Chereads / ZEVK SARAYI / Chapter 60 - 7

Chapter 60 - 7

Eric, masanın başından ayrılarak dükkanın içinde dolaşmaya başladı. Raflar arasında dikkatlice yürüyerek en iyi ekipmanları arıyordu. Birkaç saniye içinde gözüne çarpan ilk şey, parlak kırmızı bir kasktı. Bu kask, saf titanyum alaşımı ile güçlendirilmiş ve iç kısmı yumuşak ama dayanıklı bir büyü enerjisi yastığıyla kaplanmıştı.

Kaskı dikkatlice kaldırarak, üstü tamamen kapatan bir zırh aramaya başladı. Gözleri, siyah ve gri tonlarının iç içe geçtiği, gölge efektleri taşıyan bir gövde zırhına takıldı. Bu zırh, özel büyülü fiberler ile işlenmişti ve hem hafif hem de dayanıklı olacak şekilde tasarlanmıştı. Üzerinde, kullanıcının hareketlerine duyarlı enerji hatları bulunuyordu. Bu, zırhın giyen kişiye esneklik sağlamasını, aynı zamanda ona ek bir savunma katmanı eklemesini sağlıyordu.

Son olarak, ışıldayan demirden yapılmış, özel işlenmiş bir çift ayakkabı aldı. Bu ayakkabılar, darbe emici büyü enerjisi ile güçlendirilmişti. Yerçekimine karşı hafif bir direnç oluşturuyor, kullanıcının daha hızlı hareket etmesine ve zemindeki titreşimleri hissetmesine olanak tanıyordu.

Eric, bu üç eşyayı dikkatlice taşıyarak holografik yuvarlak masanın önüne getirdi ve kadının karşısına dizdi. Gözlerinde bir profesyonellik vardı.

Kadın, dizilen eşyalara yalnızca kısa bir bakış attı.

Ama Eric, onun aslında hiç ilgilenmediğini fark etti.

Kadın, sanki burada olmaktan başka bir şey düşünüyormuş gibi, gözlerini sık sık Eric'e çeviriyordu. Onun anlattıklarını duyuyordu ama algılamak istemiyordu.

Eric, kaskı kaldırarak anlatmaya başladı.

"Bu kırmızı kask, yüksek dayanıklılığa sahip bir alaşımdan yapılmıştır. İç kısmı, kullanıcının kafasına tam oturması için büyülü yastık katmanları içeriyor. Ayrıca, dış yüzeyi darbe emici ve hafif enerji kalkanı destekli. Kullanıcısına taktik avantaj sağlıyor."

Kadın, kaskın üzerine yalnızca kısa bir bakış attı ama gözleri tekrar Eric'e kaydı.

Eric, hafifçe kaşlarını çattı ama anlatmaya devam etti. Zırhı kaldırarak detayları açıklamaya başladı.

"Bu vücut zırhı, özel büyü fiberleriyle güçlendirilmiştir. Hafif ama oldukça dayanıklıdır. Kullanıcının hareketlerini kısıtlamaz, esnek bir yapıya sahiptir. Üzerindeki enerji hatları, darbeleri absorbe eder ve kullanıcının reflekslerini güçlendirir."

Kadının gözleri, zırhın üzerindeki parlayan desenlere kısa bir anlığına odaklandı. Ama hemen sonra bakışlarını Eric'e çevirdi.

Eric, bunun üzerine biraz duraksadı. Kadının zihni tamamen başka bir yerdeydi.

Ama yine de son parçayı tanıttı. Ayakkabıları eline alarak konuşmaya devam etti.

"Bunlar ışıldayan demirden yapılmış özel bir çift savaş ayakkabısı. Darbeleri emme özelliğine sahipler, ayrıca kullanıcıya daha iyi denge ve hız kazandırıyorlar. Ayrıca, yere bastığında titreşimleri hissederek daha iyi bir algı sağlıyor."

