Download Chereads APP
Chereads App StoreGoogle Play
Chereads

Mikrokozmos Savaşı - OneShot [TÜRKÇE/TURKİSH]

🇹🇷Burak_Kara
--
chs / week
--
NOT RATINGS
725
Views
Synopsis
Mikroorganizmaların savaşına bir de benim kalemimden göz atın!

Table of contents

VIEW MORE

Chapter 1 - Arınma Günü

"Lordum, Hipoklorit ordusu ilk savunma hattımızı yardı! Hemen geri çekilmeliyiz!"

"Lordum, lütfen geri çekilme emrini verin!"

Sesler Bacto'nun zihninde yankılanıyordu. Savaş alanının kaosu içinde, kalbi derin bir umutsuzlukla dolmuştu. Ahh, tüm bunlar neden oluyor diye iç geçirdi. Bir zamanlar karanlık, nemli ve huzurlu dünyalarında rahatça yaşıyorlardı. Ta ki o gün dev tanrılar ortaya çıkana kadar...

Dev Tanrılar, dünyalarını ışıkla doldurmuş ve yaşam alanlarını günden güne küçültmüştü. İlk önce sadece ışık vardı; ona alışmışlardı, ama sonra Hipoklorit ordusu ortaya çıkmış ve tüm krallıkta acımasızca kaos yaratmaya başlamıştı. Onlar, mikroorganizmaların hücre duvarlarını yıkmak için yaratılmış acımasız, disiplinli ve ölümcül savaşçılardı.

Üstelik tanrıların gazabı bununla da bitmemişti. Hipoklorit ordusuyla beraber Vakum canavarı da ortaya çıkmıştı; korkunç uğultusuyla yaklaşan bu devasa yaratığın yanında Hipokloritler bile küçük kalıyordu.

"Lord Bacto!" diye haykırdı genç savaşçı Teo. Hücre zarı korkuyla titreşiyordu. "Etanol süvarileri ikinci savunma hücremizi yok etti! Staphylos kabilesinin hücreleri dağıldı; Salmon savaşçıları son güçleriyle direnerek bize zaman kazandırmaya çalışıyorlar. Eğer şimdi çekilmezsek hepimiz yok olacağız!"

Bacto bir an gözlerini kapadı. Kalbi, kaybettiği dostları ve kabilesi için yas tutuyordu. Ama yaşamak istiyordu; her canlı gibi, o da hayatta kalmak için savaşıyordu.

Tüm bunların sorumlusu dev tanrılar mıydı gerçekten? Belki de tanrılar, onların varlığından bile habersizdi. Belki de gerçek düşmanları sadece Hipoklorit ordusu ve o korkunç Vakum canavarıydı...

Zaman daralıyordu.

"Lordum, emir verin artık!" dedi Teo çaresizce.

Bacto'nun sesi titreyerek yükseldi:

"Tüm birlikler geri çekilsin! Savunmayı üçüncü hatta kuracağız. Hayatta kalmak zorundayız!"

Emir hızla yayıldı. Mikroorganizmalar, yıkılmış savunmalarından hızla uzaklaşırken geride kaybettikleri dostlarının hücre parçaları kalıyordu. Bacto son kez savaş alanına baktı ve içtenlikle fısıldadı:

"Tanrılar... Lütfen bizi affedin."

Emriyle birlikte tüm Bakteri Klanlarının ittifak ordusunun geri çekilmesi tam anlamıyla kaotikti.

"Çabuk olun!" diye bağırdı Bacto, "Üçüncü savunma hattına çekilin! Hücrelerinizi birleştirin ve bir an önce yeni bir savunma düzeni oluşturun!"

Bacto hücrelerinin karmaşık akışı arasında ilerlerken içinden derin bir sızı geçti. Arkasında bıraktıkları yıkımı ve kaybettikleri dostlarını düşündükçe içindeki acı dayanılmaz bir hâl alıyordu. Bir zamanlar dostça paylaştıkları bu topraklar şimdi düşmanın acımasız saldırılarıyla parçalanmış, parçalanan hücrelerin kalıntıları her yere saçılmıştı.

