Apo tırnağıyla tezgâhı kazıdı. "Sen ve özlemek! Şair diilsin ki sen! Hadi hadi, doğruyu söyle!" "Yemin ederim ki, özlemiştim. Nehir yükselince, Birecikten ayrıldım. Balığa Fırat'a indim. Kayığıma sordum: 'Dolaşalım mı biraz?' diye. O da 'Evet' dedi. Ve birlikte buraya geldik. Melekler bile nehir yukan kürek çekmezler, bilirsiniz, ama karşınızdayım işte." Sıska, pörsük derili, sarımtırak tenli, görüntüsünü bozan ve çenesine de hiç mi hiç gitmeyen birkaç tel sakallı ihtiyar sohbete karıştı: "Bir ağacı kesmek için, ötede, karşı kıyıdaydım, o sırada, nehir sapağından seslenişini işittim. Hayrola, dedim kendi kendime, gerçekten de geliyor ! Bugün meyhanede taze haberler var, gitmelisin oraya! Sakalımla balıklan ürküterek, işte bu yüzden nehirden beriye geçtim."
"Ayıpsın , sen o gümrah sakalını bir araya getirsen balıklara yem bile yaparsın!"Balıkçı düşünceli düşünceli çenesini kaşıdı: "Acele etmeyin! Acele etmeyin! Sakalım uzar elbet!"
"Ya, işte böyle, oğlum. Sen geçerken balıkçıllar bile birbirine 'Bakın, geliyor!' diye çığrışırlar! Kimse şaşırmaz. Bense şaşırdım ve sana sormak istiyorum. Söylesene bana, ne işin var senin burda?" "Amma yaptın, ha! Tarla yapmak için. Mısır, incir zeytin, ..." neşeli neşeli ellerini oğuşturdu. "Vay canına!.. İnanılır gibi değil. Tanm yapacak, bir şeyler ekecek balıkçı ! Yakında yine zıkkımlanacak bir şeyler olacak demek o zaman.
"Hey, hey, senin şaşacağın daha bir sürü şey var burda! '
Şişine şişine kafasını salladı " tembelliğe veda mı ?" "Şimdi bile kimse bunun olduğunu öne süremez. Buraya gelmeden önce biraz kıçını sıkıp çevreyi dolaşsaydın, kilisenin onanldığını, büyük avlunun temizlenip etrafındaki bütün yabani otlann ayıklandığım görürdün..."
Görüyorsunya , pek yakında artık Halfetiye gitmen gerekmeyecek...Apo ve Alp az önceki yerinde yoktu.Balıkçı demlenirken onlar çoktan çamurlu yola düşmüşlerdi.Bu son kez olcak ,Alp bak beni bır daha zorlama dedi Abdullah.Sen de artık Satenikten başkasını düşünmemelisin,yapamayacağını sakın söyleme,biliyorum ,yapabilirisin ,gerçi çocukluğumuzdan beri hiç bir zaman rolleri değişmemizi teklif dahi etmedin.Evlenmezsek köylünün ağzı torba değil büzesin,ikimizde erkek de olsak bunlar ahır diplerinde ne iş tutarlar diye sorarlar,artık büyüdük,bunu çocukken oynadığımız oyunlarla karıştırma!
Alpinaryan -ciddi anlamda-ilk birlikteliklerini hatırladı,sabahın ilk ışıklarına kadar sürmüştü,bir ara gözyaşlarına hakim olamamıştı,bununla birlikte içinde tuhaf bir mutluluk hissi de vardı,belki ilk bir kaç deneme sadece "alışmasını" sağlamıştı,gece yarısı ve sonrasında ki birleşmelerden dolayı artık içinde hissettiği ıslaklık Aponun sabaha karşı daha kolay girmesini sağlamıştı ,ayrıca yaklaşık üç saattir oynadığı role ısınmıştı,sanki sıkıntılılı geçen saatlerin ödülünü almaya başlamıştı.O günlerde çok mutluydu ama artık "erkeğininin" devamlı ayak diremesinden yorulmuştu,yaptığı teklifler çoğu zaman reddedilmekteydi.Bir çok kez kendi inancında bu yaptıklarının cezasının ölüm olduğunundan söz edip Lut kavmini anlatmaktaydı,Abdullah;oysa iki insan arasında ten uyumu varsa cinsiyetlerinin aynı yada farklı olmasının bir anlamı olamazdı.Bununla birlikte artık yolun sonuna gelinmişti,kendisini kullanılmış hissediyordu;birden durdu Alpinaryan;"Ben eve dönüyorum,bu şeklilde olacaksa hiç olmasın "tek tük düşen kar taneleri kasketine usul usul inerken bu tepkiyi beklemeyen Abdullah donup kalmıştı,bir süre ardından baktıi,sonra o da üç evli sokağının yolunu tuttu.
