"Sorako kızları"
İkinci dünya savaşında bir ay boyunca Alman askerlerine "hizmet eden" Yahudi kızları bir ay sonunda kurşuna diziliyor ve yenileri geliyor. Gündüz ağabeyimin bürosunda ise Buddenbrook ailesini okuyorum oldukça kalın bir kitap. Yıllar sonra ağabeyim Kuşadası'na yerleşip altmışlı yaşlara yaklaştığında Tanrı'nın yok olduğuna inanacak. İnsanoğlu evrende yalnızdır ve sonsuza kadar yok olup gideceğiz! Tanrı öldü! Dürüst olmak gerekirse yirmili yaşların sonunda Tanrı'ya isyan etmeye başlamıştı. Sevdiği kızdan ayrılmasının tek sorumlusunun Tanrı olduğunu düşünüyor, günde üç paket sigara tüketiyordu.
***
***
-Anneanne, nasılsın; ben geldim!
-Hoş geldin, Necmettin. Seni çok severim bilirsin, ah bir de adın Necip olmasaydı. Ben sana Necmettin diyorum, o şerefsiz adamın ismini ağzıma almak istemiyorum.
Sohbete başlarız. Kızgın güneş karşıdaki dağın tepesinden kaybolur. Sıcak yaz gecesi başlar.
Ben uyuyamam. Müzik dinler matematik çözerim.
x2+5x+6=0 Denklemini çözünüz. İlk olarak delta hesaplanır. 25-
24=1
Ve kökler bulunur. Birinci kök (-5+1)/2=-2 İkinci kök ise (-5-1)/2=- 3 En sevdiğim konu budur.
***
***
-Ne yapalım şimdi dedi Suat, hilal bıyıklarını parmakları ile düzeltirken.
-Cumhuriyet gazetesi satan bakkalı mı yoksa devrimci bozuntusu Hakan'ı mı?
-Boş ver bakkalı Tekin Öğretmen'in oğlundan söz ediyorum. Uygun bir zamanda bir abdest aldıralım ona.
-Tam gazete alırken silkeleyelim dedi Suat abi. Her sabah dokuz civarı halasının oğlunun mağazasına inip o komünist gazetesini alıyor.
Belki tanırsın Ahmet ve Mehmet Taşdemir kardeşler. Deli veli Abid hocanın oğulları.
-Nizip'te Abid hocayı tanımayan adam var mı, oğlum? Adam bir elinde şarap şişesi diğer elinde Kuran ile çarşı camiinin önünde vaaz veriyor.
Mehmet nasıl biridir bilmem ama Ahmet zampara bir adam. Askerden yeni geldi bir an evvel evlenmeli dedi Suat. Biraz düşündü sakalını avuçladı. Sabah sabah olay çıkarmayalım. Gece sağa sola yazarken yakalarız nasıl olsa.
Şimdi Cumhuriyet Mahallesi esnafından ülkücü gençlerin eğitim masrafları için yardım toplayalım. Mahalleye yeni taşınan bir adam var, manifaturacı İsmet. İki daire ve murat 131 araba aldı.
-Vatandaş Sümerbank'tan yoruldu artık, Suat abi, herkes manifaturadan alıp evde dikiyor.
-Yarın ziyaret edelim İsmet ustayı. Bugün bildiri dağıtacağız unutmayın.
Bu arada Hakan üzerinde Deniz Gezmiş parkası ile her sabah olduğu gibi gazeteciye geldi. Cumhuriyet henüz gelmedi dedi, Ahmet. Bugün biraz gecikti. Nasılsın? Bir çay söyleyeyim. Hakan beklemek için küçük iskemle alıp oturdu. Ahmet ise ben kapı önüne çıkıyorum deyip yanına ilişti. Mehmet gazeteleri yerleştirmeye başladı.
Ön sırada Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet,
(cumhuriyetin yeri şimdilik boş kaldı) Arka sırada Milli gazete ve tercüman. Müftülük camii imamı her sabah olduğu gibi Milli Gazete alıp cübbesinin altına sıkıştırdı. İmreniyorum bu sakallıya dedi Ahmet. Lojman var maaş var günde beş defa yatıp kalkarak para kazanıyor softa.
"Din, bir afyondur halam oğlu" dedi hakan. O yıllarda "kuzen" kelimesi icat edilmemişti. Manifaturacı İsmet ağır kepengi büyük bir gürültü ile kaldırdı. "Mahallemizin yeni sakini" dedi Ahmet.
- "Artık köylüler de Cumhuriyet mahallesine yerleşiyor, çok genç bir karısı var. Köylü olmak vardı!"
-"Çok kazanıyor galiba" dedi Hakan. Bir an düşündükten sonra,
-"Sadece İsmet Yıldız değil tüm manifaturacılar çok kazanıyor. Vatandaş çareyi kendi elbisesini dikmekte buluyor. Ne yazık ki kapitalist sistem halkımızı her geçen gün daha da fakirleştiriyor." dedi.
Manifaturacı İsmet "bismillah" deyip anahtarı deliğe soktu. Bir elinde nohut dürümü vardı. Büyük oğlu Süleyman'a çay söylemesi için işaret etti. Sıcak çay eşliğinde bol acılı nohut dürümü en pratik kahvaltıydı. Nohut bir gece evvelden ıslatılır, sabah erkenden kemik suyu ile uzun süre haşlanırdı. Kulak memesi kıvamına gelince bol soğan doğranır, yüzüne ince kıyılmış maydanoz serpilirdi. Müşteri isterse dürümüne limon sıkıp pul biber ekler ve afiyetle yerdi. Tekin öğretmen gün ağarmadan nohut alıp dürümünü evde hazırlar küçük oğlunu uyandırmaya kıyamazdı. Oğuzhan yüzünü yıkayıp nohut dürümünü yedikten sonra vilayete giden
belediye otobüsü Mercedes 0-302 'ye biner kırk dakikalık yolculuktan sonra ilk derse yetişirdi. Kuzeni Necip aynı servise biniyor olmasına rağmen farklı koltuğa oturur, iki yabancı gibi otobüse kadar ayrı yürürlerdi. Süleyman çok garip buldu bu durumu hem akraba hem komşu olan iki çocuk biri önde biri arkada konuşmadan her sabah belediye otobüsüne varırdı. Barak köyünde ise komşuluk ve akrabalık ilişkileri çok önemliydi. Cumhuriyet mahallesinde adet böyleydi herhalde dedi kendi kendine. Babasının yeni aldığı Murat 131 'in camını silerken.
***
Vakit gece yarısını geçti, İsmet'in tamir ettiği vantilatörü çalıştırdım. Tam karşımda gürültülü bir şekilde dönüyor. Çocuklarımı düşünüyorum. Acaba aşağıda neler yapıyorlar, evlilikleri nasıl? Beni bu barakaya tek başıma bıraktılar, ev kedisiymişim gibi önüme bir kap yemek bırakıp gidiyorlar. Gündüz Türkan geldi yanıma biraz sohbet ettik üstüne İsmet de geldi, anteni dönmüş onu düzeltecekmiş, barakamın üzerindeki teneke çatıya çıkarken kıza bağırdı, doğru düzgün otur karşımda! Sana mı soracağım dedi Türkan, burası annemin evi. Ona bakınca geçmişe gittim, küçük bir kız çocuğu olduğu günleri anımsadım. Geceleri yanıma sokulup bana yalvarmaya başlardı.
