18 Mart 1592 Yılı
Jin cesetlerin parmaklarındaki yüzükleri ve üzerlerindeki değerli eşyaları toplamaya çalışıyordu. O toplamayı bitiremeden leşçil hayvanlar çoktan evlerin saçaklarına tünemiş ve çevrelerine sürüler halinde ise sarmaya başlamıştı. Kos ise bu sırada bir ağaca yaslanmış gelen hayvanları baş hareketleriyle selamlıyordu. Hayvanlar ise bilge bakışlarla grubun işlerini bitirmelerini yani sıralarını bekliyor ve gruptakiler onları dikkatle gözetliyorlardı.
Lonca bölgesi meydanında kan gövdeyi götürmüştü. Her oluktan kan akıyordu, kaldırım taşları kan içindeydi, çeşmelerden kanlıydı. Cesetler türlü biçimlerde etrafa saçılmıştı. Bazılarının halini Kos gülünç bulmuştu, eksik parmaklarıyla göğe uzanır gibi; bazısı huzur içindeydi, yaralarını tutup iki büklüm kalakalmışlardı. Yaralılar ise kıvrandıkça üstlerinden sinekler vızıltılarla havalanıyordu. Bir oyana bir bu yana uçuşuyorlardı. Öldürmek Kos'u çok susatmıştı. Deri matarasını çıkartıp kana kana su içti.
Silahlarıyla yere serilmiş onlarca ölü bedene bakıyordu Kos. Hâlbuki Kos onları uyarmıştı. Lonca başkanına ısrarla bunu söylemişti. Onlara bir şans tanımıştı, hep tanırdı ama olmadı. Kan dökülsün istediler, yıkım olsun istediler. İstediklerini Kos onlara vermişti. Kos'un istediği tek şey haraç olarak haftalık 10.000 Yang vermeleriydi.
Her şeye rağmen Kos'a göre savaşmak güzel bir şeydi. Aksini söyleyenleri ise kaybeden olarak görürdü. İç organları kucağında, çeşmeye yaslanmış halde yatan ihtiyar lonca başkanına zahmet edip sormak istedi, fakat artık muhtemelen Kos ile aynı fikirde olmazdı bir anlaşmazlık onları ne hallere düşürmüştü.
"Tanrıça Bahar-Taraji adına!" Jin bir avuç kopmuş parmağı cesedin yarık karnına fırlattı. Kos'un yanına yaklaşıp bulduğu ganimetlerini gösterdi, sanki onun hatasıymış gibi suratını ekşitiyordu. "Şu hale bak! Bir tane gümüş yüzük. Bir tanecik! Koskoca loncada bir tane salak yüzük çıktı! Bu çulsuzları tekrar diriltip yine pataklayasım var."
Jin için bu mümkün olsa yapardı, caninin tekiydi, hem de en açgözlüsünden. Onunla Kos göz göze geldi. "Sakin ol, kardeş Jin. Burada başka ganimetlerde var."
Kos onu bakışlarıyla küfürlü konuşmaması için uyarmıştı. Böyle konuşması Kos'a göre ortamın sihrini bozuyordu; öte yandan devam ederse ona haşin davranmak zorunda kalabilirdi. Jin bir muharebenin ertesinde daima gergin olurdu, elde edilenden daha fazlasını isterdi.
Kos, Jin'e daha fazlasını temin edeceğini vaat eden bir ifadeyle baktı. Taşıyabileceğinden bile daha fazlasını. Jin homurdandı, kanlı gümüş yüzüğü zulasına attı ve hançerini kemerine geri soktu. Tam o sırada Sura Li yanlarına geldi, zırh eldivenini Kos'un omuzluğuna çarparak tek kolunu Kos ile Jin'in omuzuna attı. Li'nin bir becerisi varsa, o da ortamı yatıştırmaktı.
"Kardeş Kos haklı, ufaklık. Bulunacak hazine bol. "Jin'e "ufaklık" diye hitap etmeyi yeni alışkanlık haline getirmişti, ikisinden de bir karış uzun ve iki misli iri olduğu için olmalıydı. Jin'i boyunun kısalığı her seferinde yüzüne vurulması artık rahatsız etmeye başlamıştı ama Li'de kırmak istemediği için ses etmiyordu. Li kısaca hep espriliydi. Ona fırsat verirlerse öldürürken bile espri yapardı. Giderayak gülümsettiğini görmekte hoşlanırdı.
"Ne hazinesi?" Jin meraklandı, hala hırçındı. "Loncanın canına okuduğunda eline daima ne geçer, Ufaklık?" Li imalı bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı.