Günün ilk ışıkları ile uyanıp yukardan közlenmiş odun almak amacıyla paltosuna sarıldı,hazırlıklar tamamlanmıştı .Meryem bu gece onun kadını olacaktı.Alpinaryan'ın küsmesi çok da önemli değildi ;zaten yakında o da dünya evine girdikten sonra isteseler bile görüşmeleri kısa sürmeliydi,evlilik hayatının sorumlulukları bu şekilde davranmayı gerektirirdi.Düğün yorgunluğunu atamadan Meryem iki adım arkasında olmak koşulu ile-namaz kılmaya başladılar.Mutlu olması gereken düğün gecesinde Abdullah huzursuzdu,eşini aldatmış gibi suçluluk duygusu ve arkadaşını kaybetmenini n verdiği üzüntü ile birleşmişti.Meryem ile olan birlikteliği sanki vazifeyi yerine getiren bir asker edası ile gerçekleştirdi.Kanlı bez aile büyüklerine gösterildikten sonra derin bir uykuya daldılar.Hayatında son iki gün bu şekilde geçecekti.
-ALPINARYAN-
CİBİN- 1914
Hayatınızda bir değirmenin içini gördünüz mü?Ben gördüm,belki yüz yıl sonra yeryüzünde değirmen kalmayacak ama benim gibi siz de dokuzyüzlü iseniz görmenizi tavsiye ederim.Değirmenin pencereleri tavana çok yakındır ve de çok küçüktür be nedenle içeride rahat olabilirsiniz ,sizi kolay kolay kimse göremez;yamulmuş duvarlar her an üstünüze yıkılacak gibidir.Bir kösede üst üste yığılmış duran ekin çuvallarıKARŞIDA beyaz çuvallara doldurulmuş unlar...ve yayılan mis kokusu...
Ortadaki mihenk taşının etrafında devamlı ince zerreler uçuşur diğer taraftan da kulakları tırmalayan ses varıdr ortamda.İşte bu tozlu gürültülü ortamda ilk birli,kteliğimizi yaşamıştık un çuvalları üzerinde karanlık değirmende titrek mum alevinin eşliğinde Apo ile birlikte olurken bu dünyaya kadın olarak gelmediğim için kendime lanet ediyordum artık o hayatımda olmayuacak onu geri kazanmak için elimden geleni yaptım,anamdan gizli şeker çalıp koyunlar otlarken ahıt yapıp kıllarımı bile aldım tek isteğim beni istemeseydi artık UMUDUM KALMADI yarın evleniyor ve benden istediğini yapamam..sadece kendi zevkim için eşimi harcayamam,onun bu kadar alçalacağını bilmiyordum ...demek ki başından beri tek amacı Satenikle birlikte olmaktı.İlk zamanlar ahıt yaptığım zaman Apo memnun kalmıştı gerçek karı gıbı olmuşun derdi,onun bana her dokunuşunda ruhum bendenımden ayrılır adeta bır kadının bedenıne gırerdı,Meryem'in yerinde olmak için neler vermezdim!Terk edilmek başta zor geldi gücüme gitti..ta ki o geceye kadar..
