmak

- Duruma göre uzak ve yakın her Ermeniyi başlatılacak ihtilalde görevlendirmek

- Hükümetin seferberlik çağrısına katılmamak

- Seferberliğe sözde katılanlar Türk ordusunun silahlarıyla kaçarak ülke içerisinde çeteler ya da Rus ordusu hizmetinde gönüllü birlikler oluşturacaklar

- Sonuçta galip devletlerden Türk barışı için masaya oturdukları zaman, bu amaçların ödülünü fazlasıyla alacaklardır;bağımsız Ermenistan için en büyük destek Rusyadan alınacaktır.Bu olaylar kronolojik sıra ile incelendiği zaman gerek ikinci Meşrutiyetten önce gerek Abdülhamitin baskıcı idaresi ve birinci dünya savaşında gerilimin devamlı artmasına sebep olmuştu;artık dostluk ve arkadaşlığın yerini kin ve nefret almıştı ,Maraş ve Sasonda yaşanan olaylar içinde iki toplumu barındıran barış köyü Cibinde dahi yansımalara neden olmuştu;artık Arogil'e Hasan eskisi kadar sık "takılmıyordu" takılsa dahi kalbinin kırılma ihtimali vardı,artan gerilim yüzünden Satenik de Lübnan'a gitmekten söz etmişti bu koşullarda bir yuva kurmanınyanlış olduğunu düşünüyordu her ne kadar Cibinde huzur ortamı olsada dışarıdaki gerginlik insanlarda olumsuz etkiler oluşturmaktaydı.Cibindeki ermenilerin bir kısmı sevgi kilisesine bağlı olan iyi hristiyanlar olarak adlandırılmaktaydı.Yoksulluk,iş,iffet ve merhamet konularında katı kurallara sahip olan iyi hristiyanlar vejeteryandi.Maddi dünyadan mümkün olduğunca kaçınıyorlardı.Arınmışlar hristiyandır fakat gerçek günahları İncili farklı dillerde yazarak Katolik kilisesine başkaldırmışlardır.

Arınmışların ayaklanması kesinlikle protestan reform hareketini beslemiştir.Arınmışlar Hz.İsa'nın yeniden dirileceğine inanmıyorlardı ancak müritler reenkarnasyona inanıyordu.Katolik saldırıları sonucu arınmışlar hazinelerini gömmüştür bu hazine halen gizemini korumaktadır.Arınmışlar engizisyon mahkemeleri tarafından yargılanmış diri diri yakılmış,kuyulara atılmıştır bu nedenle bir kısmı yeni dünyaya göç ederken Osmanlı denizcileri tarafından alınanlar sayesinde tarikat Anadoluya uzanmıştır.

SATENİK

-CİBİN-1914

Deli olduğumu söylüyorlar,dinleyin köyde kasabalılar beni yırtık elbiselerimin içinde yürürken yada çeşme başında gördüklerinde bana cadı dediklerini duyarım,rahip ise elbiselerini toplayıp hızla uzaklaşır benden ,köyde sadece onbeş kişiyiz ,İsaya hizmet etmeye çalışan ben kendimi çok yanlız hissediyorum.ayaklarımın beni kaldırımdan köyün dışına üzüm bağlarına götürmesine izin verdim.İki küçük erkek çocuğun sürüyü güttüğü meraya götürdü ayaklarım beni.Ayaklarıma kılavuzluk eden içsel güç ile birkaç adım daha attım ve yol kenarındaki bir taşa oturup ağladım gelmiş geçmiş tüm arınmışlar için ...

-"Evlilikle ilgili ne düşünüyorsun,Saten?"dedi Meryem.

evlilikle ilgili ne düşünüyordu ?duruma göre değişirdi kendisi için mi yoksa başka birisi için mi olduğuna bağlıydı.

"Senin için bir koca bulmanın zamanı geldi"

Saten hiçbir zaman acele hareket etmazdi ,barış dolu bir mutluluğun ve çekingenliğin kokusunun sızdığı hareketleri de düşünceleri gibi tümü ile denetim altındaydı.Saten için iyi kadın "perfecta"olmak ve çok ciddi yeminlere uyması gerekti ama Alpinaryana karşı boş değildi bununla birlikte Abdullahtan hiç ayrılmamasını anlamıyordu.Saten atalarını düşündü bir an …

İncili ana dillerini çeviren,iffetine göz diken papazların iftirası yüzünden yakılan çoğu zaman doğum kayıtlarına yazılmayan kız çocuklarını düşündü.Saten ruh göçüne inanıyor ve korku ile beklenen bu kaderden sakınmak için keskin bir şeyler yapmak gerektiğini hissediyordu.

Bir perfecta dünyanın kötülükleri arasında yaşamaya devam etmektense inzivaya çekilmeliydi.Katharların(arınmışların)Montsegur tepesine gömülen büyük hazinesini düşündü Saten;kaleye kısılan iki yüz iyi Hristiyan (arınmış)altı hafta Papanın ordusuna direnmişti ancak kale düşmeden gece gizlice kaleden sallanan arınmışlar çalılıkların arasında kaybolmuştu.Katolik kilisesi arınmışlardan sonra yeni düşmanlar edinince unutulmuştu iyi Hristiyanlar.Şimdi kiliseden değil de İslam komşularından sakınmaya başlamışlardı.

onüçüncü yüzyılda zalim Engizisyonun yerini Müslümanlar almıştı,gerilim devamlı artmaya başlamıştı,padişaha suikast girişimi nedeni ile tüm Ermeni tebaasının güneye gönderileceğine dair dedikodular Cibine kadar ulaşmıştı,Saten ortaçağdan bu yana asırlardır nesilden nesile aktarılan hazine krokisini kaybetmeden Lübnana ulaşmayı düşünüyordu.Montsegur tepesi arınmışların varlığının garantisiydi Özgür Ermenistan da kendi kiliselerinde ibadet etmelerini sağlayacak olan o hazineydi.Saten iç çekerek dikkatini tekrar elindeki işe vermeye çalıştı.Dikiş dikmede kızkardeşi Baiona kadar iyi değildi.Parmakları çok büyükmüş gibi görünüyordu.Başparmağı engel yaratıyordu ve on üç yaşındayken ve hatta şimdi bile dikişleri özensizdi.Ancak çalışmayan sadece parmakları değil hayallerle meşgul olan zihniydi de.Diğer taraftan ondan büyük olan Baiona perilerin ayak izleri gibi ilmekler yapıyordu mükemmel bir ritm yakaladığı zaman onu izlemek tıpkı fırça ve boyalardan çıkan hayal ürünü çiçekler ve ağaçların oluşturduğu tablo gibiydi.İğnesi ile hayaller gerçek oluyor Saten bunların kumaştan çıkıp umutlarını anlatarak evde dolaşacaklarını hayal ediyordu.Baiona'nın yetenekli elleri vardı.Herkes böyle söylüyordu,peçetesini işlenmemiş bezlerinin yanına üzüntülü bir halde bırakan Saten odayı gözden geçirdi.Güneş ışınlarının kemerli pencereden içeriye süzüldüğü güzel havalı bir yerdi.İçerde birkaç tane oyma yüksek sandalye ile birlikte duvara asılmış iki tane desenli halı vardı:biri İsanın ölümsüz hayat suyunu (ab-ı hayat suyu)teklif ettiği kadınla kuyuda buluşmasını;diğeri İshak'ın kurban edilişini tasvir ediyordu ve İbrahim hep olduğu gibi solgun renkteki elini kaldırmış başını bıçağını almak için gelen meleğe doğru döndürmüştü ve yan tarafsaysa yeşillik içinde saklanan boynuzlu bir koç vardı.

Saten bu hikayelere genellikle saatlerce bakabilirdi ama bugün huzursuz şekilde bir kez daha döndü ve pencereden görülen koru ile çayırlık alanı bölen ince sütunu yakaladı.Alanlarda at süren bir erkek çocuğu olması gerekiyordu kendisinin.Peçeteler ve hikaye tasvirleri aktaran gergef işleri için yaratılmamıştı o .Aksine onun hakkında yazılmalıydı hikayeler!Kendisini ok atarak köpekleri ile beraber erkek geyiğin peşinden koşan bir erkek kız birleşimi olan av tanrıçası gibi hayal etti.

Saten pencereden eğilince yumuşak havayı yanaklarında hissetti ve çığlıklar atarak ağlamak şarkı söylemek bedenini kerpiç evinin duvarlarından sarkıtmak istedi.Bir insan olarak dünyaya geldikten sonra düşük formlarda geri gelmezsiniz diyen arınmışlara rağmen belki de bir yaradılışta kuş olarak dönmek isterdi yaşama.Uçmayı hatırladığını düşünüyordu sanki aşina olduğu bir davranıştı uçmak;geceleri yıldızları izlerken dağlardaki sert rüzgarların içine daldığını hayal ederdi.Pencereden ayrılıp yerine oturdu tam bu sırada kuzeni Almaz geldi.Şimdi altmış üç yaşında olan teyzesi Almalia altı çocuk doğurmuştu.Çoğu zaman sade uzun siyah giyerdi.Yürürken de eğirmek için kirmenini odadan odaya taşıyordu.Elleri ipi sararken ve aklından dualar geçerken bile gözleri etrafında ne olduğuna anlam vermeye çalışarak yavaşça kendi etrafında dönüyordu.Kirmenin her düşüşü Efendi'nin Duasının bitirildiğini ifade ediyordu bitirmek için eşikte duraklamıştı;çünkü iyi bir Hristiyan efendinin duasını okumadan kapıdan geçmezdi.Kuzen ise genç ve güzeldi gül desenli bir etek giymişti küçük adımları dahi neşeliydi.Gözleri her yeri tarar cilve yapmayı severdi.

-"Bu mutluluğun yolu "dedi anne sessizce iğini kirmenin ellllerine atarken.

-Perfecta olmak için mi?

evet eğer seçersen .Tanrı'nın arkadaşı olmayı seçersen"

Saten yüzünü buruşturdu dünyevi yaşamla ilişiğini bitirdiğinde elbette.

-"Boyu uzuyor " dedi anne kızını Saten'e göstererek;sanki kendisi burada değilmiş söylenenleri duymuyormuş gibi konuşmalarına kızıyordu kuzen,Baiona gibi bal rengi gözleri parlayan altın sarısı saçları olan bir güzelliğe sahip olmak isterdi.

-"Saten ,bazı kızlar senden küçükken evleniyor"dedi kuzen her kızın kendisini koruyacak bir erkeğe ihtiyacı vardır diye ekledi.Hadi annemden çekiniyorsan kulağıma söyle ;el işini al ben de kendime bir peçete alayım ve sana yardım edeyim ;hadi ama arkadaş değil miyiz ?

Saten başını elişine doğru eğdi hayatı boyunca kız kurusu olarak kalmak istemiyordu bu arada burnunu elbisesine sildi.

-"Hayır,hayır! elbisene değil peçeteye silmelisin" dedi kuzen ;hoşlandığın biri var değil mi ?

-"Alpinaryan" dedi duraksamadan verdi yanıtını sanki bu isimi söylemek için büyük bir fırsat bekler gibiydi.

-"Her zaman onu izliyorum ama o benim farkımda bile değil"diyerek kuzene içini döktü Saten.

Alpinaryan geniş omuzları ve dar kalçaları ile boyu posu yerinde bir delikanlıydı.Koyu saçları haylaz gözlerinin üzerine düşüyordu,bazen köyün Müslüman delikanlıları bedenlerine yağ sürer güreşe tutuşurdu ;Alpinaryan da onlara katılır hep Abdullah ile güreş yapar çoğu zaman altta kalırdı geniş cüssesine rağmen neden altta kaldığına anlam veremezdi SAten.Bir keresinde Alp bir grup islamla güreşerek birbirlerini dirsekleri yüzülüne kadar yerde süründürmeye çalışarak boğuşmuş ter ve yağ damlaları birbirine karışmıştı.

Saten ahır kapısında ayaktaydı grup yaklaştıkça kalp atışları hızlanmıştı olduğu yere çivilenmiş bir hali vardı.Hareket edemiyordu.Alpinaryan yaklaştıkça sesinin kısıldığını,boğazında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti.Dizleri titrerken bayılacağını sandı .Alp ;Abdullah ile yanından geçerken aralarında koyu bir sohbete tutunmuşlardı ;Saten ise saz parçacıklarının dışarıya fırladığı kerpiç duvardan destek almak zorunda kalmıştı tam o sırada Alpinaryan ;

-"Saten burdaymış ,benim küçük Sateniğim ,nasılsın bugün?"dedi.

