Chereads / Tanrıyı Oynayanlar / Chapter 1 - BÖLÜM1

Tanrıyı Oynayanlar

🇹🇷Zeynep_Marangoz
  • --
    chs / week
  • --
    NOT RATINGS
  • 3.1k
    Views
Synopsis

Chapter 1 - BÖLÜM1

HİSSEDİLEN İLK VE EN GÜÇLÜ DUYGU

Boğucu, karanlık ve kulakları sağır edebilecek sessizlikte bir zindandır bir oyuncak için uyku. Bir karanlığın içinde bir ileri bir geri sadece volta atarsınız karanlık bir süre sonra o kadar boğucu bir hal alır ki düşünceleriniz bile sizi terk etmeye başlar. Ama karanlıktan daha kötü bir şey varsa oda karanlığın içinde bir sese muhtaç olmaktır. Hiçbir şey yapmadan bu işkencenin dinmesini beklersiniz. Burada hayat asla mola vermenize izin vermez . Bilincinizin kapanmasına asla izin verilmez. Karanlığın her anında ordasınızdır. Bir başınıza tek bir ses olmadan. Her anını hissedersiniz acıyı tüm hücrelerinizle tadarsınız. Karanlığın arasında, en boğucu olduğu anda, sonsuza kadar orada kalacağınızı düşündüğünüz anda dünyanın en çirkin sesini duyarsınız. Kulaklarınızı sağır eden bir çınlama sesi. Bedeniniz ne zaman gözlerini açmak isterse o ses o zaman susar. Sonsuza dek sürecek gibi gelen bir şey daha: İstila edici güçte bir ses. Belki de değil belki de sadece normal bir çınlama sesi. Belki de bir süre sonra beni çıldırtacak düzeyde olması beynimin bana bir oyunu. Kontrolün bende olmadığı o anlarda beynim beni o karanlıktan hiç de kibar olmayan bir şekilde çıkardı. Gözlerim yavaş yavaş açılırken her yerin aydınlık olması tanıdık ve rahatlatıcıydı. Yeni bir gün aynı yüzler aynı hareketler yaşanması gereken aynı hayat. Kurallar, daha fazla kurallar, sistem tarafından oluşturulan ve asla çiğnenemeyen. Yaşamanız için tasarlanmış bir hayat. Sistem sizin yerinize düşünür. Bu yüzden kendimizi ona borçlu hissederiz hepimiz sisteme borçluyuz. Hayatın en zor kısmı olan düşünmek tercih yapmak gibi şeyleri bizim yerimize yapar. Bizim yerimize acı çeker. Bir oyuncak içinde iki kişi barındırır. Beynimiz ve kalbimiz... Aslında iki düşman ve iki ayrı kişidir. Sistem bu iki düşmanın arasındaki savaşa bir son verdi ve onlara iki ayrı beden verdi. Bu beden hissetmeyen emirlere uyan görevi sadece sistemin onun için belirlediği hayatı yaşamak olan taraf. Ben bir oyuncağım. Kendi Tanrım için yaşar ve onun diğer tarafta mükemmel olmasını sağlarım. Ben bir oyuncağım görevimse mutlak itaat. Ben sistem tarafından oluşturuldum. Doğduğumda beni aciz kılan her şey benden alındı. Mükemmelleştirildim. Tek görevim iyi bir yönetici olmak. Bunun haricindeki tüm gereksiz özelliklerim alındı. Duygular bizi acizleştirir. Yeni gününde getirdiği tek şey uygulanması gereken adımları takip etmek.