Kucuk sarı tuylerimden bir tane bile kalmayana kadar almıştım o gece ,değirmende sıcak yatağımda yorganı üstüme aldım uykuya varmak ıcın kapadım gözlerimi,kalın kalasların sallandığını hissettim,o yukardaki minik pencereler kapanıverdi de sadece sduvarlar kaldı kalın duvarlar üzerime üzerime gelmeye başladı birden üzerimde bir erkek hissettim.güçlü kolları vardı ve üstümdeydi,görmediğim halde hissettiğim güçlü kollar..işte Aponun yerini alan erkekle o gece ilk gecemdi,islamların her zaman dediği gibi tek başına ve çıplak yatma!Saten ile evlendikten sonra bu durumun sona ereceğini sandım ama yanlız gecelerimde özellikle yine tüysüz kaldığım gecelerde varlığını hissettim,Saten neden karı gibi kıllarını alıyon demişti kimi zaman,değirmendeki o geceden sonra artık Satene ilgim kalmadı ,o her yanıma geldiğinde kollarımı kaldıramaz olmuştum,etraftakiler artık çocuk yapın demeye ,Saten ise karı gibi herifsin demeye başlamıştı,Apo ise hayatından memnun zoraki selamlama ile geçiştirirdi karşılaşmalarımızı...Derdimi kime anlatacağımı bilmez oldum,inanacaklarını da sanmıyordum,ne bizim papaz efendi ne de islamların imam efendisi ...Sırrımı paylaşabileceğim tek bir kişi vardı:Abdullah.
Eski günlerdeki gibi onların ahırında buluştuk,beni yanlış anlamış gene kendisi ile birlikte olmak istediğimi sanmıştı.Durumu anlattığımda alay eder bir ifade takınmadı,panik yapan bir yüz ifadesi de yoktu,sizin inancınızı bilmem dedi aapo ama bizde buna karabasan derler cinlerin de bzim gibi kafiri islamı ve hatta oğlancısı vardır,sen bana parlak görünmek için tüysüz yattığın gece oğlancı inblislerden biri sana musallat olmuş Alp! dedi.Bu işler hep benim yüzümden başına geldi,kardeşim,seni okutmamız lazım ama hocasya ad gıtsek dedikodu alır gider,yarın gece değirmende bulusalım ben abdest alıp kuran la gelcem sen de İncil al gel yanına birlikte okuyalım,olmadı birecikteki hocayha gider derdini alatırız"
Ertesi gece geç saatler kadar kahvede oturduk,sonrada ikimiz değirmenin yolunu tuttuk ;vakit gece yarısına yaklaşmıştı,devamlı arkamıza dönüp baktık,değirmene varmadan İslamların mezarlığından geçtik ;Apo geçerken ellerini iki yana açmış mırıldanıyordu,hafif ay ışığı ile birlikte elimizdeki gaz lambası ancak bir adım ötesini aydınlatmaya yaramıştı .Değirmeninin kapısı gıcırtı ile açıldı ;
"Sana burda musallat oldu değil mi,İblis ?"O nedenle gene burda onu kovmaya çalışacağız,Allah muvaffak etsin, kardeşim,dedi.Apo.,ve sonra elindeki bez torbanını askılı iplerini aşağı sarkıtarak anasının iğne ile tutturduğu bağı çözdü,değirmenin yukardaki küçük pencerelerinden ay ışığı az da olsa yüzüne vurdu ,Aponun,o anda ürperdim birden yüzü kireç gib olmuştu,sanki hiç kan yoktu, zavallı arkadaşım ...
uzaktan gelen kurt ulumaları ve baykuş seslerinden kireç gibi olmuştu.
Sonra Arapça okumaya başladı,çocukken her sabah erken camiye giderdi Apo,ordan çıkışta göle yüzmeye giderdik,gölde dibe dalıp minik sürtünmelerin devamı ise ya ahırda ya da bu değirmende ateşli git gel hareketlerine dönerdi,bitirdikten sonra Amin deyip iki avucunu alından başlayarak çenesine doğru adeta süpürdü,ne okuduğunu sordum,
- Kul e'ûzü birabbinnas
Melikinnâs
İlâhinnâs
Min şerrilvesvâsilhannâs
Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâsi
Minelcinneti ven nas
her cümleden sonra duraklamıştı,sanki boğulur gibiydi balgam boğazına yapıştı sandım ,sırtına vurmak için yaklaştığımda küçük göz bebeklerinde kırmızı rengi gördüm;eli ile yaklaşmamı işaret etti,sonra Türkçe yine her cümleden sonra derin nefes alarak ve daha az öksürerek;
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
İsanların hükümdârına,
İnsanların ilâhına,
O sinsi vesvesecinin şerrinden.