Evet, burası bir zamanlar güzeldi. Karanlık, nemli, güvenli ve sıcaktı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ta ki dev tanrılar gelip bu huzurlu karanlığa müdahale edene kadar. Şimdi onların ışıkları altında yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Peki bu tanrılar gerçekte kimdi? Ya Hipoklorit ordusu ve Vakum canavarı... Onları tanrılar mı göndermişti, yoksa onlar da bizim gibi bağımsız varlıklar mıydı?

"Lord Bacto!" diye seslendi Teo heyecanla ve koşarak yanına yaklaştı. "Haberler var! Koli İmparatorluğu'ndan haberci hücrelerimiz ulaştı. İmparatorluk birlikleri ölü böcek yerleşimlerinden çıkıp Peroksit Lejyonlarına karşı topyekûn bir taarruza geçmişler!"

Bacto şaşırmıştı. Koli İmparatorluğu cesur ve büyük bir birlikti, ama Peroksit Lejyonları kolay yenilir cinsten değildi. Onların köpürerek yaptıkları oksijen patlamaları, nice hücrelerin sonunu getirmişti.

"Bu… Bu harika bir haber Teo! Belki de hâlâ bir şansımız vardır."

Teo, umudun tekrar Bacto'nun hücresinde parladığını görünce devam etti, sesi daha da canlanmıştı.

"Bir haber daha var Lordum! Aspergillus büyücüleri birliklerimize destek olmak için yola çıkmışlar. Onların büyülü spor bariyerleri Hipoklorit Ordusu'na karşı bir süre bizi koruyabilir."

Bu haberle beraber Bacto'nun hücre zarı adeta titreşti, kalbinin derinlerinde yeniden umudun sıcaklığı parlamaya başladı. Belki henüz her şey bitmemişti. Belki de bu savaşın hâlâ kazanma ihtimali vardı.

"Aspergillus kardeşlerimiz bizi yalnız bırakmadı demek." diye iç geçirdi Bacto minnetle. "Onlar gibi dostlarımız oldukça yenilmeyeceğiz. Şimdi üçüncü hattı güçlendirelim ve savunmamızı yeniden kuralım!"

Üçüncü savunma hattına ulaştıklarında asker hücreler hemen görevlerinin başına geçti. Hücre duvarlarını güçlendirdiler, savunma için zarları sıkılaştırdılar. Her hücre, sessiz bir kararlılıkla yerini aldı; kimse kaybetmeyi göze alamazdı.

Askerlerinin yeni bir umutla dolması, Bacto'nun içindeki sıkıntıyı biraz olsun hafifletti. Umuda ihtiyaçları vardı. Yalnız değillerdi ve henüz savaşı kaybetmemişlerdi. Bir an, her şey eski güzel günlere dönecekmiş gibi geldi Bacto'ya.

Fakat tam o anda uzaklardan gelen bir haberci hücre, endişeyle yaklaştı.

"Lordum, Noroviral gözcülerini fark ettik. Uzaklardan bizi izliyorlar ve henüz savaşa katılmadılar. Ne yapmamızı emredersiniz?"

Bacto kısa bir an düşündü. Noroviral gözcüler gizemli varlıklardı. Amaçları belirsizdi; ancak şu anda öncelikli sorun Hipoklorit ordusuydu.

"Şimdilik gözcülere müdahale etmeyin. Ancak onları sürekli izleyin. Ne yaptıklarını bilmek istiyorum" dedi ve ekledi, "herkes hazır olsun. Bu savaşı kazanmak için tek şansımız birlik içinde hareket etmek. Yaşamaya devam edeceğiz, bedeli ne olursa olsun."

Şimdi yeni bir umut kazanmışken ne Noroviral şerefsizlerini ne de Hipoklorit piçlerini düşünmekle canını sıkamazdı Bacto. Halkının ihtiyacı olan lider pozisyonunu doldurmalıydı, onlara liderlik etmeliydi. Nihayet tüm bakteri klanları tek çatı altında birleşmişken, şimdi dağılamazlardı.

Bu sebeple liderlik etmeliydi. Halkına zaferi getirmeliydi. Tanrılara direnmeliydi!

Bacto, kendi türünden oldukça farklı bir varlıktı. Bunu hep biliyordu. İlk oluştuğu zamanlar pek çok kez zorbalığa maruz kalmıştı. Ancak hiçbir zaman zayıf olmamıştı. Bu sebeple zorbalansa da her zaman cevap verebilmişti. Mikroorganizmaların dünyasın da güç her şeydi.

