Penetalia, upuzun bir koridorun sonunda kıvrılan ışık sütunlarının arasından geçerek sessizce ilerlerken aklında sayısız düşünce dolaşıyordu. Shen'in, üzerinde çalıştığı sayısız döngüden sonra gelmiş olduğu nokta, onu yeni bir seviyeye geçirmeye yeterliydi. Buna kendi içinde emindi, ancak Shen'in hâlâ koruduğu insani yanın karmaşık duyguları zaman zaman Penetalia'nın zihninde sorular yaratıyordu. Bir yandan, insani duyguların zaaf olabileceğini düşünüyordu. Çünkü evrenin işleyişi, katı bir denge ve adalet üstüne kuruluydu; duygular, özellikle sevgi ve şefkat gibi "değişken" ögeler, düzenin gidişatını beklenmedik şekillerde etkileyebiliyordu. Ama öte yandan, pek çok öğrencinin ve varlığın yolu da tam bu duygusal kırılmalardan sonra aşılmaz görünen engelleri aşmış, bambaşka boyutlara erişmişti.
Penetalia, daha önce eğittiği veya diğer eğitmen arkadaşlarının eğitim verdiği çeşitli ırklardan, hatta insanlardan oluşan varlıkları düşündü. Kimileri saf fiziksel güçle, kimileri soğukkanlı stratejilerle, kimileri de karmaşık zihin gücüyle ilerlemişlerdi. Ancak hepsini ortak paydada birleştiren şey, kendi özgünlüklerini, kendi "özel element"lerini korumalarıydı. İnsanların "duygusallık" adı verilen o tuhaf ve çoğu zaman akıl karıştıran yanları, onları geriye çekmek bir yana, bazı durumlarda harika bir potansiyel kaynağına dönüştürebiliyordu. Yine de Penetalia'nın aklında, "Duygular tamamen ortadan kaldırılabilse, belki daha net, daha kesin ilerleyebilirlerdi," diye geçen bir düşünce belirdi. Ama o da biliyordu ki bu fikir, insani özün doğasına aykırıydı; insanı insan yapan, duyguların kendisiydi.
O anda, derin bir nefes alıp başını kaldırdı. Düşünceleri zihnini yormuştu, ama Shen'in yükselişi için her şey çoktan kararlaştırılmıştı. Artık geriye sadece son bir test kalıyordu. Shen'e, bu testi gerçekleştireceğini söylemişti. Bu test, fiziksel ya da elemental bir sınavdan çok, irade ve bütünlük sınavı olacaktı. Shen, onlarca döngü boyunca öğrendiği tüm elementleri, tüm enerjileri ve bütün bilgeliği tek bir noktada odaklamayı başarabilecek mi? Bu sorunun yanıtını ancak son test gösterecekti.
Test günü geldiğinde, Penetalia Shen'i ses geçirmeyen, zifiri karanlıkta yüzen bir platforma götürdü. Bu platform, aslında enerjiden oluşan bir tür yansıma odasıydı. Burada ne ses ne de ışık, dışarı sızamıyor; dolayısıyla Shen, tamamen kendi iç dünyasıyla baş başa kalıyordu. Penetalia, ince ve zarif cübbesinin eteklerini kısaca düzeltti, sonra hafifçe arkasını döndü ve "Başla," dedi. Shen ise gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Parlak bir ışık huzmesi, karanlığın içinden süzülerek Shen'in etrafında dönmeye başladı. Onun iradesini ölçen, elementlerle kaynaşmasını sınayan türlü görüntüler, testin bir parçasıydı. Kısa bir süre sonra platform titremeye, Shen'in aurası ise kuvvetli bir ışık seline dönüşmeye başladı. Penetalia, orada sessizce bekledi ve gerekenin olup bitmesini izledi.
Zaman, bu boyutlarda zaten belirsiz aktığından, testin ne kadar sürdüğü anlaşılmadı. Shen'den yükselen aura bir an için tüm platformu doldurdu, sonra söndü. Berrak bir sessizlik çöktüğünde Penetalia bakışlarını Shen'e çevirdi: Başarmıştı. Artık Shen'in yükselişine engel yoktu. Penetalia, onu göz ucuyla süzerek başını onaylarcasına salladı, ardından hafif bir gülümsemeyle "Tamamdır," dedi.