O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.
Gerek cinlerden, gerek insanlardan
şimdi de hoca efendinin türbesine gidip mum yakalım dedi,Apo.Türbe,değirmenin ardındaki tepedeydi,nedense duası bittikten sonra nefesi düzelmiş yüzüne bir parça renk gelmişti ,ama gözlerindeki küçük kırmızı noktalara anlama veremedim,değirmenin karanlığında bana öyle gelmedi diyerek düşüncelere dalmıştım,bazen burada ben un çuvallarında destek alıp eğildiğim zaman Apo arkamdan erkekliğini açıp sertçe girdiğinde inlemeler ve nefeslerimiz birbirine karışırdı,daha çok tahrik olmak için gölgelerimiz izlerdim,ve onun gölgesine baktığım zaman değirmendeki ışık oyunlarından olacak sanki tırnakları bir aslanın pençeleri gibi uzardı;ellerini omuzlarıma bastırırken ,onun önünde çok aciz zavallı bir gölgem vardı.Elbetteki benim inancımda da cin kavramı mevcuttu,size biraz bilgi vermem gerekirse;
O gece sadece cinsel ilişkiye girmemiştik belki de o iblis yada adı herneyse içime girmiş olabilirdi benim inancım olana Hristiyanlıkta bir cin, hatta birçok cin bir kişinin içine girebilir. Bu cinler içine girdikleri kişinin içinden çıkarılabilirler; Hıristiyanlık'ta cin çıkarma " elbette vardı; insanlara cinsel yaklaşımları (seks), sahte tapınmayı desteklemeleri (dinsel) ve insanlara eziyet etmeleri (sadizm-şiddet).farklı yaklaşım tarzlarıydı.Yeni ahitte insanları falcılık, büyücülük, ruh çağırma, sihirbazlık, ölülerden medet umarak onlara yaklaşmak gibi cinlerle ilgili faaliyetlere karışmak konusunda uyarılar vardı. Cinlerin üstün yetenekleriyle insanların beyinlerini etkileme güçleri olduğuna inanıyorduk ve Cinlerin rüyaları kendi mesajlarını vermek amacıyla kullanabileceğine.....
Hıristiyanlık inancında cinler kudretli varlıklardır, insanları aldatırlar ve bazı insanları aracı -medyum- olarak kullanırlar. Buna göre bu medyumun söyledikleri eğer bu cinler medyuma doğruyu söylüyorlarsa doğru olabilir. Zira Kitabı Mukaddes cinlerin İblis gibi yalan söylediklerini belirtir. Ayrıca insanlara zarar verebilirler, bu nedenle Kutsal Metin onlarla ilgili şeylerden, ruhçuluğun her türünden uzak durulması gerektiğini söyler. İblis şeytan ile aynı kişiliktir,şimdiye kadar papaz efendiden cinlerin kadınlara musallat olduğunu duymuştum ama bir cinin oğlancı olabilecğiini düşünmemiştim.Oğlancılık deyi nce hep aklıma padişahlar gelir,çoğu zaman köyümüzdeki İslamların gücüne gitsede kimi padişahların oğlanlara düşkün olduğu söylenir.Bu konuyu açtığım zaman Apo dışındaki tüm islamlar bana kızar sen kendi dedlerine bak!deyip ben eski yunandan gelmilşim gibi konuyu kapatırlardı.Aslında cin çıkarmak bizim inancımızda da vardı. Cin çıkartmak (cinlere insanların içinden çıkmalarını emretmek), Müjdeler'de ve Elçilerin İşleri Kitabı'nda çeşitli kişiler tarafından uygulanıyordu: Mesih'in talimatlarını (Matta 10) yerine getirmenin bir parçası olarak İsa'nın öğrencileri tarafından; Mesih'in ismini kullanan başkaları tarafından (Markos 9:38); Ferisiler'in çocukları tarafından (Luka 11:18-19); Pavlus (Elçilerin İşleri 16) ve cin çıkaran bazı kişiler tarafından (Elçilerin İşleri 19:11-16).
