Genç kız sofradan kalktığından beri aynanın önündeydi. Saçlarını sımsıkı toplamış, öncesinde hırsla taramıştı. Üvey annesi yine canını sıkmayı başarmıştı. Ona her zaman kendini bir fazlalıkmış gibi hissettirmeyi başarıyordu kadın.
"Odanda saklanmayı bırak ve mutfağı toplamama yardım et! Tüm işleri ben yapıyorum! Bu evde hanım mıyız hizmetçi mi belli değil!"
Tüm işleri yapan Burcu'nun bizzat kendisiydi oysa. Kadın tepesine dikilip şunu şuraya koy, bunu kaldır, bunu indir, bunu yıka tarzında emirler verirken sabretmesi gereken de oydu. Sabretmeliydi. Evden kurtulana kadar sabretmeliydi. Bu evden bir tek kurtuluşu vardı, o da evlilik...
"Geliyorum!" deyip Kıyafetlerini düzeltti. Gözlerine hızlıca bir kalem çekip yanaklarına hafif bir allık sürdü. Güzel görünüyordu. Bundan emindi. Lisedeyken peşinde gezinen bir sürü çocuk vardı. Zaten başına ne geldiyse onlardan birinin kendisine kafayı takması yüzünden gelmişti. Salak çocuk evinin yerini öğrenmiş, arkadaşlarıyla içtiği iki biradan sonra kafayı bulup kapılarına dayanmıştı. Gece 3'de tüm mahalleyi ayağa kaldırıp, "Burcu sana aşığım!" diye bağırıp durmuştu.
Sonuç: Burcu kazandığı üniversiteye gönderilmemiş, çocuk abisinden bir araba dayak yemiş, bir de mahallelinin diline sakız olmuşlardı...
Babası bir işte çalışmasına izin vermiyordu. Abisi ise o olaydan beri sokağa çıkmasına bile izin vermiyordu. Hal böyleyken liseyi güç bela bitirmiş ve eve kapatılmış bir kız olarak nasıl evlenebilirdi? Esas sorun buydu... Evlilik... Evlenince özgür olacağından emin değildi, kocası da ailesindeki geri kafalı erkekler gibi onu dışarı çıkarmazsa? Yaptıklarına, giydiklerine ve kiminle konuştuğuna karışırsa? O zaman ne yapacaktı?
Her gün dua ediyordu. Onun tek kelimesine inanmayan, bir kez olsun derdini dinlemeyen babasına içerlemişti. Ona vurmak için fırsat kollayan ama herhangi bir sorun olduğunda onu asla kollamayan abisine de kızgındı... Ama üvey annesi ve onun kıymetli kızına... Onlara fena halde takmıştı.
İyi, mükemmel ve tatlı kızlardan değildi. Kendine dokunmayan yılanı bile sevebilen, ona zarar veren karıncaya bile takan kişiliklerdendi. Birinden bir kere nefret ettiğinde, mezara kadar nefret etmeye devam ediyordu. Aman, boş ver deyip geçemiyordu.
Üvey annesi ve onun tatlı kızına ters bir bakış atıp gömleğinin kollarını sıvayarak mutfağa geçti. İlk iş ocaktaki çayı döküp onlar kahvaltı etsin diye yenisi için su koymaktı. İkinci işi ise tatlı kızı okula gitmeden bir şeyler yesin diye anne ve kıza yeni bir kahvaltı hazırlamaktı.
Babası inşaatı kontrol etmek için ve abisi de haldeki malların sayımı gün ağarmadan önce çıktığı için onlara kahvaltı hazırlamıştı. Banyo yaptığı için ise henüz onlardan kalan kirli tabakları falan toplayamamıştı. Üvey annesi de ona sataşmak için bu fırsatı değerlendirmişti.
Tek kelime etmeden tabakları makineye dizdi. Dolaptan çıkardığı kahvaltılıkları kaselere doldurup masaya dizmeye başladı. Kendi evinde hizmetçi olmuştu resmen. Tatlı bir kız olsaydı Sindrella benzetmesi onun için uygun olabilirdi ama o tatlı aptal ve kurtarılmayı bekleyen kızlardan değildi. Düşünüyordu. Kendini bu durumdan kurtarmak için durmadan bir çıkar yol düşünüyordu. Sıranın kendisine geçmesini bekliyordu. Ama beklerken sadece dua edip kaderine boyun eğmiyordu.
Onun da bir planı vardı...