Yatağımdan bugünü tamamlamak için yavaşça kalktım. Uyku savaşı bedenimde her zamankinden daha yorucu bir etki yaratmıştı. Ayaklarımı yataktan sarkıtırken hala yorgun hissediyordum. Kendime toparlanmam için süre tanıdım. Derin bir nefes alıp ciğerlerime, gün başladı dedim. Yine yeni bir gün başladı. Bakışlarım karşımdaki aynaya takılınca yüzümde sanki her zamankinden farklı bir şey vardı. Bir an kendi yüzümü ilk kez görüyormuşum gibi hissettim. Gözlerimi kendime gelmek için iki kez kırpıştırıp aklımda düşünceyi silmeye çalıştım. Yavaşça ayağı kalktım ve karşımdaki dolaba yürüdüm. Bugün eğitim günüydü. Okula gitmem gerekiyordu. Hala eğitim aşamasındayım ve yakında bitmek üzereydi. Kafamı sağa çevirince diğer kapsüllerdeki oyuncakların yavaş yavaş uyandığını gördüm. O zindandan erken çıkabildiğim için şanslıydım. Bazıları orada olmayı kaldıramazdı ve burada güçsüzlere yer yoktur. Güçsüz olanlar burada yaşamayı hak etmezler. Devre dışı bırakılırlar, ya asi ya da ölü olurlar. Hangisi daha kötü bilmiyorum yok olmak mı yoksa kimsenin var olmasını istemediği biri olmak mı? Dolabın kapağını açtım ve içinden mavi üniformamı çıkardım. Diğer herkes gibi. Burada tek bir kıyafete sahip olabilirsiniz mavi bir üniforma. Sınıfsal hiçbir ayrım yoktur. Kim olduğunuz kimin oyuncağı olduğunuz önemsizdir. Sadece bir oyuncaksın. Tek vasıf tek özellik bu. Bizi yok edebilecek hiçbir şey yok. Yavaşça üzerimdeki pijamaları çıkartıp üniformamı giydim. Aynada kendime son kez toparlandım. Ayakkabılarımı giymek için eğildiğimde sağımdan

"T-8!" adımı seslenen bir erkek sesi duydum. Kafamı sesin sahibine çevirdiğimde yönetici yardımcısını gördüm. Aramızda az ama sesini duyurmak için yükseltmesi gereken bir mesafe vardı. Yavaşça doğrulup ona doğru yürüdüm. Karşısına geldiğimde "Beni takip et" dedi. Seri adımlarla arkasından ilerledim. Diğer oyuncaklar hazırlanmayı bitirmek üzereydiler bazıları çıkmıştı bile.

Yönetici yardımcısı da tıpkı yönetici gibi bizimle iletişim kurmazdı. Gerek yoktu ve kimse burada birbirleriyle fazla konuşmazdı. Yöneticinin odasının olduğu koridora geldiğimizde etrafa sessizlik hakimdi. Buranın tuhaf bir havası vardı. Uyumak gibi katlanılmaz bir havası. Ortamda sadece topuklularımın çıkardığı ses vardı. Uzun koridorun duvarları burayı daha fazla karartmamak için olsa gerek bembeyazdı. Gerçi burada pek koyu renk olmazdı.

Uzun koridorun sonundaki odaya geldiğimizde yardımcının kapıyı açmasını bekledim. Elini havaya kaldırdı; iki kere nazikçe tıkladıktan sonra kapıyı yavaşça araladı ve bana geçmem için alan yarattı. Sert çehreli sarışın bir kadındı. Kemikli ve oldukça gergin bir yüzü vardı. Yavaşça içeri girdim. Burası koridora göre koyuydu. Gri rengin hakim olduğu odada sadece yöneticinin masası ve karşısında tek bir koltuk vardı. Gerekli olan her şey bu kadardı. Büyük odanın içindeki büyük camdan dışarıyı izleyen kadına çevirdim gözlerimi. Hafif kırlaşmış saçlarına rağmen oldukça fit bir vücudu vardı. Kapı kapanınca yavaşça bana doğru döndü. Gerçekten iyi tasarlanmış biriydi.

Eliyle karşısındaki koltuğu gösterip.

"oturabilirsin T-8, " dedi. Karşısındaki koltuğa oturduğumda oda kendi koltuğuna oturdu. O an aramızdaki masa bana oldukça farklı hissettirdi. Zihnimde sanki bir kilit sesi duydum. Sanki o masayı yeni fark etmiştim. Aklımdaki anlamsızlık yüzüme vurmuş olacak ki yönetici

"İyi misin?" dedi. Boğazımı yavaşça temizleyip "Evet iyiyim." dedim. Ellerini masanın üzerinde birleştirip biraz öne eğildi.

"Seni buraya çağırmamın sebebi yakında eğitimini tamamlayacak olman. Çok başarılı bir oyuncaksın. Hırslı ve azimlisin." dedi duruşunun dikliğini bozmadan.

"Olmam gereken kişiyim. Beni böyle tasarladığı için sisteme borçluyum." dedim. Sesim her zaman ki gibi kendimden emin çıkıyordu. Hırslı, azimli ya da başarılı olan ben değildim. Ben sadece yapmam gerekeni yapıyordum o kadar.