Kadın, ayakkabılara bakarken bile sanki Eric'in söylediklerini bir duvarın arkasından dinliyormuş gibi görünüyordu.

Eric, durumu fark etti ve bir an duraksadı.

Masada kısa bir sessizlik oluştu.

Eric, kadına doğru hafifçe seslendi.

"Peki, ne diyorsunuz?"

Ama kadından bir yanıt gelmedi.

Eric, hafifçe kaşlarını çattı ve biraz endişelenerek onu dikkatlice süzdü.

Kadın, hareketsizdi. Gözleri sabit bir noktaya odaklanmıştı ama zihni burada değildi.

Eric, onu tekrar seslendi.

"Hey…?"

Ancak yine bir yanıt gelmedi.

Eric, hafifçe endişelenerek kadına doğru bir adım attı.

Kadın, o kadar büyük bir eteğe sahipti ki, Eric onun tepkisini alabilmek için kıvrımlı kumaşların arasından hafifçe ona ulaşmak zorunda kaldı.

Elini dikkatlice uzattı ve nazikçe zarif bacağını dürttü.

O anda kadın bir anda hareket etti.

Eric, yüzünün bir kısmını eteğin kıvrımlarına sürttüğünü fark etti. Hatta birkaç saniyeliğine, dev kadının etek kumaşlarının arasında kaybolmuştu.

O aniden transtan çıkmış gibi başını hızla Eric'e çevirdi ve aşağı doğru eğildi.

Eric, hızla geri çekildi, hafif bir utanmışlıkla ellerini kaldırdı.

Kadın, gözlerini kırpıştırdı ve aniden bir gülümsemeyle başını salladı.

"Özür dilerim."

Sonra derin bir nefes aldı ve yavaşça doğruldu.

"Tamam, alıyorum hepsini."

Eric, bir an önceki garip anı hatırlayarak hafifçe başını salladı.

Ama şimdi çok daha büyük bir merakı vardı.

Bu kadın gerçekten burada mıydı?

Yoksa, aklı çok daha uzaklarda bir yerlerde mi dolaşıyordu?

Eric, fiyatı söylemeye hazırlanırken, kadın beklenmedik bir hızla keseyi çıkardı ve havada ona doğru fırlattı.

"Üstü kalsın, yakışıklı."

Eric refleksle keseyi havada yakaladı. Parmakları, ağır ve değerli taşlarla dolu kesenin dokusunu hemen hissetti. Ama asıl şaşırtıcı olan bu değildi.

Kadın, hafifçe başını yana eğdi, gözlerini Eric'e dikti ve arenada yaptığı gibi havada parlayan bir öpücük buharı oluşturdu.

Ancak bu sadece bir illüzyon değil, büyülü bir fenomenin kendisiydi.

Havada yavaşça dönen, ışıl ışıl parlayan şeffaf öpücükler, kıvrımlı bir rüzgar dalgası gibi Eric'e doğru süzüldü.

Eric, kaçınacak vakti bulamadan bu büyülü dokunuşu yüzünde hissetti.

Buhar öpücükleri yanağını, alnını ve gözlerini kapladı.

Sanki yüzü defalarca kez öpülmüş gibiydi.

Ama bu, sıcak ve yumuşak bir öpücük hissinden çok daha yoğundu.

Eric, yüzünün hafifçe uyuştuğunu hissetti.

Bu, suyla ya da hafif bir rüzgarla temas etmek gibi değildi.

Bu, Eric'in şimdiye kadar tanımlayamadığı bir güç tarafından öpülmek gibiydi.

Büyü, tenine nüfuz ediyordu. Sanki içini ısıtan, aynı anda hem canlandıran hem de hafif bir ağırlık veren bir dokunuştu.

Eric, bir an hafifçe sendeledi ve yüzü kıpkırmızı kesildi.

Gözlerini kırpıştırarak kadına baktı ve hafif utanmış bir ses tonuyla teşekkür etti.

"T-teşekkür ederim."

Kadın, bir adım attı.