-Anne? Uyudun mu?
-Uyumadım.
-Sakın uyuma anne. Sen uyuyup horlamaya başladığın zaman hemen geliyor.
-Merak etme uyumam.
-Keşke babam bizi bırakıp gitmeseydi. Ona derdimi anlatırdım, iyice döverdi bu pisliği.
Tekin abime söylesem mi? O dövse şunu belki bir daha yapmaz.
-Çocukları kavgaya tutuşturma Türkan, sana öyle gelmiştir, benim oğlum yapmaz öyle şey. Sen üşüme diye üzerini örtmüştür.
-Her gece mi anne? Her gece mi üzerimi örtüyor? Tekin abim neden gelip üzerimi örtmüyor o zaman?
Her sabah beni okula bırakıyor, kalemimi kitabımı alıp derslerime yardım ediyor ama o sapık gibi ben uyurken ellerini üzerimde gezdirmiyor. Uyudun mu anne?
Ben çoktan uykuya dalmış olurdum. Dört çocuğa hem annelik hem de babalık yapmak kolay değildi. Her kahvaltıda yoğurttan başka yiyecek bir şeyimiz olmazdı. Kocam olacak o adam yeni karısı ile cicim ayları yaşarken biz kuru ekmeğe muhtaçtık. Türkan ile para istemek için beyefendinin tamirci dükkânına gittik, dönüşte köşe başında bir kalabalık toplanmış, zavallı bir genci kıstırmışlar herkes dövüyor nasıl üzüldüm çocuğa.
Neden dövdüklerini sordum.
Kalabalıktan öfkeli bir adam derin nefes aldı, bu pislik çocuğunu emziren zavallı kadını pencere önünde kendini tatmin ederek izliyordu dedi. Başındaki kalabalık dağıldığında yüzü kan içinde olan gencin küçük oğlum olduğunu fark ettim. Kızımın elinden tutup hemen uzaklaştım, bizi görmedi, çok şükür! Evet, Türkan haklıydı sabaha kadar kızın başında nöbet tutmam gerek çünkü oğlum içinde etrafında bir dişinin olması yeterli, kız kardeşi de olsa ilk bulduğu fırsatta ellerini üzerinde gezdirir zavallı yavrumun. En iyisi Tekin'e anlatmak, abisinden çekinir yapmaz belki. Bugün anteni çevirirken bile beş çocuk annesi olmuş kadına bakıyordu. Masum görünmek için bir de kızdı. Doğru oturmalıymış! Bence sen bakışlarını ondan uzak tut! Ben bu çocuğun evlendiği zaman düzeleceğini başkalarının evini gözetlemeyeceğini sandım. Güvercinler tepemde yine tenekeden yapılmış derme çatma, çatıya konuyorlar.
-Ayağım kangren olmasaydı bu soysuza vermezdi babam beni. Üç tane sabun imalathanesi sahibi zengin adamın damadı olacak adama bak! Ah, Mustafa, Ah!
Yıllarca bekledim seni yedi yıl sonra nişanı bozup beni bu soysuza bıraktın dükkânındaki kuru incir torbandan birkaç tane aldı diye küçük kızımı nasıl dövmüş. Ellerin kırılsın Necip Gümüştaş! Ayak sesleri geliyor. Bu saatte kim acaba?
-Uyudun mu nine? Ben necip
-Gel oğlum sesin Oğuzhan'ın sesine ne kadar da benziyor
Bu yaz tatilinde video kiralama dükkânında işe başladım. İlk önce yaz sıcağında yokuşu ter içinde çıkıp pasaja giriyorum, manavın yanındaki küçük dükkân.
İnsanlar hep küçük Emrah kiralıyor. Gençler ise yarasa adam filmini seviyor. Patronum genç bir adam, süper ekip Miami'de filminin ismini söylerken Miami şehrinin ismini yazıldığı gibi okuması benim için oldukça komik; onun çok muhafazakâr olduğunu düşünüyorum. Gerçi bu kasabada herkes için aynı şey geçerli.
Gençler buluşmak için kırk dakika yol gidip vilayette bir kafede oturuyor.
Bu kasabada bayan öğretmenler dışında kadınlar kapalı, patronumun eşi de öyle türban takıyor. Geçen hafta patronum elime parayı tutuşturdu, büyük bir karpuz al eve götür dedi.
Ev çok uzakta değil ama ben ne kadar da beceriksizim!
Koca karpuzu yere düşürdüm ve poşetin içinde ikiye ayrıldı. Bu şekilde getirdiğim için patronun eşinin yüzü asıldı.
Kapıyı açmadan önce uzun pardösü giymiş türban takmıştı. 15 yaşında olmama rağmen onun için namahrem sayılırdım. Dükkâna döndüğümde patronum kızdı çabuk gidip gelip gelmem gerekmiş.
***
Patronumun evinde tüm perdeler kapalı evde hayaletler var gibi ne tesadüf ben karpuzu götürürken Saadet teyzemin büyük oğlu ile karşılaştım. Dükkânı Mehmet ağabeye bırakıp gezintiye çıkmıştı anlaşılan. Bir hafta sonra bir kilogram domates iki kilogram patlıcan alıp yine yola koyuldum.
Ne tesadüf!
Ahmet ağabey yine bu sokaktaydı. Nefes nefese kalmıştı sanki halı saha maçından çıkmış gibiydi. Ertesi yaz tüm kasaba aynı konuyu konuşuyordu. Ben videocu yerine gazetecide çalışmaya başlamıştım. Ahmet ağabey bir gece gizlice otobüse binip İstanbul'un yolunu tutmuştu. Eve her sipariş götürdüğümde o sokakta neden ona rastladığımı anlamıştım.
Patronun evinin karşısında Hacı Leylek Câmi vardı. Bu câminin imamı namaz kıldırmaktan arta kalan vakitlerde işi gücü bırakıp Ahmet ağabeyi izlemişti. Patronum öğle yemeğini her gün aynı saatte yedikten sonra evden ayrılıyordu. Yarım saat sonra Ahmet ağabey gizlice patronunun evine giriyordu.
Patronun türbanlı Hanımı ile yasak ilişki yaşıyordu! Camii imamı patronuma her şeyi anlattı. Korkudan bizimki Çayır ağası Turizmin 0302Mercedes-Benz otobüsüne binip gurbet yoluna düşmüştü. Patronum eşinden ayrılıp yeniden evlendi. Karısının ise öldürülmesi gerekiyordu. Bizim kasabamız çok namuslu! bir kasabaydı ancak patronumun eşini öldürünce yıllarını demir parmaklıklar arkasında geçirmek istemeyen erkek kardeşleri, annelerinden ricada bulundu.
-Bizi katil etme anne şuna fare zehri ver içsin.
-Haklısınız dedi anneleri al bakalım güzel kızım iç şunu oğullarımı hapse göndermem ben.