"Evet öylesin hepimiz öyleyiz. Yine de başarını takdir etmek için eğitim bitiminde tanrın başarısını kutlamak için bir kutlama verecek. Şanslısın ki senin de orada olmanı istedi."

İşte buna şaşırmıştım. Hiçbir oyuncak onların yanına gidemezdi. Onlarla konuşamaz onları göremezdi. Bu yasaktı.

" Bunun yasak olduğunu sanıyordum. " dedim. Yönetici ellerini masanın üzerinden çözüp rahatça arkasına yaslandı.

"Kurallara uyması gereken biziz. Seni yanında istiyorsa bunun ardında aranacak bir sebep yok." dedi.

Yavaşça ayağı kalkıp "Peki başka bir şey yoksa çıkabilir miyim?" dedim.

Beni bir süre inceleyip "Elbette." dedi eliyle kapıyı gösterip. Sakin adımlarla kapıya ilerleyip çıkacakken

"Yasaklar birileri kötü şeyler yaptıkları için koyulur oyuncak. Ve yasakların sebebi asla sevilmez." dedi.

Kafamı onun olduğu yere çevirip

"Evet efendim." dedim. Kapıdan yavaşça çıkıp kapıyı arkamdan kapattım. Bir tuhaflık vardı. Tam karnımın üzerinde sanki bir ip geriliyor gibiydi. Hasta mı oluyordum. Hastaları kimse sevmez. Karşıdaki yardımcıya ufak bir baş selamı verip ondan da aynı şekilde bir cevap alınca uzun koridoru geri yürümeye başladım. Uyku binasından çıkıp eğitim binasına girdiğimde bugün sadece bir dersim vardı. Bitirmem gereken tüm dersler neredeyse bitmişti. Aslında bugün ki derse ders demek pek doğru olmaz sanırım daha çok bir kapanış konuşması. Ağır adımlarla binanın içinde yürürken tüm sesleri duyuyor gibiydim en ufak bir fısıltıyı bile duyabiliyordum. Her gün geçtiğim yolları daha yeni fark ediyordum sanki.

Dersin olduğu bölüme girdiğimde herkesin geldiğini gördüm. Salon tamamen doluydu. Bazı oyuncaklar kendi aralarında konuşuyor bazılarıysa sadece bekliyordu. Üçüncü sırada boş olduğunu gördüğüm yere oturdum. Büyük bir salondu. Sessizce dersi anlatacak oyuncağı beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra salondan içeri girdi oldukça iyi tasarlanmış orta yaşlarının sonlarında olan bir kadındı. Sınıfı şöyle bir süzdükten sonra "Hepinize merhaba. Ben T-230 bugün ki dersi anlatacak oyuncak benim. Aslında tam bir ders diyemeyiz bu sizin son dersiniz sadece basit birkaç şeyden bahsedeceğim." dedi ve arkasına dönüp tahtaya büyük ve düzgün harflerle "ASİLER" yazdı.

Tahtadaki yazı diğer oyuncaklar arasında kısa bir uğultuya neden olurken T-230 elini iki kere masaya çok da sert olmayan bir biçimde vurup " Sessizlik lütfen. "dedi. Herkes pür dikkat ona odaklanmıştı.

Asiler ilgi çekici bir konuydu. Kimse onlar hakkında fazla konuşmazdı. Aslında neredeyse hiç konuşmazdık çünkü onlar bir nevi yok sayılırlardı. Bu dünyanın görmek istemediğimiz tarafıydı onlar.

" Biliyorum ki asiler konuşulmaya değer görülmeyen taraf. Bu yüzden onları sona sakladık. Artık hepiniz neden var olduğunuzu kim için var olduğunuzu ve en önemlisi nasıl var olduğunuzu biliyorsunuz. Yaşamınızın bir amacı var. Varlığınızın kendi tanrınızı yüceltmek olduğunu biliyorsunuz. Bu yüzden artık onlar hakkında sizinle ilk ve son kez konuşabilirim. "

Bu konu nedense beni ilgilendirmiyor diye düşündüm. Onlar gereksiz çöplerdi ve kim çöpleri öğrenmek isterdi ki? Her şey bu kadar basitti. Çöpleri çöpe atarsın bir daha onlar hakkında konuşmazsın ya da ne yapıyorlar diye düşünmezsin. Zaman ayırmaya bile değmezlerdi.