Afallamıştı,ne diyeceğini bilemedi bir şeyler anlatmaya çalışsada sesi tamamen gitmişti;Alp'in nefesini kaslı omuzlarından aşağıya doğru akan ter damlalarını hissediyordu sanki,"Ben ne seninim ne de küçüğüm, bu ne cesaret ?"

Ancak kahkaha atarak uzaklaşmaya başlamış Alpinaryan zorlama ile çıkan bu kısık sesle verilen cevabı duymamıştı.Saten 'i kırmızı yanaklarla utangaç bir şekilde ahırın önünde bırakmıştı.Eteğini toplayıp taş kemeri geçti niçin ve nereye doğru koştuğunun farkında değildi.Nehire kadar koşup çimlerin üzerine yattı.Alpinaryanın güçlü kollarında olmayı bu kadar çok arzuladığı için kendine kızıyor "perfecta " olmaya ne kadar uzak olduğunu anlayınca hıçkırıklarının sıklığı artıyordu.Ayaklarını Fırat'ın serin sularına soktu.

o gece Saten Alp'in ona sarıldığını ve terli bedenini beyaz ve yumuşak tenine bastırdığını hayal etti,Baiona yanında uyuyordu,o hem kardeşi hem de çocukluk arkadaşıydı iki kız bacakları dolanmış ve nefesleri karışacak kadar yakı n bir şekilde uyuyordu.

-"Baiona!"

-"Baiona,uyanık mısın?"

-"Hıı."

-Seninle konuşmak istiyorum ."

"Ne ?"

"Utanıyorum,Baiona"

Karanlıkta kardeşinin yüzüne düşen beyaz yansımaya uykulu gözlerle bakmaya çalışan Baiona dirseğinin üzerinde doğruldu.

-"Neden utanıyorsun?"

"yanıma yaklaş ;kulağına söyleceğim,ben Alpinaryandan hoşlanıyorum."

-"Bu durumun farkındamı peki ?"

-"Aslında ben de Arogilden hoşlanıyorum;bunları sabah konuşalım "

-"Baiona ;onun da benden hoşlandığını söyle bunu duymaya ihtiyacım var"

hasret çeken bir kumru kadar masum bir şekilde çoktan uykuya dalmıştı Baiona.Saten ise yatağın diğer ucunda gerçek bir kadın olmuştu ,erkeğini çılgınca arzulayan bir kadın ,içinde ıslaklık hissediyordu ,özlemle yanıp tutuşuyordu.alpinaryan'ı görünce kalbimimi kanatlandırıp ona bir aşk dalgası göndermeliyim.doğrudan gözlerinin içine bakmalıyım diyerek iç geçirdi;Saten.

Ertesi akşam köy meydanında şarkı söyleme faslı erken bitti.

"yürümek isteyen var mı?dedi Alpinaryan

Saten yıldızlı gökyüzünün altında oynaşıp koşuşan iki köpek yavrusu kadar mutlu olduklarını düşünürken yürümeye başladılar.Güzel bir hava vardı.Bir kolu ile Satene sarılan Alp onu kendine doğru çekti.

"Buraya gel .Sana bir şey göstermek istiyorum" diye fısıldadı .

-"Neymiş o ?"

-"Memnun olmak istiyormusun?"

dikkatli adımlarla mis kokulu zeytin ağaçlarının oluşturduğu gizli ve karanlık labirente götürdü onu.Çalılar biraz üstte kalmıştı.Saten rahatsız olmuştu ama aynı zamanda heyecanlanmıştı.Alp dudaklarından öptü onu bir eli ile elbisesini çekiştirirken diğeri ile Satenin elini tutuyordu.Erkeğin tenine dokununca Saten'in nefesdi kesilmişti.Daha önce bir erkeğin vücudunun bu bölgesine dokunmamıştı hiç.Elini yönlendiren Alp okşayan parmakların iniltisi ile inliyordu.Parmakların arasındaki organ gittikçe büyüyordu,aptal yada çocuk değildi Saten ,birden aklına o çılgın düşünce geldi nasıl oluyordu da bu kocaman alet bir kızın içine gömülüveriyordu?

Alp şimdi boynunu öpmeye başlamıştı;

-"Durma!"dedi alp.

Emrini pekiştirmek için eli ile tekrar yönlendirdi onu .Erkeğin bedenini kendisininkine sürterken dudakları birleşti birden elinde ıslaklık hissetti ,eline ,elbisesine ve otların üstüne fışkıran bir şey vardı .

Ayaklarının üstünde sallanıp titreyen Alp biraz daha sarılı kalsı Satene,mendili ile erkekliğini temizledi .Birdenbire her şey değişmişti.Önceki heyecan kalmamıştı Satende; şimdi ağlamak istiyordu karanlıkta tek başına kalmış terk edilmiş hissediyordu kendini.Tek isteği Alpinaryan'ın sarsılması geçene kadar kendisine sarılması ve tatlı bir söz söylemesiydi.Sonra birden itaatkar olmaya karar verdi erkeğinin emirlerini yerine getirip beklenti içine girmedi.Eve varıp yıkandıktan sonra hemen yatağa uzandı.Günah mı işlemişti acaba?Tanrı onu elinde kocaman aletle görmüş müydü?Baba ,oğul ve kutsal ruh aşkı onaylamış mıydı?

Dakikalarca sakin bir şekilde oturdu Saten.Dudaklarını kıpırdatarak sessizce dua ediyordu bu arada.Birdenbire kararını verdi sandalyeden kalktı ve kızına seslendi.

-"Kalk,gidiyorsun."

-"Ne demek istiyorsunuz?"

-Papaz efendiye günah çıkarmaya gideceğiz.Bu arada bilmen gerek gümüş renkli elbiseni Baiona giyecek.

Saten kalbinde vicdan azabı hissetti.

-"Saten,bekle!",

Avluda hızla koşan Baiona adeta yalvarıyordu.

-"Elbiseni istemiyorum "

"Senin yapacağın bir şey yok ,şimdi içeri gir " dedi Saten .

O anda Saten'in kalbi ona ihanete uğradığını söylüyordu.Kendisi için üzüldü.Kızgınlığın acı çekmenin de Kutsal ruh'un sözlerini şekillendirip şekillendirmediğini merak ediyordu.

Seromoni kısa sürdü artık yine tertemiz bir kızdı Saten.

Ertesi sabah ilk gördüğü komşusu oldu,kadın kirişten sakınmak zorunda kalmayacak kadar kısa olmasına rağmen başını eğerek küçük barınağa girdi ve avlunun çamurundan kurtuldu.Ellerini karnının üzerinde tutarak etrafa bakındı.Sanırım yine hamileydi,şu anda rahminde saklanan gizli bebeğin üzerinde ellerini dolaştırıyordu.Gözleri benim gibi küçük ,yatağım için aldığım temiz hasırların ve dışarıdaki ocak için topladığım taşların üzerinde hızla dolaştı.Etrafı incelemesine sinir olduğumdan tahta kaseyi bırakmış ve içindekileri altüst ederek torbamı karıştırmaya başladım.Gitmesini istiyordum.

Çömelip çorbadan bir kaşık aldım.çorba güzeldi açlığım mağarasında uyuyan bir canavar gibiydi ;yavaşça yudumladım.Bayan yanımda duruyordu .

-"Çok güzel "dedim

hemen haç çıkardım sonra da kaseyi tekrar elime aldım;dün oğlumu yerden kaldırdığınız için teşekkür ederim dedi komşu,top oynarken düşen küçük oğlundan söz etmekteydi.

-Bu akşam bize yemeğe gelir misin?"

teşekkür ederek ayrıldım avludan .

Cibin-1914-

SATENIK-

Pekala ,haklısınız çok ağladım.Günah çıkartmak bana çok güç geldi.

Haydi neşelen biraz küçük kız.Artık herşey eskisi kadar kötü değil.

Papaz'ın beni uyarması çok mu önemli sanki ?

Köy papazı ellerimi ellerinin arasına alırdı."Hatırla çocuğum derdi,herşey değişiyor iyilik tekerlekleri kötülüklerin etrafında dönüyor ve kötülüklerin tekerlekleri de iyiliklerin etrafında dönüyor.Ama yüce İsa bize bir şart koştu.Acılar içinde olabiliriz ama acımızı çekerken yanlız olmayacağız.Ruhani birşövalye bize daima yardımcı."

Henüz ondört yaşındaydım köy papazına bu düşünceyi anlatmadım ama sizlerle paylaşabilirim.Babamız tek kutsal oğlunun çarmıha gerilişini ve ölümünü İshak ile İbrahim de olduğu gibi pişkin bir şekilde izlediği için Tanrı ile herhangi bir sözleşme yapmak istemiyordum.Bana öyle geliyordu ki İsa efendimiz yatağında sessiz,mutlu bir ölümden sonra yeniden dirilmeliydi.

Çarmıha gerilmesindeki amaç neydi ?Babaların dikkatini çekmek için Tanrı insanlık ile anlaşma yapabilir ama bu anlaşma da bizim şartları tam olarak bilmemiz gerektiği içerilmemiş.Tanrı'nın kutsal görüşünden uzak durmakta yarar var .Dikkatleri üzerinde toplama.Tabii ki,bunların hiçbirini kutsanmış iyi yürekli papaz efendiye anlatmadım bu onu sadece mutsuz kılardı!

Çalıların kenarındaki kalın otların içinde neşe ile koşan bir fare,kanatları yeni filizlenen minik bir serçe gibi geçti.Otlarda hışırdayanın fare olduğunu sanmıştım ama aksine bir kuşmuş.Kuş veya fare herneyse sonuçta özgürdü.Birdenbire yeşil çimenler arasında sarı ve kırmızı çiçeklerle tanıştı gözlerim.Bu renkler belki özgür Ermenistanın rengi olacak ilerde ama benim ömrüm yetmez sanırım ,sarı ,kırmızı ve mavi gökyüzü rengi mesela.

.Bir an için yeşil rengi etrafa yayan çimenlerin rüzgarda hafif salınmalarını içimde hissettim ve yolda yanlız olmadığımı o an hissettim.Bana doğru sepeti yumurta dolu gelen bir kadın vardı uzakta hemen arkasında tırpanları omuzlarında tarlaya giden iki kişi vardı.Erkekler yürüdükçe sanki tekdüze çalışma hareketlerini icra ediyormuşcasına omuzları sallanıyordu.Ben taşın üzerinde otururken önümden geçtiler.Yanımdan geçtiklerinde ayağa kalkıp elimdeki sopayı doğrulttum ;arkalarından yürümeye başladım.Papaz efendinin dediği gibi eğer iyi bir Hristiyan olursam yüce İsa adımlarım boyunca beni izlerdi;daha önceleri pek çok kez yaptığım gibi şimdi de yapabilirdim.Bir saat boyunca kutsanmış sözcüklerle dua ederken anlamın her tekrarında nasıl değiştiğine ve içime dolan ferahlığa şaştım."Bizim"kelimesi etraftaki değişik yeşil otlardan zorlu yola ve yüce efendimize doğru genişliyordu.Tanrı oğlunu ölüme bile gönderse bir çocuğun babası için açtığı gibi kollarım O'na doğru açılıyordu.Cennet artık gökyüzünde bir yerlerde değil ağaçların arasında biçilmiş otların kokusunda ,içimde duruyordu.

Yol ilerde çatallaşıyordu.Hangi yöne gideceğime karar vermek için beklerken elimdeki sopa ile yere oyuk açtım.Batıda sema alçalıyordu sanki bulutlar gri renk almıştı fırtına geliyordu .İçimde beliren panik havasından kurtuldum.Orakçılar sağa dönen yolun başında durmuş tırpanlarının saplarına dayanarak sohbet ediyordu.Kadın ise sağ tarafa yönelmişti.Ayaklarımı değiştirerek "Y"de bekledim.Buradaki küçük çeşmede çarmıha gerilmiş elleri kanayan yüce İsa vardı.İtalyada avuçlarına yerleşmiş stigmatası olan bir aziz olduğunu duymuştum.Bu aziz öldüğü zaman çivileri çıkarmaya çalıştıklarında ellerinin arkasında doğru kıvrılarak gömüldüğü fark edilmişti.Aziz mezara çiviler ile birlikte gömülmüştü.Bedeni çürüdükten sonra mezarı açılmış ve çiviler alınmıştı,aziz ise yüzünde tatlı bir tebessümle huzur içinde uyuyordu.İnsanlar bu çivilerin şifalı olduğuna inanıyordu.