İsa'nın öğrencilerinin cin çıkartmalarının amacının Mesih'in cinler üzerindeki egemenliğini göstermek (Luka 10:17) ve öğrencilerin de O'nun ismiyle ve O'nun yetkisiyle hareket ettiklerini kanıtlamak olduğu anlaşılmaktadır. Bu olay ayrıca onların imanını ya da imanlarının eksikliğini de ortaya koyuyordu (Matta 17:14-21). Cinleri kovma etkinliğinin öğrencilerin hizmeti için önemli olduğu açıktır. Ancak, cinleri kovmanın öğrencilik sürecinde gerçekte nasıl bir rol oynadığı açık değildir.
İlginçtir ki, Yeni Antlaşma'nın son kısımlarında cinlerle savaş konusunda bir değişiklik gözlenmektedir. Yeni Antlaşma'nın öğretici kısımları (Romalılar'dan Yahuda'nın sonuna kadar) cinlerin etkinliklerinden söz eder ancak onları kovma etkinliklerini ele almaz ve inanlılara böyle bir şey yapmaları da öğütlenmemektedir. Bize onlara karşı durmak için Tanrı'nın silahlarını kuşanmamız gerektiği söylenmiştir (Efesliler 6:10-18). Bize iblise karşı durmamız (Yakup 4:7), ona karşı dikkatli olmamız (1 Petrus 5:8) ve hayatlarımızda ona yer vermememiz (Efesliler 4:27) söylenmiştir. Ancak bize o ve cinlerini başkalarının içinden nasıl çıkartmamız gerektiği, hatta böyle bir şeyi düşünmemiz gerektiği bile söylenmemiştir.
Efesliler Kitabı, kötülüğün güçlerine karşı savaşta yaşamlarımızda zaferli olma konusunda bize açık talimatlar verir. İlk adım, Mesih'e iman etmektir (2:8-9) ki bu, "havadaki hükümranlığın egemeni"nin üzerimizdeki yönetimine son verir (2:2). Bundan sonra yine Tanrı'nın lütfuyla, Tanrı yolundan uzak alışkanlıkları üzerimizden sıyırıp atıp Tanrı yolunda olan alışkanlıklar giyinmeliyiz (4:17-24). Bu cinlerin kovulmasını değil, düşüncelerimizin yenilenmesini gerektirir (4:23). Tanrı'nın çocukları olarak O'na nasıl itaat etmemiz gerektiği konusunda birkaç pratik talimattan sonra ruhsal bir savaşın var olduğu bize hatırlatılmaktadır. Bu savaş, cinleri kovarak değil, cinler dünyasının hilelerine karşı durabilmemize yardım eden belirli silahlarla savaşılır (6:10). Cinlere karşı, gerçek, doğruluk, müjde, iman, kurtuluş, Tanrı Sözü ve duayla dururuz (6:10-18).
Tanrı Sözü tamamlandıkça, Hristiyanlar'ın ruh dünyasıyla savaşmak için ilk Hristiyanlar'dan daha fazla silahları olduğu görülmektedir. Cinleri kovma rolünün yerini büyük ölçüde, Tanrı Sözü aracılığıyla müjdeleme ve öğrencilik almıştır. Yeni Antlaşma'da ruhsal savaş yöntemleri cin kovmayı içermediğinden, böyle bir şeyi yapma konusundaki talimatların ne olduğunu belirlemek zordur. Eğer böyle bir şey gerekiyorsa, kişiyi Tanrı Sözü'ne ve İsa Mesih'in ismine maruz bırakmanın en iyisi olduğu barizdir.Alpinaryan ,daha çekici olmak için bedenindeki tüm tüyleri aldığı gece üzerinde bir "nesne"hissetmişti,erkek olduğu kesin olan bu nesne için emin olmadığı ise insan yada hayvan mı yoksa ruhani bir varlık mıydı üzerinde hissettiği nesne...