Yükseliş, Y.G.K Akademisi'nin dışında, tam konumu asla net olarak belirtilmeyen bir merkezde gerçekleştirilecekti. Bu merkez, devasa bir kubbenin sonsuz karanlığa uzandığı, ortasında ise bembeyaz ışık tozlarının rüzgâr ve girdapla dans ettiği bir mekândı. Yerden yükselen basınçsız bir su katmanı, sanki etrafa ince bir sis tabakası gibi yayılıyor; aynı anda içerisinden dev alev hatları geçiyor, rüzgâr da bu alevleri oradan oraya taşıyordu. Hepsi birbiriyle çelişen unsurlar gibi görünse de garip bir armoni içinde birleşip döngüyü tamamlıyordu. Yükseliş burada gerçekleştirilecekti çünkü bu mekân, evrende bilinen tüm temel ve ara elementlerin bir araya gelerek sonsuz bir denge kurduğu ender noktalardan biriydi.
Penetalia, Shen'i getirdiğinde, orada zaten hazır bulunan üç başka eğitmen bakışlarını onlara çevirdi. Bu eğitmenler, yükseliş törenlerinden sorumlu olan kadim varlıklardı. İçlerinden biri, keskin yüz hatlarına sahip, boynuzlu ve grimsi tenli bir varlıktı; sorgulayan gözlerle Shen'e baktı. Diğeri, soluk mavi cildinin üzerinde gümüşi lekeler taşıyan, narin elli bir kadındı. Sonuncusu ise tamamen enerji formunda, cübbe giymiş bir siluet gibiydi. "Bir tane daha mı?" diye homurdandı boynuzlu varlık. Yıllarca pek çok adayın başarısız olduğunu görmüş, belki de bu törenlerin zorluğunu unutulmaz şekilde deneyimlemişti. Yine de Penetalia kararlıydı ve Shen'in gerçekten hazır olduğunu vurguladı.
"Tören" ya da "Kurs" adı verilen bu yükseliş süreci, kesintisiz bir enerji akışını gerektiriyordu. Shen, girdabın merkezine yerleştirildi. Basınçsız suyun yarattığı saydam dalgalar bedenine değiyor, ateş hattı omuzlarına kadar uzanıyor, rüzgârın sert akımı saçlarını havalandırıyordu. Her element, Shen'in tenine dokunuyor ve sanki onu süzüyor, tartıyordu. Diğer üç eğitmen, kor halinde bir enerji çemberi oluşturarak Shen'i kuşattı. Penetalia, çemberin dışından onları izliyor, gerekirse müdahale etmek için hazır bekliyordu. Yükseliş, anlık bir olay değildi; bir varlığın özünü yeniden düzenleyen, bazen saatler, bazen de farklı boyutlarda akarken günler süren karmaşık bir süreçti. Shen'in aurası, zaman geçtikçe devasa bir koza gibi etrafını sarmaya başladı. Ateş, su, rüzgâr ve öteki güçler, bu kozanın içine girip çıkıyor; sanki onu her bir hücresinden yeniden yapılandırıyordu.
En nihayetinde, yoğun bir titreme başladı. Etraftaki tüm ışık, girdap, rüzgâr ve ateş, Shen'in bulunduğu noktada birleşip göz kamaştırıcı bir patlamayla dağıldı. Dağılırken geride tamamen başka bir varlık silueti bırakıyordu. Shen'in normalde daha kısa olan boyu uzamış, saçları bembeyaz bir renge dönüşmüştü. Tenindeki en ufak titreşim bile sanki yeni bir canlılığı yansıtıyordu. Gözleriyse karanlık bir gecede parıldayan yıldızlar gibi, derin ve bilge bir ışıltı kazanmıştı. Bedeni daha kaslı, ama aynı zamanda zarif görünüyordu. Yeni formu, Shen'in ruhsal ve fiziksel potansiyelinin en üst noktalarında dolaşan bir insan formuydu. Penetalia, yükselişin başarılı tamamlandığını anladığı anda göğsünde gururla karışık bir sevinç hissetti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Shen gerçekten de başarmıştı.