İçimdeki "perfecta"nın dürtmesi ile sola yöneldim ve Tanrının arkadaşlarını andım.Yüce efendimizin asılan ve kanayan bedeninin simgesi yoktu.Tanrının meryem ana'nın yada meleklerin simgesi olmazdı.

İslamlar da dahil bazı kişiler yüce efendimizin çarmıhta ölmediğine inanıyor.Bazıları da bu düşünceye efendimizin annesi,havarilerin yarısı ve Magdalalı Meryem ile karşılaştığını ve hep beraber Marsilyaya gelerek burada arınmışlık inancını öğrettikleri iddia edeiliyor.Bazı kişiler perfecta ve perfectusların İsanın ve Magdalalı Meryem'in soyundan geldiklerini ileri sürüyorlar.Ben ise neye inanacağımı bilmiyorum.Köyde hepimiz pazar ayinine katılıp günah çıkarıyoruz ama iki şekilde ibadet edenlerimiz de var.Neden etmeyelim?Hepimiz kuzendik yada kardeş başkalarının düşüncelerine saygılıydık.Ayinimize katılan papaz efendi herhangi bir sapıklık olmadığını ifade etti,bazen kendimi İslamların içinde bir mezhep olan Alevilik inancına sahip biri gibi görüyorum,onların ayinlerine de Sünni müslümanlar sapıklık nitelemesi yapıp "mum söndü oynamak " deyimi ile nitelendiriyorlar.Aslında karşımızda oturan delikanlılara parıldayan gözlerle bakmak dışında sapıklık yoktu.Yürüdüğüm yolda yanlızdım.Bu yol az kullanılıyordu ,otlar sadece yolun ortasındaki tümsekleri değil aynı zamanda arabalar nedeni ile oluşan tekerlek izlerini de sarmıştı.Havanın serinlemeye başladığını ve gökyüzünde kümelenen gri renkli bulutların karşısında bir iz belirdiğini fark ettim.Soğukta kurt saldırılarına karşı savunmasız bir halde belki bir ağacın altında titreyerek ateşsiz bir gece geçirme düşüncesi nedeni ile ürperdim.

Yolun alt tarafından yukarı doğru uzun beyaz kuyruğu çamurlu topuklarına sürtünen boz bir at tarafından çekilmiş bir araba ve çiftçi geliyordui

-Tepeyi çıkarken yorulmuş görünüyorsunuz dedi bana bakarak.Ben de ona baktım.Sizin kibarlığınız sayesinde bir süre ayaklarımı dinlendirmek isterim.Kendimi arabanın üstüne çekip bedenimi sepetlerin arasına yerleştirdim.-

"İnsanın ayaklarının yerden kesilmesi güzel " dedim ,sessizce tepeden yukarı çıkıyorduk ,uzak dağların manzarasına sahip kıvrımlı yolda etrafıma bakmak ve saçlarımı toplamak ve neden kalbimin kontrolsüz bir şekilde şarkı söylediğini merak etmek için kullanıyordum zamanı.Bir tarla kuşu havalanmıştı önümüzden işte.Ancak ,birden ellerimin bir aşçının elleri kadar kaba olduğunu fark ettim.Kucağımda sosis gibi duruyorlardı.Kırılmış tırnaklar pislikle dolmuş ve cildi yanarak kızarmıştı.Ortaçağda asillerin ellerinin süt ile temizlendiğini hatırladı bir an.Baiona ile saçlarımızı tara dudaklarımızı boyar ve süt rengi eldivenlerimizi takıp avluda dans ederdik.

Alpinaryan

cibin(Saylakkaya)-Toros Dağları /1914

-"Sultan suikastından sonra der-saadete göre artık biz sadık millet değiliz " dedi Arogil,tütünü sararken,"

"Son fermanı duydunuz mu ?"

kahvedekilere döndü,köy kahvesinde o esnasında kimi nargile fokurdatan kimi de höpürdeterek kahvesini yudumlayan ahalinin hepsi Ermeniydi.

-"On dört yaşından büyük her erkek çocuğu ve on iki yaşından büyük olan her kız çocuğu İslam inancına bağlılık yemini edecek;bu yemin iki yılda bir yenilecektir,istisnasız her cuma günleri erkek çocuklar namaza katılmak zorundadır.Ermenilerden hiçbiri doktor olacak çalışmayacak zorunlu durumlarda çalışsa dahi hastanede hasta ölürken yanında ermeni doktor bulunmayacaktır."

kafamda bir sahne canlandı,"küçük çoçuğu iyileştirmiş ,ölen kadının yanında bulunmuştum.Ve şimdi dinlenmek üzere durakladığım taşın üzerinden kalkıp asama dayanarak yürüdüm.nefesini ensemde hissettiğim Sultan'ın askerlerinden kaçıyordum."

Arogilin bu kısa oyunu yeteri kadar ilgi görmedi ama birazdan anlatacakları neredeyse infial yaratacaktı.

-"Hiçkimse İncil'i ana dilde okumayacak;Osmanlıca yazılan incil okunacaktır."

Herkes şaşkınlıktan donmuş bir şekilde birbirine baktı.Bir yaşlı söz aldı;

-"Peki,ama Tanrı'nın Sözü'nü kimin alması gerekiyor?"diye sordu.Sadece ilahi ve dua kitaplarımız olacaksa Kutsal Kitap'ın faydası olmaz dedi ihtiyar.

-"Teslim olmayacağız !"diye bağırdı Arogil .Hemen orda hayatım boyunca onun yanında savaşacağıma dair kendi kendime söz verdim.Onun için ölebilirdim,ve ayrıca evet vazgeçmeyecektik!

Bir saatten fazla bir süre yasaları tekrar edip tartışarak vakit geçirdik.Zulmün kemendini sıkıyordu bu yasaklar.Arkadaşlarımızı kuzenlerimizi karılarımızı ihbar etmeyi reddedecektik.-

"Şeytan bu islamlardan BAŞKASI OLMASA GEREK!"

"ŞİMDİ HERHANGİ BİR KİŞİ KOMŞUSUNU İSYANCILARA KATILMAKLA İHBAR EDEREK TOPRAKLARINA RAHATLIKLA EL KOYABİLİR.

Arogil kolunu bana sarınca ve beni kucaklayınca vahşi bir sevinçle heyecanlandığımı hissettim.O ve ben birlikte savaşabilir ve birbirimizi sevebilirdik.

"Kardeşlerim!" dedi Arogil;taşnak çeteleri bizim desteğimizi bekliyor,hürriyet 'in değeri ancak kaybedilince anlaşılır ,burda kalıp Osmanlının köpeği olmaktansa savaşıp erkek gibi ölmek isterim,benimle olan yarı gece mezarlığın karşısında hazır bulunsun ,gelip bizi teslim alacaklar,bağımsız Ermenitan için savaşmaya var mısınız?"

Kalabalık büyük bir şiddetle onaylamıştı Arogil'i yine yapacağını yapmış ikna kabiliyetini sonuna kadar kullanmıştı.

Toroslara yürümek yirmi gün sürmüştü.Alp ilk defa evden bu kadar uzaktı sadece eve değil artık Apoya da uzaktı aslında Meryem ile evlendikten sonra arkadaşlıkları bitmiş zamanla biten arkadaşlık ayrılmalarını zorunlu hale getirmişti.Yürürken manzaranın güzelliğine bakmaktan alamıyordu kendini rüzgar buğday tarlasını dalgalandırırken ince yaprakların altında ürperen zeytin ağaçları...

Yürürken başını kaldırıp uzaktaki kar şapkalı dağları görmüştü ve bu güzellik onu etkilemişti.

Bu uzun yürüyüşte Arogil ona arınmışlar hakkında bilgi veriyordu özellikle de arınmışların efsanevi piskoposunu anlatıyordu.

Bu piskopos o kadar ermişti ki uyumaya dahi ihtiyacı yoktu.Yirmi yıldır torosların tepesinde bir mağarada yaşamaktaydı.Bu süre boyunca konuşmadığı söyleniyordu.Bu yaşamdan sonra günlük yaşama dönmek ona çok zor gelmişti zamanla bu zorluğu aşmış günlük yaşama alışmıştı efsane.

Efsanenin minik ve biçimli elleri ve ayakları olan küçük bir adam olduğunu anlattı Arogil.Bununla birlikte o kadar güçlüymüş ki;efsane sokakta gezerken

gözle görülmeyen bir selamlama dalgası yayılırmış.İnsanlar onun ayaklarına kapanmak istermiş.Efsanenin öyle nazik ve yürekten gelen bir samimiyeti varmış ki insan onunla karşılaşınca tüm hayatı boyunca seninle karşılaşıp konuşmayı beklediğini düşünüyormuş.Karşısındakinin varlığı onu bu denli mutlu edermiş!

bunun sebebi onun gülüşü ve parlayan gözleriymiş,ancak onu diğerlerinden ayıran şeyin görüleri olduğunu herkes biliyordu.Önsezileri güçlüydü.Üstün sezgisi görülmeyeni kaplayan örtüyü delip geçebilirmiş.Bu yeteneği sayesinde Sultan'a suikast yapılacağını sezip ulaklarla saraya haber uçurduğu dahi söylenir.Ermeni cemaati ile ilgili kimsenin bilmediği bir gerçeği bilirmiş.Bu gerçeğin ne olduğunu çok merak ediyorum.

Düzlükten yukarı doğru bir parmak gibi uzanan dağın manzarasından etkilenmemek olanaksızdı.Bundan sonraki yaşamlarında mekanları olacak dev mağaranın girişi büyüktü;içinden iki yada üç ayrı giriş kapıları vardı.Bunlardan birisi bir kağnının geçmesi için yeterince genişti.Burası zapt edilemeyen "GÜVENLİ DAĞ"idi.

Muhafızları aşağıda bırakan Alp ve Arogil kıvrılarak yükselen patikada ilerliyordu.Her yerde yetişen cılız çamlara tutunarak yukarı doğru kendilerini çekiyorlardı.>Burun deliklerini çam kokusu doldurmuştu.Ağaçlar kayaların arasından kıvrılarak çıkmış yılan kadar yalın ve ayaklarına dolanmaya hazır köklerini etrafa sarmışlardı.ALPINARYAN dağa tırmanırken her bir adımı izlemek zorundaydı.

Şimdi nefesleri kesilmiş ve ğöğüsleri hızlı bir şekilde inip kalkerken etraflarına göz atmak için büyük bir kayanın önünde duruyorlardı.aşağıda Zeytun kasabası gözüküyordu.işlenmiş topraklar ahşap yada taştan kulubeler arasında beliren her bir taş çıkıntısında şifalı otlar vardı.

Kulubeler çocuklar gibi kalenin surlarına dayanmıştı ve tepedeki yükseklikten gökyüzüne bel vermiş ,çıkıntı yapmıştı.

-"EFSANE " ile tanışalım dedi Arogil,dedi.

Asasına dayanan adam deri bir ceket giymişti bakır rengi saçları mavi gözleri vardı.Mağaranın avlusuna varmadan Efsane iki adamı süzdü

sonra

-YAKLAŞ!"

dedi Alpinaryan'a ,nefesini hissettirecek kadar kendine doğru çekti ,

-"İçine CİN girenlerden uzak dur!"dedi.

Arogil bir ekmeğin içini oyup yahni ile doldurduktan sonra bana uzattı .

-"Güzel"

-"Hımm."diye cevap verdi.Nerdeyse hava kararmıştı.Gece kürsüsünde ilk yıldız parlarken biz mağarada yemek yiyorduk.

-"Bu dağlarda kurt var mı ?"diye sordum .Hiç görmemiş olmama rağmen onca yıldan sonra kurtlardan korkuyordum.

-"Kışın bazen köylere inerler dedi Arogil.Kış çetin kar kalın olduğunda ve yiyecek bulamadıklarında "

Ekmeğini yavaşça çiğniyordu.

-"Bir zamanlar bir kurdu evcilleştiren bir keşiş duymuştum.Dinlemek istermisin ? Adı Francis'di;adamın elinden kuşlar beslenirmiş.Bir keresinde bir kurt yiyecek bulmak amacı ile kasabaya inmiş.Kasaba halkı kurdu öldürmek istiyormuş ama keşiş ulu Tanrı'nın bize öldürmeyi yasakladığını söylemiş.

-Biz,Türkleri öldürmek için dağa çıktık ama"

-"Özgür Ermenistan için ;İslamlara köle olmamak için öldürüyoruz"dedi Arogil.