Göğüslerinin büyümesi için her gün en az üç adet maydonoz yediği oluyordu,maydonozun kadınlar için süt yapıcı olduğunu söylerdi köyün büyükleri;belki kaslarının bedeninde yavaş yavaş kaybolmasının yerine yumuşak yağ kütlelerinin alması için en uygun metot buydu,tek hayali daha oval bir bedene sahip olmak ve Abdullah'ın kendisini beğenmesi onun kendisine bağlanmasıydı,hatta Meryemden çok kendisini düşünmesini istiyordu Alpinaryan,ama değirmende gözlerinin içindeki gizemli kırmızı renk aklına geldikçe hala ürperiyordu karanlığı yaran ince mum ışığında dua okurken kelimeler boğazına dizilmiş transilvanyanın vampirleri yada kurt adamları gibi karanlıkta korkutucu bir hal almıştı Abdullah.Satenik ise düğün gününü sabırsızlıkla beklemekteydi oysa Alpinaryan için en önemli konu Apo'yu yeniden ahıra gitmeye ikna etmekti,üç evli sokakta zaten fazla dikkat de çekmezdi,bazen İslam olmadığına dahi üzülürdü Alp;çünkü bir ermeni ile Türkün samimiyeti dikkat çekmekteydi ;bununla birlikte fiili livata yapan iki erkeği gördüğünüz yerde öldürün !diyen bir kutsal kitaba sahipti ;İslamlar fakat incilde homoseksüellik en azından Muhammediler kadar zalimce eleştirilmiyordu.Gece Satenin yanında uyurken dahi Aponun hayali aklına gelecek onun ile yaşadığı ateşli dakikalar ağzından salyaların akmasına sebep olacak bu nedenle Saten'e sırtını dönmek zorunda kalacaktı,ona her sarılışı bir vazife olacaktı hatta SAten ile birlikte olduğu zamanlarda Satene özenecek onun gibi olmak için neleri feda etmeyeceğini aklından geçirecekti,bir erkeğin güçlü kolları tarafından sarılmak ve bebek gibi yukarıya kaldırılıp sarsıcı bir şekilde aşağı inerken içinde sert ve sıcak erkekliği hissetmek...
alpinaryan bunu abdullah ile yaşamıştı ve bu duyguları yeniden yaşamak için her şeyi feda etmeyi hazırdı;Sateniği bile...
Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerin her zaman ayrıcalıklı bir konumu vardı.Okullarda Osmanlı armalarının, padişah tuğrasının kaldırılıp, yerine bağımsız Ermenistan, Hınçak ve Taşnak armalarının, silahlarının asıldığı Ermeni okullarında özgürce okutulan tarih kitaplarında Türklerin Ermenilere yaptığı zulümden bahsedildiği, Ermeni ozanlarının ulusu ve gençliği ayaklandıran şiirlerinin okullarda ve halk arasında açıkça yayıldığı, kilise ve okulların bir silah ve cephane deposu haline geldiği, bunların sonucu olarak da zaman zaman çeşitli yerlerde küçük ayaklanmalar başladığı zaman bile, devlet etkili bir şekilde araya girmemiş, bütün bu olaylara karşı zorlayıcı önlemlere başvurmamayı bir hoşgörü, bir vicdan hürriyeti, bir azınlık hakkı olarak kabul etmişti.Ermeni olaylarının ağırlık noktasını komitelerin çıkarmış olduğu isyanlar oluşturmaktaydı. Ancak komiteler kurulmadan önce de Ermeni olayları meydana gelmiştir. Bu olayların aralarında hükümeti köklü önlemler almaya kadar götürecek boyutlara varan Zeytun Olayları dikkat çekmektedir.
Zeytun bugün Kahramanmaraş'a bağlı küçük bir kasabadır. Bu bölgedeki isyanlar 1782'de vergilerin fazlalığından ve toplanış biçiminden rahatsızlık duyan Ermenilerin ayaklanması ile başlamış ve uzun yıllar sürmüştür. Bölgedeki isyanların en büyüğü 1895 yılında yaşanmıştır.