"Asiler evrenimizin güçsüz tarafındalar. Gölgelerde yaşarlar. Onlar kovulanlar." aynı sırada biraz ötemde oturan çocuk elini havaya kaldırarak. "Neden kovuldular?" diye sordu. Herkes T-230'a dönüp vereceği cevabı bekledi. Çocuğa bakıp "Hızlı öğrenmek istemen çok güzel ama sabretmelisin." dedi.

"Burası güçlü olanların, yaşamayı hak edenlerin dünyası oradaysa sadece zayıflar var. Kovulmuş kimsenin görmek istemeyeceği çöpler. Kovuldular çünkü güçsüzlerdi. Uyanamadılar. Hepinizin her gün çıktığı karanlıktan çıkamadılar. Tanrılarını yüceltemediler ve onlar tarafından devre dışı bırakıldılar. Şimdiyse yerin altında veya onları kimsenin göremeyeceği yerlerde yaşıyorlar. "

" Dün gece bir tanesinin yakalandığı doğru mu? "

Arkadan gelen kızın sorusuyla T-230 un cevabını merakla bekledim. Buraya girmeleri imkansızdı. İçimize girmeleri yasaktı. Kendi bölgeleri vardı ve oradan çıkamazlardı.

T-230 gözlükleri düzelterek " Sadece buraya girmeye çalışan bir tanesi. Neyse ki onlara bile içinde yer verecek bir sisteme sahibiz. Hepinizin bildiği gibi güçsüz bir oyuncak öldürülür. İşlevsiz hale getirilir. Asileri asi yapan kaçmış olmaları. Sistemimiz, onlara ve bize ölümden daha da kötü bir hayat olduğunu göstermek için onları serbest bıraktı. Bizse onların bu hallerine bakıp olduğumuz yerin kıymetini bilmeliyiz. " Elleriyle bozuk olmamasına rağmen üzerini düzeltip " Asiler hakkında bilmeniz gerekenler bunlardan ibaret çıkabilirsiniz. " dedi.

Herkes yavaşça salondan çıkarken aklında dönüp duran soruyla bir tek ben kaldım. Ben de çıkışa yönelirken ani bir kararla arkama dönüp t-230'a

"Ben bir şeyi merak ediyorum?" dedim. Önünde bağlı duran ellerini bana doğru kaldırıp "Lütfen " dedi.

Ona doğru biraz yaklaşıp "Her şeyin bir başlangıcı vardır. Sistem bu evrenin başlangıcı. İlk tanrı, ilk oyuncak her şeyin bir ilki vardır." Biraz duraksayıp devam ettim.

"Merak ediyorum da ilk asi kim peki?" dedim.

Yüzüne bir gülümseme kondurup ondan bir basamak aşağıda olan bana "İyi günler T-8." dedi. Ona hafifçe başımı eğerek karşılık verdim.

"Size de iyi günler." Dedim ve sınıftan dışarı çıktım. Koridorda yürürken ileride T-6 ve T-5' i gördüm. Beni gördüklerinde el sallayıp yanlarına çağırdılar. Gidip gitmemek arasında kalmıştım çünkü kendimi biraz yorgun hissediyordum. Yine de yalnız kalmamın şu an bana iyi gelmeyeceğini düşünerek onlara doğru ilerledim. Yanlarına geldiğimde T-5 "Satranç oynamaya gidiyoruz bizimle gelsene T-6'nın okuması gereken bir kitap var, bana eşlik edersin."

T-6 bir yazardı. Okumak onun için yaşamsal herhangi bir şeyi yapmakla aynı şeydi. Sürekli okur ve kitaplarına derinlik katmak için kendini geliştirirdi. Konuşması zevkli ve bilgili biriydi.

T-5 ise bir atletti. Bazen sporcuları gereksiz bulsam da yarışlarını izlemek oldukça zevkli oluyordu ama ne yararları vardı ki?

"Pekala bende uzun zamandır oynamamıştım" dedim. Birlikte kütüphaneye gittik. Ben ve T-5 satrançların olduğu bölüme geçerken T-6 okuyacağı kitabı bulmaya gitti.

Kütüphanenin bu bölümünde konuşmak yasak değildi etrafta birkaç oyuncak vardı ve onlarda bizim gibi satranç oynuyordu. Kitap raflarının gerisinde kalan bir alandı ve biz cam kenarındaki masaya oturduk.