-"Sözü kesme ,hikayenin devamını dinle,keşiş kurdu evcilleştirdiğini söylemiş kasabalılara ;kurt köyde yiyecek ararken kadınlar bağrışarak evlerine girip çocuklarını da tahta pencere kepenklerinin arkasına kilitlemişler.Kurt köyün içinde bir o yana bir diğer yana salınarak ağır ağır dolaşmış.Kasabalılar kurdu öldürmek için ellerinde bıçakları ve ağları ile toplanmışlar ki o anda keşiş gelmiş.Elini kaldırmış ve kurt bir ev kedisi gibi önünde eğilmiş ,başını eğip diz çökmüş.

Sonra kutsal keşiş kurdun kafasını elinin içine almış ve ona köylülerin çocukları ile hayvanlarını yemesinin yanlış olduğunu bu alışkanlığı bırakması halinde Tanrı'nın ve kasabalıların onu daima koruyacağını söylemiş.Kurt bunu anlamış ve kasabada sadık bir köpek gibi yaşamış.Kasabalılar onu beslemiş.

-"Halfeti 'de bunu yapacak kimse bulamazdın herhalde" dedim bir iki dakika düşündükten sonra .

-"Bir kurdu beslemek "dedi Arogil ve başını iki yana salladı.

-"Bir zamanlar hoş,büyük ve sadık bir av köpeği olan cesur bir şövalye varmış.Bu köpek efendisine olan nazikliği ile ünlüymüş.Gri bir kürkü güçlü dişleri varmış.Şövalye evlenmiş ve karısı kısa zamanda güçlü ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirmiş.Köpeğe bebeği koruma görevi vermişler.Bir gün şövalye ve karısı ava gitmişler ,köpek beşiğin başında nöbetteyken bir de ne görmüş?bir KURT!

Bir kurt ormandan çıkıp gelmiş ve ölümüne kavga başlamış.Şövalye eve döndüğünde beşik alt üst olmuş bebek yokmuş köpek ise ağzı kan içinde sahibine gülümsüyormuş,şövalye tek seferde köpeğin kellesini uçurmuş hala efendisinin elini yalamak için ona doğru sürüklenmeye çalışıyormuş ,şövalye ise bebeğini öldüren hayvanı izlerken yanaklarından yaşlar süzülmeye başlamış.Sonra birden ağaçların altındaki çalılıkta bir ses duymuş.Bebek mutlu bir şekilde parmağını emiyormuş ve yanında bir kurt leşi varmış.

Nasıl , acıklı bir hikaye değil mi ?"

-"Düşünmeden hareket etmeyi anlatan bir öykü bu " dedim.Bir müddet düşündükten sonra;Kim bir bebeği bir köpekle başbaşa bırakır ?diye sordum.

"Bu sadece bir öykü " dedi,Arogil.Gece olmuştu ve yıldızlar bize göz kırpıyordu ;Halfetiden Toroslara yürümüş ve Taşnak çetesine katılmıştık;yıldızlar kum tanecikleri gibi altın zerrecikleri gibi yakın ve soğuk bir şekilde gökyüzünü kaplamıştı.

-"Yatma zamanı " dedi Arogil.Bu esnada bıçağımı elime aldım yatarken yanımda her zaman hazır bulundururdum.

Bir başka gün:bıçağımı saklama zamanı geldi.

Arogil silahları daha yükseklerdeki mağaralara götürmüştü.Önce mağaranın her yerine baktım ayakta durmuş taze saman kokulu havayı içime çekerken yeni güne uyanmanın mutluluğunu hissettim.o esnada Sateniği düşündüm ,günlerdir ilk kez kendimden başka birini düşünüyordum.Daha garip olanı ise mazi'ye takılıp kalmaktansa gelecekle meşgul oluyordum.Önce eşikteki siyah taşlara sonra da manzaraya baktım.YUkarda tıpkı koşan koyunlara veya dalgaların tepesindeki köpüklerin yansımasına benzeyen bulutların üzerinde kesik süt gibi bir gökyüzü uzanıyordu.Tepenin yamacında bir kayın ağacı vardı.ağacın toprağa dalıp çıkan kökleri derine sıkıca tutunuyordu.Kökler arasındaki çamurlu noktada delik açmam ve yeşil çaput ile korunan küçük kitabımı bu delikte düğümlenen köklerin arasına doğru iyice sokmam sadece birkaç dakika sürdü.Deliği çamurla taşla ve samanla doldurduktan sonra ıslak çimleri üstü kapanmış deliğin etrafına düzgün bir şekilde yerleştirdim.Bir adım atıp uzaktan baktığımda delik görünmüyordu.

-"Neredeydin?"dedi ,Arogil

-"Hiç,yürüyüş yapmak istedim sadece "

-"Yürüyüş mü ,?

-"Buradan aşağıdaki tarlaları görmek istedim sadece,hepsi bu"

Sessizce beni inceliyordu Arogil.Söylediğim yalan üzerinde düşündüğünü anlayabiliyordum ve o da yalan söylediğimi biliyordu.

-"Bilmek zorundaysan eğer etrafa bakınmak için dışarı çıktım.Şimdi de su kovaları için geri geldim.Sakıncası yoksa yıkanmak istiyorum."

Arogil dilini dişlerinin arasında gezdirerek birkaç dakika düşünceli bir şekilde durdu.Alpinaryan hakkında gerçekten ne biliyordu ?Köyde az sayıda da olsa arınmışlar olduğunu biliyordu ama onun da bu tarikata üye olup olmadığını bilmiyordu ayrıca birlik olup Türklere saldırmak varken ayrılıklara gerek yoktu.Bununla birlikte Alpinaryanın bir zamanlar Abdullah ile çok iyi arkadaş olduğunu da tüm köy bilirdi.Acaba Alp çete içinde Türklere çalışabilir miydi?

İlk eylemlerinde onu dikkatlice izlemek gerekti .

-"Alp!"dedi Arogil ,tüfeğini temizlerken;

-Neden Zeytun kasabasına tepeden bakan güvenli dağın mağaralarındayız,fikrinvAR MI ?"

bOŞ GÖZLERLE baktı ALP.

-"hAYIR dedi konuşmayı kısa kesmek isteyen bir havası vardı;

-"Burası bizim Osmanlıya karşı ilk silahlı isyanımızın gerçekleştiği yer"dedi Arogil .

-"Dedelerimiz Maraş valisini öldürünce kasabayı 7 ay ablukaya alıp kıyım yaptılar ,ve biz o günlerin intikamını 30 Ağustos'ta alacağız!"

2014,Eskişehir/TÜRKİYE

NECİP

Artık umudum kalmadı geçmişi unutmalıyım.Bir sabah 19 kelimelik veda mektubu ile başbaşa kalan koca rolünü oynamaktan yoruldum,cevapsız mektuplar yazmaktan da...

Garip olan içinde bulunduğum psikolojik durum ile okuduğum kitabın kahramanının ruh halinin aynı olması,belki sizlere söz etmişimdir bu benim gizli yeteneğim,çocukluğumda 4.kattan düşecek kadar sarkan kız kardeşimin üstünde beliren ruhani varlığın bana bağışladığı yetenek -karşılık beklemeden verdiği bir hediye...

Bu ruhani varlık sanki küçük sabun köpüklerinin binlercesinin bir araya gelmesi ile oluşmuştu;kusursuz daireler vardı ve her bir daire- sadece yüzeysel olmadığı için- içi dolu köpükler şeklindeydi dersem belki daha anlamlı olur.

Sevdiğiniz insanın bir gün hiçbir açıklama yapmadan hayatınızdan çıktığını varsayın,işte yaşamaya başladığım yeni kahraman Galip,seksenli yıllarda avukatlık yaparak hayatını kazanan biri,geçmişte yaşayan,çocukluk aşkından vazgeçmeyen sonunda bu güzel kızın ikinci kocası olmayı başaran bir avukat,aslında ikinci olmanın ne tür bir duygu durum oluşturduğu yeteri kadar açık verilmemiş;sabahlara kadar okuyan uykusuzluk sorunu çeken ve uyurken karısını izleyip hayatında olduğu için Allah'a şükreden bu bahtsız kahraman karısının kendisini terk etmesi ile beraber bir yolculuğa çıkıyor,geçmişe açılan kapılardan geçtikçe yeni bölümler yeni sayfalar oluşmaya başlıyor,üstün yeteneğim sayesinde bir çok kitabın kahramanı oldum ama terkedilen koca olmak zor geldi-kimbilir belki de bu zorluk gerçek yaşamımda da terkedilmiş olmanın bir sonucudur.Seksenli yılların İstanbul'unu tanımak için ideal olan kitabımızın bana göre en önemli özelliği farklı anlarda aynı sayfayı okuduğunuzda hislerinizin ve anladıklarınızın psikolojik durmunuza göre değişmesi,sanki 500 sayfalık bir şiir kitabı gibi!

Kitapta kritik kelimeler,cümleler ve etkisinde kalacağınız tarihsel bilgilerle referanslar yoğrulmuş yazarın her zaman severek okuduğunu belirttiği Vathek nedense benim için yarım saatte bitirilecek bir cep kitabı ...

Aynı cümleyi bir kaç kere okumakla başladığım ilk anlarda kesinlikle sıkıcı bulup yarım bıraktığım kitapta farklı olan yazarının de belirttiği gibi "pitoresk"bir kitap olması,kelimelerle resim yapma sanatı diyelim bu kelimenin Türkçe karşılığına.

Elbette hepimizin aklına aynı soru gelir?Okuduğunuz kitapta sizi en çok etkileyen nedir?Bu sorunun muhatabı ben olsaydım kesinlikle Boğaz'ın Suları Çekildiği ZAman bölümünün etkisinde kaldığımı itiraf etmeliyim .girişteki çocukluk hatıralarından sonra rüyanın üvey kardeşinin köşe yazısı olarak lanse edilen bu yazıda karanlık sulara gömülen arabanın suya düşme anı ve kendine bir yer edinip yosun kaplı koltuklarında barınan balık yumurtaları güzel bir şekilde tasvir edilmiş.Esas konu ve yalancı konu olmak üzere iki konulu kitabımızın yalancı konusu ilginizi çekerse ilk ve son bölümü okuyup neticeye ulaşabiliyorsunuz.Sonuçta terk eden güzel kadın evine dönmüyor ve öykümüz noktalanıyor.O zaman aradaki dört yüz sayfayı okumanın anlamı ne?

İşte bu noktada öykünün gerçek konusu başlıyor geçmişini yeniden yaşayan bir adam kimi zaman darbe öncesinin karmaşık günlerinde üniversite hayatına kimi zaman Osmanlı imparatorluğuna döndüğünüz kitabın satır aralarında Yeşilçamın insanlar üzerindeki etkisi de gözler önüne seriliyor.Kitabın kayda değer özelliği okurken yaşamanız bu durum için benim gibi özel yetenekle ödüllendirilmiş olmanız gerekmez!

Bence Kara Kitabın sayfalarını karıştıran herkes Saim'in dergi kolleksiyonu merak eder ben ek olarak Ahmet Yılmaz öyküsünü merak ediyorum.Galip ilk koca ile tanışmak amacı ile uydurmuştur öyküyü,duvarlara yazı yazarken vurulan üniversite öğrencisi Ahmet YILMAZ.

Bu öykü tamamen yazarın hayal ürünün yarattığı bir esermidir yoksa tamamı yada bir kısmi başka bir kaynaktan mı alınmıştır?Sanırım yazar ile konuşma şansım olsaydı soracağım ilk soru bu olurdu.Kitapta bazı cümleler beni çok etkiledi."Kenarına reçel damlamış dikiş kutusu "cümlesi her sabah masa örtüsüne reçel damlattığım an aklıma geliyor ;o anı tekrar yaşıyorum.Zihnimde canlanan bir başka resim ise Bedii ustanın mankenlerle doldurduğu bodrum katı acaba mankenler kitapta iddia edildiği gibi kara kuru niteliksiz adamlar mıydı?

Bu satırları yazarken de yine bir resim belirdi kafamda Alaaddin'in dükkanında satılan gözlerini açıp kapayan plastik bebekler..

Bir gece ansızın bu plastik bebeklerden satın alan karanlık tipli adamlar...

Bu karanlık tipli adamlar uzun palto giyip ağızlarında kocaman bir puro ve kafalarında fötr şapka taşıyan adamlar mıydı yoksa gömlek düğmelerinin üstten iki tanesini açıp kıllı göğüslerini insanların gözlerine sokarken ayakkabının arkasına basıp terlik vazifesi veren yumurta topuklu sivri burunlu ayakkabılarına kokan ayaklarını sıkıştırıp bir elde tespih sallayıp hafifçe omzun birini yerçekimine yenik düşüren adamlar mıydı?