Zavallı içerken yarısını üzerime döktü akıllı kızım benim diyordu annesi saçlarını okşarken. Cenazesi hastaneye geldiğinde organları alındı ve kimsesizler mezarlığına gömüldü. Namuslu kasabamızda hiç kimse polise gidip bunun intihar değil cinayet olduğunu bildirmedi.
***
-Biz doğuluyuz dedi annem telefonda bizim için namus başta gelir.
Üniversite yıllarında batılı sevgilim ile evlenmeye karar vermiştim. Sevgilim benden önce bir ilişki yaşadığını söyledi. Sizin oralarda ilk gece çarşafa bakılırmış, öyle mi? Hayır dedim o işler geçmişte kaldı (yalan!)
Ailem bu ilişkiye onay vermedi. Bu yolda artık yalnızdım. Sevgilim istenmeyen gelin olduğunu anladı anda terk etti beni. 26 KC 751 plakalı beyaz Renault arabasına binip hızla uzaklaştı. Çok pişman olup bana geri dönecek dedim içimden. Hiç kimse onunla evlenmeyecek ve tek başına sıcak yatağında hayata veda edecek. Her öngörümde olduğu gibi bu sefer de yanılmıştım.
***
***
O geceyi hatırlıyorum ben yabancı müzik dinleyip zıplarken anneannem teras katındaki barakada felç geçiriyordu. 1994 yılının ilk dört ayını felçli olarak geçirdikten sonra aramızdan ayrıldı. Bu dört ay boyunca üniversite yaşamına alışmaya çalıştım. İlk olarak kot pantolon altına kundura giymenin yanlış olduğunu düşündüm. Sınıf arkadaşlarım daha ilk haftadan kaynaştı ve flörtler başladı. İzmirli bir asker kızının güzelliğini uzaktan izlemek hoşuna gidiyordu. Ben onu izlerken Dilek en uzunu bir ay süren ilişkilerine ara vermeden devam ediyordu. Benim de üyesi olduğum medeni cesaretten yoksun olanlar kızlardan uzak olmayı tercih etti.
Bu satırları yazarken "It is my life" dinliyorum. Anneannem ile yaptığımız uzun sohbetleri özlüyorum.
Eskişehir, sokakları çamur içinde, hava kirliliği yüksek bir yer.
İlk günümde Eczacılık Fakültesi kapısından içeri girmek yerine o uzun yolu yürüyüp ana kapıdan kampüse girdim. Gençliğim göz doktoruna muayene olup ucuz gözlük kullanmakla geçti. En azından üniversitede gözlükten kurtulmaya karar verdim. Bu nedenle "Mavi Hastaneye" gidip lens almaya karar verdim. Muayene sırası beklerken uzun boylu esmer bir kızın yanına oturdum. Sohbet etmeye başladık. Eğitim iletişim planlanması okuduğunu söyledi benim gibi birinci sınıf öğrencisiydi. Hastaneden beraber çıkıp yemekhaneye kadar yürüdük, onu yemeğe davet etmeyi düşündüm ama medeni cesaretimin yeteri kadar yüksek olmaması ve reddedilme korkusu baskın geldi.
Birkaç ay sonra okul çıkışı otostop çekerken tanımadığım kız bana selam verdi.
-Hayırlı olsun. Lens almışsın.
-Ben sizi tanıyamadım.
-Beni hatırlamadın mı? Ben Gonca.
-Neyse hatırlamana gerek yok.
Yüzü asıldı ve hızla yanımdan uzaklaştı. Onu tanımama çok kırılmıştı. Bir hafta sonra fakültesine gidip özür diledim. Yıllar sonra onu kucağında bebeği ile otobüs durağında gördüm. Bu kez o beni tanımadı. . Evlenmiş iki çocuk annesi olmuş ve eşinden ayrılmıştı. Sosyal medya da fotoğraflarını beğenip mesajlar yazdım ona. Eşim ile arkadaş oldular. Çocukları ile evimize gelip bize misafir olduğu zamanlar oldu.
***
-Nasılsın Hakan?
-1978 yılına yakında veda edeceğiz?
-Yılbaşı gecesi ne yapacaksın yoldaş?
-Ben yılbaşı gecesine inanmıyorum yoldaş.
-O gece içki içip hindi yemek bence bir devrimciye yakışmıyor. Bu arada dün gece kıraathanede anlatılanlar hakkında ne düşünüyorsun? Kahramanmaraş'ta yaşayan Alevi kardeşlerimiz için huzursuz bir ortam olduğu konuşuluyor. Faşistler alevi yoldaşlara saldırabilir. Bazı Alevilerin evlerine işaretler konmuş. Toplantı için bu akşam yola çıkacağım. Türkoğlu'nda toplanıp genel bir durum değerlendirmesi yapacağız.
-Sence hedef sadece Aleviler mi, yoldaş Hakan?
-Bu güzel bir soru arkadaşım. Gerginlik sadece alevi Sünni mezhep farkından kaynaklanmıyor. Faşist ülkücüler Kürt yoldaşları yok etmek istiyor. Suat, Ökkeş ve Abuzer geçen hafta Maraş'a gitmiş. Türk ocağında toplanmışlar. "güneş ne zaman doğacak" filmini izleyeceklermiş. Film çıkışında ses bombası atacağız. O faşistler korksun.
-Gösterime Ülkücü Gençlik Derneği Kahramanmaraş şube başkanı Mehmet Leblebici ve ikinci Başkan Mustafa Kanlı dere ve ülkücü genç olan Ökkeş Kenger de gelecek. .
Maraş dolmuşunda daha uzun boylu konuşuruz. Dedi hakan. O sırada soluk soluğa kalmış bir yoldaş kahveye girdi. Yoldaşlar, duydunuz mu?
Kalabalık sağcı bir grup ile Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup ülkücü Cumhuriyet Halk Partisi il merkezine, PTT ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binalarına saldırmış. Olayların büyüyeceğini düşünüyorum dedi hakan. Hemen yola çıkmalıyız.
***
Tekin öğretmen öğretmenevinde sigarasını tüttürürken derin düşüncelere daldı. Büyük oğlu için endişeliydi. Memlekette günde yirmi kişi hayatını kaybediyordu. Teoman ise dersleri boşlamaya başlamıştı. Anadolu lisesini kazanmak büyük bir başarıydı evet ama son günlerde okuldan kaçmaya kız arkadaşı ile vilayette buluşmaya başlamıştı.
En küçük oğlu Oğuzhan'ın doktor olacağına inanıyordu. Teoman kadar zeki olmasa da azimli bir çocuktu.
Doktor olmak için gerekli olan buydu: azimli olmak! İnsanlar sırası gelip muayene odasına girdiği zaman doktorun karşısında esas duruşta bekliyordu. Üstelik doktorluk çok kazandıran bir meslekti. Sadece yarım gün devlet hastanesinde çalışıp öğleden sonra özel muayenede maaşının en az üç katını kazanıyorlardı. Eşi şükran öğretmen bir kız çocuğunun olmasını çok istiyordu. İsim de düşünmüştü. Neslihan.