Oyuna başlarken T-5 "seni uyarmalıyım bu sefer seni yeneceğim." dedi. T-5, kasvet dolu bir yüze sahip değildi aksine yüzünde sahip olmadığım bir tür şey var gibiydi; ışık. Yanında durmak isteyeceğiniz bir havası vardı. Onun bu sözüne karşılık taşlarımı dizerken "O kadar emin olma." dedim. Gözlerini devirip oda taşlarını dizmeye başladı.

"Sendeki kötü özellikte bu işte. Hep kendine çok fazla güveniyorsun. Bu senin zayıf noktan." dedi. Bu dediği beni sinirlendirmişti.

"Benim zayıf bir noktam yok." dedim sertçe. Taşları dizmeyi bitirdikten sonra oynamaya başladık. Oyun benim lehimeydi. Bu oyunu daha fazla uzatabilirdim ama az önceki sözleri beni sinirlendirdiği için kendine olan güveni birden bitiversin istedim. Hamle sırası ona geçince "Beni yeneceğinden çok emindin ama bak oyun benden yana." dedim.

Kendinden emin ifadesi yerinden milim oynamazken "Sana senin zayıf noktan; kendini çok beğenmen demiştim. Her zaman kazanan taraf olamazsın. Seni bu zayıflığın tüketecek dostum." dedi. Dediklerinin kuru bir gürültü olduğunu düşünürken o eline aldığı bir piyonlar oyuna son verdi. Beni bir piyonla yendi. Öylece kalakalmıştım. Durdum. Algılamaya çalıştım. Kafamda bir kilit sesi daha duydum. Sadece basit bir piyon. Kafamı ona doğru kaldırdığımda. Gözlerimin içine baktı.

"Kazanacağından o kadar emindin ki" duraksayıp masanın altında olan elini yukarı kaldırdı.

"Hile yaptığımı bile anlamadın." dedi. İçimde derin bir rahatlama hissettim. Bu rahatlıkla gülümsedim. Ona yaşadığım kısacık sarsılmayı belli etmemek için

"Beni ancak hileyle yenebilirdin. Pardon zaferimi çalabilirdin." dedim. Gözlerini bir kez daha devirerek

" Yapma kabul etmelisin hile yapmak da bir maharettir." dedi. İfademi hiç bozmadan ayağa kalkıp ceketimi düzelterek

" Elbette hırsızlar için. " dedim. Oyunu kutuya geri koyup oda ayağa kalktı.

" Abartmıyor musun bu sadece bir oyun senden bir şey çaldığım falan yok. "dedi. Beraber T-6'nın yanına gittiğimizde dışarıda biraz sohbet ettik. Bir an kafamı yukarı kaldırdım ve üzerimizde ki beyaz tabakaya baktım işte Tanrılar oradaydılar bizi birbirimizden ayıran bu beyaz örtünün üzerinde yaşıyorlardı. Nasıl bir yer acaba dedim kendi kendime. Çok tuhaf daha önce hiç merak etmemiştim. Acaba orada da hava buradaki gibi hep gri miydi? Onlarında teni bizim ki gibi bembeyaz mıydı? Gerçi bir dersimizde bizlere hiç benzemediklerini duymuştum belki çok daha farklı bir görüntüleri vardı. Gözlerimi o beyaz örtüden hiç ayırmadım ne kadar baktım bilmiyorum artık edilen sohbeti duyamıyordum ama bütün gün olan şey yine oldu içimde bir kilit sesi daha duydum. Havanın kararması ve uyku saatinin yaklaşmasıyla beraber uyku binasına girdik. Oyuncakların dünyasında bir gün daha bitmek üzereydi. Uyumaya gitmeden önce yemek yemeğe karar verdim. T-5 ve T-6 bir alt katta kalıyordu. Bu yüzden onları eğitim binası dışında fazla görmezdim. Yemekten sonra dolabıma gidip diş fırçasını aldım ve dişlerimi fırçalamak için herkesle birlikte lavaboların olduğu bölüme gittim. Herkes gibi işimi bitirdikten sonra pijamalarımı giyip kapsülüme girdim. Bugünün en sevdiğim anıydı. Günün bitmesi başlamasından daha iyiydi. Her ne kadar ucunda uzun süren bir karanlık olsa bile. Işıklar kapanınca gözlerimi kapattım ve karanlık odaya gitmeyi bekledim. Bir süre sonra yine oradaydım soğuk karanlıkta. Sessizlikten duvarlar. Dayanması güç her şeyi bir araya toplamışlar gibiydi. Yere doğru çöktüğümde ellerimi başımın üstüne koyup beklemeye başladım. Burada elimden gelen tek şey buydu beklemek. Bitmesini beklemek.