Diğer üç eğitmen, kimisi saygıyla başını eğdi, kimisi memnuniyetini belli edercesine ellerini birleşik tuttu. Boynuzlu varlık, "Demek oldu…" diye fısıldayarak gözlerini Shen'den ayırmadı. Onca şüpheye rağmen, sonunda karşısında yepyeni bir varlık duruyordu. Yükseliş töreni sona erdiğinde herkes kendi alanlarına çekildi; Penetalia ise Shen'in yanında kalıp, onun yeni formuna alışmasına yardım etti. Bu yardım, bir bakıma ruhsal adaptasyon niteliğindeydi. Shen'in içsel duyularının artık çok daha hassas çalıştığı belliydi.
Aradan belli bir süre geçtikten sonra Shen, Y.G.K Akademisi'nde kendine ayrılan laboratuvar benzeri atölyesinde bir gezgin aracı tasarlamakla meşgul olmaya başladı. Bedeni değişmişti, ama zihninde de bambaşka bir berraklık vardı. Düşünceleri daha organize, planları daha net, içindeki enerji dalgalanmaları ise daha kontrollüydü. İnce metal çubuklar, kristal paneller ve bilmediği bir alaşımdan yapılma ufak parçaları, havada süzülür gibi kolayca bir araya getiriyordu. Önünde durduğu masanın üzerinde, araca ait iskelet yapısı parça parça birleşiyordu. Sanki bir yapbozun parçaları değildi de, canlı bir organizmanın uzuvlarıydı. Shen, elementlerle kurduğu bağı kullanarak onları birbirine kaynatıyor ve yepyeni bir teknoloji ortaya çıkarıyordu.
Tam bu sırada, aniden odanın içinde titreşen bir enerji dalgası belirdi. Penetalia ışınlanarak gelmişti. Eskisi gibi sakin ve zarifti ama bakışlarında, Shen'in yeni haline duyduğu hayranlık ve gurur gözle görülür şekilde parlıyordu. Shen, çalışmasına ara verip onu selamladı.
"Yükselişin ardından iyi görünüyorsun," dedi Penetalia, hafif bir tebessümle. "Bedensel uyumun oldukça hızlı ilerliyor. Düşündüğümden çok daha çabuk adapte oldun."
Shen başını hafifçe eğerek saygı gösterdi. Yeni saçlarının uzun, beyaza çalan telleri omuzlarından aşağıya süzülüyordu. "Sizin sayenizde," dedi yumuşak bir sesle. Shen'in ses tonu da daha tınılı ve net hale gelmişti. "Bunca zamandır bana hiçbir şeyi sakınmadınız. Teorik ve pratik her öğretiyi paylaştınız. Akademi'deki herkes bana güvendi. Bu kolay bir şey değil…"
Penetalia, yüzündeki sakin ifadeye rağmen, Shen'in dediklerinde bir şeylerin farklı olduğunu seziyordu. Shen, konuşurken gözlerinin ışıltısı başka bir duyguyu yansıtıyordu. Bu duygunun tam olarak ne olduğunu kestiremiyordu.
Shen, eğitmenine doğru bir adım attı. "Hayatım boyunca öğrendiğim her şeyin, bu duyguyla harmanlanacağına inanıyorum," diye konuştu. "Sevgi… Biz insanlar buna, insani yanımızın en değerli elementi diyoruz."
Penetalia, bu sözleri işittiğinde hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Sevgi," diye tekrarladı. "Evrende pek çok enerji var, ama sevgi dediğin şey, ölçülebilir bir güç mü?"
Shen, gülümsedi. "Onu ölçmek, nesnel olarak tanımlamak zor. Ama tıpkı ateşin ihtişamı, suyun akıcılığı, toprağın gücü, havanın özgürlüğü gibi… Sevgi de hepsine nüfuz edebilecek bir güç. İnsanlar olarak bunu benimsiyoruz. Bizim inancımıza göre, her elementin veya olayın, içten içe bir 'aşk' dokunuşu barındırdığını düşünüyoruz."