O devasa eteği, neredeyse Eric'i tamamen saracak kadar genişti.

Eric, bir an yok olacağını sandı.

Ama kadın, başını hafifçe eğdi ve içten bir tınıyla konuştu.

"Buna değer."

Eric, kadının gitmesini beklerken, o orada, olduğu yerde durdu.

Kadının gözleri, dalıp gitmişti.

Sanki bir şey söylemek istiyor, ama kelimeleri bir araya getiremiyor gibiydi.

Eric, bu anın ağırlığını hissetti.

Kadının dudakları hafifçe aralandı, ama yine de konuşmadı.

Eric, onun duruşundaki rahatsızlığı sezdi.

Ama kadının zihninde dönenleri tam olarak anlayamıyordu.

Onun literatürünü bilmiyordu.

Eric, bir an gözlerini kıstı ve kadının derinlikli bakışlarını inceledi.

Sonra, nazik bir ses tonuyla sordu.

"Bir sorun mu var, efendim?"

Kadın, birden gözlerini Eric'e dikti.

Derin, sonsuz bir hüzün taşıyan bir bakıştı bu.

Sonunda fısıltıya yakın bir sesle konuştu.

"Milyarlarca… Hem de…"

Eric'in içinde bir şey titredi.

Bu, boş bir cümle değildi.

Bu bir ağırlığın, bir yükün ifadesiydi.

Eric, kadının daha önce söylediklerini düşündü.

"Ben ve kız kardeşlerim, yaratıldığımız günden beri zevkü sefa aracı olarak birilerine hizmet ediyoruz."

"Güzelliğimiz ve baştan çıkarıcılığımızla lanetlendik."

Kadının yüzündeki hüzün daha da belirginleşti.

Eric, onun bu sözleri neden söylediğini anlamaya başlıyordu.

Kadın, sadece kendisini anlatmıyordu.

O ve kız kardeşleri…

Onların tümü bir kaderi paylaşıyordu.

Eric, hafifçe kaşlarını çattı.

Bir anlık kararlılıkla konuştu.

"Efendim, çözebileceğimiz bir sorununuz varsa halletmek isterim."

Eric'in sözleri, kadının gözlerinde ani bir parıltı oluşturdu.

O an, sanki kadın içgüdüsel bir tepki verdi.

Bunu bir umut ışığı olarak almış gibiydi.

Yüzü, hafifçe gevşedi.

Sanki konuşmayı istediği yere getirmiş gibi bir an için sevindi.

Sonra, elindeki eşyaları ağır bir hareketle masanın üzerine bıraktı.

Düşünceli bir ifadeyle Eric'e yaklaştı.

Ve bir eliyle Eric'in omzuna dokundu.

Dokunduğu an, Eric içinden bir sıcak dalga geçtiğini hissetti.

Kadının eli büyüleyici bir sıcaklığa sahipti.

Ama bu sıradan bir sıcaklık değildi.

Bu, yoğun bir enerji içeren, neredeyse yaşayan bir ateş gibi bir histi.

Eric, derin bir nefes aldı.

Kadın, gözlerini ona dikerek fısıltıdan biraz daha güçlü bir sesle konuştu.

"Genç yakışıklı… Sen bizi kurtarabilirsin."

Eric'in nefesi, bir an için durdu.

Kadın, gözlerini kırpıştırdı ve omzundaki elinin baskısını hafifçe artırdı.

"Şu anki konumda beni..."

Eric, bu sözlerin ağırlığını hissetti.

Ama asıl soru şuydu: O, gerçekten neyi kurtarmasını istiyordu?

Eric, kadının sözleriyle olduğu yerde donakaldı. "Bizi kurtarabilirsin."

Bu sözler, sadece bir istek değil, aynı zamanda bir umuttu.

Eric, o anın etkisinden çıkamayarak hafifçe yutkundu ve kaşlarını çatıp kadına baktı.

"Nasıl kurtaracağım?" diye sordu.