Zaman geçtikte gücü artmış, kendi hücre zarını 4. Aşamaya kadar geliştirebilmişti. Tüm dünyadaki en güçlü bakterilerden biri olabilirdi şu an. Yine de görünüşü diğer tüm bakterilerden farklı olduğu için gerçekten bir bakteri miydi bilmiyordu Bacto. Türünün aksine bacto iki ayaklı, dört kollu ve iki de yeşil gözü vardı. Alnın üzerinden sarkan bir çift anteni bulunuyordu. Vücudunun tamamı pulumsu siyah tüylerle kaplıydı ki bu onun tüm darbelere karşı dayanıklı olmasını sağlıyordu.

Derin bir nefes alarak düşüncelerinden sıyrıldı. Neyse ne, şimdi halkımı savunmaya odaklanmalıyım.

Düşmanları… Hipoklorit ordusu uzun zamandır başkentlerine yaklaşmamışlardı. Ancak yakın zaman da yeni bir dev tanrının ortaya çıkmasıyla Hipoklorit ordusunun saldırı sıklığı artmıştı. Daha önce hiç saldırıya uğramamış hücreler ve kabileler yok edilmişti.

 

Özellikle tanrıların dışkısıyla kutsanmış kara delik diyarını tamamen kaybetmişlerdi. Her tanrının girip dışkısıyla kutsayarak yeni mikroorganizmaların yaratılmasıyla kara delik diyarı sayısız zaman boyunca bakteri klanının hakimiyetindeydi. En güçlü oldukları topraklar orasıydı. Ancak yine de ilk düşen yer de orasıydı.

 

Bir diğer önemli bölge ise tanrıların yiyeceklerinin artıklarının atıldığı derin karanlık diyardı. Bir çeşit devasa kova gibi bir şeydi ancak içerisi cennet gibiydi. Tanrıların kutsamasıyla yaratılmış topraklardı. Pek çok gıda artığı tanrılar tarafından kutsanarak karanlık diyar bakteri klanının üremesinin en önemli bölgesinden biriydi.

Pek çok önemli nokta olsa da şu an ki savaş alanı, tanrılar tarafından yaratılmış bu nemli diyara Hidro Muhafızları hükmediyordu. Bazı gruplar tarafından ''Yaşam Damlaları'' olarak da isimlendirilen ve kutsal kabul edilen bu gizemli varlıklar, genelde tarafsız kalırlardı. Türümüzün üreyebilmesi için gerekliydiler ancak fazlası da bize zarardı.

Denge, dünyamızı tanımlayabilecek önemli terimlerden biriydi. Ancak bu denge lanet olası Hipoklorit ordusu yüzünden bozulmak üzereydi.

Şu an ki savaş alanı, devasa bir çukurdu. Çukurun merkezinde ise yine bir kara delik bulunuyordu ve Hidro muhafızları, gökyüzünden yağarak bu delikten akıyorlardı. O karanlık delik türümün yegâne doğum alanlarından biriydi. Orayı koruması gerekiyordu.

Hidro Muhafızları genelde bize pek zarar vermese de aynı türün Peroksit Lejyonları son derece zorlu düşmanlardı ve Hipoklorit ordusuyla hareket ediyordu. Düşmanları gerçekten çeşitliydi ve sanki bu düşmanlar tanrılar tarafından bizzat bakterileri ve diğer tüm mikroorganizmaları yok etmek üzere yaratılmışlardı.

Bacto bir süre düşünse de gerçekten ne yapacağını bilemiyordu. Düşmanları güçlüydü.

Belki de bir plana gerek yoktur diye düşündü Bacto. Tek yapmam gereken Koli İmparatorluğu gibi topyekûn bir saldırıdır diye aklından geçirdi. Bunun üzerine bir süre daha düşünmeye devam etti.

Şu an da üçüncü savunma hatları son savunma hattıydı. Eğer bu hat da aşılırsa sıradaki hedef direkt kara delik olacaktı ki orası türünün ana doğum bölgelerinden biriydi. Orayı kaybetmeyi göze alamazlardı. Sonunda ölüm olsa da burayı savunmalıydı.

Bir süre daha düşündükten sonra kararını verdi Bacto.