Bana yetenek veren bu ruhani yaratık yeni bir surpriz yaptı;gençliğimi birlikte geçirdiğim sevgili dostum "ninem"geri geldi,17 nisan 1994 'te bu dünyadan ayrılmıştı

-"Hoşgeldin,nineciğim!"dedim

Yirmi yıl sonar onu yeniden görmek çok güzeldi ama beni tanımaması çok üzücü oldu aslında haksız sayılmazdı ,tarağın ilerlemekte zorlandığı sık kıvırcık kahverrengi saçlarım bir hokus-pokusla yok olmuştu,gençliğimdeki uzun sohbetlerimizde kıvırcık saçlarımı okşayıp bana ödünç ver diyen dostum yeni halimi hiç beğenmemişti..o yokken neler olduğunu anlattım kimi zaman müjde vedim ,kimi zaman da kötü haberler verdim,onu uzaktan ilgilendirecek haberleri önce verdim.Culluğa (hindi)benzettiği fizik hocasının öldüğünü ancak geçen zamana ragmen halen hayatta kalanların da olduğunu belirttim.Özal'dan bir yıl sonra aynı gün vefat eden sevgili dostum o gün yani Cumhurbaşkanın vefat ettiği gün pek de iyi dileklerde bulunmamıştı,ancak Ispartalı çoban Sülo'nun halen hayatta kalmasına şaşırdı,en kötü haberi sona sakladım,defalarca belirttiği üzere en sevdiği çoçuğu -dayımın-kanser olduğunu söylediğimde kısa bir süre hareketsiz kaldı,kalın camlı gözlükleri sanki yere düşecekmiş gibi oldu,üzüldüğü belli olduğu için moral vermeye çalıştım,tedavinin başarılı olduğunu hastalığın çok yavaş ilerlediğini anlattım,ilk kızını ve ikinci oğlunu "diğer tarafta"gördüğü için onlardan söz etmeme gerek yoktu ,zaten ikinci oğlunu bu dünyadan ayırmak üzere kendisi görevlendirilmişti.Dostuma kendisinden sonra bir yeğenimin olduğunu ancak 10 yıl sonra bu dünyadan ayrıldığını anlattım .Onu kaybettikten sonra kullandığım sayısız ilaçları uykusuz geçen gecelerde aşık olup saatlerce şiir yazdığım kızları anlattım,sonra ona bir roman yazmaya çalıştığımı anlattım.

Onu rüyamda karanlık kulubesinde her zaman ki gibi tek başına görürdüm.Öldükten sonra ruh ahiretten kısa bir süreliğine dünyamıza gelir ve uykumuzda daha önceden vefat etmiş yakınlarımızı görürüz.Ölen yakınımız çoğu zaman kımıldamaz yada komuşmaz ayrıca bakar kör gibidir.Ona seslendiğiniz zaman sesi duyar ama gözleri başka tarafa bakar.Yeğenimi kaybettiğim ilk yıllarda onu rüyamda gördüm,on yaşında bir çocuğun kaybı sonucu bende travma sonrası davranış bozukluğuna yol açtı ve bu bozukluk uykusuz gecelerin kapısını araladı.Daha önce de belirttiğimiz üzere Kara kitap'ta şu an adını hatırlayamadığım bir bölümünde benim gibi uykusuzluk denen illetin pençesine düşen yazar sabahın ilk ışıklarına kadar okuyup yazarken sabaha karşı sevgili karısının sıcak kollarına yorgun bir şekilde kendini bırakır.Yazarın pitoresk bir yazar olduğunun bana göre en iyi kanıtı kitabın birinci sayfası .Giriş sayfasında karısı rüyanın yattığı yatak çenesinin yastığa gömülmesi ve karısını izlerken aklını okumak isteyen avukat Galip'in sevgili çocukluk aşkını izlemesi sanki yanımızda gerçeklerşiyor.Kimbilir belki ben de gerçek adı Andre olan dedemin müslüman bir ailede büyütülerek adının değiştirilmesini anlatan ve tehcire uğrayan masumlarla ,çete kurup isyan çıkaran Ermenileri anlatan romanımda güzel resimler çizerim,kitabım için ilgi çeken en önemli konu elbette tehcir.Bu konu yüzüncü yılında defalarca kez yazılmış her iki taraf da haklılığını ispatlamaya çalışmıştır.Kazananı olmayan bir tartışmadır bana göre ve ben gecenin bu ilerleyen saatinde ailesini tanımadan hayata veda eden dedemin öyküsünü yazmaya karar verdiğimde elimde ona ait sadece iki resim ve arap harfleri ile yazılmış resmi evraklardan oluşan bir bilgi kolleksiyonuna sahibim.Belki de bu konuda tek yardımcım ruhani varlıktır.Okuduğum kitapları yaşama yetisi veren ölülerle görüşmeme imkan sağlayan hayatımda istediğim anda sadece bir kereliğine de olsa "değiştirme" hakkımı kullanmamı sağlayan ruhani varlık.

-"Değiştirebilirsin,sadece bir kere ,unutma!"dedi ruhani varlık.Yüzü de bedeni gibi kullanılmamış beyaz kağıt gibiydi,gözleri burnu ve dudakları yoktu,ama uzaktan bakınca insan görünümlüydü.

"Yaşamında değiştirmek istediğin an nedir ,Necip ? "

Lise yıllarındasın,her zaman seni küçük gören sınıf arkadaşını hatırladın mı ?

"Dörtgöz Necip!" diyerek gözümün önünde belirdi Secaeddin,kıvırcık saçları ,iri dişleri vardı,

"Necip,sınıfta yellendi!"diyerek beni küçük düşürdü birden oysa ben yapmamıştım,kimin yaptığınıda bilmiyordum, bu sözleri ilk aşkımın önünde söylemek zorunda mı?

-"Seni küçük düşürdü,hak etmişti"dedi ruhani varlık

-"Evet hak etmişti,ama bu şekilde olmasını istemedim!"

-"Değiştirebilirsin,ömür boyu vicdan azabı çekmek istemezsin değil mi ?"

Onunla kavgaya başladınız,sınıfın ortasında kara tahtanın tam da önündesiniz,sınıf arkadaşlarınız kaçırılmaması gereken bir an olduğundan etrafınızda halka oluşturmuş dikkatle izliyor,nasıl olduysa bir an arkasında kaldın,ve nereye varacağını bilemediğin bir yumruk attın işte ,(Necip sınıfa lise yıllarına dönmüştür,kara tahta ve üzerinde yazılı Matematik förmülleri)sana dörtgöz demesine rağmen tel çerçeveli ince camlı gözlüklerindeki sol cam yumruğunla kırılıp sol gözünü kanattı,kavgadan sonra tedavi için Ankaraya gitti Secaeddin,uzun yolculuklar uzun masraflar ,herşeye rağmen gözünde görme kaybına neden oldun,bir gencin önündeki yılları –neredeyse-tek gözlü yaşamasına sebep oldun!'Belki de bu tek kullanımlık hakkını başka bir anda kulanmak istersin" dedi ruhani varlık.

Şehir merkezine çok uzakta yaşadığın yıllarda sakin huzurlu kır evinde yaşadığın günlerde, kullanmaya ne dersin ?

-O gece öleceğini bilemezdim,gün boyunca neşeliydi"dedi Necip(ağlamaya başlamıştı)

--"Değiştirebilirsin,ömür boyu vicdan azabı çekmek istemezsin değil mi ?"

Hastane evine çok uzaktı ,yolda kaybettiniz,belki de hayatında bir değişiklik yapabilirdin inzivaya çekilmiş manastır rahibeleri gibi ormanda yaşamaktansa şehirde insanlar ile iç içe –hastaneye yakın-bir evde yaşayabilirsin,böylece on yaşındaki yeğenin hastaneye varana kadar kan kaybından ölmez"dedi ruhani varlık .

-"Değiştirebilirsin,ömür boyu vicdan azabı çekmek istemezsin değil mi ?"

Oda artık kır evindeki odaya dönüşmüştü,kapı önünde şiddetli kanaması olan küçük bir kız çocuğu…ağlamaya devam ediyordu Necip.

-"O zaman yaşayacak mı ?"

-"Bu tamamen sana kalmış ,en azından ulaştığınızda hala hayatta olacak."

-Doktoru duymadın mı,ameliyattan bir hafta sonra olan ani kanamalarda yaşama şansı yoktur dedi;-binde üç ihtimalde olsa-

-"Değiştirebilirsin,ömür boyu vicdan azabı çekmek istemezsin değil mi ?"dedi ruhani varlık .

Hayatın boyunca yaşayacağın eşi belirleyen sınavdasın ve senin değiştirme hakkın var düşünsene sana verdiğim büyük armağanı!Şu an olduğu gibi sefil bir akademisyen adayı olarak yaşamaktansa ,-Sücaeddin ve diğer arkadaşların gibi- sınavda dereceye girer rahat bir yaşam seçersin,ailen seninle her ortamda övünür.O zengin ailenin tek varisi olabilirsin.

Oda bir dershaneye dönüşmüştü,görevli öğretmenler volta atarken,önünde soru kağıdı ile dışarı çıkarsa sınavın iptal edileceğine inanan Necip en arkada Matematik sorularını yanıtlamaya çalışıyordu,Dilek yan sırada gülümsüyordu,bu gülümsemeyi kaybetmemek için yapması gereken tek şey ailesine yalan söylemekti,böylece üniversite yıllarında başladıkları birlikteliği evlilik ile noktalayacaklardı.Onun geçmişini gizli tutacak Dileğin vefat eden ilk eşinden ailesine söz etmeyecekti,ama beceremedi ve kaybetti,eş adayı olarak Neslihanı seçti.

- "Emin olmadan evlenmeye karar verme"dedi Dilek

-"Değiştirebilirsin,ömür boyu vicdan azabı çekmek istemezsin değil mi ?Senin hayatını etkileyecekse başka insanların yaşamlarındaki dönüm noktalarını değiştirebilirsin"dedi ruhani varlık. Trafik kazası nedeni ile cezaevine girmek istemezsin herhalde?"

Necip cezaevi günlerini anımsadı,ilk günü sıkıntılı geçmişti,akli dengesi bozuk Arif baba ile tanışmıştı ilk olarak,neden düştüğünü ne kadar yatacağını sormuştu Arif baba,elindeki tırmığı beton kaldırıma vururken.Dökülmüş dişleri nedeni ile ağzı adeta içe çökmüştü,kirli saçları ağarmış sakalı vardı,sık sık aynı soruyu tekrarlardı, asıl memleketin neresi?Şöför adam dört şeye dikkat etmelidir evlat dedi,bir uykusuzluk iki dikkatsizlik!

-"Neden tazminatı ödemedin?"

Param yoktu dedim,sayılı gün çabuk geçer diye ekledim,tırmığı sık sık kaldırıp sertçe kaldırıma vurmaya devam ediyordu,kaldırım taşlarının arasındaki kısa otları sökmeye ,taşlaşmış çamur birikintilerini dağıtmaya çalışıyordu,asıl memleketim Nizip deyince birden bağırdı ,Bici Bici !

Islahiye ,Adana,Bici Bici!Kızdığı arkadaşını anlattı önce sonra sık sık firar eden yengesinin kardeşlerinden söz etti.

-"Bu yaşta yakışıyor mu buralara düşmek ?"

kimi zaman mantıklı konuşurken birden tırmığı havaya kaldırıp kimi zaman bana kimi zaman da önünde volta atan mahkumlara naralar atmaya başlamıştı.

Senin hayatını etkileyecekse başka insanların yaşamlarındaki dönüm noktalarını değiştirebilirsin"dedi ruhani varlık.Üniversite yıllarındaki platonik aşkının sana karşılık vermesini istemezmisin,en azından bir kere de olsa dakikalarca onu izlediğin zamanlarda ,Gökşen'in arka sıraya dönüp sana gülümsediğini görmek için neler vermezsin değil mi ?

Sevgili GÖKŞEN;

02/02/99

Ders saatleri o kadar kısa ki seni izlemekle geçip sona eriyor.Sanal Gökşene yazacak zaman yok ,çünkü gerçeği şu an tam önümdeki sırada oturuyor.Bu sana kaçıncı mektubum bilmiyorum ama cevap alamadım.

Suskunluğunuz yazma konusunda isteksizlik şeklinde ortaya çıkan büyük ölçüde rahatlığın göstergesinden başka bir şey değilse bu durum beni son derece memnun eder.O kasvetli köyde yalnız başına öğretmenlik yapmaya çalışıyorsun ,yanında kimsenin olmaması bana dokunuyor,sana mektubumla birlikte gönderdiğim hediyeyi beğendin mi ?