Hakan Teoman Oğuzhan ve Neslihan. İsim sırası kafiyeli olmuştu. Sigara kül tablasında içmeden bitivermişti. Nasıl da dalmışım! Bu sırada Fatih öğretmenin sesi ile irkildi. Hayırdır, Karadeniz'de gemilerin mi battı? Merhaba enişte dedi tekin hoca, hoş geldin. Kardeş apartmanının harcını kazarken bize yardım etmek yerine kahvede çay içtin ama ne kader ki; sana mecburum, kız kardeşim Türkan'ın kocasısın diye düşündü. Sonra derin düşüncelerinden sıyrıldı.
-Çay içer misin enişte?
O sırada küçük Oğuzhan geldi.
-Baba büyük ağabeyim, Maraş'a gitti.
Necip geçmişe gitti yine, askeri darbe öncesi ülkeyi hatırladı. 100'den fazla kişinin hayatını kaybetmesine, yüzlerce kişininse yaralanmasına sebep olan 'Maraş katliamının' üzerinden 43 yıl geçmişti.
12 Eylül darbesine yol açan olaylardan biri olarak görülen Maraş katliamında genellikle Alevi kökenliler hedef alındı. Yıllarca süren yargılamalarda 29 idam ve 7 müebbet kararı verildi. 1978'de Maraş'ta yaşanan olaylarda resmi rakamlara göre 100'den fazla kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Resmi olmayan beyanlara göre ise hayatını kaybedenlerin sayısı 500'ün üzerindeydi. Katliamla ilgili 804 kişi hakkında dava açıldı; sanıklardan 29'u idam, 7'si müebbet hapisle, 321 kişi de 1-24 yıl arasında hapisle cezalandırıldı.
Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta vuku bulmuş ve saldırılar genel itibariyle Alevilere yönelik yapılmıştır. Olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, Yüze yakın işyeri tahrip edildi. Yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. Maraş'ta yaşanan katliam 12 Eylül darbesine sebep olan olaylardan biri olarak görüldü. Millî İstihbarat Teşkilatı'na göre olayların başlamasında " Türk-Kürt meselesi" de etken olmuştur.
Kalabalık sağcı bir grup ile Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup ülkücü Cumhuriyet Halk Partisi il merkezine, PTT ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binalarına saldırdı.
Olayların büyümesi üzerine o zamanki Kahramanmaraş valisi Tahsin Soylu kente askeri güç gönderilmesini istemiş, ancak talebi uygun görülmemiştir. 24 Aralık'ta saldırıların güvenlik görevlilerine yönelmesi üzerine, halkla çatışmayı önlemek gerekçesiyle kentteki bütün polisler görev dışı bırakıldı. Sünni kesim bundan istifade ederek Aleviler
üzerindeki baskılarını arttırdı. Kentte durum kontrolden çıkarken, il genelinde huzursuz bir ortam oluştu.
Bir hafta süren karşılıklı saldırıları önlemek amacı ile kente, Kayseri ve Gaziantep'ten askeri birlikler gönderildi. Çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürdü. Sanıklardan 29'u idam, 7'si müebbet, 321'i de 1-24 yıl arasında hapis cezalarına çarptırıldı.
İdam ve müebbet dışında hapis cezası verilenlere 1/6 oranında indirim uygulanarak cezalar azaltıldı.
Sıkıyönetim mahkemesinin idam kararları da Yargıtay tarafından bozuldu. Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979'da, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980'de ve Ahmet Albay 3 Mayıs 1980'de öldürüldü.
Hapis cezası alanların cezaları ise 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ertelendi. Hükümlülerin cezalarının ertelenmesinin ardından serbest bırakıldı.
***
-Necip evde mi? Aşağı oynamaya gelirdi. (komşumuzun oğlu Süleyman bana bu şekilde hitap ederdi)
-Necip gel futbol kartlarımızla oynayalım.
Sen başla.
İlk kartımı tozlu betona koydum
21 numara Cevad Prekazi. 2 numara İsmail
Sıra bende.
Elimdeki destede en üstte bulunan kartı yere bırakıyorum. Dizlerim kabuk bağlamış yaralarla dolu.
Köşe başındaki boş evin avlusunda oynuyoruz.
3 numara Kovaçeviç (bjk)
-Bu pazar beni maça çağırmayı unutma Süleyman.
-Necip geçen hafta seni ileride oynattım. Çok gol kaçırdın, topu sürüp kaleye yaklaşmak varken uzaktan vuruyorsun, uygun pozisyonda ise topa sertçe vurmak yerine ceza sahasına girmeye çalışıyorsun.
-Hadi be Süleyman!
3 numara kovaçeviç'ten sonra sıra bende kartımı yere bırakıyorum 7 numara Uğur Tütüneker (GS)
-Bu maçta ileriye Ömer'i koyacağım. Şimdiye kadar ona şans vermedim.
32 numara Fatih Terim (defans –GS)
-Tamam, Süleyman ona şans ver ben de savunmada durayım. Defansa razıyım hadi be Süleyman! Sen takımları oluştur, Barak köyünden arkadaşlarında gelecek mi?
42 numara Şeker Begoviç (BJK)
Onlar olmadan takım olmaz, Necip.
Yerde futbolcu kartları birikmeye başlamıştı. Kaybetme korkusu ile sıramı oynadım.
-Kaç tane bilyen var Süleyman?
99- Erhan
(Sakallı – Galatasaray'da defans oynuyor. )
-Söylemem!
-Süleyman senin kalbin mi delik?
-He.
-Maç oynarken hızlı koşamazsın değil mi?
-O yüzden her maç savunmada duruyorum ya.
-Yarışalım mı?
-Tamam. Akif'i de çağır. Yarış buradan başlayacak. Cumhuriyet İlkokulunda bitecek.
Kartını yere bıraktı.
13- numara hami mandıralı (Trabzonspor)
-Kabul ediyorum, Süleyman. Size avans vereceğim. Sana ve kardeşine birkaç metre avans vereceğim. Çağır Akif' i evdedir şimdi.
11-numara Semih yuva kuran
Akif biz çağırmadan elinde karpuz çekirdekleri ile yanımıza geldi. Ben de biraz aldım ama kokudan yiyemedim. Midem bulandı hepsini iade ettim.
Öğlen patlıcan kebabı yedik diyor Akif. Yemekten sonra ellerini yıkamadın mı?
Ay çekirdeklerinde yağ ve koyun eti kokusu var.
27 numara Ünal (TS)
-Sıra senin Süleyman
-Ulan Akif git elini ağzını yıka!
-Yoksa seni burada kaldırır yere vururum!
Diyor Süleyman.
27 numara ümit (Zonguldak spor)
Ve kaybettim. Süleyman büyük bir sevinç ile yerde biriken kartları ceplerine dolduruyor. Hiç kısa pantolon giymez. Babasının mağazasından alınan kumaşla annesi diker ve cepleri hep büyüktür. Dükkânda işim var deyip ayrılıyor Süleyman. Akif ile ben baş başa kaldık. Duydun mu Neco? KİP mağazasına yeni bir çırak gelmiş. İsmi de bir acayip: "Taylan"
Başına i harfi eklesen İtalyan olur. (Sırıtmaya başladı kocaman ağzı ile)
- gülle oynayalım mı, Neco?