Bu dönemde Ermenilerin çıkardığı ayaklanmaların amaçları şunlardı: 1878 Berlin anlaşmasının 61. maddesi ile kararlaştırılan ıslahat projesinin biran evvel uygulanmasını sağlamak ve II.Abdulhamit'in baskı yönetimini kırmak. Bir de gizli ve en önemli amaçları vardı ki o da bağımsız Ermenistan Devleti'ni kurmak.
- 1890 yılında Ermenilerin Rusya'dan silah getirdikleri ve bunları Sanasaryan okulu ile kiliselerde sakladıkları haber alınmış ve bunun üzerine asker ve polis arama yapmak istemiş, durumdan haberdar olan komiteciler ateş açmışlar, bir subay ve iki asker yaralanmış ve bir polis de şehit olmuştur. Çatışmalar daha da büyümüş ve devriye gezen iki asker de öldürülmüştür. Neticede ayaklanma bastırılmış ve kiliselerde silah ve elbombaları bulunmuştur.
- Kumkapıdaki Ermemi patrikliği kilisesinde ayin yapılırken Hınçak Komitesi üyeleri harekete geçtiler. İhtilal bildirileri dağıtıldı. Ve bunlar kürsüden de okutuldu. Patrik, Hınçak'ın isteklerini de içeren bu bildiri ile saraya, Abdulhamit'e götürülmek istendi. Yolda askerlerle çarpışıldı. Kan döküldü. Kumkapı kilisesi karışıklıklarının elebaşlarından Artin Cangülyan, Ermenileri devlete karşı kışkırtmaktan idama mahkum edildi. Fakat Abdulhamit, Cangülyan'ın idam cezasını ömürboyu hapse çevirdi. Cangülyan daha sonra Osmanlı hükümeti tarafından affedildi. Ve Ermeni olaylarında Ermenilere karşı hükümet tarafından kullanıldı.
- 1893 yılının ilk günlerinde Ermeni ihtilalcileri, Anadolu'da bir isyan hareketi yaymak ve böylece Avrupa devletlerine "Ermeni Sorunu" nun varlığını kabul ettirmek istediler. Hınçak ihtilalcileri bu defa Müslüman halkın da ayaklanmaya katıldığı hissini yaratmak istediler. Cami duvarlarına varıncaya kadar yapıştırılan yaftalardan bir kısmının altında Vatan Severler Müslümanlar Komitesi imzası görünüyordu. Bu yaftalarda Abdulhamit aleyhine ağır sözler de vardı. Ermeniler bölgede posta sürücülerine saldırdı, cinayetler işledi ve soygunlara girişti. İsyan hareketlerinin başlaması ile Avrupa'da bilhassa İngiliz gazetelerinde "Ermeni Katliamı" konulu yayınlara girişildi.
- Sason bugün Siirt iline bağlı bir ilçedir. 1893 yılında Ermeniler bölgede devlete verdikleri vergileri kesmişler ve buraya gelen memur ve jandarmaları da küfürlerle kovmuşlardı. Hükümet bölgeye askeri birlik gönderdi. Çıkan çatışmalarda Ermeniler 5, aşiretler ise 4 ölü verdi. Ermeniler bu olaylar üzerine köylerini boşaltmışlar ve ailelerini dağlarda emniyetli yerlere yerleştirmişlerdi. Erzaklarını yer altında kazdıkları kuyulara yerleştirdiler. Hançer, pala, kılıç ve baltalarla hükümete karşı isyana kalkıştılar. Ellerine geçirdikleri Türklerin gözlerini oyup, kulaklarını keserek çeşitli işkenceler yaptılar. Kadınlara saldırdılar, hamile kadınları karınlarını deşerek öldürdüler. Müslüman Türkler'in boyunlarına haç takılarak sokaklarda dolaştırıldı. İngilizlerin kışkırtmaları ile ortaya çıkan isyanın bastırılması için Osmanlı Hükümeti harekete geçti. Köylülerin daha önce ailelerini dağlarda emin yerlere yerleştirdikleri anlaşıldığından, köylerin top ateşine tutulmalarında bir sakınca görülmemiş ve buralara saklanan 5-6 yüz kadar eşkiyadan yarısı öldürülmüştü.