Güzel günlerde kullanmanı dilerim,onu her eline aldığında beni anımsayacağını umuyorum.

Kısacık süren (3dk.52sn)son konuşmamızda huzursuzluk ve endişe tamamen yakanızı bırakmıştı,yıllar önce ilk senemizde ders arasındaki konuşmamızı anımsadım.Bu konuşmadan sonra birlikte yürüdük mü yoksa birbirimizin yanından geçip gittik mi

hatırlamıyorum;bu iki olasılık arasındaki fark çok da büyük olmamalı.Eviniz güzel mi ?

Sesiniz telefonda kısılmış gibi geldi,biraz bakılırsanız bir şeyciğiniz kalmaz,şu an yanınızda olup size bakmak için neler vermezdim!Bu hasta halinde bir de yazılı kağıtları okuman gerekecek,eğer uykunuzun bir dakikasını bile bu işe ayırırsanız beni arkadaşlarımın önünde kırıp incittiğin gün olduğu gibi gene incinirim.Nişanlılık durumumu soruyorsunuz,iki kez-aslında üç de diyebiliriz-nişanlandım,birinde evliliğin eşiğinden döndüm,elbette bu süreç beni yıprattı.İlki tamamen geçmişte kaldı,yazdığı mektupları birer birer yakarken o mektupların alev almasını izlemek ne de zevk verici!

Son nişanlım hala bekar en ufak bir evlenme ihtimali yok ailesi hesabına müstakil bir hayat yaşıyor.

Genel olarak bu konuya ve başka şeylere baktığımda fark ettim ki,galiba erkekler daha fazla acı çekiyorlar yada başka bir bakış açısı ile bu konuda karşı koyma güçleri daha az.Oysa kadınlar daima masumca acı çekerler üstelik "ellerinde olmaksızın"değil gerçek anlamda, ki aslında belki bu da yine ellerinde olmaksızın'a çıkar. Tıpkı cehennemdeki tek bir kazanı devirmek için çaba gösterme isteği gibi ;birincisi hiçbir işe yaramaz ve ikincisi işe yarasa bile insan kazanın dışına akan kızgın maddede yanar ama cehennem tüm görkemi ile yerinde kalır.Herşeyden önce sıcak yatağınıza uzanın ve hastalığın tadını çıkarın.Beni sorarsanız iki haftadır uykusuzluk ve baş ağrısı krizleri ile boğuşmaktayım, uzman yardımı almamı önerenler oldu ama psikiyatristler sadece ilaç yazıyor ve bu ilaçları kullananları gördükçe zavallılara acıyorum!

Sana son sayfada "Desem ki"şiirini yazdım,her okuyuşumda senin farklı yönünü düşünüyorum.Öğretmen olarak çalışırken öğrenciler ile birlikte devlet yurdunda tıka basa kalmak durumunda olduğum için gecelerim şiir ve roman okuyarak geçiyor.Gökşen,Dostoyevski'nin ilk eserinin hikayesini bilirmisiniz ?Çok şeyi özetleyen bir hikayedir.O dönemde edebiyatçı arkadaşı ile birlikte oturuyorlarmış,arkadaşı masada duran bir yığın müsveddeyi aylarca görmüş ama orijinal metin ancak roman bittikten sonra eline geçmiş.Okumuş,hayran kalmış ve yazara bir şey söylemeden kitabı dönemin ünlü eleştirmenine götürmüş,ertesi gün yazarımızın kapısı çalmış,gelen eleştirmenler onu kucaklayıp öpmüşler iki saat boyunca roman üzerine sohbet etmişler ,o gecenin hayatının en güzel gecesi olduğunu söyleyen yazar mutluluk gözyaşları dökmüş.Uykusuzluğum beni nerelere götürdü böyle!

Yarın yine yazarım;bugün sadece kendim için yazıyorum , kendi adıma bir şey yapmış olmak için ,sadece mektubunuzun yarattığı mutluluk etkisinden bir az olsun kurtulmak için , aksi takdirde ağırlığını gece gündüz üzerimde hissedeceğim.

03/02/99

Seni aradığım zaman çok kısa da olsa benimle konuşman cesaret veriyor bana, yıllar sonra da bu mektupları okuyup torunlarımıza gösterecek miyiz? Evleneceğimize dair umutlar besliyorum, henüz ikinci sınıftayken sana karşı beslediğim duygular hayata atıldığımız günde dahi devam etmesi sence de bunun habercisi değil mi ?dört yıl süren öğrenim hayatımız boyunca bana hangi gün ümit verici bir harekette bulunduğunu soruyorsun, aslında sana telefonda söylemedim, o cesaret verdiğin gün –bir gün de olsa-yaz okulunun ilk günüydü. Benimle ilgilendiğini hissettim, tatilimin nasıl geçtiğini neler yaptığımı sordun, arka sıradan yanına gelmemi sıradan bir olay gibi karşıladın ertesi gün aynı sırada seni beklerken kapıda bekleyip bana gülümsediğini gördüm, ne güzel günlerdi!

Şunu da düşün ki belki hayatının en güzel zamanları o yaz okulunun ilk günleriydi, seninle gerçekleştirdiğimiz kısacık konuşmalarımızı telefona kaydedip sesini defalarca dinliyorum, artık canım ne zaman sesini duymak isterse bir düğmeye basmak yeterli, yaşasın teknoloji!

Sesini dikkatlice dinledim ,yani Pazar günü yaptığımız konuşmayı (5dk.33 sn)bu konuşmanın içinde ses tonundaki değişimlere dikkat ettim.

Konuşmamızda benim evlendiğimi sandığını ,bu nedenle eski okul günlerindeki "mesafe koyan " Gökşen yerine daha "samimi"davranan Gökşen olmayı yeğlediğini anlattın, benim evlenmiş olsam bile seni arayıp çalıştığın okulu ve numaranı bulmamın bir anlamı yok mu ?Konuşmanın iki dakikasını dolduran o nutuk –aynı zamanda katıksız ve mağrur bir havası vardı-insan kalbinizle değil sanki çelikle karşılaşmış gibi oluyor.

İnsan bir tanıdığı ile karşılaştığında ona dikkatli bir ses tonu ile iki kere ikinin kaç ettiğini sorsa herhalde karşıdaki kişi aklınızı kaçırdığınızı düşünür, ama aynı soru ilkokul birinci sınıfta okuyan bir çocuk için bir anlam ifade eder.Benim size sorduğum soruda ikisi birleşiyor,cevabınız da yeterli açıklama bulamadım,benimle hiçbir zaman yıldızınızın barışmadığını söylüyorsunuz.Aslında bu sabah yataktan kalkıp yurt banyosundaki nem kokulu kabine girip duş almaya başladığımda bu sözün kafama takıldı,dakikalarımı seni düşünerek geçiren ben ve bizim hiçbir şey olamayacağımızı söyleyen sen.

Sözlerinizin etkisini küçümsüyorsunuz sevgilim,seni çok seviyorum,zarfa babanın adını yazdım okulundaki arkadaşlarının benim adımı okumalarını istemiyorum kullandığım zarflara da dikkat edeceğim ,zarf saman kağıttan olacak-senin istediğin gibi-geçen konuşmamızda mektubumu ince zarfa koyduğumu okul müdürünün "Gökşen hanım babanızdan mektup gelmiş"deyip zarfı sana uzatmadan "Seni seviyorum"cümlesini okuduğunu anlattın.Okul müdürü bir baba kızına bu cümleyi içeren bir mektup yazar mı düşüncesine kapılmış olabilir.Bir baba elbette evinden uzakta tek başına çalışan kızına sevgisini,özlemini ifade eden cümleler kurabilir.

Bu sabah uyanmadan hemen önce bir rüya gördüm,Murat Bosna'dan dönmüştü ve sen onunla buluşacaktın,lise yıllarında yaşadığınız o masum aşkı,Marmaris yıllarınızı anımsayacak hatıralara birlikte gülecektiniz.Bana gerçek anlamda sadece bir kere aşık olduğunu bu kişinin Murat olduğunu,benim adıma çok üzüldüğünü anlatmıştın.(neyse ki rüyanın etkisi ilk dakikalarda şiddetli ama sonra çabuk geçiyor)evet sadece kötü bir rüya gördüm.İnsan böyle bir rüyadan ancak bittiğinde uyanıyor ondan önce kurtulamıyorsun,seni sımsıkı tutuyor.Buluşma yerine ilk sen gelmişsin aslında net görünmüyordun,neden bilmem sen Murat'ın yanında biraz beyaz ve hayalet gibi kalıyordun.Kollarını açmıştın ama gerinmek için değil elbette,-pasta yerken gerinmek ayıptır!-ona sarılmak için hazır bekliyordun,törensi bir hareketti bu,hemen ardından sokakta benim yanıma geldin bana küçümser bir şekilde baktın,üniversitenin son sınıfında baktığın gibi,hani Murat ile telefonda konuşup ona "Seni seviyorum"dedikten sonra bana fırlattığın alçaltıcı bakışlardan biriydi bu.

Rüyamda neler konuştuğumuzu hatırlamıyorum sadece ilk cümleler aklımda kaldı,"Çok eğlendin mi Gökşen?"

-"Seni ilgilendirmez,pastadan sonra kumsala gideceğiz,Marmaris'te"

İlk iki cümle bunlardı,hep beraber (sen,ben ve Murat)yakınlardaki istasyona vardık ,büyük tren tarifesinin önünde duruyorduk,sürekli bana istasyon isimlerini gösteriyordun,bu arada sana biraz bakma fırsatı bulmuştum,okul yıllarında derste baktığım gibi rüyamda sana gözlerimi ayırmadan baktım.Aslında dış görünüşünün benim için önemi yokmuş ,pek kendine benzemiyordun,çok daha esmerdin yüzün daha dolgunlaşmıştı,(zaten dolgun yanaklarınla bu denli gaddar olunamaz)Kıyafetinin kumaşı benim ceketimin kumaşı ile aynı seçilmiş rüyamda.

Yan yana oturuyoruz, beni ittiriyorsun ama gerçek hayatta olduğu gibi kızgınca değil ,arkadaşça(gerçek hayatta birinci ders yanına oturduğumda verilen ilk arada hemen yerini değiştirir beni sırada yalnız bırakırdın) ben çok mutsuzmuşum ,ittirdiğin için değil Murat ile birlikte Marmaris trenine binip orada denize gireceğiniz için sonra ümitsiz bir şekilde oradan uzaklaşıyormuşum.

Uyandığımda keskin bir nefes kokusu ile karışık ayak kokusunu içime çekince çok şükür rüyaymış dedim kendime,oda arkadaşlarım biraz horlayarak biraz da yellenerek sabah uykusunun en tatlı yerindeydi,alt ranzadaki Kimya öğrencisi her zaman olduğu gibi çorapları ile uyumuş yastığımın ucuna kendisini mutlaka erkenden uyandırmam gerektiğini anlatan bir not bırakmıştı.

Seninle çıktığım kısa yürüyüşü anımsadım ,yazması dahi bana hoş geliyor,seninle çıktığım kısa yürüyüş sana gazoz ısmarlayacağıma dair söz vermiştim,sen sade gazoz almıştın ben de meyve suyu ancak nasıl oldu bilmem yarı doldurulup bırakılmış bir üretim hatası ile karşılaşmıştık.En samimi arkadaşın Anıl ne içti anımsamıyorum .İnsan uykusuzken ,uykusunu almış haline göre geçmişi daha güçlü hatırlıyor.Beni kırdığın zamanları anımsadığım an duyduğum acıya dayanamıyorum.Sana ne zaman yazsam öncesinde ve sonrasında uyku tutmuyor ;yazmadığım zaman hiç olmazsa birer saat bölük pörçük de olsa uyumak bana nasip oluyor.Yazmadığım zaman sadece yorgun ve yavaş oluyorum yazdığım zaman ise büyük bir rahatlama ve ardından gelen mutluluk.

Senden merhamet dileniyorum,neyse ki sana yazmamı yasaklayan bir kanun yok en azından şimdilik ama bir gün gelir evlenirsen o zaman ne yapacağımı düşünmek istemiyorum.Sen meselenin ne olduğunu yada okul yıllarında ders boyunca sadece sana bakarak geçirdiğim saatlerin anlamını tam olarak kavramıyorsun.Aslında ben de anlamıyorum ,patlamanın eşiğinde titriyor ,üzüntüden aklımı kaçıracak gibi oluyorum ama bunun ne olduğunu neden bu şekilde davrandığımı bilmiyorum .Sessizlik ,karanlık,üst ranzadaki yatağıma sinip boyun eğiyorum elimden başkası gelmiyor.Bir patlama bu ve geçip gidiyor,sigara tiryakisinin bırakma aşamasında çektiği kriz nöbetleri gibi,bu yazma nöbetini yaratan güçler devamlı içimi sarsıp duruyor,öncesinde ve sonrasında ;hayatım varlığım bu tehditten oluşuyor o biterse ben de biterim ,bu nöbet benim hayata katılma biçimim ,gözlerimi kapamak kadar doğal.Zaten bu tehdit seni tanıdığım günden beri orada değil miydi?