Çemberi sen çiz.
O yıllarda tebeşir sıkıntısı çekmezdik. Bazı evlerin duvarlarından dökülen parçaları kullanırdık. Büyük bir çember çiziyorum. Çemberin üzerine bilyeleri rastgele yerleştiriyoruz. İkimiz de üçer tane koyduk.
-Neco! Utarım seni diyor Akif. Sakın ağlama kaybedince süt çocuğu!
- Bu Talyan mıdır Taylan mıdır, kartvizit oyunundan oynar mı?
-Evet diyor Akif elinde çok kartvizit var, zengin yani, hadi Neco ilk atışı sen yap senin gibi apartman çocukları önce başlamalı.
-Çizdiğim çemberin üç adım (çocuk adımı tabii) gerisinde uzun bir doğru çizmiştim.
Doğrunun arkasına geçip yere çömeliyorum. Nişan alıp atışımı yapıyorum. Çok da kötü değil, en azından büyük çembere yaklaştım. Bununla birlikte Akif ilk atışta bilyelerden birini çemberin dışına çıkarmayı başarırsa onu kazanmış oluyor ve tekrar atış yapma hakkı kazanıyor. - Taylan'da kartvizit çok çünkü babası avukatmış. Futbolcu kartlarından sonra en önem verdiğim ikinci oyun kartvizitlerle oynamaktı. Oyun şu şekilde oynanır:
Yere atılan kartvizitteki telefon numarasının son basamağına bakılır. Bu rakamlar örtüşürse pişti olur ve son kartı atan kazanır. Neco, at bakalım diyor kartını Akif. Sonra ekliyor:
-Süt gibisin Necip, sana bir kere sığdırmayı çok isterdim.
-Neyi? Dedim ben de aptalca.
Taylan ile ilk kartvizit oyunumuzda büyük bir şok yaşadım. Sıra ondaydı. Desteden seçtiği kartvizitte şu yazıyordu:
Avukat
Bahattin ALAGÖZ
-Taylan ben bu ismi tanıyorum dedim sevinç içinde. Bu adamın kızı benim sınıf arkadaşım. İsmi Pınar.
-o benim ablam olur dedi Taylan.
O gün öğlene kadar hep kazanıyorum. Elinde kartı bitince para karşılığı ona kart verip tekrar oynuyoruz. Zengin çocuğu olduğu için bol para veriyor. Ben de kazandığım parayı anneme veriyorum. O da çok memnun oldu. En son bir torba dolusu zeytin getirdiğimde böyle mutlu olmuştu. Taylan da benim gibi âşık. Salih ekmekçi ilkokulunda hademelik yapan bir adamın kızına deliler gibi âşık. Saf ve temiz bir çocukluk aşkı bu. 1982 yılında benim Özlem Ayşe'ye olan hislerim gibi…
Bu aşkın kaderi de ayrılıkmış ne yazık ki, babası milletvekili seçilen Taylan Ankara'ya taşınıyor. Birden yaşamından çıkıyor fakir kızın. Ankara'daki yeni yaşamında onu unutmuyor mektup yazıyor telefon ediyor. Pınar ve annesi bu fakir kızın Alagöz ailesine layık olmadığını düşünüyor. Evlenmelerine engel oluyorlar ve onsuz yaşamın anlamsız olduğuna karar veriyor esas oğlan, hayatına son veriyor. Onun intiharı gazetelerde manşet oluyor. Bir intihar olayı ne zaman magazin haberine dönüşür? Bir önceki çarşamba akşamı Siyaset Meydanı'nda magazin gazeteciliği konuşuluyor.
Canlı bir tartışma olacağının işaretini Okan Bayülgen verdi. Gene hemen belli oldu ki, Ali Eyüboğlu da ona karşı birikmiş öfkesini her fırsatta açığa vurmaktan geri durmayacak. Selim Akçin de gazeteci arkadaşıyla birlikti. Okan Bayülgen kavgaya dünden hazır, ama Ali Kırca daha fazlasına fırsat vermedi. 17 millî kanal bu reklam pastasıyla beslenemez, diyor. Bu sayının altıya, yediye indirilmesi lazım ki kanallar
reklam temini için bugün olduğu kadar zorlanmak ve ödün vermek durumunda kalmasın. Okan Bayülgen bir noktada ısrar ediyor:
– Reyting ve para kazanma sebep ve amaç mıdır, yoksa sonuç mu?
Önce bu yanılgıdan kurtulmalıyız!
Ali Saydam:
– Gazete satışları magazin haberleriyle de artmadı, diyor. Reklam verenlerden bir iş adamı «Türkiye'nin seviyesi Mehmet Ali Erbil çizgisidir, diyordu. Türk halkı Nurseli İdiz'le, Okan Bayülgen'le ilgili haberlere o kadar da itibar etmiyor. Böyle olsa AKP iktidara gelmezdi. Orhan Pamuk mesela, basında ilk üçe girerken, halkın gündeminde ilk 20'ye bile girmiyor. Bu eksen üzerinde konuşalım. Ama konuşamıyoruz.
Can TANRIYAR göze aldıkları fedakârlığı söylüyor. O kadar tutulmasına rağmen Televole adından vazgeçmişler. Nurseli İdiz, «Eski sevgilisinin kapısına bıçak sapladı, bir başka gece otelde dağıttı" haberlerini veren 17 ayrı gazeteden birinin olsun, açıp da ne olduğunu ona sormayışından şikâyet ediyor. Doçent Âdem Sözüer, hukuk vasatında düşünmeyi ve konuşmayı sağlamaya çalışıyor.
–Kanunlar bireyin ürün ve eşya durumuna indirilmesine izin vermez. İnsan amaçtır, küçük düşürülemez. Özel hayatı ifşa, hapisle cezalandırılır. Ancak kamu yararı varsa, hadise haberleştirilebilir. Halkın merak etmesi, öğrenmek istemesi o hadisenin haberleştirilmesini meşru kılmaz. Bir hayatın kamuya açık olması, onun kamulaştırıldığı anlamına da gelmez.
Selim Akçin, «Ya kamu merak ediyorsa?», diye soruyor.
– Merak edilme hukukun dikkate alacağı bir ölçüt değil. Kamu yararının ne olduğunu belirlemeye çalışıyorlar. Başörtüsüz namaz
kılanlar haberinde böyle bir yarar olduğunda birleşiyorlar. Millî maç öncesi bir kulüpte geç saatlere kadar eğlenen futbolcu haberi de öyle.
Bayülgen sabırsızlanıyor:
– Gazeteciler kanun maddelerini başka yerde öğrensinler.
Ali Eyüboğlu isyan ediyor:
– Okan'ı reddediyorum. Ne uzman, ne de bir şey. Haddini aşıyor. Ragıp Duran'ın altını çizeceği dört konu var. 1. Beuve-Mery'-nin dediği:
«Her ülke layık olduğu gazeteyi okur" 2. Gazeteci sormalı, kim için, ne amaçla yapıyorum işimi, diye. 3. Magazin bizde 1980'lerin eseridir; bireyin ve ben iddiasının öne çıktığı dönem. 4. Magazin adı dergiden geliyor; hafif-zarif, daha kolay okunur, demek. Ragıp Duran hoşgörüyle bakıyor hadiseye.