Jin yara izleriyle dolu gaddar yüzünden miğferinin siperliğini kaldırdı. "Domuzlar mı?" Li dudak büzdü. Onun kalın dudaklarını Kos hiç sevmezdi, fazla dolgun ve etli bulurdu, yine de gruptaki varlığına kusuruna bakmazdı, ne de olsa espriliydi ve elindeki kılıçla gruptaki en ölümcül adamlardan biriydi işine yarıyordu.
"Eh, sen domuzları alabilirsin, ufaklık. Bendeniz, diğerleri hepsini sahiplenmeden lonca ahalisinin hayatta kalan güzel kızlarını bulup yatağıma alacağım."
Ardından herkes uzaklaştı, Jin boğazına takılan bir balık kılçığını çıkarmaya çalışıyormuş gibi kâhyasıyla, "Hör, hor, harg," diye gürleyerek gülerek gitti. Kos, Jug'un lonca binasının kapısını zorlamasını seyrediyordu. Güzel bir yapıydı, yüksek damı mermer kaplamalı, ön tarafında da küçük bir çiçek bahçesi vardı. Jug gözleriyle diğer yandan Kos, Jin ve Li takip ediyordu ama başını kapıdan çeviremiyordu.
Kos cesetlerle beslenen aç kurtlara baktı, Eun ile kıt zekâlı ikiz kardeşi Mok'un cesetlerin kellerini toplamalarını seyretti. Eun el arabasıylaydı, Mok ise baltaylaydı. Kos bunu çizim için güzel bir manzara olarak düşündü. Savaş sonrası ortalık hep leş kokardı sanırım Kos'un tek rahatsız olduğu taraftı savaşın ama mekânı Kos'un adamları meşalelerle ateşe verdikleri zaman leş kokusunun yerini kısa sürede is kokusu alırdı.
"Çocuk!" Jug, Kos'u işaret ederek sesleniyordu, sesi boğuk ve cansızdı ve yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. Kos adımlarını sürüyerek yanına gitti ve Dolunay kılıcına dayanarak önünde dikildi, kollarına ve bacaklarına aniden bir halsizlik gelivermişti.
Kos, o sırada Jug'un ona çocuk diye hitap edip hafife aldığı için solucanlara yedirmekte istiyordu. Kos belli etmemek için uğraşıyordu ama canı çok sıkılmıştı.
"Bana yağma sonrası kız sözü vermemiş miydin? Kızları nereye sakladınız mahzenlere mi? Hadi çıkar ağzındaki baklayı evlat! İhtiyar Jug onları kokularından bile bulur."
Jug bu lafının üzerine Kos'tan cevap alamayınca keskin bir bakış fırlattı, acı dolu ve sert bir bakıştı, "Sen kaç yaşındasın daha çocuk? Jin ve Le ile birlik olup beni kandırabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Loncanın bütün bakire kızlarına çöküp kendinize mi saklayacaktınız yoksa?"
Ve işte Jug, Kos'a yine "çocuk" demişti. O an "Şişkin karnını bir yang kesesi gibi yaracak yaştayım Jug," dedi Kos öfkelenerek ve artık iyice sinirine dokunmaya başlamıştı. Kos'un sinirine dokunulması hoşuna gitmezdi. Onu bu çok kızdırırdı. Etrafında birilerinin canı yanabilirdi böyle durumlarda. Fakat Jug'un hala onun karşısında endişelenmeden bundan habersizmiş gibi durduğuna onunla böyle konuşmasına şaşırıyordu.
"On altı yaz geçirmişsindir, en fazla bıyıkların bile terlememiş. Daha büyük olamazsın velet. Sen annenin karnındayken ben yeminlileri düzüyordum..."
Son kelimeleri artık Kos'un karşısında ağır çekimdeymiş gibi tane tane dökülüyordu morarmış dudaklarından. İki seneyle kaçırdığını Kos ona söyleyecekti ama yüzü bembeyaz kesilmiş Jug artık onu duyamazdı. Kos'un arkasından el arabası gıcırdadı. Peşinden Eun, kan damlayan büyük baltasıyla belirdi.
Kos, "Kellesini alın derhal," dedi adamlarına Jug'u işaret ederek. "Şişko göbeğini yarıp aç kurtlara bırakın."
Çocuk demek ha! Daha yüzünde tek bir tüh bile olmayan Kos şimdiden bile Joan'daki bütün lonca bölgelerini kılıçtan geçiriyor ve bütün Metin taşlarının bile yayılmasını engel oluyor yok ediyordu.
Yaklaşmakta olan on sekizinci yaş gününde ise Chunjo'nun yeni imparatoru olmayı planlıyordu ve intikamını aldıktan sonra Jinno ile Shinsoo imparatorluklarını kendi sancağı altında birleştirmeyi hedefliyordu...