Penetalia, bu anda tam ne diyeceğini bulamadan, Shen beklenmedik bir şey yaptı. İki adımda ona yaklaştı ve önce başını hafifçe eğip, çok eski bir ritüeli andıran bir saygıyla, eğitmeninin sağ yanağına öpücük kondurdu. Sonra sol yanağa… Ardından, hiç tereddüt etmeden, Penetalia'nın alt dudağına hafif bir öpücük bırakarak bir an orada kalakaldı. Penetalia'nın bedeni o anda donmuş gibiydi; zihin hızla çalışıyor, "Bu insani bir ritüel mi, yoksa duygusal bir taşkınlık mı?" diye sorguluyordu. Shen, yüzü kadına yakın dururken fısıldar gibi konuştu:
"İşte budur, bizim asla vazgeçmediğimiz sevgi elementi. Sizin bana öğrettiklerinizin hepsi için teşekkür ediyorum. Bir gün mutlaka karşılığını ödeyeceğim. Ama şimdilik yapabileceğim tek şey, insani yönümü göstermek. Sevginin de bir element olduğuna inananlardanız biz."
Penetalia, o an hiçbir şey diyemedi. Shen, hafif bir gülümsemeyle ondan uzaklaştı, sanki bu davranışını normal buluyormuşçasına tekrar gezgin aracının başına döndü. Eğitmenin yüzü sakin görünüyordu, belki biraz da soğukkanlı duruyordu. "Bunlar insani ihtiyaçlar," diye geçirdi içinden, "çok da önemli bir şey değil."
Fakat içten içe, göğsünün derinlerinde bir kıvılcım belirdi. Daha önce hiç hissetmediği, adını koyamadığı bir duygu, belki de bir "element" kabarmaya başladı. Bu, ne ışık ne karanlık, ne ateş ne de su idi. Sanki hepsinden farklı bir titreşim bedenine yavaşça yayıldı. Penetalia, akıl süzgeciyle yorumlayamadığı bu hissi görmezden gelmeye çalıştı, ama zihninin en derin köşesinde bir yerde, sessizce büyüyen tohumun farkındaydı.
Kıyafeti, zamansız dokusuyla dökümlü bir şekilde duruyordu. Boynunun etrafındaki metalik gümüş halka hafifçe titredi. Saçları, o an Shen'in öpücüğünün yarattığı sıcaklığı barındırır gibi hareketlendi, sanki kendi kendine kıpırdanan bir varlığa büründü. Alt dudağında hâlâ Shen'in bıraktığı hafif bir ıslaklık hissi vardı. "Ne kadar tuhaf," diye düşündü. "Yüzlerce, binlerce yıldır varım belki de, ama bu kadar basit bir temas beni niye düşünmeye itiyor ki?"
Ortam, yine sessizdi. Shen, sanki hiçbir şey olmamış gibi projeye yoğunlaşmıştı. Arada bir ellerini havada gezdirip parçalara enerji aktarıyor, bazı notlar alıyor ve belli ki yükselişten aldığı yeni kabiliyetlerle tasarımı mükemmelleştirmeye çalışıyordu. Penetalia ise göz ucuyla onu izliyordu. Shen'in bembeyaz, ipek gibi saçları, gövdesine değdikçe bir ışık parıltısı oluşturuyordu. Yüzündeki ifadede değişim görülmese de, Penetalia onun içten içe gülümsediğini seziyordu.
Bir süre bu sessizlik devam ettikten sonra Penetalia, elini göğsüne götürüp hafifçe soluklandı. Zihninde bir dalgalanma hissetti. O dalgalanma, sanki bir "duygu" formuydu. Nefrete, öfkeye veya korkuya benzemiyordu. Aşina olmadığı bir yumuşaklık, bir yakınlık duygusu vardı. Bir an, "Bu sevginin bir yansıması mı?" diye düşündü. Fakat eğitimine ve yaşamına baktığında, sevgi kavramının öğretilerinde "mantığa" tam oturmadığını biliyordu. Yine de kendini kandıramazdı; bedenindeki o hafif ürpertiyi, göğsündeki hafif ısınmayı ve dudaklarında kalan o anlık teması hissediyordu.