"Bana bir masal anlat." karanlığın içinden melodik bir ses duyduğumda hızla başımı kaldırdım. Gördüğüm tek şey karanlıktı. Gözlerim etrafı taramaya devam ederken

"Beni güçsüz kılan her şeyi çıkart." aynı sesi duymamla hızla ayağı kalktım karnımda ki o şey tekrar belirdi sesin sahibini görmek için etrafa bakmaya başladım. Hiçbir şey yoktu sadece simsiyah bir boşluk vardı. Her zaman olan boşluk. Bir anda izleniyormuşum hissine kapıldım. İçim daha önce tatmadığım bir şeyle doldu sanki karnımdaki o şey bütün vücuduma yayılıyordu. Hızlı ve kesik nefesler alarak yavaşça arkamı döndüm. İleride belki 5 metre falan uzağımda kısa boylu oldukça kısa boylu saçları aynı benim gibi sarı olan birini gördüm. İlk kez bu kadar kısa bir oyuncak görüyordum. Neden bu kadar kısaydı.

"Sen de kimsin?" dedim sesimi yükselterek. Bana cevap vermeden olduğu yerde durmaya devam etti.

"Bana bir masal anlat." aynı sesi tekrar duydum. Kısa erkek karşımdaydı ama dudakları kıpırdamıyordu. Başka biri daha vardı. Cevap verme isteğiyle dolup taştım birden kıza doğru

"Masal da ne?" dedim. Ona bir anımı mı anlatmamı istiyordu. Ya da onunla konuşmamı.

"Bana bir masal anlat mükemmel olsun" dedi aynı ses. Çok büyüleyici bir sesti. Normal bir anda bu sesin güzel olduğunu düşünebilirdim ama şu an her ne kadar güzel bir ses olsa da içimde onu dinleme isteğinden çok susturma isteği vardı. Daha önce içimi doldurmayan bir şeyin beni istila ettiğini hissettim ama artık o şeyin sebebini görebiliyorum. Bu iyiydi. Hamlesini göremediğin kişiyle savaşamazsın. Benim düşmanım tam karşımdaydı. Her hareketini görebiliyordum.

"Ne istediğini anlamıyorum." dedim. Sesim geçen seferkine oranla daha alçak ve sakindi. Oyunda hissettim kendimi. Oyunun içinde onunla hissettim.

"Beni zayıf kılan her şeyi çıkart." dedi aynı ses. Anlamayarak yerinden tek bir milim bile hareket etmeyen kıza bakmaya devam ettim. Başı önüne eğilmişti. Kafamı önüme eğerek iki yana salladım.

"Seni zayıf kılan şey ne?" dedim ama o an bunu ona mı yoksa kendime mi sordum bilmiyorum. Kendi sesim beynime bir bıçak darbesi bıraktı sanki. Bütün gün duyduğum o kilit sesleri, sanki şimdi o kilitlerin tuttuğu kapılar tek tek açılıyordu. Bu acı vericiydi sanki, sanki beynime her şey yeniden yükleniyordu. Beynimin içindeki sızıyla yavaşça yere çöktüm. Bir elimle kafamı tutarken diğer elimle yerden destek aldım. Ben acı içinde boğuşurken omuzumda bir el hissettim. Hala acıyla mücadele etmeme rağmen kafamı sanki bin tonlukmuş gibi zorlukla kaldırıp elin sahibine baktım. İlerideki kız kafası hala önünde elini omzuma koymuş tepemde duruyordu. Sert bir acıyla tekrar kasılırken. Aynı sesi tekrar duydum ama bu sefer karşımdaki kız kafasını kaldırıp kendi söyledi. Yüzünü kapatan saçları kenara çekilince beynimin infilak ettiğini sandım ve zamanın olmadığı bir boşluğa düştüm. Bu oyuncak bendim.

"Tek istediğim itaat etmek."