"İşte geçti bundan böyle bana uygun bir eş seçip mutlu olacağım "deyip bu işten sıyrılabilecek miyim ?Nişanlanmalarımdan söz ediyorsun ,şüphesiz çok sıradandı acı sıradan değildi ama etkisi öyleydi.Hani hayatın rezillikle geçirirsin de birdenbire bütün bu rezillik için cezalandırılmana karar verilir kafanı sıkan vidalar yavaş yavaş sıkılırken "evet bu rrezil hayatı sürdüreceğim " dersin ya işte onun gibi.

Şimdi yaptıklarımı daha önce yaptıklarımla bir tutuyorsan haklısın; hep aynı şeyi yaşayabilirim. Tek fark artık tecrübe kazanmış olmam bağırmak için vidaların itirafa zorlayacak kadar sıkılmasını bekleyemem onun yerine daha şakaklarıma dayandıkları anda bağırmaya başlarım.Sana kendim ile ilgili her türlü gerçeği başka hiç kimseye söyleyemeyeceğim şekilde söyleyebiliyorum.Seni beni bırakmaman için bu kadar yalvarmam konusunda acı konuşursan bunda haklı olamazsın.Senin bakışın sayesinde yaşıyorum.

10/05/2015

Bu Pazar günü şehirde avare avare dolaştım,canım çok sıkılmıştı,bir ağacın yanındaki banka oturdum,çevrede yürüyen insanları izledim bu işten sıkılınca elimdeki kağıt kalem ile yazmaya başladım.Kısacık konuşmalarımızın uzamasını diliyorum,bir yabancı gibi değil de ailenin tanıdığı biri gibi seni aramak istiyorum.Bu hafta sonu ailenin yanına gelmediğini öğrendim,köyde kalmayı tercih etmişsin telefonu açan annen her hafta yolculuğa çıkmanın senin için zor olduğunu anlattı bu nedenle on beş günde bir Eskişehir'e gelecekmişsin ek olarak nişanlandığını bu hafta sonu evde nişanlan ile patlamış mısır yiyip film izleyerek geçireceğini söyledi.Annenin söylediklerine inanmıyorum,benden kurtulmak için nişanlandığını söylüyor,birkaç gün sonra tekrar aradığımda gerçekten nişanlı olup olmadığını sordum,annen şaka yapmadığını söyledi,ben yine inanmadım,sınıf arkadaşım otogarda seni gördüğünü yanında asteğmen kıyafetli bir genç olduğunu anlattığında inanmak istemedim,ta ki ,seni üniformalı uzun boylu bir gencin önünde beklerken gördüğümde anlatılanların gerçek olduğuna inandım.İnsanlar kimi zaman tüm dünyaya meydan okumak ister, herkesin doğru bildiğinin yanlış olmasını diler, benimki de buna benzer bir ruh hali idi.Senin sırtın nişanlına dönüktü, birisini bekleyen bir haliniz vardı,onun yüzünü göremedim,mesleğinin başında genç bir subaydı,sonunda baban gibi bir asker ile evlenmeye karar vermiştin.Nişanlılık süren kısa sürdü,evlendin bir kızın oldu,yıllar sonra yağmurlu bir günde boyu senin boyunun yarısı kadar olmuş kızın ile elele yürüyordun,ıslanmamak için birden koşmaya başladın,ben de karşıdan geldiğim için hayatımda ilk ve de son kez seni bana doğru koşarken gördüm.Kızının elinden tutmuş bana doğru koşuyordun.Benim için bu ilkbahar yağmurunda ıslanmanın bir önemi yoktu bu nedenle mümkün olduğu kadar ağır yürüyordum.Yıllar sonra seni yeniden görmüştüm,yaşlanmıştın,öğretmenler toplantısında ilk karşıma çıktığında seni tanımakta zorlanmıştım,eşinin asker olması nedeni ile uzun yıllar doğuda çalıştığını biliyordum fakat sonunda zorunlu hizmet bitmiş,Eskişehir'e dönmüştünüz.Yıllar önce sana yazdığım mektupları nişanlının görmemesi için çoktan yakmışsındır ,her ne kadar tek taraflı da olsa bu mektupları onun görmesini istemezsin değil mi?Bu sana yazdığım ancak bende kalacak olan son mektup,yıllar önce okul yıllarında senin anlamakta zorlandığın dersler için yabancı kitaplardan çeviriler yapıp yeterli cesareti bulursam sana vermeyi başarırdım,kimi çeviriler ise bende kalırdı işte bu mektup da tıpkı o makale çevirileri gibi bende kalacak.Sana hayatında eşin ve kızınla mutluluklar diliyorum.

Seni daima seven;

Necip.

-Yazdığın mektupları mı hatırladın ,Necip?"dedi ruhani varlık.Hayatımda sadece bir defa da olsa değiştirme hakkım var ama ben bunu kullanmak istemiyorum,bu kendimi kandırmak olur,Gökşen beni gerçek hayatta sevmedi,bundan sonrada sevmeyecek artık benim de bir ailem var geçmişe dönüp hile yapan bir kumarbaz gibi davranmak istemiyorum.Ruhani varlık devamlı bana aynı şeyi anlatıyor,hayatımı etkileyecek bir olay eğer başka birinin yaşamında gerçekleşiyor ise o zaman o kişinin hayatını değiştirme hakkına sahip olacakmışım.Bu kişi kim olabilir?Son günlerde zihnimi kurcalayan hep aynı soru bu.Ruhani yaratık bu kişiyi bana tanıştırdı,ama benim Satenik KIRKIRYAN isimli bir ermeni kadını ile ne işim olabilir ki?

Yüz yıl önce yaşamış bir insan benim hayatımda nasıl etkiye sahip olur diye sordum ruhani varlığa,Saten Halfetinin Saylakkaya –o zaman ki ismi ile Cibin –köyünde doğdu,güzel bir kızdı,kendisi gibi Cibinli Alpinaryan ile evlendi,bu evlilikten Andre isimli kıvırcık sarı saçlı mavi gözlü bir bebekleri oldu,çok mutlu bir aile görünümündeydiler;ancak Alpinaryan ruhunu iblislere ve kötü cinlere teslim etmiş Abdullah ile ilişkiye girmişti,Abdullah onu kandırıp karısı Saten ile de ilşkiye girdi,yolculuk zamanı (tehcir)gelince küçük Andre'yi Abdullah ve karısı Meryem'e emanet edip Lübnan'a yola çıktılar ancak Meryem intikam arzusu ile yanıp tutuşuyordu,küçük Andre yi büyütürken onun ergenliğe girmesinden sonra her gün onu taciz etti,küçük Andre öz annesinin kendisi ile ilşkiye girmesini cinsel tacizini anlatacak kimse bulamadı,içine kapandı,Meryem sonunda yaptığı hatayı anlamıştı,günahsız bir yavrunun bunalıma girmesine kimlik karmaşası yaşamasına sebep olmuştu.Andre'ye aslında ermeni olduğunu gerçek adının Abdullah olmadığını,kocası Abdullah'ın öz babası olmadığını kendisinin de öz annesi olmadığını anlatıp genç Andre'den af diledi.Tüm gençliği boyunca onu yıkamak amacı ile başbaşa kaldıklarında küçük Andre'nin erkekliği"ile oynamış onun boşalmasını sağlamıştı,zavallı Andre çocuk yaşta öz annesi bildiği bir kadın tarafından uygulamalı olarak cinsellik eğitimi almıştı,ancak sürprizler Andre için bu kadarla kalmadı,küçük Abdullah (Andre)babasının Ermeni dönmesi bir yaşlı bir arkadaşı ile köy kahvesinde çay içerken,yaşlı adam birden söz aldı;

-"Tanrı beni affetsin,oğlum bunu söylediğim için bana kızma,ben baban ile köy hamamına çok giderdim,bu söylediklerime ne kadar inanırsın sana kalmış,yavrum "dedi,alnında ter damlaları birikmişti,devam etti,

"Baban Abdullah ile ben yıkanırken çok kısa bir süre yıkanmayı bırakıp onu izledim bunu neden yaptım onu da bu yaşa geldim bilmiyorum,belki Tanrı yada Allah öyle emretti,babanın ayakları bana değilde kurnaya bakıyordu ,o günden sonra baban ile olan tüm münasebeti kestim,bunu sana anlattığım için beni affet " dedi.

İşte dünyaya Andre isimli Hristiyan bir Ermeni olarak gelen ve Abdullah isimli Müslüman bir Türk olarak veda eden bu kişi SAteniğin oğlu deden Andre'dir."dedi ruhani varlık.Senin yaşamını etkileyen onun hayatında tek kilit noktası Lübnan'a yolculuk yapmak yerine anne ve babası tarafından Türk komşularına emanet edilmesidir,sana bunu değiştirme şansı veriyorum eğer bu hakkı kullanırsan Saten ileALp ,Andreyi yanlarında götürmeyi kabul ederek köyden ayrılacaklar ve küçük Andre Meryem'in tacizlerine uğramadan ,ruhunu cinlere satan Abdullah'ın oğlu olmadan büyüyecek ;Hristiyan olarak yaşayacak,evlenecek ve baban dünyaya gelecek;elbette sen de şu an olduğu İslam değil Hristiyan olacaksın ve hak yerini bulacak dedi efsane.

-Toroslar-1914

-Alpinaryan-

Zeytun saldırımızdan sonra kuşatma başladı ve biz elimizden geldiğince direndik.Küçük bir mağarada tıka basaydık ama disiplin içindeydik:her bir özgürlük savaşçısının kadınlarının ayrı yeri vardı.Askerlerin yeri daha küçüktü herkesin belli bir görevi vardı,aşçı,berber,rahip ve savaşçılar.Yemeğin herkese eşit dağıtılması önemliydi.Bununla birlikte dar bir mekanda kalabalıktık.Zaman geçtikçe sabırlar tükeniyordu ve askerler sinirli hale gelmeye başlamıştı.İlk başlarda doğu anadolu tarafından destek kuvvetleri bekledik , onların yardımı ile kuşatmayı yarıp kaçabilirdik,ordaki Taşnak çetelerinin bizi bizi yanlız bırakmayacağını umuyorduk beklemek bizi yıpratıyordu ve geceleri üşümeye başlamıştık.Gece mağaradan çıkmak zordu ateşe giderek daha çok sokulmaya başlamıştık.Sultanın ordusu erzağımızın biteceğini ve kendi rızamızla teslim olacağımızı umuyordu.Dün gece sulu sepken rüzgarla beraber kara dönüşüyordu.İyi şekillendirilmiş bir patika öyle dar ve kıvrımlıydı ki bu yolu kolayca koruyabilirdik .düşman bu tepeyi tırmanamıyordu.Herhangi bir güç saldırmak için grup oluşturumadan teker teker geri püskürtülüyordu.

Dağı sahiplenmiştik ve ilk başlarda ilk başlarda kuşatmayı ciddiye almadık.Dağı dolaşıp düşman hatlarını geçerek haber taşıyanlar vardı.Bazen yaşlı bir çoban gibi giyinip düşman askerlerinin arasından geçiyordum.Kasabadan yumurta,sebze ,ekmek edinmeye çalışıyordum dörtyüz kişiyi beslemek çok vakit ve masraf gerektiriyordu.Ben düşman askerleri ile uzaktan da olsa göz teması kuran birkaç ulaktan biriydim.Geceleri hepimiz grup olarak dolu sepetlerin dağın dik yüzeyinden yukarıya taşınmasına yardım ediyorduk.Görüleceğimizden korkarak heyecanlı bir sessizlik içinde yapıyorduk bunu.Moralimiz hala yüksekti.

Türkler beklerken tuzak kurup tavşan ve bazen geyik yakalıyordu.Benzer şekilde biz de yaban domuzu vuruyorduk,Tanrıya şükür düşman domuz yemiyordu!