Ali Saydam soruyor:
– Sivil toplum kuruluşları, onlar nerelerde? Mesela magazin habercilerinin derneği?
Siyaset Meydanı günü gazetelerde bir intihar haberi vardı. Teknik Üniversite araştırma görevlisi inşaat mühendisi Taylan Alagöz, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne kendi otomobiliyle geldi, kaldırıma yanaştı, indi ve parmaklıklardan atladı. Cesedi bulundu, kıyıya çıkarıldı. Terk ettiği arabada intihar niyetini belirten bir mektup vardı. Haber bu kadardı.
Taylan Alagöz düştüğü sırada köprünün altından geçmekte olan ve hadiseyi gördükleri halde –karakolda şahitliğe çağrılırım endişesiyle– görmezden gelmeyi tercih eden deniz araçları personeli ve yolcuları olduysa; buna karşılık özel ve pek güzel bir teknenin, yoluna devam etmekten hemen vazgeçerek, intihara teşebbüs eden insan için bir şeyler yapabilir miyiz diye çırpındığı ve gereken her şeyi yaptığı görüldüyse;
o tekne sahibesi de hepimizin tanıdığı ve saygı duyduğu bir Hanımsa. . . İşte bu, en âlâsından bir magazin haberidir.
Meslek etiğinin ayıplamayı, hukukun cezalandırmayı aklından geçirmeyeceği, hadiseyi görmezden gelenleri kamu vicdanında mahkûm edecek, herkesi ilgilendirecek, tam anlamıyla bir magazin haberi. . .
O mektupta ne yazdığını hala merak ederim. Gazetecilik sevdiğim bir meslekti. Ağabeyim Cem, Gaziantep Sabah gazetesinin Nizip temsilcisi olarak çalışıyordu. Fotoğraf makinemle birlikte sabah ilk iş karakola giderdim. Kimi zaman ilçe kaymakamı ile kimi zaman ANAVATAN partisinin ya da başka bir partinin basın toplantısına katılırdım. Cem sayesinde xx yayınları ile tanıştım. Bürosunda hepsi aynı yayınevinden olan yüz tane kitap vardı.
İlk önce Buddenbrook ailesini okudum, sonra beş yüz sayfa boyunca şehvet ve cinsellikten başka bir şey anlatmayan bir kitap okudum. Yanlış hatırlamıyorsam ismi aldatmaktı. Gene büroda kitaba dalmışken Oğuzhan geldi ziyaretime çok şaşırmıştım. Evden nadiren çıkan video kaset çalarda Minik kelebek şarkısını dinleyen kuzenim beni ziyarete gelmişti. Üniversite sınavına girip ikimizin de kaybettiği yıldı. Sıcak boğucu bir yazdı. Kuzenim sayesinde okul arkadaşlarımızın çoğunun tıp fakültesini kazandığını öğrendim. Yol ayrımına gelmiştim. Kuzenim gibi bir yıl daha sıkı çalışıp tekrar sınava girecektim ya da Tansu ÇİLLER tarafından ilk kez uygulanacak olan ek kontenjandan başvuru yapacaktım. Kuzenimle lise günlerinden konuştuk bana bir itirafta bulundu sınıf arkadaşı eylemden hoşlandığını söyledi. Ben de cesaretimi topladım lise 1 de pınardan hoşlandığımı hatta ona karşı hala hislerim olduğunu anlattım. Benimle dalga geçeceğini düşünüyordum. "Ulan sen kimsin de bir devlet bakanının kızını tavlayacaksın!" Demesini bekledim. Ama o bana moral verdi ve destek oldu.
Bu kendimden utandığım bir andı. Ben sekizinci sınıfta onu küçük düşürmeye çalışmıştım. Eda ile anlaşıp onun hisleri ile oynadım. Kuzenime bizim sınıftan bir kızın kendisinden hoşlandığını, çıkmak (o ne demekse) istediğini anlattım. O da cesaretini toplayıp kıza teklif etti ve reddedildi elbette. Bunu ne amaçla yaptım bu derece neden kuzenime nefret duyduğumu şimdi hatırlamıyorum. O benim gibi ek kontenjandan yararlanmak yerine sınava yeniden hazırlandı ve hayalindeki bölümü yani tıp fakültesini kazandı. Bu bölüm onun hayali miydi yoksa annesi ve babası istediği için mi motive olup çalışmıştı acaba. Bundan sonraki hayatım boyunca ay sonunu getiremediğim her zaman pişmanlık hissettim. Öğretmen olmak yerine sınava yeniden girip doktor olsam bu derece fakir olmazdım dedim kendime. . Bu pişmanlık Neslihan ile evlendikten sonra şekil değiştirdi.
Kuzenime çay ısmarladım sonra sevdiği halka tatlısından ikram ettim. Çamlıktaki yüzme havuzundan çıktıktan sonra yorgun argın yarım kilo halka tatlıyı kısa sürede bitirirdi. Yüzme bilmeden havuza balıklama atlayıp dibe batınca beni kurtaran kuzenim yüzmeyi de öğretmişti. Okuduğun kitap çok güzelmiş dedi Kapağındaki fotoğraf da çok ilginç deyip sırıtmaya başladı. Kitabın içeriği her ergen gibi onun da ilgisini çekmişti. Ona gazetecilik anılarımı anlattım. Geçen hafta zavallı bir kadının iki çocuğunu kucağına alıp Fırat nehrinin soğuk sularına atladığını cenazelerin Suriye'de bulunduğunu anlattım. Ben hiçbir şeyin farkında değildim o ise her şeyin farkındaydı. Sadece matematik çalışarak yüksek puan almanın imkânsız olduğunun farkındaydı. Bir ilişkide kadın ve erkeğin denk olmaları gerektiğinin farkındaydı. 118 bilinmeyen numaralar servisinden sevdiğin kızın telefon numarasını bulup sanki dün görüşmüş gibi konuşarak kız tavlamanın imkânsız olduğunun farkındaydı. Derste seni seviyorum deyip kırmızı kalemi alma bahanesi ile bir kızın elini tutmanın onu tavlamak için yeterli olmadığının farkındaydı.
Oğuzhan ne küçük abisi kız peşinde ne de büyük abisi gibi siyaset peşinde koşmamıştı. Sorumluluklarını biliyor ve disiplinli çalışıyordu. Lise yıllarında -benim gibi- insanlarla kavga etmiyordu. Sırf Pınar'ın yanında beni küçük düşürdü diye zavallı çocuğun burnunu kırmıştım. Başka bir çocuğu basketbol maçında mızıkçılık yaptı diye dövdüm. Kavgada ilk vuran taraf her zaman kazanıyordu. Ve Süleyman her Pazar olduğu gibi bu pazarda maç ayarlamıştı. Seklavey benim kaleye geçmemi söyledi. Bu çocuğa neden seklavey dendiğini bilmiyordum. Kaleye geçmeye niyetim yoktu çok hırslı oynuyordum çok hızlı koşuyordum çok gençtim… En önemlisi gözlüğümü çıkarmıştım artık çok güçlüydüm karşıma kim çıkarsa çıksın tek yumrukta yere serebilirdim. Kaleye geçmedim seklavey koşarak yanıma geldi benimle konuşacağını sandım. Hiç bir şey söylemedi. Birkaç saniye sonra üst dudağım patlamış ön dişlerim kırılmıştı. Koşup onu yakalamaya intikam almaya çalışsam da çoktan gözden kaybolmuştu. Bu yediğim ilk dayaktı.