- Merkezi Londra'da bulunan Hınçak komitesinden isyan çıkarmak için gönderilen Hınçak propagandacıları, Zeytun'lulara silahlanmalarını ve etraftaki Türklere, askeri kuvvetlere, önemli kasabalara saldırmalarını söyleyerek gereken silah ve paranın komite tarafından gönderilmekte olduğunu bildirdiler. Bu karar üzerine hertarafta birden isyanlar başladı. İkibini silahsız, dört bini silahlı Zeytun'lu saldırılara başladı. Kaymakam ile 50 subay, 600 er ve kumandan esir edildi. Esirler sonrada Zeytun kadınları tarafından öldürüldü. Zeytun olaylarının genel amacı, öteki olaylarda da olduğu gibi yabancı devletlerin araya girmesini davet, Osmanlı Devletinin çöküşünü hızlandırmak ve Zeytun'un bağımsızlığını sağlamaktı.
- 1895. II.Abdulhamit'in ve İngiltere ile Fransa'nın tutumlarını eleştiren İstanbul'daki Ermeniler Bab-ı ali'yi basacaklar ve bu suretle büyük bir olay çıkarıp Avrupa'nın dikkatlerini Ermeni sorunu üzerine çekip araya girmelerini sağlayacaklardır. Ermeniler Eylül 1895'te Bab-ı Ali üzerine yürümeye başladılar. Yürüyüş karşısında askeri önlemler alınmak istendiğinde olaylar büyüdü. II.Abdulhamit göstericilere karşı askeri birlik kullanılmasına karşı idi. İstanbul üç gün kadar anarşi içinde kaldı ve iki taraftan da kan döküldü.
- 1896. Ermeni komiteleri Van'da diğer yerlerden daha kuvvetli idiler. Buraya İran ve Kafkasya yollarıyla bol miktarda silah ve cephane getirdiler. Ermenilerin Van'da giriştikleri isyan sonucunda Müslümanlarda 340'ı öldü 260'ı yaralandı. Ermenilerden ise 219 ölü ve 59 yaralı vardı.
- 21 Temmuz 1905. II.Abdulhamit'e Ermeni komitecileri tarafından Yıldız'da bir suikast yapıldı. Padişaha bir şey olmadı ama patlayan bomba çoğu asker 26 kişinin ölümüne ve 58 kişinin yaralanmasına neden oldu.
Meşrutiyetin ilanından sonra politik yönde ve ihtilalci yapıda olan komitecilerin çalışmalarına son vermeleri ve meşrutiyetin koruyucu bekçileri olarak, memleketin onarılmasına ve ekonomik bakımdan yükseltilmesine çalışmaları gerekmekte idi. Komiteler de görünüşte buna karar verdiler. Meşrutiyetin ilanından sonra Avrupa'da çalışan Ermeni Komiteleri, siyasi suçlular, kaçaklar ve serseriler İstanbul' a doldular.
Ermeniler, Meşrutiyetin getirdiği özgürlük, adalet ve eşitlik haklarından yararlanırlar ve siyasi haklarına tamamen sahip olurlar. Komiteler dışarıdan Osmanlı topluluğu ile görünüşte anlaşmış ve birleşmiş, gerçekte ise her aracı kullanarak bağımsızlık elde etmek ve Ermeni ideallerini geliştirme çabası içinde bulunmuşlardır. Ermeniler, İstanbul'da ve diğer illerde kütüphaneler, kulüpler açmışlar ve köy kulüpleri, okuma odaları kurarak gelecek kuşakların düşünce bakımından yetişmesini amaçlamışlardır. Kütüphanelere konulan , halka okutulan kitaplar da Türkleri aşağılayan ve hakaret eden en kötü eserler olmuştur. Komiteci öğretmenler, Türklerin Anadolu illerini Ermenilerden almış olduklarını ve her Ermeni için atalarının yurtlarını Türk boyunduruğundan kurtarmaya çalışmanın yurttaşlık ve ulus yönünden bir ödev olduğunu telkin etmişlerdir.