Bakışlarını Shen'den ayırdı. İkisi de büyük bir şey olmamış gibi davranıyorlardı ama gerçekte, belki de Penetalia'nın ruhunda ilk kez böyle bir titreşim canlanıyordu. Shen, büyünün ve elementlerin ötesinde, insani bir dürtüyle ona duyduğu saygıyı ve minnettarlığı aktarmıştı. Ama aynı zamanda Penetalia'nın, hep üzerinde durulan "insani faktör"ün ne kadar karmaşık bir güç olabileceğini bir kez daha düşünmesine yol açıyordu. Şimdiye dek duyguları "gereksiz değişken" olarak düşünen bir tarafı varken, belki bu basit dokunuş bile tüm inançlarını sorgulatabilir miydi?
Penetalia, bu sorular eşliğinde sessizliğini korudu. Ortam, hafif bir loşluğa büründü. Tavandaki kristal aydınlatmalar, Shen'in çalıştığı masanın üzerine yoğunlaşıyor, diğer köşeler gölgelerle kaplanıyordu. Penetalia'nın cübbesi, gölgelerin arasında parıldayan opal yansımalarla hayat buluyor, sanki canlı bir varlık gibi ince ince ışık geçişleri gösteriyordu.
Saatler, belki de daha uzun bir süre geçti. Shen, bir ara başını kaldırdı ve eğitmenine baktı. Penetalia onu izlerken yakalanmış gibi hafifçe gözlerini kaçırdı, sonra dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Shen, "İşte benim insani elementim," diye mırıldandı içinden, duyamayacağı bir sesle. "Belki de Penetalia'nın yeni bir dönüşümün eşiğinde olduğunu bilemezdim, ama bu kadarı bile evrende hâlâ keşfedilmemiş ne kadar çok şey olduğunu gösteriyor."
Penetalia da içinden "İnsanlar…" diyerek bir nefes verdi. Tam o anda, dudaklarında hâlâ hissettiği sıcaklıkla zihninin derinlerinde yeni bir dünyaya kapı araladığını biliyordu. Bu yeni dünya, elementlerin ve tüm enerjilerin üzerinde, saf bir his belki de. Ona isim koyamıyordu, belki "sevgi," belki "aşk," belki de bambaşka bir terim. Ama kesin olan, Shen'in bu ufak davranışıyla bile onun içinde kıpırdayan şeyin göz ardı edilemeyecek kadar güçlü olduğuydu.
Yıllar (ya da bu boyutta hangi zaman ölçüsü geçer bilmek imkânsızdı) boyu pek çok varlık yetiştirmiş, sayısız döngüye tanıklık etmiş, ışık ve karanlık arasında gezinen en derin sırlara vakıf olmuş bu kadim eğitmen, şimdi kendi içinde bambaşka bir "element" keşfetmenin eşiğindeydi. Bu element ne kadar derine iner, ruhunda hangi duyguları uyandırır, dengede tutabilir miydi; bunlar şimdi cevaplanması gereken sorulara dönüşmüştü.
Shen ise, atölye masasında duruyor, içten içe bir rahatlama hissediyordu. Onu buraya getiren tüm bilgileri, yükselişini, artık sahip olduğu güçlü bilinci bir kenara bırakmış, basit bir insani duyguya sarılmıştı. Aslında, ne kadar güçlü olursa olsun, içinde daima insan kalabilmek ve sevgi gösterebilmek, onun için gerçek bir tamamlanma hissiydi. Penetalia'yı öptüğü anda hissettiği duygu, tüm elementleri aşan, belki de evrenin başlangıcından beri var olan bir "ilkel" güç gibiydi. Ve bu güç, Penetalia'nın içindeki o kadim sessizliği bile titretmeye yetmişti.
Odanın köşesindeki yüzer küreler hafifçe titreşti; belki ortamın enerjisi değişiyor, belki de Penetalia'nın yükselmekte olan duygularına tepki veriyorlardı. Hangisi olduğuna karar vermek güçtü. Ama her ne olursa olsun, bu an, hem Shen'in hem Penetalia'nın zihninde uzun süre silinmeyecek bir iz bıraktı. Belki de bu, insan varlığının en beklenmedik armağanıydı: Bunca bilgeliğe, onca güç ve kadim öğretiye rağmen, basit bir öpücükle yepyeni bir element doğabilir ya da keşfedilmemiş bir duygu kendini gösterebilirdi.
Ve evren, tüm katmanlarıyla buna şahitti.