Kadın, gözlerini bir an Eric'in yüzünde gezdirdi, sonra derin bir nefes alarak elini omzundan çekti.

"Yarın gece gelmenin mutlaka bir yolunu bulacağım."

Sesi, yumuşak ama kesin bir ton taşıyordu. Bu bir rica değildi; bu bir kararın ifadesiydi.

"Lütfen dükkanında ol. Ve kimsenin buraya girmeyeceğinden emin ol."

Eric, bunun bir sır olduğunu hissetti.

Kadın, her şeyi anlatacağını söylemişti.

Ama neden gizlilik gerekiyordu? Neden kimsenin burada olmaması gerektiğini özellikle vurgulamıştı?

Eric, merakı giderek artarken, kadının eline aldığı zırh ve diğer eşyaları fark etti.

Hızlıca konuştu, "Onları size bir çanta yapayım, durun."

Kadın, hafifçe kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı.

"Gerek yok." dedi basitçe.

Ama Eric diretince, kadın bir an duraksadı.

Sonra tekrar gözlerini Eric'e dikti.

Bu seferki bakış farklıydı.

Derindi. Bir şeyleri tartıyormuş gibi, onun ruhuna dokunuyormuş gibi bir bakıştı.

Eric, bir anlığına hareket etmeyi unuttu.

Ama sonra, kendini toparladı ve masaya bırakılan eşyaları aldı.

Dükkanın bir köşesine giderek, siyah büyükçe bir çanta çıkardı.

Bu sırada, kadının gözleri tamamen Eric'e kilitlenmişti.

Kadın, sanki yönlendirme büyüsü yapılmış gibi, Eric'i takip ediyordu.

Eric, çantayı hazırlarken, sağa sola gidip gelirken, kadın gözlerini ondan hiç ayırmadı.

Eric, bunu fark etti ama bir şey demedi.

Sadece içinden, "Bu kadın gerçekten tuhaf." diye düşündü.

Ama aynı zamanda... büyüleyiciydi.

Çantayı özenle hazırladıktan sonra, kadının yanına geldi ve ona doğru uzattı.

Kadın, çantayı almak için elini uzattığında, hafif bir dokunuşla Eric'in omzuna tekrar değdi.

Eric, bu dokunuşun verdiği sıcaklığı hissetti.

Ama bu seferki dokunuş, öncekilerden daha farklıydı.

Kadın, Eric'e derin bir bakış atarak, yavaşça konuştu.

"Teşekkür ederim."

Bu sözleri söylerken, sesi hafifçe tınılıydı.

Ve ardından, hareketiyle, adımlarıyla, duruşuyla neredeyse dans eder gibi dükkanın kapısına doğru ilerlemeye başladı.

Eric, gözlerini ondan ayıramadı.

Her hareketi kusursuzdu.

Sanki güzelliği ve zarafeti doğal olarak süzülüyordu.

Eric, onu izlerken, gerçekten bir hayal dünyasının içindeymiş gibi hissetti.

Kadın, dükkanın kapısına ulaştığında, bir an için duraksadı.

Sonra, hafifçe arkasına dönerek Eric'e anlık bir bakış attı.

Bu bakış, bir veda gibi ama aynı zamanda bir söz verilmiş gibi bir anlam taşıyordu.

Sonra, yine arenada yaptığı gibi, havaya öpücük tozlarını serpiştirdi.

Bu büyülü zerrecikler, havada nazikçe dağılarak Eric'in üzerine doğru süzüldü.

Eric, bu büyülü tozları bir kez daha teninde hissetti.

Ama bu sefer, öncekinden biraz daha bilinçliydi.

Kadın, kapıdan çıkarken bir anda duruşunu değiştirdi.

Hafifçe eğildi, duruşunu düzeltti ve tamamen ciddi bir ifadeyle yürüyüşüne devam etti.

Dışarıda yürüyen herhangi biri gibi, dikkat çekmeden ilerledi.

Ama Eric, onun aslında ne düşündüğünü bilmiyordu.