İkinci dayağımı bir kızdan yedim. "seninle olmuyor, Necip" dedikten sonra hızla uzaklaşan kız arkadaşım bana temiz bir dayak atmış gibiydi, sanki üst dudağım tekrar patlamış dişlerim tekrar kırılmıştı. Bunun ilahi adalet olduğunu düşünüyorum. İncittiğin kadar inciniyorsun.
Oğuzhan tatlısını hızla yedikten sonra eve döndü. Hakan ağabeyi Türkoğlu'na gitmişti. Kısa sürede olaylar büyümüş alevi soykırımına dönüşmüştü. Suat, Ökkeş ve Abuzer, Hakan'ı bir köşede kıstırmış hastanelik edene kadar dövmüştü. Tekin öğretmen onu hastanede ziyaret ettiğinde elleri titriyordu.
Bu satırları yazıp pilot kalemi masaya bıraktıktan sonra derin bir nefes çektim sigaramdan. Saat sabahın dördüydü ve ben bu saatte evli bir kadına WhatsAPP'tan şu mesajı yazdım.
"Selam"
Mesaj iletildi ve okundu bu saatte uyanık olması ne ilginç! Belki kocası ile ateşli bir sevişmenin ortasındadır. Özkan yatağa uzanmıştır o da sıcacık aleti içine almış gidip gelirken bir eli kocasının kaslı omzunda diğer eli ile gelen mesajı okuyordur. Özkan bu saate ne mesajı der O da; "önemsiz bir reklam kocacığım, X mağazasında indirim varmış"
" Bu mesaj çok mu önemli işin içine ettin!" Adam kesinlikle haklıdır. Haksız olan benim yıllar sonra ona selam vermenin ne önemi var ki?
Lisans eğitiminin 3. Yılında kararımı vermiştim. Neslihan'dan ayrılmamı istemişti ve ben yapmamıştım. Onu tek başına bıraktım. Birbirinize çok yakışıyorsunuz, çok uyumlu bir çiftsiniz deyip hızla uzaklaştı yanımızdan.
Sevgilim olduğu halde telefon numarasını verdim. Elime kalemi alıp yazmaya başladım.
0224...
Kalbim hızla atıyor.
76. .
Kıvırcık sarı saçları o kadar hoş kokuyor ki! Tanrım bu an hiç bitmesin hep yanımda otursun ders yapalım. O öğrenci yurduna gitmesin ben kız arkadaşımla buluşmayayım. Omzuma yaslansın elimi tutsun.
79. .
İşte oldu! Artık ev telefon numarasını biliyorum. Bu numarayı elli yaşıma geldiğimde eşim üst katta yatak odasında sıcak yatağında tatlı rüyalar görürken ben bu numarayı kitabıma yazacağım. Sonra ona kızmaya başlıyorum. Madem benimle evlenmek istiyordun birinci sınıfta bana
açılsaydın be kadın! Neden ben sevgili bulana kadar bekledin? Bir kız arkadaşım olunca senin gözünde değerli mi oldum? 2022 yılının ilk günlerinde dışarıda lapa lapa kar yağarken ben sigara içip buzdolabının sesini dinleyip ona mesaj yazıyorum. Hatta borç istiyorum. Onun kim olduğuna karar veremiyorum. Eşim değil sevgilim değil kız kardeşim değil.
Dört yıl boyunca sadece bir kez sarıldık. Analiz ve fonksiyonlar teorisi dersinden geçtiğini öğrendiğinde mutluluktan bana sıkıca sarılmıştı. Analiz ve fonksiyonlar teorisi benim uzmanlık alanım oldu yıllar sonra.
Günlerim kütüphanede okuyarak geçiyor.
"Akıl oyunları" kitabı ve hakkında yapılmış olan film nedeni ile Amerikalı matematikçi John NASH ülkemde iyi tanınıyor. NASH'ın 1994 yılında ekonomi dalında Nobel ödülünü 2015 yılında da Abel ödülü aldığını biliyorum. Akıl oyunları filmi beni çok etkilemişti. Hayalinde yarattığı kişiliklerin yaşlanmamaları onu gerçeğe ulaştırdı. Nash oyunlar teorisine en temel katkılarından biri 1951 yılında yayınlamış olduğu makale ile yaptı. Bu makale yeni bir tür denge kavramını oyunlar teorisine kazandırdı. Bu dengeye günümüzde nash dengesi deniyor. Bir oyuncu için seçilmiş eylem diğer oyuncuların seçtikleri eylem gözetildiğinde oynanabilecek en iyi eylemse ve bu durum diğer tüm oyuncular için de geçerli ise bu durum bir dengedir.
Şimdi 1982 yılına geri dönelim. Kerpiç evin duvarlarından kopardığım küçük bir kireç taşı ile sahipsiz evin avlusuna bir çember çiziyorum. Çemberden üç adım geride düz bir çizgi çiziyorum. Çemberin kutup noktalarına dört adet bilye yerleştiriyoruz.
İki tane benden, iki tane de Akif'ten. Sonra atışlara başlıyoruz. Ben ilk atışta tüm bilyeleri çember dışına çıkarırsam bu durum bir denge oluşturmaz. Nash geniş bir oyunlar sınıfı için bu dengenin varlığını sabit nokta teoremlerine başvurarak ispatladı. İspatında kullandığı meşhur sabit nokta teoremi her ne kadar
sabit bir noktanın varlığını iddia etse de bu noktanın tekliği ya da nasıl bulunacağı hakkında bilgi vermiyor. Daha somut bir deyişle varlığı bilinen sabit noktaya ulaşmanın kolay bir algoritması bulunamıyor.
Sabit nokta teoreminin topoloji kavramları kullanan bir ispatı Sperner ön savını kullanır. Bu ispat sadece sabit nokta teoremini ispatlamakla kalmaz aynı zamanda sabit noktaya ulaşmak için yol haritası da çizer. Lisans yıllarında platonik âşık olduğum bir sınıf arkadaşım için sabit nokta teoremini içeren bir makaleyi Türkçeye çevirmiştim. Bu durumdan çok memnun olacağını benimle ünlü şarkıcı Whitney Houston ve yakışıklı oyuncu Kevin Costner'in başrolü paylaştığı bodyguard filmine geleceğini hayal ettim. Ancak film başlamış sinemanın giriş kapısı kapanmıştı bu saatten sonra gelmesini beklemek aptallık olurdu. Kütüphanede takım elbiseli olan tek kişi benim. Okuldan çıkıp kampüse geliyorum gece geç saatlere kadar okuyup öğrenci yurduna dönüyorum. Bu öğrenci yurdunun bahçesinde ne çok hatıram var!