Artık yiyecek kıtlığı başlamıştı ve bizde arınmışlar gibi kökleri ve tohumları yiyorduk.Can sıkıntısı ise berbattı.Kapatılmış olma kendi aramızda kavgaların çıkmasına yol açıyordu:zar oyunu veya satranç anında bağrışlara veya yumruklaşmalara dönüşebiliyor hatta silah yada bıçak çekmeye kadar ilerliyordu.Sonra diğerleri kavga edenleri ayırıyordu çünkü kendi içimizde kavga etmeyi kaldıramazdık.Bir müddet sonra da destek ulaşmadığı için kavga etmeye başlamıştık.Tüm çağrılarımız sonuçsuz kalmıştı.

Bir gün dağdan yukarıya doğru erzak taşıyan bir grup gördüm.Her zamanki gibi girişte kalabalık toplanmıştı,bazıları ziyaretçileri karşılamak için yarı yola kadar inmişti.Hayat öyle sıkıcıydı ki!

Ziyaretçilere hoş geldin demek için ben de mağaradan çıktım ve patika yolda mücadele verenleri izledim.Ziyaretçiler arasında biri tanıdık geldi bana .Kalbim sendeledi birden.Onu hemen tanımıştım.Başı eğikti ve bedeni kış için gerekli olan ağır bir yün manto ile kaplanmıştı.Sırtında bir paket taşıyordu.YUkarıya doğru yavaşça ilerliyordu.Nefes almak ve tırmanılacak uzaklığı ölçmek için durdurdukça belki de yukarıya doğru bir bakış atıyordu.Belki de gözlerini korumak veya eşarbını düzeltmek için elini başına doğru kaldırıyordu.Yüzleri tam olarak görülmediği zamanlarda insanların birbirlerini nasıl tanıdıklarını bilmiyordum.Ancak biz bunu yapabiliyorduk.Bu sanki herkesin işaret göndermesi veya benim diye belli olan bir renkle sarılması gibi bir şeydi.Onu çam ağaçları arasından basit bir bakış ile hemen tanımıştım.

Kalabalıkta diğerlerinin kafalarının aralarından bakarak geriye doğru gittim.Onu bir öpücükle karşılayıp paketini almak için dağdan aşağıya doğru koştum.Kalabalığın arkasına doğru ilerledim.

-"Nasılsın Saten,nasılsın görüşmeyeli?"

-"iyiyim"

Havayı koklayan ince bacaklı ,tedbirli,ince kuyruklu ,kılları taranmış hırlamayan ve sevişme öncesi şaklabanlıklar yapan köpeklere benziyorduk.

-"Seni yeniden görmek için geldim " dedi Saten.

-"Yanımdan geçerken seni görmüyormuş gibi davranmayı denedim ama seni özlediğimi farkettim"

Bir an durdu,bakışlarını önüne çevirdi

-"seni sevdiğimi farkettim,ayrıca seni merak ediyorum."

ellerinin kucağında titremesini izliyordum.Gözleri ağırlaşan fırtınalı bulutları izliyordu ve aşağıda yayılan yeşilliğe doğru kayıyordu;yeşillikteki beyaz ve kahverengi çadırlarla gezinen atlarla ve küçük karıncalar gibi görünen düşman askerleri ile yere eğiliyordu.

-"Senin için hayatımı tehlikeye attım ,ama bende sizinleyim,özgürlük savaşmaya değerdir,desteğimi göstermek için geldim,çünkü en sonunda benim de sorumluluk almam ve savaşmam gerekiyordu.Yolumuz için yaşam biçimimiz için Ermenistan için savaşmaktan söz ediyorum.Eğer bir korkak değilsem benim de sahiplenmem gereken bir dava var"

Ertesi gece nöbetçilerin uyarı sesi ile uyandık,hepimiz şaşkınlık içinde mağaradan çıktık karanlıkta ay ışığı ile hain bir Ermeninin rehberliğinde Türkler umulmayanı başarmıştı o dik ve sarp kayaları aşmaya başlamışlardı,elleri üzerinde sürünerek ilerlemeye çalışıyorlardı.Bunu yapabileceklerini bu korkunç uçurumdan çıkabileceklerini kim düşünebilirdi?

Bunu gündüz yapacak cesaretleri olamazdı gece onlar için faydalı olmuştu çünkü aşağıdaki korkunç uçurumu göremiyorlardı ,öncü bekçilerimizin sadece birkaç tanesi kalmıştı tabii hala yaşıyorlarsa!

Mağaramıza çıkan patika uçurumdan geçiyordu ,bu yol bir noktada iki adamın yanyana yürüyemeyeceği kadar dardı.bu da şu demek oluyordu ki,Türk askerlerden biri yolu tutabilirdi.Adamlarımızdan biri uçurumun kenarında tutunamamış ve düşmüştü.Ölümüne bir uçuştan sonra acaba son nefesini havada mı yoksa yere çarptığı anda kalbini parçalayan kemik parçaları nedeni ile mi verdi onu düşünüyordum.Korku hepimizi karanlık bir duman gibi sarmıştı,Sateni bile unutmuştum.Mağaranın içinde umutsuzca bekliyorduk.Savaşın sesini ve uçurumun daha aşağı kesimlerindeki tüfek sesleri sanki bizim için yaşama süremizin son anlarını hatırlatıyordu.Bir ara ssessizlik oldu.Ve sonra yine silah sesleri duyuldu.İleri uçlarda bekleyen askerlerimiz için dua ettik.Yaralanmışlar yada uçurumdan aşağı yuvarlanmışlardı -kimbilir?Diğerleri ise mağaraya can korkusu ile çabuk ulaşmış bizi durumdan haberdar etmişlerdi.Ya Tanrı yenilmemizi istemişse?Efsane yaralıların arasında geziyor şifalı ellerini onların üzerine koyarak dua ediyordu.Mağarada tam anlamı ile kapana kısılmıştık.Dağın tepesinde gezebildiğimiz zamanlar geride kalmıştı.Artık içeri hapsedilmiştik ve bu durum çok tehlikeli idi.Önceden düşman kamplarından bilgi almak için ay ışığı altında dik yamaçtan -sadece bize ait olan gizli yoldan -yada aşağıdaki mağaraya açılan tünelden geçerek uç bölgelerdeki adamlarımıza mesaj götürebiliyorduk.Türkler aşağıya mancınıklar kurmuşlardı artık nefes alamıyorduk.

-"Bir hazine olduğunu duymuştum" Saten'in sesi mağaranın karanlığında kaybolmuştu.Gaz lambası başparmak büyüklüğünde bir ışık yayıyor ,sönen ateş kırmızımsı bir ışık veriyordu.

-"Evet, bu doğru "dedim.

Flört edemeyecek kadar hatta kimin kimi sevdiğini umursamayacak kadar korkuyorduk.

-"Efsane yıllar önce bana seninle birlikte bu bölgede bir mağarada bulduğunuzu söylemişti"dedi Saten.

-"Bu bölge mağaralarla dolu ama emin ol hazine en güvenlisinde.Bu gece Efsane ile birlikte hazineyi dışarı çıkaracağız,yanımızda üç korucu da olacak."

Saten aldığı haberi içine sindirmeye çalışıyordu.

-"Destek kuvvet yok mu ?Taşnakların desteği olmadan bunu becerebilecek misiniz ?

-"Şu an ki konumumuzdan çok uzakta değil "dedim .Onu ikna etmek amacıyla.

-"Kim biliyor orayı?"

-"Mağarayı mı ?Sadece ben ve efsane ."

-"Hazinede ne var?"

dedi Saten.Ateş öyle azalmıştı ki artık yüzünü göremiyordum.

-"Hazine çuvallardaydı .Kutsal kitapların el yazmalarının yanında altın ve gümüş külçeleri ,para torbaları bazı antika eserler ,tapular ve paha biçilmez bir kutsal emanet olan KUTSAL KASE"

-"o ne ?

-"İsa'nın son akşam yemeğinde şarap içtiği kase."

Saten önce derin bir nefes aldı sonra da ıslık çaldı.

-"Onu gördün mü?"

"Evet ,şimdiye kadar sadece bir kere ,ağır uzun gümüş bir kaseydi.süslü saplar her iki tarafında kulak gibi kıvrılıyordu.Tabanında İncil'den sahneler vardı.Bir ssahnede Adem'in yaratılışı diğerinde bahçeden kovulması vardı .En çok ilgimi çeken sahnede yüce efendimiz çarmıha gerilirken ıstırap çeken üç kadın vardı.Sanırım Arınmışların dediğinin aksine bu kupa modern zamanlardan gelmiş olmalı ,bence İsa kendi çarmıha gerilmesinin de dahil olduğu İncil'in sahneleri ile kaplanmış gümüş bir kadehten değil de sıradan insanlar gibi topraktan yapılmış bir kaptan yada öküz boynuzundan ya da kalaylı bir kupadan içmiş olsa gerekir.Mor bir ipekle sarılmıştı.

-"Devam et " dedi Saten.

Meraklandığı aşikardı.

-"Sonra ne oldu?"

Biraz daha yaklaştı ve ateşi canlandırdı.Tek bir dil çıktı mavi ve sarı sonra bir tane daha bir kıvılcım;ateş odunun tadına bakıyordu kuru ve ölü yemeği yalayıp yiyordu.

Uzun süreden beri beklediğim an gelmişti.Beş kişiydik.Efsane ,ben ve üç korucu batı çıkışında toplanmıştık.Hoş bir sulusepken yağıyordu.Mağaradan çıkmadan Türkleri uyandırmamak için dikkatli olmalıydık.Saten beni yanağımdan öptü.Papaz lakaplı koruculardan biri bizi kutsadı.Arkadaşlarımız dua ediyordu,hafif ürperdim sonra yün pelerinimi giydim.Papaz herbirimize Tanrı sizinle olsun dedi.Bileğime bir adamın bir kadına barış verdiği şekilde dokundu ve biz de dönüp yola koyulduk,tek sıra halinde yürüyorduk.Mağarama götürdüm onları hazineyi oraya gömdük.

Ağır çuvalları mağaraya taşımak benim düşündüğümden de uzun sürmüştü.Ertesi gün saklanmak zorunda kalmıştık.Ertesi gece karanlıkta çadırlardan ve atlaradan mümkün olduğunca uzak durarak düşman hatlarından geçerek geldik.Düşman hatları ile dağın eteklerindeki korulukların arasındaki tarafsız bölgede dikkatlice hareket ediyorduk.Ay ışığının gölgesi gölgelerin üzerinde soluyordu.Dimdik dağa çıktık.Vardığımızda bitkin düşmüştük.Bizimle gelen korucular geri dönmek yer batıya doğru yol alıp yardım isteyeceklerdi.

Bundan sonra yorgun ve kederliydim.Zor bir yolculuk olmuş ve geri gelirken zorlanmıştım.Silah sesleri işkence çektiriyordu bana.Günlerce kimse ile konuşmak istemedim.

İnsanın doğası gereğidir ertesi güne çıkamayacağını düşünürsen sahip olduğun şeyleri kaybetmene neden olan bir şeyler olur ve sonra da arkana önceden sana dayanılmaz görünen olaylara bakarsın ve şimdi daha da kötüleşen kaderinin ışığı altında geçmişte kötü zamanlar diye düşündüğün o anların cennet olduğunu görürsün.Bekledik.Hiçbir şey yapmadan bekledik.Destek kuvvetlerinin gelmesini bekledik.Bazı günler mağaraya sızan güneş ışığının solgun ve güçsüz ılıklığında oturuyorduk ,buzdan sarkıtlar eriyordu,bazı günler dışarıda oturulamayacak kadar soğuk oluyordu,mevsimin ne olduğunun önemi yoktu biz çok yüksekteydik ve yükseldikçe sıcaklık azalıyordu.Acı rüzgara karşılık kafamızı eğerek volta atıyorduk.Melankoli içinde kaybolmuş bir şekilde yürüyorduk.Korku ve ıstıraptan kötürüm gibiydik.

Birbirimize yardım ediyor birbirimize çeki düzen veriyor bazen de ruhumuzu yüksek tutmak için öyküler anlatıyorduk.Efsane bize çok yakında gelecek destek kuvvetlerini anlatırdı.Kutsal ruhun da bize yardım etmek için geleceğini anlatırdı.Ancak efsanenin öyküleri hayatımızı değiştirmedi.Koruculardan biri hasta olmuştu.Ağzı yamulmuş,ve dili boğazında kocaman bir yumruya dönmüştü.İleriki günlerde batıya giden korucular döndüler.Mağaranın arkasındaki tehlikeli yokuştan çıkarken bir ses duyup onu karşılamak için koştuk.İki korucu arkasından dağı tırmanıyordu.Şaşkınlık içinde onlara bakıyorduk.Türkler gitmişti!