Dükkanın kapısında bir süre daha durdu ve kadının uzaklaşan siluetini izledi.

Sonra, derin bir nefes aldı ve geriye yaslandı.

Şimdi, yarın gece olacaklar hakkında düşünmeye başladı.

Bu kadın gerçekten ne anlatacaktı?

Onun ve kız kardeşlerinin durumu neydi?

Beni kurtarabilirsin, dediğinde, tam olarak neyden bahsediyordu?

Eric, aklındaki sorularla dükkanının içinde yürümeye başladı.

Şimdi yeni bir sır ortaya çıkmak üzereydi.

Ve bunun, onun Veradon'daki hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir şey olup olmadığını bilmiyordu.

Bir gün geçmişti, ancak dev kadının varlığı hâlâ Eric'in zihninde bir gölge gibi duruyordu. Onun sözleri, varlığı ve dokunuşunun tarif edilemez sıcaklığı tekrar tekrar zihninde canlanıyordu.

 

Atölyesinde dururken, Fenrir'in holografik okyanusunun ritmik dalgaları, göğsündeki düzensiz kalp atışlarını yansıtıyordu. Parmakları, yeni dövmekte olduğu bilekliği rastgele okşuyordu, ancak aklı tamamen başka bir yerdeydi. Onun Shadow Arena'da, arenanın ortasında aniden yükseldiğini, sihirle dans edip ışığın ve büyünün havada süzüldüğünü hatırladı. Kristalin nasıl döndüğünü, sihirli toz öpücüklerini nasıl dağıttığını ve sonra geldiği çukurun içine kaybolduğunu düşündü.

 

Ve dünkü geceyi... Dükkan... Fısıldanan yardım çağrısı...

 

"Bizi kurtarabilirsin. Şu an beni kurtarabilirsin."

 

Onun sözleri Eric'in içine bir soru işareti bırakmıştı. Kadın bunu söylediğinde ne kastetmişti? Onu, kız kardeşlerini, neyin pençesinden kurtarabilirdi?

 

Eric bu düşüncelerle boğuşurken, atölyedeki havanın bir anda değiştiğini fark etti.

 

Bir varlık, dükkanı doldurdu. Sanki mekanın genişliği bile onun etrafında şekil alıyordu. Eric'in bakışları yavaşça kapıya kaydı.

 

Kapı açıldı ve o içeriye adım attı.

 

Zarafet ve ihtişamın bir karışımıydı.

 

Gümüş-bronz rengi metalik cildi, dükkanın yapay ışığında parıldayarak adeta canlı bir enerjiyle titreşiyordu. Belinden aşağıya dökülen gece mavisi saçları, her hareketinde dalgalanıyordu.

 

Ve gözleri… Gümüş ve siyahın iç içe geçtiği, içinde bir evren taşıyormuş gibi görünen gözleri.

 

Eric derin bir nefes aldı, ellerini tezgahın üzerine koyarak ona döndü. Küçük bir tebessümle onu karşıladı.

 

"Tekrar hoş geldin."

 

Kadın, başını hafifçe yana eğdi. Dudakları hafifçe kıvrıldı, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

 

"Yakışıklı."

 

Sesindeki derinlik, tınısı, bir melodi gibi havada asılı kaldı.

 

Eric, gözünü ondan ayırmadan kapıya yöneldi.

 

Hızlı bir hareketle, kapıyı kilitledi.

 

Mekanın içinde klik sesi yankılandı. Artık yalnızlardı.

 

Kadın, en ufak bir şaşkınlık belirtisi göstermedi.

 

Sanki bunu bekliyormuş gibi başını hafifçe kaldırdı.

 

Bir anlığına sessizlik hüküm sürdü.

 

Eric, onun konuşmasını bekledi.

 

Bekledi ki… Bildiği ama anlamlandıramadığı gerçeği açıklasın.

 

Sonra, kadın bir adım attı.

 

Görkemiyle odayı doldururken, Eric bu devasa varlığın karşısında geriye çekilmedi.