İlk kez ve muhtemelen de son kez karşı saldırıya geçeceklerdi. Sayıca daha fazlaydılar. Düşman güçlü olsa da sayı avantajıyla bir süre idare edebileceğini düşündü Bacto. Ordusunun tek yapması düşmanı oyalamaktı. Bu esnada Bacto Hipoklorit ordusunun generalini öldürmeyi planlıyordu.

Son bir kez daha planın üzerinden geçtikten sonra sağ koluna seslendi;

 

''Teo!''

Bir hışımla içeri giren Teo diz çöktü.

''Emredin, Lordum!''

''Nero'yu da al ve tüm orduyu toplayın. Geri de doğum alanını koruyacak birkaç yüz bin asker bırak. Geri kalan her bakteri, tüm hücreler karşı saldırı için hazırlansın.''

Teo tereddüt ederek cevap verdi

''Lordum, emin misiniz? Bu intihar olur!''

''Başka bir yolu yok, Teo…'' Bacto anlayışlı bir şekilde genç astına baktı. İdealist biriydi. Türünün geleceği için genç yaşta orduya katılmıştı.

''Daha fazla savunmada kalamayız. Son savunma hattındayız. Savaşı zaten kaybettik. Son direnişimizi burada yapmaktansa, doğum yataklarında yeni türdeşlerimizin doğması için zaman kazanmak adına karşı saldırıya geçmeliyiz. Böylece en azından bir şansımız olur. Ölmeyi beklemektense bu ufacık umuda tutunmaya karar verdim.''

Teo bir süre lordunun gözlerine baktı. Bu adam gerçek bir liderdi. Eğer o olmasaydı bu savaş çoktan kaybedilmişti. Ona inanıyordu. Son zamanlarda umudunu kaybetmiş olsa da şimdi umudunu yeniden kazanan birini canlılığını taşıyordu. Teo, lorduna güveniyordu. Öleceksem de lordumla omuz omuza savaşırken öleceğim diye kendinden emin bir şekilde karar verdi Teo.

''Emredersiniz lordum, orduyu derhal hazırlayacağım!''

Ordu hazır olana kadar tekrar tekrar planını gözden geçiren Bacto, nihayet Teo'nun orduyu hazır etmesiyle harekete geçti. Ordunun başına geçerek her birine göz gezdirdi.

Bugün birçoğu belki de hepsi ölecekti.

Bir şey söyleme gereksinimi duymadı Bacto. Her birinin gözlerindeki keskin kararlılığı gördü. Hepsi ölüme hazırdı. Türlerinin devamlılığı için bu fedakarlığa razı oldukları, artık geri çekilecek bir yerin olmadığını anlamışlardı.

Bu son direnişleriydi.

Bacto, kılıcını çekerek havaya kaldırdı ve ileri doğru yatırarak tüm orduya ilerlemesini etmesini emretti.

Uzun bir yürüyüşün ardından, ikinci savunma hattına vardılar. Bölge tam bir cehennemdi. Savaşın üzerinden çok zaman geçmemesine rağmen ölü yoldaşları hipoklorit ordusu tarafından arındırılmıştı. Her yerde hipoklorit ordusuna mensup savaşçılar vardı. Onların dilinde bu bölge tamamen ''Temizdi''. Evet, bu şerefsizler bizi kirlilik olarak görüyordu. Ve güya onlarda tanrının hizmetinde bizleri arındıracak olan temizlik şövalyeleriydi.

Düşman dağınıktı, Bacto oyalanmadan bu fırsatı kaçırmak istemedi ve ordusuna saldırı emrini verdi. Tüm ordu da düşmanın dağınık olmasını görerek büyük bir hınçla saldırdılar. Bir zamanlar buralar onların topraklarıydı. Artık bu topraklarda can vermiş yoldaşlarından tek bir iz dahi kalmamıştı. Öfkelerini kusma vakti gelmişti.

İki ordu çarpıştı.

Bakteri ordusu daha kalabalıktı ancak doğal düşmanları olan hipokloritler tüm bakterileri yakıyordu. Bacto, düşman saflarına dalarak fazla oyalanmadan generalini aramaya koyuldu. Önüne çıkan düşman askerlerini hücre zarından çıkan keskin, biyolojik kılıcıyla hızlıca biçerek ilerliyordu. Her hamlesinde düşmanın hücre duvarları parçalanıyor, hipoklorit askerleri köpürerek yok oluyordu.