Lisans öğrencilerinin tuhaf bakışlarını hep üzerimde hissediyorum. Bir insan para kazanmaya başladıysa neden bir ev kiralayıp rahat etmez? Pis öğrenci odalarında sürünmeye devam eder? Haksız da değiller aslında. Kuşe kağıda basılı İngilizce kitabı okumaya devam ediyorum.
"Nash dengelerinin varlığı sabit nokta teoremi ve Sperner ön savı sadece birbirlerini matematiksel olarak üretmeleri açısından değil aynı zamanda problemlerin içine düştükleri karmaşıklık sınıfları açısından da bağlantılıdır. P. dimitriou çalışmalarında hem Sperner ön savındaki algoritmanın hem de sabit nokta teoreminin öngördüğü sabit noktayı bulma yönteminin aynı karmaşıklık sınıfına düştüğünü gösterdi. Bu özel karmaşıklık sınıfı bilinen iki karmaşıklık sınıfının arasına düşer.
P=NP sanısının bileşenleri olan bu iki sınıf P ve NP sınıflarıdır. Algoritmanın P sınıfına düşmemesi problemin polinom zamanında çözülemeyeceğini ifade eder. Nash dengesi de aynı karmaşıklık sınıfına
düşer. Ekonomi kuramı açısından bakıldığında nash denge noktalarının hesabının kolay bir algoritma ile yapılamaması bir zorluk yaratıyor.
Oyuncular hesaplanması zor olan bu denge noktalarına bir strateji ile varmaya çalışmak yerine başka güdülerle hareket etmek zorunda kalıyorlar.
Makaleyi okuyunca kısa pantolon giydiğim günlere dönüyorum. Süleyman ile futbolcu kartları oynadığım günü hatırlıyorum. Bu oyunda Nash dengesine nasıl ulaşırız? 1982 yılının yazında oynadığımız bu oyunda ben kaybetmiştim. Yıllar sonra Süleyman bir evladını kaybetti ve üzüntüden diyabet hastası oldu. Tip1 diyabet yüzünden iyice rahatsızlanan çocukluk arkadaşım hastaneye kaldırıldı. Hastane' de korona virüse yakalanıp hayatını kaybetti. O oyunu Süleyman ile oynarken kaçıncı hamlede kaç numaralı kartı atarsam daha az zararla bu işten çıkardım? Veyahut da kaçıncı hamlede kaç numaralı futbolcu kartını atsaydım oyun da Nash dengesini yakalardık? O günü çok iyi hatırlıyorum sanki dün gibi:
***
-Nacip evde mi? Aşağı oynamaya gelirdi. (komşumuzun oğlu Süleyman bana bu şekilde hitap ederdi)
-Nacip gel futbol kartlarımızla oynayalım. sen başla. İlk kartımı tozlu betona koydum
21 numara Cevad Prekazi. 2 İsmail
Sıra gene bende.
1-numara kaleci Simoviç
Elimdeki destede en üstte bulunan kartı yere bıraktım. Dizlerim kabuk bağlamış yaralarla dolu. Köşe başındaki boş evin avlusunda oynuyoruz.
3 numara Kovaçeviç (bjk)
-Bu pazar beni maça çağırmayı unutma Sülo.
-Nacip geçen hafta seni forvette oynattım. Çok gol kaçırdın , topu sürüp kaleye yaklaşmak v arken uzaktan vuruyorsun, uygun pozisyonda ise topa sertçe vurmak yerine ceza sahasına girmeye çalışıyorsun.
-Hadi be Sülo!
3 numara kovaçeviç'ten sonra sıra bende kartımı yere bırakıyorum. 7 numara uğur Tütüneker (GS)
-Bu maçta forvete Ömer'i koyacağım. Şimdiye kadar ona şans vermedim.
32 numara fatih terim (defans –GS)
-Tamam , Süleyman ona şans ver ben de defans durayım. Defansa razıyım hadi be Sülo! Sen takımları oluştur, Barak köyünden arkadaşlarında gelecek mi?
42 numara şekerbegoviç (BJK)
-Onlar olmadan takım olmaz.
Nacip. yerde futbolcu kartları birikmeye başlamıştı.
Kaybetme korkusu ile sıramı oynadım.
-Kaç tane bilyen var Sülo?
99- Erhan
(sakallı – Galatasaray'da defans oynuyor. )
-Sülemem!
-Sülo senin kalbin mi delik?
-He.
-Maç oynarken hızlı koşamazsın değil mi?
-O yüzden her maç defans duruyorum ya.
-Yarışalım mı?
-Tamam. Akif'i de çağır. Yarış buradan başlayacak. Cumhuriyet ilkokulunda bitecek.
13- numara hami mandıralı (Trabzonspor)
-Kabul ediyorum, Süleyman. Size avans vereceğim. Sana ve kardeşine birkaç metre avans vereceğim. Çağır Akif' i evdedir şimdi.
11-numara Semih yuva kuran
Akif biz çağırmadan elinde karpuz çekirdekleri ile yanımıza geldi. Ben de biraz aldım ama kokudan yiyemedim. Midem bulandı hepsini iade ettim. Öğlen balcan kebabı yedik diyor Akif.
-Yemekten sonra ellerini yıkamadın mı? Çekirdeklerinde yağ ve koyun eti kokusu var.
27 numara Ünal (TS)
-Sıra sende Süleyman.
-Ulan Akif kalk get elini ağzını yıka! diyor Süleyman Yoksa seni burada kaldırır yere vururum!
27 numara ümit (Zonguldak spor)
Ve kaybettim. Süleyman büyük bir sevinç ile yerde biriken kartları ceplerine dolduruyor hiç kısa pantolon giymez. Babasının mağazasından alınan kumaşla annesi diker ve cepleri hep büyüktür. O gün toplam altı kartı tozlu avlunun beton zeminine bıraktım. Son hamlede ben doğru kartı atsaydım kazanan taraf ben olacaktım. Kazanan olmak için doğru kartı destenin en üzerinden seçmemem gerekiyordu. Süleyman en son 11 numarayı kullandı. Elimdeki destede 11 numara orta sıradaydı. En üstte değil. Bu durumda kazanmak için hile yapmam gerekti. Süleyman Akif ile konuşurken ben desteden 11 numarayı çekip en üstten almışım gibi davranarak zemine koymalıydım.
Bu durumda yeni bir sorun ortaya çıkıyor. Elimde toplam 25 kart vardı. Bu durumda ilk karttan itibaren kart numaralarını ezberlemem gerekti. Bu ezberi yapmadıysam kazanmam için olasılık hesaplarını yapmam gerekti. Başlangıçta 20 kartım vardı, 5. Kartı attığımda kazanmam lazım. Şu durumda 16 kartım kalmıştı. Kazanma ihtimalim 16'da bir!
Düşük bir ihtimâl. O gün ezbere dayalı hile yapsaydım kazanırdım. Oyun teorisinde mutlaka bir tarafın kazanması gerekmiyor. Kimi zaman her iki tarafın kazançlı olduğu durumlar da olabiliyor.
***