 

Kadının gümüşi gözleri, ona daha da derin baktı.

 

Ama bu bakış basit bir göz teması değildi.

 

O, Eric'in içini okuyordu.

 

Duygularını, düşüncelerini, hissettiklerini tek tek süzüyor, inceliyor, tartıyordu.

 

Eric, içinde bir şeylerin çözülmeye başladığını hissetti.

 

Ama yine de gözünü kaçırmadı.

 

Ve nihayet, kadın konuştu.

 

"Gel buraya."

 

Bu bir emir değildi.

 

Bir rica da değildi.

 

Bu, bir davetti.

 

Ve Eric, o daveti kabul etti.

Dev kadın yaklaştı, şeffaf eteği Eric'in yüzüne serin havanın fısıltısıyla dokundu. Ozon ve deniz tuzu kokusu yoğunlaştı, teninin hafif metalik kokusuyla karıştı. Şimdi çok yakın olan gümüş gözleri, görünüşte aşılmaz soğukkanlılığının katmanlarını delen bir umut ve çaresizlik karışımı taşıyordu. Konuştuğunda sesi, atölyede titreşen alçak, yankılanan bir uğultuydu, holografik tavandan yankılanan Fenrir'in gelgitlerinin ritmik nabzına bir karşıtlıktı. "Peki bu konuda ne yapabilirim?" Eric'in sorusu havada asılı kaldı, basit ama alışılmadık karşılaşmalarının bağlamında derin. Kendisini onun cevabına hazırladı, Veradonian büyüsü ve bilgisine dair anlayışının sınırlarını zorlayacak bir vahiy için hazırlandı. Konuşmaya başladı, kelimeleri dikkatlice seçilmişti, her hecesi yüzyıllardır anlatılmamış hikayelerin ağırlığıyla ağırlaşmıştı. "Biz Valani olarak bilinen bir grup varlığız," diye açıkladı, sesi büyüleyici bir güç ve kırılganlık karışımıydı. "Güzelliğimiz, çekiciliğimiz... bir lanet. Yaratılışımızın amacı... hizmet etmek. Bizi kendilerine ait olarak talep eden efendilere bağlı olmak." Duraksadı, bakışları sarsılmadan, sanki onun tepkisini ölçüyormuş, sözlerinin gerçeğini kabul etme isteğini ölçüyormuş gibi. Ağırlığını kaydırdığında şeffaf eteği hafifçe dalgalandı, bu onun saklı gücü hakkında ciltler dolusu şey anlatan ince bir hareketti. "Moran sınırına gönderildiğimde," diye devam etti, sesi neredeyse bir fısıltıya düştü, "Üç kardeşim vardı... Benim gibi Valani. Orada tutulduk... bekledik. Kuleler gibi bekledik, nöbet tuttuk, fedakarlık bekledik. Sonra... şu anki efendim geldi. Beni kendi isteğim dışında kendine bağladı." Sesindeki acılık ipucu yadsınamazdı, sürdürdüğü asil duruşla tam bir tezat oluşturuyordu. "Kız kardeşlerime ne olduğunu bilmiyorum," diye itiraf etti, gözleri zamanda geriye uzanan, içinde bulunduğu durumdan çok daha büyük bir üzüntüye değinen bir üzüntüyle bulutlanmıştı. "Ama ben buradayım. Efendime gerçek duygularla bağlı değilim. Ve ben... Yardımına ihtiyacım var. Beni bu durumdan kurtarmana ihtiyacım var." Hava, dile getirilmeyen sorularla çatırdıyordu. Yalvarışının ağırlığı aralarında ağır bir şekilde asılıydı, Eric'in şefkatine, becerisine ve yaşadığı tuhaf ve büyülü dünyaya dair anlayışına sessiz bir meydan okumaydı. Gelecek önlerinde uzanıyordu, hem tehlikelerle hem de olağanüstü değişim potansiyeliyle dolu bir yol.