Sonunda, düşman safları arasında belirgin biçimde daha iri ve tehditkâr duran bir asker gördü. Onun etrafındaki askerler sanki varlığından güç alıyor gibiydi; disiplinli, ölümcül ve tereddütsüz hareket ediyorlardı. İşte bu, hipokloritlerin generali olmalıydı.

Bacto hiç tereddüt etmeden kılıcını kaldırdı ve düşman generaline doğru hızla atıldı. Hipoklorit generali de onu fark etmiş, kendi hücre zarından oluşan parlak ve yakıcı bir kılıcı çıkararak Bacto'ya doğru hızla ilerlemişti.

İkili çarpıştığında, muazzam bir güç dalgası çevrelerine yayılarak etraflarındaki tüm askerleri sarsmıştı. Bu güç dalgasıyla birlikte, savaş alanındaki tüm sesler sustu, her iki ordunun askerleri bile anlık olarak savaşı bırakıp generallerinin mücadelesini izlemeye koyuldular.

Generallerin güçleri eşitti; her çarpışmada etraflarına kıvılcımlar saçılıyor, Bacto'nun koyu siyah hücre zarı ile generalin parlak, beyaz hücre duvarı her temasta titriyordu. Generalin saldırıları acımasız ve yakıcıydı, her darbesi ölümcül bir güç taşıyordu. Bacto ise çevikliğini ve esnekliğini kullanarak gelen darbeleri savuşturuyor, boşluk bulduğunda kendi ölümcül darbelerini indiriyordu.

Dövüş ilerledikçe, generallerin çevresinde büyük bir boşluk oluştu. Etraflarındaki askerler, bu ölüm dansını seyrediyordu. Her iki liderin de bedenleri yavaş yavaş yara almaya başlamıştı; Bacto'nun hücre zarında derin yanıklar oluşurken, generalin duvarında derin çatlaklar ve yarıklar belirmeye başlamıştı.

Son bir hamle ile Bacto, rakibinin savunmasını kırarak onun göğüs zarını deldi. Hipoklorit generali öfkeyle bağırdı ve kendi kılıcını Bacto'nun hücre zarına saplayarak onu da ağır yaraladı. İkili bir an için birbirlerine kenetlendi; ölüme sadece birkaç saniye uzaklıktaydılar.

Tam bu anda Bacto gökyüzünde devasa bir gölgenin yavaşça üzerlerine doğru indiğini fark etti. Sarı ve yeşil renklerden oluşan, devasa ve gökyüzünü kaplayan bu yapı, düşmandan bile daha korkunçtu.

Silici.

 

Sodyum Stearatların ölümcül kalesi yaklaşmaktaydı. Yere ulaştığında tüm bakteri ordusunu silip süpürecekti.

Dikkati dağılan Bacto bir anda sol kolunda keskin bir acıyla yere düştü. Kolu kesilmişti. Hipoklorit Generaliyle olan dövüşünde bir anlık dikkat kaybı ona bir kola ve belki de tüm ordusunun yok oluşuna sebep olmuştu.

Lanet olsun, onu nasıl unutabildim diye kendisine küfretti Bacto.

Ne yapmalıyım diye düşündü.

Daha doğrusu yapabileceği bir şey var mıydı ki?

"Bitti artık!" diye haykırdı Hipoklorit generali zafer sarhoşluğuyla.

Hayır, diye düşündü Bacto. Henüz değil!

Son gücüyle kendini ileri fırlattı. Sağ kalan üç koluyla düşman generalini sımsıkı kavradı. "Seni de yanımda götüreceğim!" diye haykırdı Bacto.

Generalin şaşkın bakışları arasında Bacto hücre zarını son bir kez genişletip kendini düşmanın bedenine sardı ve tüm gücüyle patladı.

Devasa patlama, savaş alanında yankılanırken her iki liderin parçalanmış hücreleri havaya savruldu. Hipoklorit ordusunun morali çöktü ancak tam o sırada dev sünger tanrıların ellerinden inerek tüm alanı kapladı.

Sonun geldiğini gören bakteriler çaresizce göğe baktılar. Silici sünger dünyalarına değdiği anda her şey sessizliğe gömüldü.

Mikro evrenlerinin sonu gelmişti.

Sessizlik.

Karanlık.

Son.